tag:blogger.com,1999:blog-26755609243386334012023-11-15T07:35:42.798-08:00Bilgi, Bilinen ve Bilen” Felsefesi Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/08771548937362766328noreply@blogger.comBlogger7125tag:blogger.com,1999:blog-2675560924338633401.post-73351558987207335532015-03-27T23:10:00.001-07:002015-03-27T23:10:58.710-07:00 Bitirirken<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>Bitirirken</b></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Önsözde,
insanlık için büyük önem ve değer taşıyan varlık ve
varoluşla ilgili bütün soruların en uygun karşılıklarını bu
kitapta verebilmeyi-</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>her
şeyden </b></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">ve
</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>herkesten
çok</b></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">-istediğimi
belirtmiştim. Özellikle de bunların, tüm ayrıntılarıyla
tamamlanmış kapsamlı ve sorunsuz birer “epistemoloji” ve
“ontoloji” paradigması hâlinde sunulması, benim en büyük
idealimdi. Esasen bu, dünyanın neresinde ve nasıl yaşarsa
yaşasın; hangi din ve ulustan olursa olsun, tek tek her insanı
ilgilendiren en temel ve en önemli konudur. Ancak bu çalışmayla
benim bütün yapabildiğim, öncelikle; insanlığın binlerce
yıllık düşünce tarihi boyunca kendisi ve evren hakkında ortaya
koymuş olduğu bilgilerin bir “dökümünü” sunduktan ve
binlerce yıllık bu sürecin şu an içinde yaşadığımız
bölümünde karşı karşıya bulunduğumuz tablonun bir tasvirini
yaptıktan sonra, ulaşılan noktalar ile mevcut öncelikli sorunları
tanımlamaktan ve bunların muhtemel çözümlerinin nerelerde ve ne
şekilde aranması gerektiği hususlarında bir fikir beyanından
ibaret kalıyor. </span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Yaklaşık
30 yıl süren bu araştırmayı burada ve şimdilik sonlandırırken;
özellikle, “bilerek yaşamak” isteyen; okumayı, düşünmeyi ve
öğrenmeyi seven kişilere, bu araştırmanın daha sonraki
basamaklarıyla ilgili bir “uygulama modeli” önermek, elimden
gelen son şeydir. Bu “uygulama modeli”ni, “</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>ilkeler
ve metot</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">”
ile “</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>içerik</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">”
olarak iki kısma ayırmak yararlı olacaktır:</span></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><b>Bir
Uygulama Modeli Önerisi</b></i></span></span></div>
<div align="CENTER" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>İlkeler
ve Metot</i></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">III.
Bölümde ancak bir kısmını gözden geçirmiş olduğumuz
</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>“</b></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">bilimsel
yöntem aracılığıyla sağlanmış” birçok nesnel veri;
evrenin ve insanın, Tanrı tarafından belirli bir zamanda, belirli
bir amaçla var edildiğini ortaya koymaktadır. Yine aynı yöntemle
evreni ve içindekileri incelediğimizde, Tanrı olarak
adlandırdığımız bu varlığın “bilgi, güç, sanat, teknik”
ve benzeri bazı özellik ve nitelikleri hakkında da bir fikir
sahibi olabiliyoruz. Ulaştığımız bu vizyonun tabii bir sonucu da
şudur ki, “insanı okuma, yazma, anlama ve düşünme yeteneğine
sahip biyosibernetik bir makine” olarak dizayn ve var edebilecek
düzeyde bir bilgiye ve tekniğe sahip olan böyle bir Yaratıcı’nın,
ona varoluş sebebini uygun bir şekilde bildirmiş olması gerekir. </span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.1cm;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;">Evet,
buraya kadarki bölümlerde ele aldığımız olgu ve verilerin
tamamını holistik bir platformda bir araya getirdiğimizde ortaya
şöyle bir tablo ve hüküm çıkmaktadır: Ancak bir kısmını
kavrayabildiğimiz hikmetlerle, hiç yoktan yarattığı
milyarlarca ışık yılı çapındaki muhteşem kâinatı teşkil
eden trilyonlarca tonluk maddeyi, tabiatın bünyesine
yerleştirdiği birtakım fizikokimyasal kanunlar vasıtasıyla,
tatbiki milyarlarca yıl süren her türlü kusur, eksiklik ve
hatadan uzak muhteşem bir plân ve program çerçevesinde, neticede
insanın yaşamasına en uygun şartları temin edecek tarzda,
şekilden şekle ve hâlden hâle sokarak; yeryüzünü, insan adlı
bu misafir için birbirinden nefis yiyecekler, şırıl şırıl
akan sular, baş döndürücü süs ve dekorlarla bezeyerek;
cennet gibi bir bahçe, sımsıcak bir yuva, harikulâde bir
ziyafet sofrası hâlinde hazırlayan böylesine büyük bir bilim,
kudret, sanat, hikmet ve şefkat sahibi olan ve bu özellikleri göz
önünde tutulduğunda çok farklı ve üstün iletişim
yeteneklerine de sahip bulunması beklenen Yüce Yaratıcı,
insanoğluna, yaratılış nedenlerini mutlaka en kusursuz ve en
mükemmel yöntemlerle bildirmiş olmalıdır. </span>
</div>
<div align="LEFT" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> Bu
noktadan sonra yapılması gereken, yine olgusal verileri-aynen bir
polisiye olayı aydınlatmaya çalışan bir dedektifin, veya hangi
alana yatırım yapacağını plânlayan bir işadamının, ya da
ülkenin insanını daha iyi yetiştirmenin yollarını arayan bir
eğitim bakanı başdanışmanının, veyahut da yeni bir bilimsel
buluşun arifesindeki bir bilim adamının yapacağına benzer
şekilde-“<i>doğru
düşünme, problem çözme ve buluş</i>”
süreç ve mekanizmaları çerçevesinde en yüksek verimle
yorumlayıp, değerlendirerek; karşı karşıya olduğumuz soru ve
sorunların en uygun, en kapsamlı ve geçerli karşılık ve
çözümlerinin bulunmasıdır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Bilimsel
yöntemin daha sistemli daha yaygın ve plânlı bir şekilde
uygulanması suretiyle bir yandan </span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><u>yeni
bilimsel bulguların ışığında insanı ve evreni daha iyi
tanınıp, anlayarak varlığa ilişkin olgusal bilgi hazinemiz
zenginleştirilmeli</u></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">;
diğer yandan da </span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><u>geleneksel
felsefenin temel esasları ile Tevrat, İncil ve Kur’an’ın
gerçekten farklı bir ontolojik boyuttan gelen bilgilere dayanıp,
dayanmadığı hususu objektif, güvenilir, yeterli ve geçerli bir
biçimde ortaya konmalıdır</u></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">.
</span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;">Ulaşmış
olduğumuz noktada, gerçekleştirilmesi gereken 2 aşamalı bir
proses ile karşı karşıya bulunuyoruz:</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">1-)
“</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><u><b>Tahkik”:</b></u></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">
Vahiy kaynaklı literatürün “farklı bir ontolojik buut”dan
orijin alıp almadığı hususunun kontrolu,</span></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">2-)
“</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><u><b>Çıkarım”
ve “Çözüm”:</b></u></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">
Eğer bu literatürün gerçekten farklı bir ontolojik buutdan
orijin aldığı “bilimsel olarak” gösterilebiliyorsa; o zaman
“bilimsel bir paradigmaya dayanılarak yapılan çıkarım ve
öngörülere benzer süreçlerle; cevabı ve çözümü aranan soru
ve sorunlara, bunlara dayanılarak karşılık ve çözüm aranması.
</span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;">“<i>Tahkik”
Prosesi:</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Konuyla
ilgili verilerin formel işlemlerle ve doğru düşünme
teknikleriyle değerlendirmeye tâbi tutulması suretiyle
gerçekleştirilecek bir “tahkik işlemi” aracılığıyla
Kur’an’da mevcut bilgilerin geçerliliği ilk etapta kolayca
test edilebilir. Tahkik, “inançların doğruluğunun yeterli,
objektif ve geçerli olgular aracılığıyla test ve kontrol
edilmesi” işlemine verilen addır. </span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Bazı
İslam düşünürleri, genellikle Musevilerin çocuklarının
Yahudi, Hıristiyanların çocuklarının Hıristiyan ve Müslüman
çocuklarının da İslâm dinini benimsediklerine dikkat çektikten
sonra, ana-babadan bir tür miras veya gelenek gibi naklen “alınan”
inancın geçerli ve güvenilir olmadığını vurgulayarak,
herkesin, inançlarının temellerini birtakım güvenilir delil ve
belgelerle kontrol etmesini önermişlerdir. Bu kontrol veya test
işlemi, ilgili disiplinlere ait literatürde “tahkik” olarak
adlandırılır. Kur’an’da da buna örnek olarak, Allah’a yakın
insanların başında geldiği defalarca belirtilen İbrahim
Peygamberin bile, kavramakta zorluk çektiği bir olayla ilgili
inancını, ancak böyle bir işlem aracılığıyla
kökleştirebildiği anlatılır ve böylelikle herkes, inançlarının
geçerlilik ve güvenilirliğini kontrol etmeye teşvik edilir.
Benzer işlemlerin, yeterli materyal bulunabildiğinde, “geleneksel
kültür literatürü”, “Tevrat” ve “İncil” için de
yapılabileceği açıktır. Burada sadece Kur’an için bir
uygulama modeli tanımlanacaktır. </span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Öncelikle,
böyle bir araştırmada göz önünde bulundurulması gereken bazı
formel ve kavramsal ilkelerden söz etmemiz gerekir. Bunlardan biri,
Kur’an metninin şekil ve muhtevaca yaklaşık 1400 yıldan beri
hiç değişmeden kalmış olduğudur. Bilimsel bilgi birikimimiz ise
bu süre içinde baş döndürücü bir hızla değişmiştir.
“</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>Bilimin
Gücü ve Sınırları</b></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">”
başlıklı kısımda ayrıntılı olarak incelendiği gibi, geçerli
ve güvenli de olsalar, eski bilimsel teorilerin, hatta
paradigmaların, zaman içinde ancak belirli tanım alanları içinde
özel hâller şeklinde geçerliliklerini sürdürecek şekilde
yerlerini açıklama potansiyelleri daha büyük olan yenilerine
bırakması olağandır. En kapsamlı bilimsel teorilerin bile
gelecekte yerlerini bu şekilde yeni teorik sistemlere bırakması
muhtemeldir. Bu, bilimsel yöntemin başta gelen özelliklerinden
birinin tabii bir sonucudur. Çünkü bilim, bilgi birikimi zaman
içinde sürekli değişen, büyüyen ve genişleyen “insan”ın
tarihsel bir etkinliğidir. Tanımı gereği Tanrı’ya ait olan
bilginin ise, değişmez nitelikte olması gerekir. </span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Bu
konuyu tetkike başlarken, bu kitabın “</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>Düşünce
Tarihi”</b></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">ne
ayrılan bölümünde de belirtildiği gibi, Kur’an’ın yaklaşık
750 ayetinde insanın ve evrenin yapısına veya özelliklerine
dikkat çekildiğinin ve 60 kadar ayette de aklın ve düşünmenin
öneminin vurgulandığının hatırlanmasında yarar vardır. Bu
ifadelerin ortaya koyduğu epistemolojik tabloda, Kur’an’ın
okuyucusundan düşünce ve inançlarını; duyu organlarıyla elde
edeceği verilerin doğru düşünme kuralları aracılığıyla
yorumu suretiyle sağlanacak sonuçlara dayandırması istenir ve bu
hususun önemi defalarca tekrarlanır. Nitekim bu kitabın birinci
bölümünde, temelleri Kur’an’a dayanan İslam uygarlığının
günümüz bilimi ve teknolojisine yapmış olduğu büyük katkılar
çeşitli alanlara ait örneklerle ayrıntılı olarak ele alınmıştı.
Dileyenlere, bu bölüme şöyle bir göz atmalarını hatırlattıktan
sonra, şimdi modelimizi tasvire başlayabiliriz.</span></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><b>İçerik
ve Biçim Özellikleri</b></i></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>Öncelikli
Araştırma Konuları</i></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Araştırma
konularımızın öncelikle ve özellikle ontolojik ve epistemolojik
açılardan tanımlanması bizi daha sağlıklı ve güvenilir
sonuçlara ulaştıracaktır. Kitabın buraya kadarki bölümlerinde
“klâsik ontolojik piramit”i teşkil eden dört katmanın yapısı
ve özellikleri temel parametreler açısından belirli bir
sistematik yaklaşımla incelenerek “cansız madde”, “bitkiler”,
“hayvanlar” ve “insanlık” alemlerinin </span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>varoluş
</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">esasları
ortaya konulmaya ve bunlara ait temel ampirik ve rasyonel
epistemolojik yaklaşımlar tanıtılmaya çalışılmıştır.
Ancak bu hususlarda yapılması gereken daha pek çok şey olduğu
açıktır. Parçacık fiziğinden insan bilincinin özelliklerine;
zihnimizin keşif ve icat süreçlerinden semiyotik ve hermönetik
prensipleri de kapsayan yeni bilimsel araştırma yöntemlerin
geliştirilmesine, zaman kavramından rölativite ve kuantum
ilkelerine kadar daha pek çok konuya ait sayısız nokta ve husus,
üzerlerinde plânlı ve sistematik ekip çalışmaları yapacak
araştırmacıları beklemektedir. </span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Kitabımızın
buraya kadarki kısmı; bu hususlarla ilgili genel bir “literatür
taraması” ve “uygulama modeli önerisi” olarak tanımlanabilir.
Bundan sonra da "</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><u>klâsik
ontolojik piramidi aşan varlık</u></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">
</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><u>kategori
ve düzeylerinden</u></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">“
insanlığa ulaşan epistemolojik unsurların var olup, olmadığının
araştırılması hususuna yönelik olan bir uygulama modelinin
tanımı yapılarak, kitabın tamamlanabileceği kanaatindeyim. </span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Böyle
bir araştırmada Kur’an “içerik” ve “biçim” olarak iki
farklı yönden ele alınabilir. Kur’an’ın konumuzla ilgili
içeriğinin; farklı bilgi ve bilim sınıflaması parametreleriyle
değişik şekillerde tasnifi mümkün olmakla birlikte, günümüzde
en sık kullanılan kriterlere göre bu içeriği, “fen bilimleri”
ve “sosyal bilimler” olarak iki bölümde inceleyebiliriz. </span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
</div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><b>a-)
İçerik Özellikleri:</b></i></span></span></span></span></div>
<div align="CENTER" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>Kur’an’da
Yer Alan Fen Bilimleriyle İlgili İfadelerin Tahlili</i></span></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Kur’an’ın,
fen bilimlerinin alanına giren hususlarla ilgili ifadeleri, bu bilim
dallarının kapsamlarına ve ölçek genişliğine göre astronomi
ve fizik (evrenin bütünü ve güneş sistemi), jeoloji (yerküre ve
yerkabuğu), biyoloji ve tıp şeklindeki bir sıralama içinde ele
alınabilir. Çok ayrıntılı olmayan bir incelemede bu bilim
dallarıyla ilgili olarak ilk göze çarpan ayetlerle ilgili örnekler
şu şekilde sıralanabilir: </span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">1-)
</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>Kâinat
ve güneş sistemiyle ilgili bazı ayetler:</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">
“Allah gökleri ve yeri altı (ayrı) devrede yarattı.”, “Gökler
ve yer birbirine bitişikken onları ayırdı...”, “Sonra
(Allah), gaz hâlinde olan göğe yöneldi...”, “(Allah)
(gökleri) kudret eliyle bina etti ve onları yine (O)
genişletiyor.”, “Gökler O’nun kudretiyle, (âdeta) dürülmüş
(gibidir).”, “Allah göğü yükseltti ve her şeye bir ölçü
koydu.”, “O’nun katında her şey bir plâna ve düzene
göredir...”, “(Allah’ın tabiata koyduğu kanunlarda) asla bir
değişiklik ve farklılık göremezsin (Allah’ın kanunları her
yerde ve herkes için aynıdır).”, “Allah’ın yaratışında
hiçbir değişme yoktur.” “Rabbin katında bir gün, sizin
saydıklarınızdan bin yıl kadardır.“, “Geceyi ve gündüzü,
güneşi ve ayı yaratan O’dur. Gökteki cisimlerin her biri ayrı
bir (felekte) yüzerler.”, “Güneş de, ay da hep birer ölçü
ile hareket ederler ve güneş, kendisi için tayin edilmiş olan
belirli bir hedefe doğru ilerler. “, “O Allah ki, gökleri sizin
görebileceğiniz bir direk olmaksızın yükseltti.”, “(Allah)
Semayı (atmosferi sizler için) korunmuş bir kubbe yaptı.”</span></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">2-)
</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>Yeryüzünün
ve canlıların yaratılışıyla ilgili bazı ayetler:</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">
“Sonra (Allah) yeryüzünü yuvarlakça yayıp, düzledi.”,
“Bakmıyorlar mı dağlara, yere nasıl dikilmiş ve yere, nasıl
döşenmiş?”, “Allah, yeryüzü sizi sarsmasın diye, yerde
sabit ve sağlam dağlar yarattı.”(*</span></span><sub><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>1</b></span></span></sub><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">),
“Sen dağları görür de onları duruyor sanırsın, hâlbuki
onlar bulutlar gibi hareket ederler. Bu her şeyi istikrar ve denge
içinde tutan Allah’ın icraatının bir (örneğidir).”(*</span></span><sub><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>2</b></span></span></sub><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">),
“Allah yeryüzünü yaymış ve orada her şeyi bir ölçüye göre
yaratmıştır.”, “Yeryüzünde yürüyen, uçan (ve diğer
şekillerde hareket eden ve etmeyen) tüm canlılar; insanlar gibi
(topluluklar olup), onların hepsi birer ölçü ve plâna göre
yaratılmışlardır.”, “Hazineleri O’nun katında olmayan
hiçbir şey yoktur. Her şey (oradan) belirli bir ölçüye göre
indirilir.”,</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>
</b></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">“Şüphesiz,
göklerle yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri
ardınca gelmesinde, insanlara yararlı şeyler ile denizleri yarıp
giden gemilerde, Allah’ın gökten indirip kendisiyle yeryüzünde
çeşitli canlılar var ettiği suda ve sonra bu canlıları dünyaya
belirli ölçülerle yayıp dağıtmasında, rüzgarlarla yer ile gök
arasında emre amade duran bulutları çevirip döndürmesinde,
düşünen kimseler için deliller ve ibretler vardır.“ </span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">3-)
</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>Kıyametin
tasviriyle ilgili Bazı Ayetler: </i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">“Güneşin
sarılıp, sarmalandığı; denizlerin kaynadığı”, “Semanın
yarılıp, gül gibi kızarıp, yağ gibi eridiği zaman”,
“Gökyüzü ergimiş maden gibi, dağlar da atılmış renkli yün
yumaklar gibi olur.”, “Ve (Allah) O gün gökleri, bir kitabın
sayfalarını büküp, dürer gibi kapatacak, (ve her şeyi) tıpkı
ilk yaratılış anındakine benzer hâle getirecektir...”</span></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Kur’an
tercümelerini yüzeysel bir bakışla değerlendiren bir kişi;
birçok ayetin anlamını kavramakta zorluk çekebileceği gibi, bazı
ayetlerde de çelişkiler olduğunu düşünebilir. Meselâ, yukarıda
örnek olarak verilen ayet tercümelerinde, dağların, bir yandan
sabit ve sağlam olduklarının(*</span></span><sub><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>1</b></span></span></sub><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">),
diğer yandan da bulutlar gibi hareket ettiklerinin(*</span></span><sub><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>2</b></span></span></sub><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">
) beyan edilmiş olması nedeniyle, ilk bakışta bir çelişki
gözlenir. Oysa, biraz daha ayrıntılı bir değerlendirmeyle, bu
ayetler; bir yandan “jeolojik açıdan dağların, yüzer durumdaki
kıta levhalarını, altlarındaki sıvı magma tabakasına</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>
bağlayan </i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">gemi
çapası gibi fonksiyon görürken”, diğer yandan da “astronomi
açısından, yerküreye dünya dışından bakan bir gözlemciye;
dağların, dönmekte olan yerküreyle birlikte, tıpkı onu
çevreleyen bulutlar gibi hareket ediyor olarak görüneceği”
şeklinde tefsir edilebilirler. Ciddi ve tarafsız bir şekilde ve
bilimsel kriterlere uygun olarak yapılan araştırmalarda; fizik,
astronomi, jeoloji ve biyoloji gibi çeşitli fen bilimlerinin
alanına giren varlık ve olaylar hakkında Kur’an’da yer alan
ifade ve bilgiler ile bilim aracılığıyla sağlanan veri ve
bulgular arasındaki paralellik ve uyumun, araştırmacıları
hayrete sevk edecek kadar yüksek düzeyde olduğu görülmektedir.
Fransız tıp doktoru M. Bucaille’in çalışması bunun ilgi
çekici bir örneğini teşkil eder. </span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Müslüman
bir ülkenin devlet başkanını tedavi amacıyla yaptığı bir
gezide Kur’an ile karşılaştıktan sonra Bucaille onu tamamen
objektif bilimsel veriler ve yöntemlerle inceler. Bucaille, bu
incelemeleri aracılığıyla ulaştığı sonuçlara yer verdiği
“Kitabı Mukaddes, Kur’an ve Bilim” adlı eserinde şunları
söyler: </span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>“Kur’an
ile bilim arasındaki ortak noktalar insanı hayret içinde bırakır.
Kur’an’ın çok belirgin olan bilimsel yönü, beni de çok
şaşırttı. Çünkü 13 yüzyıldan fazla bir zaman önce kaleme
alınmış olan bir metinde, birçok değişik konuda, çağdaş
bilimsel verilere tamamen uygun bilgilerin bulunabileceği, bunları
bizzat görene kadar, hiç aklıma gelmemişti. Araştırmaya
başladığım esnada İslam’a hiçbir şekilde inanmıyordum. Ama
her türlü peşin hükümden uzak bir şekilde ve tam bir
tarafsızlıkla metinleri incelemeye başladım. Özellikle tabiat
olayları ile ilgili ayetler üzerinde duruyordum. Çünkü bunların
çoğu hakkında, Kur’an’ın yazıldığı yıllarda yaşayan
toplumun en küçük bir bilgisinin dahi bulunmadığı söylenebilir.
</i></span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>Böyle
bir metinle karşı karşıya kalan insanın zihnini en derinden
etkileyen husus, ele alınan konuların tür ve sayısının çokluğu
olmaktadır: Varoluş, astronomi ve jeolojiyle ilgili hususlar,
hayvanlar ve bitkiler alemleriyle ilgili ayrıntılı özellikler,
tıp ve embriyoloji ve diğerleri... Bununla birlikte şunu daima göz
önünde bulundurmak gerekir ki Kur’an, öncelikle kâinatın
yönetiminde geçerli kanunları anlatmayı amaçlayan bir bilim
kitabı değildir</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><b>.
Kur’an ile asıl amaçlanan; yaratılış ve yaratılmışlar
üzerinde düşündürerek, insanlara Allah’ın kudretini
kavratmaktır</b></i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>.
Bunun için hem günlük hayata ilişkin örneklerden, hem de tam
anlamıyla ancak mesleki formasyona sahip bilim adamlarının
anlayabilecekleri kanunlardan söz edilir. Bu ise geçmişte
yaşayanların, ikinci türden örnekleri ancak “şeklen”
değerlendirebilmiş ve onaylamış olmaları anlamına gelir. Bu
arada bir kısım insanlar da onlardan yanlış bazı hükümler
çıkarmış olabilirler. </i></span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>Bu
araştırmada bilimsel yönlerini incelemek üzere, daha önce benzer
çalışmaları yapanlarca kendilerine lâyık oldukları önem
verilmemiş olan bazı ayetleri de ele aldım ve onları tamamen
bağımsız bir yaklaşımla ve objektif yöntemlerle yorumladım.
Aynı şekilde Kur’an’da, bilim yoluyla henüz ulaşılamamış,
ancak bilimsel açıdan özel bir öneme sahip olguların bulunup
bulunmadığını da araştırdım. Ortaya çıkarabildiğim bu
türden bazı hususların önemi, konunun uzmanı olan bilim
adamlarınca da onaylanmıştır. Böyle bir araştırmanın otuz yıl
kadar önce yapılmış olması hâlinde, özellikle astronomi
alanında çok çarpıcı bazı öngörülerin yapılabilmesinin
mümkün olacağı açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır.”</i></span></span><sup><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>58
</b></span></span></sup></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">C.
Kırca da Kur’an’ın bilim ile ilişkisi konusundaki bir
makalesinde şunları söyler: </span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>“Çağdaş
bilimlerle ilgili birçok konuya Kur’an’da değinildiği hâlde,
bunlardan hiçbiri, bilimsel olarak kesin bir şekilde ortaya konmuş
olan her hangi bir hususla çelişmemektedir. Bilimle ilişkileri
bakımından Kur’an ayetleri iki gruba ayrılabilir. Birinci
gruptaki ayetler, geçmişte yaşayan alim ve tefsircilerin
gösterdikleri bütün gayretlere rağmen tam ve kesin olarak
açıklığa kavuşturulamamışlardır. Bu ayetler ancak günümüzde
modern bilimlerin buluşları aracılığıyla
açıklanabilmektedirler. Ancak bu ayetlerin anlamlandırılması
halâ tamamlanıp, bitirilmiş bir işlem olmayıp, gelecekte
bunların yeni manâ boyutları da ortaya konabilir. Bu gibi ayetleri
lâyıkıyla kavrayabilmek için sadece lisan bilgisi yeterli
olmamakta, bunun yanı sıra ilgili bilim dallarına ait zengin bir
bilgi birikimi de gerekmektedir. Kur’an’ın gruptaki ayetlerinin
ise tam olarak tefsiri, bugünkü bilgi seviyemizle de mümkün
görünmemektedir. Bunların bütün yönleriyle yorumu için
özellikle bazı alanlardaki tıkanıklıkları açacak yeni
teorilerin bulunmasını beklemek gerekecektir. Geçmişte ve
günümüzde yapılan tefsirlerde, bu ayetleri teşkil eden
kelimelerin lügat karşılıklarıyla yetinilmektedir. Bunlarla
nelerin kastedildiği ve nelerin anlatılmak istendiği henüz tam
olarak kavranabilmiş değildir. Kur’an’ın bazı ayetleri ise
daha ilk günlerden itibaren kolayca anlaşılabilmiş, onları daha
sonraları farklı şekillerde yorumlama durumu ve gereği
olmamıştır.” </i></span></span><sup><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>59</b></span></span></sup></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Kırca’nın
söz ettiği birinci kategoriden ayetlere iki örnek verelim: “Hadid“
(demir) suresinin 25. ayeti şöyledir: “..Büyük bir sağlamlık
ve kuvvet ile, insanlar için pek çok faydalar taşıyan demiri de
</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>indirdik</b></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">.”
Kur’an’ın modern bilimler ile ilgili beyanlarının geçerlilik
ve tutarlılığını, ilgili literatürde yer alan son bulgularla
karşılaştırmak ve günümüzde yaşamakta olan en yetkili
uzmanlara danışarak suretiyle araştırmak üzere kurulan bir
komisyon, bu ayette yer alan “indirdik” kelimesinin özel bir
anlam taşıyıp taşımadığını, bu konunun en yetkin
uzmanlarından Amerikan Uzay Bakanlığı görevlilerinden Prof.
Armstrong’a sorduklarında, ondan şu karşılığı aldılar:
“Dünyada mevcut element atomlarının oluşum şekli, birçok
deneysel araştırmayla oldukça ayrıntılı bir şekilde ortaya
konabilmiştir. Atom-altı parçacıkların element atomları
şeklinde organize olabilmeleri için çok yüksek düzeyde enerjiye
ihtiyaç vardır ve bu enerji miktarı, atomun ağırlığı ile
paralel olarak artar. Demir atomunun sentezi için gereken enerji
düzeyi hesaplandığında; bunun, şu anda güneşin sağlayabileceği
miktarın yaklaşık dört katı kadar yüksek olduğu görülür.
Tüm gezegen ve uyduların toplam kütle ve enerjileri güneşinkine
eklense bile, demir çekirdeğinin sentezi için gerekli enerji
düzeyine ulaşılamaz. Bu yüzden, çekirdek fiziği alanında uzman
olan bilim adamları için demir, çok esrarengiz bir elementtir.
Güneş sisteminde sentezlenemediği hâlde, yerkürede en çok
bulunan dört elementten biri olan demir, gerçekten çok sıra dışı
bir maddedir.” </span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Yeryüzüne
her gün gökten ortalama 5-6 ton veya adet olarak da 27 milyon kadar
göktaşı düştüğü hesaplanmıştır. Asırlardır, yeryüzüne
düşen göktaşlarıyla ilgili kayıtlar tutula gelmiştir. Bunların
en eskilerinden biri, M.Ö. 644 yıl öncesinde Çin’e düşmüş
olan dev göktaşına aittir. 1803 yılında da Fransa’nın L’aigle
bölgesine semadan çok sayıda göktaşı âdeta sağanak hâlinde
yağmıştı. Günümüzde ilkokul çocuklarınca dahi bilinen bir
hususu, o yıllarda ortaya çıkarmak için Fransız Akademisi’nce
düzenlenen inceleme ve araştırmalar sonunda, bu taşların uzaydan
geldikleri kesinleşmiştir. Daha sonraları Amerika’nın Arizona
eyaletine düşen dev bir meteor da, oluşturduğu 1 300 m çapındaki
ve 174 m derinliğindeki kraterle tarihe geçmiştir. </span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;">Bazı
göktaşlarının demirden yapılı olduğuna dair ilk bilimsel kayda
göre, 1818 yılında Grönland’da bulunan saf demirden müteşekkil
meteorun ağırlığı 59 ton olarak hesaplanmıştır. 1920’de
Güney Afrika’da bulunan demir meteorun ağırlığı ise 60 ton
idi. Benzer şekilde birçok kıtada yer alan birçok bölgede de saf
demirden oluşan meteorlar bulunmuştur. İsveç’teki Kyruna
bölgesindeki demir çelik fabrikalarında yıllardan beri hammadde
olarak bölgede bulunan meteorlar kullanıla gelmektedir.</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Şüphesiz,
bugün dünyamızda mevcut bulunan tüm demir, buraya meteorlarla
gelmemiştir. Şu an yerkürede var olan demirin asıl büyük bölümü
ise, güneş sisteminin ham maddesini pişiren dev bir nükleer fırın
olarak fonksiyon görmüş olan büyük bir birinci nesil yıldızın
süpernova patlamasından sonra uzaya savrulan kalıntıları halinde
“güneş ve dünya semasına” </span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>indirilmiştir</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">.
</span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Kur’an
harflerinin her biri aynı zamanda birer rakama karşılık geldiği
için, ayet ve surelerin sayısal değerlerinin hesabı da mümkündür.
Arapça’da “El</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>-”
</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">belirteni,
İngilizce’deki “The” belirteni ile aynı anlama ve kullanım
tarzına sahip olup, başına geldiği ismin bir yönüyle “belirli”
olduğunu gösterir. “El-Hadid”, ibaresinin sayısal değeri
57’dir. Aynı ismi sure de, Kur’an’ın 57. suresidir. Oysa
tarihi gelişim süreci içinde, Kur’an surelerinin; isimlerinde
yer alan harflerin sayısal değerleri hesaplanmak suretiyle
numaralandırılıp, sıralandıklarına dair günümüze hiçbir
kayıt ulaşmış değildir. Daha da ilginç olan şey, “el-”
belirteni taşımayan “hadid” kelimesinin sayısal değerinin,
demirin atom numarası olan 26’ya eşit olmasıdır. </span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">C.
Kırca’nın sözünü ettiği birinci kategoriden ayetlere ve
bunların bilimsel gelişime sağlayabileceği katkılara diğer bir
örnek olarak da, Pakistan’lı fizik bilgini Prof. Abdüssamed’in,
Einstein’ın meslek hatayı boyunca formüle etmeye çalıştığı,
ancak başaramadığı birleşik alan teorisinin gelişiminde
sağladığı önemli katkı nedeniyle lâyık görüldüğü Nobel
ödülü kendisine verilirken yapılan törende okuduğu ayet
gösterilebilir: “ Majesteleri, Ekselansları, Bayanlar ve
Baylar! Arkadaşlarım Prof. Glashow ve Prof. Weinberg adına, Nobel
Vakfı’na ve Kraliyet Bilimler Akademisi’ne, bize bahşettikleri
bu büyük onur ve teveccüh nedeniyle teşekkür ederim. Fizik
alanındaki birikimimiz, bütün insanlığın ortak mirasıdır.
Onun gelişimine Doğu ve Batı ile Kuzey ve Güney eşit olarak
katkıda bulunmuştur. Kur’an’da Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
“Allah’ın yarattığında bir düzensizlik ve noksanlık yoktur.
Haydi bir bak, hiçbir kusur ve eksiklik görebiliyor musun? Hayır,
asla!” Sonuç olarak bu, bütün bilim adamlarının ortak inancı,
bilimi teorik olarak mümkün kılan temel aksiyomdur. Ayrıca deney
ve gözlemlerimiz onu, tekrar tekrar doğrulayıp, bilgilerimiz de
zenginleşip derinleştikçe; bir yandan hayranlığımız ve
heyecanımız giderek artarken, diğer yandan da gözlerimiz daha
fazla kamaşır!” </span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Gerçekten
de, bilim ve teknolojideki gelişmeler, Kur’an’ın bazı
ayetlerini, hem daha doğru ve kapsamlı, hem de daha yeni boyut ve
yönleriyle anlayabilmemizi mümkün kılmaktadır. Bu bağlamda, “</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>O,
geceyi, durmadan onu kovalayan gündüze bürüyüp örter</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">”
ayetinin anlamını en mükemmel şekilde ilk defa kavrayan
kişilerden biri-bu ayeti biliyor olmak şartıyla-dünyadan
yeterince uzaklaşmış olan bir uzay aracından, kendi gözleriyle
yerküre üzerinde, aydınlığın karanlığı ya da gecenin gündüzü
nasıl izlediğini bütün ihtişamıyla bizzat izleyen bir astronot
olabilirdi. </span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Aslında
burada tek değil, iki cepheli bir süreç söz konusudur. Çünkü,
ölçme, gözlem, deney, anket, mülâkat gibi yollarla toplanan
verilerin doğru düşünme ilkeleri çerçevesinde yorumlanması
suretiyle ulaşılan geçerli açıklamalar ve teorik yapılar,
Allah'ın evreni var ediş amacının gerçekleşmesiyle ilgili plân
ve programın, insan aklı aracılığıyla ortaya çıkarılabilen
kısımları, Kur’an da Allah'ın aynı plân ve programla ilgili
sözlü bildirisi olarak kabul edildiğinde; her ikisinin de kaynağı
bir olduğundan, gerek henüz bazı yönleri kavranamamış
olgusal sorunların çözümünde ilgili kuran ayetlerinden
yararlanılmasının, gerekse bilimin bulgularının ışığında
bazı Kur’an ayetlerinin daha uygun bağlamda ve daha doğru ve
kapsamlı bir şekilde yorumlanmasının, aynı derecede mümkün
ve hatta gerekli olduğu söylenebilir. Yani, bir yandan bilimsel ve
teknolojik birikimimizin artıp zenginleşmesi, Kur’an’ı daha
iyi anlamamızı sağlarken; diğer yandan da Kur’an’ın insan ve
evreni tüm boyut ve derinlikleriyle kapsayan geniş perspektifini
kavramış olan bir zihnin-gerekli yeteneğe ve ilgili alanda yeterli
bilgi ve tecrübe birikimine de sahip olması şartıyla-bilimde
yepyeni buluşlar ve atılımlar gerçekleştirmesi imkân dahiline
girmektedir. </span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Kur’an’da,
insanın yaratılışı, tıp ve embriyolojiyle ilgili bazı ayetler
de yer alır. Meselâ, “O hâlde insan, nasıl yaratıldığını
şöyle bir düşünsün: O, erkek ile kadının beli ile göğsü
arasından salgılanan bir sıvıdan yaratılmıştır.”, “(Allah)
insanı bir damla nutfeden yaratmaya başladı.” (nutfe, boşaltılan
bir su kabının dibinde kalan çok az miktardaki sıvı anlamına
gelir.), “O nutfeyi sağlam ve güvenli bir bölgeye yerleştirdi.”,
“Sonra nutfe, </span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>alaka
</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">hâline
getirildi.” (alaka, bir yere </span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>asılı
olarak tutunan şey</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">
anlamına gelir.), “Daha sonra alaka, mudga hâline dönüştürülür
ve onda kemikler yaratılır ve üzerlerine de kaslar
yerleştirilir.”, “..ardından, (gelişen yavrunun) organlarına
belirli şekiller verilir.”, “ Onlardan dilediğimizi belirli bir
süre rahimde tutuyoruz.”, “ (Allah) Sizi annelerinizin
karnındaki üç tabaka içinde hâlden hâle çevirerek
yaratılışınızı tamamlar.”, “ (Allah) ölümünüzden sonra,
sizi </span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>parmak
uçlarınıza kadar</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">
derleyip, tekrar yaratmaya kadirdir.”</span></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Kur’an’da
yer alan insanın anne karnındaki gelişimiyle ilgili ifadelerin
tıp, özellikle de embriyoloji bilimi geliştikçe sürekli
doğrulanması ve hatta araştırmacılara yol göstererek, yeni
ufuklar açması, konu üzerinde bilgi sahibi olan bir çok bilim
adamını ve tıp doktorunu derinden etkilemiştir. Meselâ,
Philadelphia Üniversitesi Anatomi Kürsüsü başkanı Prof. M.
Johnson bu ayetleri ilk duyduğu anda büyük bir hayretle oturduğu
yerden ayağa fırlayarak: “Hayır, imkânsız, siz neler
söylüyorsunuz!” diye haykırmaktan kendini alamamıştı. Çünkü,
mikroskobun 16. yüzyılda keşfinden sonra doktorlar, spermde bütün
organlarıyla tam bir insanın küçültülmüş bir modelinin
bulunduğuna ve bu modelin ebatlarının anne karnında bir bebek
ölçüsüne ulaşmasından sonra doğumun gerçekleştiğine
inanmaya başlamışlardı. Bu inanç 18. yüzyıla kadar devam etti.
18. yüzyılda kadın yumurta hücresinin keşfinden sonra ise, aynı
inanç yumurta hücresine uyarlanarak sürdürüldü. Gerçek
embriyolojik gelişim sürecinin temel basamakları ancak 19.
yüzyılda ortaya çıkarılmaya başlanabildi. Bu safhaları çok
iyi bilen bir bilim adamı olarak Prof. Johnson, daha 7. yüzyılda
kaleme alınmış olan Kur’an adlı kitapta embriyolojik gelişimin
böyle ayrıntılı bir şekilde yer aldığını işitince âdeta
şok olmuştu. Bu konuyu yeterince araştırdıktan sonra ulaştığı
sonucu Prof. Johnson, katıldığı bir kongrede şöyle
açıklamıştır: “Kur’an’ın kaynağı, insan ve tabiat
üstüdür! Benim anladığım kadarıyla Allah, Hz. Muhammed’e
ilmini bildiren bir kitap vermiş ve insanlığa bu Kur’an’ın
Kendisinden kaynaklandığını keşfetmesi için zaman tanımıştır.
Allah bu hususu Kur’an’da şöyle açıklar: “</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>Kur’an’ın
ayetlerinin gerçek olduğunu bir süre sonra mutlaka anlayacaksınız.
Kur’an’ın verdiği her haberin onaylanıp, doğrulanacağı
günler gelecektir. Yakında bunu göreceksiniz!</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">”</span></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Toronto
Üniversitesi Tıp Fakültesi Embriyoloji Ana Bilim Dalı başkanı
Prof. K. L. Moore da aynı hususlarla ilgili hayret ve kanaatini
“Bizim insan embriyonunun gelişimi hakkında ancak son 30 yılda
öğrenebildiğimiz bu ayrıntılı bilgilerin Kur’an’da yer
alması ancak ve ancak bu kitabın ‘insan ve zaman üstü’ bir
kaynaktan gelmiş olmasıyla izah edilebilir!” cümlesiyle dile
getirmiştir. Embriyoloji alanında yayımlanmış bir çok kitabı
bulunan Moore, anne karnında bebeğin safha safha gelişimini bütün
teferruatıyla anlattığı “Gelişen İnsan” adlı eserinin
genişletilmiş yeni baskısında ilgili Kur’an ayetlerine de yer
vermiş, ayrıca Kanada Televizyonu’nda yaptığı konuşmalarda da
Kur’an’ın bu ilginç özelliğini izleyicilerine büyük bir
coşku ve hayranlıkla anlatmıştır. Moore, Kanada’da yayımlanan
“The Globe and Mail” ve “The Gazette”ye verdiği beyanatlarda
ise şunları söylemişti: “Bilim adamlarının ancak 1940 yılında
farkına vardıkları gerçek, meğer Kur’an aracılığıyla daha
7. yüzyılda bildirilmiş...” </span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Moore
tarafından kaleme alınan ve içinde ilgili ayetlere de yer verilen
embriyoloji kitabı, ABD’de “tek bir yazar tarafından hazırlanan
en düzeyli bilimsel eser” unvanını kazanmıştır. Moore,
kitabının üçüncü baskısında şunları ifade etmiştir: “
Ortaçağda bilimsel gelişme çok yavaştı ve bu devirde
embriyoloji konusunda bilinenler de çok azdı. Fakat Kur’an’da
insanın dişi ve erkekten gelen bazı sıvılardan yaratıldığı,
aslı sperm ile dişi yumurtalarını içeren sıvıların karışımı
olan nutfeden itibaren gelişmeye başladığı ve yumurta-sperm
kompleksinin, anne adayında ancak belirli bir süre sonra kararlı
bir hâl aldığı bildirilir. Bugün biz de döllenen yumurtanın
bölünerek gelişmeye başlamasının 6. günden sonra
belirginleştiğini biliyoruz. Kur’an’da embriyonun bundan
sonraki gelişim basamakları da o kadar net bir şekilde anlatılır
ki okuyucu, bu tasvirleri yapanın bu gelişim sürecini sanki apaçık
bir şekilde görmekte olduğunu düşünmekten kendini alamaz.”
Moore, bu konuda yaptıkları bir deneyden de bahseder: “Kur’an’da,
embriyonun 4. hafta sonundaki durumunun niçin </span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>bir
çiğnemlik et</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">
ibaresiyle tasvir edildiğini merak ettik. En modern cihazlarla
yaptığımız araştırmalarla 28 günlük embriyonun üzerinde
birtakım tespihimsi çıkıntılar bulunduğunu ortaya çıkardık.
Aklımıza bu yapının plastik bir modelini yapıp, onu ısırarak,
üzerinde diş izleri oluşturmak geldi. Sonuç olağanüstüydü:
Karşımızdaki yapı, tıpatıp ayetlerde tanımlanan oluşuma
benzemekteydi.”</span></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Bu
hayranlık verici olaylarla ilgili haberler bilim dünyasına
yayıldıkça, Johnson ve Moore’u başka bilim adamları izledi.
Bunların bazıları, Chicago Üniversitesi Kadın Hastalıkları ve
Doğum Kürsüsü öğretim üyelerinden Prof. J. Simpson’un
yaptığı gibi katıldıkları seminer ve konferanslarda Kur’an’ın
bilime yol gösteren yönlerini kamu oyuna duyururken, Kanada
Minatovoda Tıp Fakültesi Anatomi Kürsüsü başkanı Prof. T.
Enberset gibi bazıları da yazdıkları bilimsel eserlerde ilgili
Kur’an ayetlerine yer verdi. </span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>Sosyal
Bilimler ve Kur’an </i></span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Bu
başlık altında toplanabilecek hususlar “uygulamalı” ve
“teorik” olarak iki ayrı kısımda ele alınabilir. Sosyoloji
gibi sosyal bilim dallarında toplumsal yapılar ve kurumlar ile
bunların değişimleri ve gelişimleri çeşitli yöntemlerle ele
alınıp incelenir. Arap toplumunun Kur’an’ın kendilerine
geldiği andaki durumu ana hatlarıyla ele alındığında ortaya
çıkan tablonun nitelenmesi için “dehşet verici, korkunç,
insanlık dışı ve benzeri” sıfatların kullanılması bir
gelenek olmuştur. Yeni doğan kız çocuklarını diri diri kuma
gömerek öldüren, Kâbe gibi asırlardır kutsal bilinen bir
mekanda çırılçıplak bir şekilde kadın-erkek birlikte her türlü
çirkin davranışı âdeta gösteriş ve gururla sergileyen,
zayıflara hayat hakkı tanınmayan, kadınları alınıp satılabilen
bir ticaret metaı olarak gören kişilerden oluşan bu topluluğun
başlıca geçim kaynağı da çevrede ikamet eden komşularından
çalıp yağmaladıkları mallar, hayvanlar veya köle olarak
sattıkları bu insanların kendileri olmuştu. </span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;">Fuhuş,
toplumun tüm kesimlerine öylesine yayılmıştı ki, artık ona
normal, tabii hatta zorunlu bir olay gibi bakılmaya başlanmıştı.
Esir kadınlar efendilerine para kazandırmak için fuhuş yaptıkları
gibi, evli kadınların çocuk sahibi olmak için bu yola
başvurmaları da olağan sayılmaktaydı. Kadınların ölen
kocalarından veya babalarından kalan malları miras olarak almaları
şöyle dursun, onlar da ölen kişinin eşyaları ve hayvanlarıyla
birlikte erkek mirasçılara intikal ederlerdi. Buna göre bir oğul,
babasının diğer mallarıyla birlikte üvey annesine de sahip olma
ve istediği gibi tasarrufta bulunma hakkına sahipti. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<u> <span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Ezici
çoğunluğu alkolik ve putperest olan toplumun yetişkin
erkeklerinin başlıca uğraşıları kumar, falcılık, büyücülük,
sahtekârlık ve kan davası nedeniyle ya da yağmacılık için
çevrelerine saldırmaktı. Arap erkekleri kumar alışkanlığının
öylesine tutsağı olmuşlardı ki, paraları bittiğinde ortaya
kendi özgürlüklerini koyabilmekte ve kaybetmeleri hâlinde de,
köle olarak satılabilmekteydiler. Hemen hiçbir etik ve hukuk
kuralına tâbi olmadan yaşayan bu cahil, kaba, ve saldırgan
kişilerin; ne bilimsel olarak nitelendirilecek herhangi bir
etkinlikten, ne de uygarlık kavramından haberleri vardı. </span></span></span></span></u>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<u> </u><span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><u>Kur’an’ın
böyle bir toplumda çok kısa bir süre içinde olumlu yönde
oluşturduğu son derece büyük ve olağanüstü derecede önemli
değişiklikler, bütün boyutlarıyla ele alınıp, incelenmesi
gereken çok ilginç bir sosyal olgu olarak karşımızda
durmaktadır. </u></span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Kur’an’da
birçok tarihi olay ve kişiden söz edilmektedir. Tevrat ve
İncil’de; arkeoloji, antropoloji, filoloji ve tarih gibi çeşitli
sosyal bilim dallarında gerçekleştirilen araştırmalar sonunda
elde edilen verilerle çelişen bir çok ifade ve husus mevcutken;
Kur’an’da, tıpkı fen bilimleri alanında olduğu gibi, bilimsel
bulgulara aykırı herhangi bir noktanın bulunmaması dikkat
çekicidir. </span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Öncelikle
Lût gölü çevresi, Mezopotamya, Babil, Filistin, Mısır gibi
yerlerde; “Lût, Nuh, İbrahim, Yusuf ve Yahya peygamberlerin
yaşadıkları bölgelerde” yapılacak “test ve kontrol” amaçlı
arkeolojik inceleme ve araştırmaların Kur’an’ın “insan
orijinli” olup olmadığı hususunun ortaya çıkarılmasında
enteresan sonuçlar vermesi mümkündür. Nitekim Lût Peygamber’in
yaşadığı Sodom şehri çevresinde ve dünyanın en alçak su
düzeyini oluşturan Lût gölü çevresinde yapılan kazı ve
araştırmalarda; Kur’an’da, gökten gelen bir tür bombardımanla
alt-üst edildiği bildirilen bu bölgede, geçmişte olağanüstü
derecede şiddetli bir nükleer bir patlama olduğunu gösteren
bulgulara rastlanmıştır. Yine Kur’an’da bahsi geçen İrem
şehri, uzay mekiği Challenger’in radar sistemi aracılığıyla
sağlanan verilerin yardımıyla, 1982 yılında kalın kum
tabakaları altından ortaya çıkarılmıştır. </span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Kur’an’ın
3. suresinin 140. ayetinde şöyle denir: “</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>Eğer
size (Uhud’da) bir zarar dokunduysa</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">,
</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>(Bedir’de
de) onlara dokunmuştu. O günler (zafer ve mağlubiyet, sevinç ve
keder dönemleri)</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">
</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>insanlar
arasında döndürülüp, dolaştırılır... (bazen lehte, bazen
aleyhte).</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">”
1. surenin 145’inci ayetinin anlamı ise şöyledir: </span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>“Eğer
Allah, insanların bir kısmının zararını diğer bir kısmıyla
gidermeseydi, yeryüzü yaşanmaz bir hâl alırdı.” </i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">A.
Aymaz, bu ayetlerin yorumunu şöyle yapar</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>:
“Bunlar, tarihte mevcut enteresan devir ve dönemlere işaret eden
ayetlerdir. Gerçekten dünya tarihini incelediğimizde bazı belirli
süreler ve tarihler, düğüm ve dönüm noktaları olarak karşımıza
çıkmaktadır. Bunlara Türk ve İslâm tarihine ait şu
karşılaştırmalar örnek olarak verilebilir (H.=Hicri, M.=Milâdi
yıl): </i></span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<u> <span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><b>:
İlginç Tarihsel Periyotlar
: </b></i></span></span></span></span></u>
</div>
<table border="0" cellpadding="5" cellspacing="0" style="width: 640px;">
<colgroup><col width="630"></col>
</colgroup><tbody>
<tr>
<td height="54" valign="TOP" width="630">
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;">I-
1-) Cengiz İmparatorluğunun
ilânı.............................................................................:H.
599</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;">2-)
Osmanlıların
istiklâli..........................................................................................:H.
699</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;">3-)
Endülüs’ün
çöküşü.............................................................................................:H.
898 </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;">II-
1-) Gazneli Mahmud’un Hindistan’ı
fethi...............................................................:H.
400</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;">2-)
Timur’un Hindistan’ı ele
geçirmesi...................................................................:H.
800</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;">3-)
İngilizlerin Hindistan’ı ele
geçirmesi................................................................:H.
1200</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;">III-1-)
Oğuz Han’dan hicrete kadarki
süre...................................................................:
1400 yıl </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;">2-)
Türklerin Çin’i istilasından hicrete kadarki
süre...............................................: 700 yıl</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;">3-)
Selçukluların Müslüman
olması.......................................................................:H.
350 yıl</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;">4-)
Selçukluların hükümet
süresi............................................................................:
350 yıl</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;">5-)
Osmanlı devletinin kuruluş
tarihi......................................................................:H.
699 yıl</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;">IV-1-)
Cengiz’in Turan’ı ele geçirip, Harzem Devleti’ni
yıkması..............................:H. 622</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;">2-)Yavuz
Selim’in Mısır ve Arabistan’ı
alması.....................................................:H.
922</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;">V-1-)
Abbasi hilafetinin sona
ermesi.........................................................................:H.
656</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;">2-)
İstanbul’un
fethi...............................................................................................:H.
857</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;">VI-1-)
İran’dan Bağdat’ın
alınması............................................................................:H.
1048 </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;">2-)
Azerbeycan’ın İranlılarca geri
alınması...........................................................:H.
1148</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;">VII-1-)
Girit’in
fethi...................................................................................................:H.
1080</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;">2-)
Çeşme
bozgunu.............................................................................................:H.
1180 </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;">VIII-1-)
Lehistan’ın vergiye
bağlanması...................................................................:H.
1087</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;">2-)
Kırım’ın Rusya’ya
bırakılması....................................................................:H.
1187</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;">IX-
1-) Mora
isyanı...................................................................................................:M.
1821</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;">2-)
Sakarya
muharebesi.....................................................................................:M.
1921</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;">X-
1-) Milâttan Osmanlıların istiklâline
kadar.........................................................:
1299 yıl</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;">2-)
Hicretten İstiklâl Savaşının kazanılmasına
kadar..........................................: 1300 yıl </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;">XI-1-)
İslâm’ın doğudan Kuzey Afrika’ya
girişi....................................................:M. 640</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;">2-)
Endülüs’ten Kuzey Batı Afrika’ya
dönüş....................................................:M.
1491 </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;">(1491-640=851)</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;">XII-1-)
Malazgirt Meydan Muharebesi (26
Ağustos).............................................:M. 1071</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;">2-)
Dumlupınar Meydan Muharebesi (26
Ağustos).....................................:M. 1922 </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;">(1922-1071=851)
</span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;">XIII-
1-) Alman ve Fransız ihtilalleri arasında 1918-1789 = 129 yıl</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;">2-)
Hitler ve Napolyon’un :</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;">İktidara
gelmeleri arasında 1933-1804 =129 yıl</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;">Viyana’ya
girmeleri arasında 1938-1809 = 129 yıl</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;">Rusya’ya
saldırmaları arasında 1941-1812 = 129 yıl</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;">Yenilgilerinin
başlaması arasında 1943-1814 =129 yıl</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Birinin
intiharı, diğerinin esir düşüşü arasında 1945-1815 =129
yıl”</span></span><sup><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>23</b></span></span></sup></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
</td>
</tr>
</tbody></table>
<div align="JUSTIFY">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Kur’an’ın
insanın duygu, düşünce ve davranışları üzerindeki etkileri ve
Kur’an’da yer alan psikolojiyle ilgili ifadeler de bazı
araştırmalara konu olmuştur. Ayrıca, dünyanın değişik coğrafi
bölgelerinden farklı kültürlere mensup bazı kimseler, okuyup
inceledikleri Kur’an tercümelerinde; zihinlerini kurcalayan
birtakım sorulara tatmin edici karşılıklar bularak, varoluş
amaçlarına dair önemli bilgi ve ipuçları keşfettiklerini ve
sonunda büyük bir huzura kavuştuklarını “kişisel düzlemde”
ifade etmişlerdir. Bu olguyla ilgili olarak da yeni bazı bilimsel
incelemeler ve araştırmalar gerçekleştirilebilir. ABD’nin
Florida eyaletinde bulunan Akbar kliniğinde düzenlenen ve bu
hususta öncü olarak kabul edebilecek olan bir araştırmada
sağlanan bulgular, Kur’an’ın bazı biçimsel özelliklerine
değinilecek olan bir sonraki kısımda gözden geçirilecektir. </span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><b>b-)
Biçim Özellikleri</b></i></span></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Kur’an’ın,
biçimsel özellikleri açısından da ayrıca ele alınıp,
incelenmesi gerekir; çünkü tabiat ve insan üstü bir aleme ait
olduğu iddia edilen bir metin, biçim ve üslûp bakımından da
kendine has bazı özellikler taşımalıdır. Nitekim, bu konuda
yapılan araştırmalarda çok ilginç bulgulara rastlanmıştır. Bu
hususta ilk olarak Kur’an’ın ses ve üslûp özelliği üzerinde
duracağız</span></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Florida’da
gerçekleştirilen yukarıda sözü edilen çalışmada, yaşları 17
ilâ 40 arasında değişen, Müslüman olmayan ve Arapça bilmeyen
210 kadınlı-erkekli gönüllüye, usulüne uygun şekilde okunan
Kur’an ayetleri ve bunların İngilizce tercümesi dinletilmiştir.
Bu sırada Boston Üniversitesi Tıp Fakültesi ve Davicon
Şirketi’nin işbirliğiyle geliştirilen bir düzenek
aracılığıyla, deneklerin stres düzeyini belirleyen fizyolojik
parametreler ölçülmüştür. Ses biçiminden kaynaklanabilecek
etkileri giderebilmek için farklı kişilerce okunan Kur’an’ın
değişik ses kayıtlarını dinleyen deneklere; daha sonra da,
“plasebo olarak”, Kur’an üslûbunda okunmuş rast gele bazı
Arapça cümleler dinlettirilmiştir. Kuzey Amerika İslam Tıp
Kongresi’nde bilim dünyasına duyurulan sonuçlar, büyük
yankılar uyandırmıştır: Buna göre, deneye katılanların %
97’sinde, Kur’an dinlemek; stres giderici, fizyolojik süreçleri
regüle edici ve immun performansı yükseltici etkiler sağlamıştır.</span></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">C.
Stevens, S. Wonder, M. Becart, E. Mittchell, M. Williams, M. Kante ve
A. Blakey gibi başarılı müzisyenlerin Kur’an’ın melodi,
ritim ve ahenk gibi ses ve biçim özellikleri hakkındaki övücü
beyanları da bu alanda farklı bazı araştırmalara kapı
aralamıştır. Kur’an’ın bu özelliğini A. J. Arberry şöyle
ifade eder: “Ne zaman Kur’an’ı makamla okunurken dinlesem,
sürekli bir melodinin ardında yer alan kusursuz bir ritimden oluşan
bir müzik algılarım ve bana, sanki kalbimin atışları da
oradaymış gibi gelir.” </span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Prof.
S. Ateş “İslam’a İtirazlar ve Kur’an-ı Kerimden Cevaplar”
adlı kitabında, Avrupalı bir müzik profesörünün, Pakistanlı
Prof. M. Hamidullah’a bu tespitle ilgili bir itirazını ve bunun
giderilişini şöyle aktarır:</span></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.1cm;">
“ ‘<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">-</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>Kur’an’ı
inceledikçe hayrete düşüyorum. Onda öyle bir müziksel doku var
ki, bir kelimenin dahi yeri değişse, vezin ile birlikte müzik ve
ahenk de kayboluyor. Bu yapıyı ve sistemi bir insan kurmuş olamaz.
Bir müzik profesörü olarak bu yüzden İslam’ı benimsedim,
yoksa ben ne Arapça bilirim ne de Kur’an’ın anlamını. Fakat
beni çok rahatsız eden bir sorun var. Amener resulü’deki bir
kelime, tüm ritim ve ahengi bozuyor.’</i></span></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.1cm;">
‘<span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>-Oku
da nasıl bozuyor, görelim.’ </i></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.1cm;">
‘<span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>-Lâtuuahiznâ...’</i></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.1cm;">
‘<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>-Hayır,
o vav, med harfi değildir, ve bundan dolayı da için sesleri
uzatma fonksiyonu yoktur. Şimdi,’ta’yı uzatmadan tekrar oku.’”
</i></span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.1cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Bu
uyarı üzerine ayeti doğru şekilde okuyan müzik profesörü,
sevinçten âdeta göklere uçar. Şimdi sorun giderilmiş, ritim ve
ahenk sağlanmıştır. Prof. Hamidullah, bu zatın birkaç gün
sonra kendisine ‘Teşekkür ederim, imanımı tazeledin…’
sözleriyle başlayan bir şükran mektubu gönderdiğini de ifade
eder. </span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.1cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">M.
W. Hofmann bir eserinde, Kur’an’ın benzer bir özelliğini konu
alan başka bir araştırmadan bahseder: “……</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>N.
Robinson, okunan Kur’an metninin ses özelliklerini eş zamanlı
olarak ölçmüş; </i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><b>vurgulu
</b></i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>hecelere
iki, vurgusuz olanlara ise bir puan vermiştir. Bu metot, ilk inen
ayetlere (96:1-5) uygulandığında ortaya şu değerler çıkmıştır:
12:10:8:10:12. Robinson, mükemmel bir şekilde düzenlenmiş girift
bir ses simetrisi keşfetmiştir. Buna göre, Kur’an’da farklı
konular ve durumlar anlatılırken farklı sesler kullanılmıştır.
Meselâ,</i></span></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>a)
Tartışma /Polemik durumları,</i></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>b)
Ahiret hadiseleri,</i></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>c)
Hz. Muhmmed’e hitap,</i></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>d)
Peygamber kıssaları,</i></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>e)
Allah’ın tabiattaki ayetleri,</i></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>f)
Vahyin hakikati-önemi,</i></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>gibi
her bir konu, farklı ses özelliklerine sahip ayetler ile ifade
edilmiştir. H. Farahi, A. Islahi ve A. Neuwirth’in araştırmaları
da Kur’an’ın ses, linguistik ritim, kelime yapısı ve tertibi
gibi birçok parametre bakımından tam bir uyum halinde bulunduğunu
ortaya koydu</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">.”</span></span><sup><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>60</b></span></span></sup></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Kur’anı
oluşturan bazı kelimelerin belirli bir matematiksel kod
çerçevesinde kullanılmış olduğu yönünde de bazı iddialar ve
bulgular vardır. Ancak bunların, yeterli bilgi ve donanıma sahip
araştırmacılar tarafından baştan sona tekrar kontrolü ve teyidi
uygun olacaktır. </span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">ABD’nin
en düzeyli bilim dergilerinden “Scientific American”daki
köşesinde yıllarca matematik alanında birbirinden ilginç yazılar
yazan M. Gardner, bu derginin bir sayısındaki yazısını bu konuya
ayırmıştır. Gardner, bu makalesinde özetle şunları anlatır:
“</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>Budapeşte’deki
Duna Intercontinental otelinde gerçekleştiren önemli bir
uluslararası toplantıya katılmıştım. Dünyanın en büyük
matematikçilerinden biri olan Dr. I. J. Matrix ve kızı Iva, benim
orada olduğumu öğrenince bana telefonla bir mesaj bırakmışlar.
‘Jeremiah 33:3’ şeklinde bir not ile İstanbul’a ait bir
telefon numarasından ibaret olan mesaj bana ulaşınca hemen onları
aradım. Iva, Hilton otelinde olduklarını ve bir hafta İstanbul’da
kalacaklarını söyledikten sonra, beni de yanlarında görmekten
mutluluk duyacaklarını ekledi. Ertesi gün uçakla İstanbul’a
gittim ve İva ile buluştum. </i></span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>Birlikte
İstanbul’u gezmeye çıktık. İva, taklit mücevher satan bir
yerden, her birinin fiyatı faklı olan dört adet yüzük satın
aldı. Satıcının, onun ödeyeceği parayı hesaplarken hesap
makinesinde toplama yerine üç defa çarpma tuşuna bastığını
fark ettim ve bu durumu İva’nın kulağına fısıldadım. O beni
onaylamasına rağmen yine de tezgahtara istediği parayı ödedi.
Kendisine niçin itiraz etmediğini sorduğumda bana ‘Ben harcama
tutarını zihnimden hesapladım ve aynı sonucu buldum.’
karşılığını verdi. Ben de kağıt-kalemle hesabı kontrol ettim
ve şaşkınlık içinde onu tasdik etmek zorunda kaldım. İva
‘Sayıların sırrı’ dedi. ‘</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><u>Bizi
kendisine hayran eden ve pek çok şeyimizi</u></i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>
</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><u>değiştirmemize
yol açan sır</u></i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>!’
Bu arada dört farklı değerin oluşturduğu bir kümenin çarpım
ve toplam değerlerinin aynı olduğunu da görmüş oldum.
Scientific American’ın gelecek ayki sayısında bu problemin
çözümünü ‘Diophantine’ analiziyle vereceğim. Fakat ben
İva’nın, yeni adıyla Ayşe’nin ne demek istediğini hâlâ tam
olarak anlayamamıştım. Belki bunda, çok yorgun olmamın da etkisi
vardı. </i></span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>Otele
geldiğimizde Dr. Matrix’i bizi odasında bekler hâlde bulduk.
Önündeki masanın üzerinde fildişinden yapılmış büyük bir
küp vardı. Küpün yüzleri, bir köşegen boyunca dilimlenmiş ve
bir menteşe sistemiyle açılıp, kapanmaları sağlanmıştı.
Böylelikle köşegenleri boyunca açıldığında bu küp, tabanları
kare olan üç adet “dört yüzlü yamuk piramit”e
bölünebiliyordu. Dr. Matrix bana bakarak: ‘Bu üç piramit
birbirinin eşidir. Bunları birleştirerek küpler oluşturmak son
derece kolay olduğu hâlde, birçok insanın bunu başaramaması
beni hep şaşırtmıştır.’ dedi. Matrix, bu giriş cümlesinden
sonra küpler, piramitler, üçgenler ve diğer geometrik nesneler
ile onların şaşırtıcı ve karmaşık özellikleriyle ilgili uzun
bir konuşmaya başladı. Kendisini öyle kaptırmıştı ki,
konuyu değiştirebilmek için ‘bu kadar geometri dersi yeter!’
demek zorunda kaldım ve ona, ‘İstanbul’a geldikten sonra hiç
rakamlarla ilgili bir gariplikle karşılaştın mı?’ sorusunu
yönelttim. Cevaben bana bir kitap uzattı</i></span></span><sup><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>61
</b></span></span></sup><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>
ve ‘İşte bu, bizim Müslüman olmamıza neden olan şey!’ dedi.
Sebebini açıklamasını istedim. ‘Değişik kimselerin farklı
nedenleri olabilir, ama bizler matematikle uğraşan bilim adamları
olduğumuz için İslamiyet’i Kur’an’ın sayısal özellikleri
nedeniyle kabul ettik.’ Kulaklarım uğuldamaya, beynim
karıncalanmaya başlamıştı. İva’nın, yani Ayşe’nin
yüzükleri aldıktan sonra söylediği cümlenin anlamını şimdi
yavaş yavaş kavramaya başlar gibiydim. O, açıklamalarına devam
ediyordu: ‘Kur’an birçok farklı yönüyle olduğu gibi
matematiksel açıdan da bir mucizedir. Bu kitap da onun bu
özelliklerinden bir kısmını açıklamak üzere kaleme alınmıştır.
Gördüğün gibi Kur’an’ın sayısal sırları ancak kitaplarla
anlatılabilir.’ ‘Bir örnek verir misin?’ dedim. ‘Tabii’
dedi ve ‘ancak sen önce kendin onu şöyle bir gözden geçir, bu
arada ben namazımı kılayım.’ diye ekledi. Şaşkınlığım son
safhaya varmıştı. Bir yandan yeni isminin Abdullah olduğunu
öğrendiğim Dr. Matrix’e, bir yandan da elimdeki kitaba bakıyor,
ve olup bitenleri anlamlandırmaya çalışıyordum. İşi bitince
yanıma geldi ve ‘Açıklamamı istediğin bir yer var mı?’ diye
sordu. Rastgele bir yer açıp ‘Burasını açıklasan iyi olur.’
dedim. ‘Yazar burada 19 sayısının Kur’an’daki esrarı
üzerinde duruyor.’ dedi ve devam etti: ‘Kur’an’daki sure
sayısı 114’tür, yani 19’un 6 katıdır. Meşhur besmele ayeti
ki biri dışında her sureyi o açar, 19 harftir. Besmelenin ilk
kelimesi olan ‘ism’ Kur’an’da 19 defa geçerken, ikinci
kelime Allah 2698, yani 19’un 142 katı kadar; üçüncü kelime
Rahman 57, yani 19’un 3 katı kadar; dördüncü kelime olan Rahim
de 114, yani 19’un 6 katı kadar yer alır.’ ‘Hakikaten çok
ilginç...’ dedim. Sözlerimi tamamlamamı beklemeden konuşmasına
kaldığı yerden devam etti: ‘19 sayısının sırları bunlarla
bitmiyor. Bazı surelerin başında anlamı bugüne kadar tam olarak
kavranamamış olan bazı harf grupları bulunur. Şimdi bu harflerin
Kur’an’ın orijinalitesini koruduğunu gösteren sayısal kodlar
olduğunu yeni anlamış bulunuyoruz. Yani, bu kategoriden her surede
geçen bu harf gruplarına dahil harflerin toplam sayıları da 19’un
katları kadardır. Bu fevkalade ve ürpertici bir matematiksel
sistemdir.’ ‘Bu, Kur’an üzerinde yapılmış harika bir
çalışma’ diyen Matrix hemen şunu ekledi: ‘Fakat eğer yazarı
onu kaleme almadan önce benimle görüşmüş olsaydı, ortaya çok
daha kapsamlı ve etkileyici bir eser çıkardı. Meselâ, 9 ve 10’un
birinci kuvvetlerinin toplamı, 9 ve 10’un ikinci kuvvetlerinin
farkına eşittir.’ dedikten sonra bana ‘Emirp’in ne anlama
geldiğini biliyor musun?’ diye sordu. Başımı ‘hayır’
anlamında salladım. Şaşırdığımı görünce: ‘Kitabın en
kolay anlaşılabilir yerlerinden birini açmışsın.’ dedi.
‘Eğer, emirp ve nonemirpleri de bilseydin...’ dayanamayıp, ‘ben
sizin gibi bir numerolog değilim, ama eğer bilseydim ne olurdu?’
dedim. ‘Eğer bilseydin bu kitabı biraz daha inceledikten sonra
sabah namazını beraber kılardık!’ “ </i></span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Gardner’in
makalesinde bahsettiği kitapta, başka birçok enteresan husus
bulunduğu gibi, farklı araştırmacılar Kur’an’ın değişik
matematiksel özelliklerini ortaya çıkaran başka araştırmalar da
yapmışlardır. Meselâ, Dr. Matrix’in tanıttığı kitapta
şunlara da yer verilir: Kur’an’ın “kaf” harfiyle başlayan
iki suresinden ilkinde geçen kaf harfleri sayıldığında,19’un
üç katı olan 57 rakamıyla karşılaşılır. Uzunluğu birincinin
iki buçuk katı kadar olan ikinci surede de bu harf 57 adet yer
almaktadır. Bu denklik çok ilginç bir tarzda sağlanmıştır.
İkinci surede “İhvanı Lût” şeklinde bir ibare mevcuttur.
Oysa Kur’an’ın tam on iki farklı yerinde bu ibare “Kavmu Lût”
şeklinde kullanılmıştır. Eğer bu surede de aynı ibareye yer
verilmiş olsaydı, 19x3=57 kodu bozulmuş olacaktı. “Sad”
harfi, Araf ve Meryem surelerinin başında, birkaç şifre harf ile
birlikte yer alırken; ismini verdiği “Sad” suresinin başında
ise, yalnız olarak yazılmıştır. Bu üç suredeki sad harfleri
sayıldığında toplam 19x8=152 rakamı bulunur. Araf suresinde
“Besta” kelimesinin sad harfiyle “Basta” şeklinde yazılmış
olduğu görülmektedir. Hz. Muhammed’in vahiy katiplerine “melek,
bana bu kelimenin sin harfiyle değil, sad harfiyle yazılması
gerektiğini bildirdi” demiş olması nedeniyle bugün bütün
Kur’an nüshalarında Araf suresindeki besta kelimesi, sad harfiyle
basta şeklinde yazılı durumdadır. Oysa, Arapça sözlüklerde
böyle bir kelime bulunmaz. Kur’an’da Sad suresi içinde, bu
kelimedeki sad harfinin altına bir “sin” kelimesi eklenerek,
okuyucu bu durumdan dolayı uyarılmıştır. Eğer bu kelime besta
şeklinde yazılmış olsaydı, 19’luk kod bozulmuş olacaktı. Nun
harfi, sadece Kalem suresinin başında bulunur. Bu suredeki nun
harflerinin toplam sayısı 19x7=133’tür. “Elif Lam Mim Ra”
harfleriyle başlayan Er’Rad suresinde bu dört harf toplam
19x79=1501 defa geçer. </span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Ta-Ha
suresinde ise “Tı” ve “Ha” harfleri 19x18=342 adet
kullanılmıştır. “Başlangıç şifresi harfi” içeren ilk
sure ile son sure arasında, bu türden harflerle başlamayan 19x2=38
sure yer alır. 29 tane surenin başında, 14 harften oluşan 14
değişik harf kombinezonu bulunur ki, bunların toplamı
29+14+14=19x3=57’dir. Kur’an’ın en başından itibaren 19
ayete sahip ilk suresi İnfitar’dır. Bu surenin bir diğer
özelliği de son kelimesinin Allah olmasıdır. Bu, aynı zamanda
Kur’an’da yer alan Allah kelimelerinin sondan 19’uncusudur.
</span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Kur’an’ın
tamamında “resul” (elçi) kelimesi 19x27=513, “etiu” (itaat
ediniz) kelimesi 19, tamlamasız geçen Rab kelimesi 19x8=152 ve
“abd, abid ve ibadet” (kul, kulluk eden ve ibadet) kelimeleri
toplam 8x19=152 defa geçmektedir. Vahyedilen ilk sure, 19 ayetten
oluşurken, son vahyedilen surelerden Nasr’da da 19 kelime bulunur.
Ayrıca, “yardım” anlamına gelen Nasr kelimesiyle adlandırılmış
olan bu surenin, Allah’ın yardımından bahseden ilk ayeti de 19
harflidir. </span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Başka
araştırmacıların gerçekleştirdiği incelemelerde, Kur’an’da
oldukça yaygın olarak görülen bu 19’luk kodlama dışında,
daha farklı sayısal kodların da bulunduğu ortaya çıkarılmıştır.
N. Bekki “Kur’an’dan Gaybi İşaretler” ve A. Aymaz
“Kur’an’da Edebi Mucize” adlı kitaplarında başta 17’lik,
13’lük, 33’lük ve 7’lik kodlar olmak üzere bunlara çeşitli
örnekler vermişlerdir. Bunlardan bazılarında ise, belirli
kelimelerin anlamlarının ve çağrışımlarının esas alındığı
görülmektedir. Meselâ, “yedi gök” tabiri Kur’an’da yedi
defa geçerken, “göklerin yaratılışı” ibaresine de yedi kez
yer verilmiş; veya “gün” kelimesi tekil olarak 365, çoğul
(eyyam, günler) halinde 30, ay (şehr) kelimesi de 12 defa
kullanılmıştır. </span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Kur’an’da
birbiriyle ilişkili kelime çiftlerinin eşit sayıda
kullanılmasıyla gerçekleştirilen başka bir kodlama sistemi daha
ortaya çıkarılmıştır. Bu kodlama sisteminde birçok kelimeye
yer verilmiş olmakla birlikte, bunlardan ilk göze çarpanlar:
</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>811’er
“ilim” ve “iman”, 167’şer “kötülükler” ve
“iyilikler” (seyyiat ve hasenat), 148’er “görmek” ve “kalp
ya da gönül”, 145’er “”ölüm” ve “hayat”, 115’er
“ahiret” ve “dünya”, 68’er “melek” ve “şeytan”,
“50’şer “fayda” ve “fesat”, 32’şer “zekât” ve
“bereket” ile 5’er “”yaz-sıcak” ve “kış-soğuk”
</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">kelimeleridir</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>.</i></span></span><sup><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>62
</b></span></span></sup><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Ancak
Kur’an’da “ceza” kelimesi 117 defa kullanılırken,
“bağışlama veya af” kelimesi bunun iki katı kadar, yani 234
defa kullanılmıştır. </span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Kur’an’ın,
İslam toplumunun gelişim süreci boyunca, öncelikle çeşitli
konulardaki acil ve önemli ihtiyaçlarla ilgili bilgi, tavsiye ve
emirler ön plânda tutulmak üzere tam 23 yıl boyunca ayet ayet
gelerek tamamlandığı ve eğitim, ibadet şekilleri, dua, hukuk,
bilim, toplum düzeni ve yapısı başta olmak üzere pek çok husus,
hüküm ve hedef içerdiği de göz önünde bulundurulursa; bu
matematiksel kodlamanın gerçekleştirilişinin ne kadar muhteşem
ve olağanüstü bir olgu olduğu daha iyi anlaşılıp,
kavranabilir. </span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Evet,
Kur’an’da-öncelikle bilimin önünü açarak geleceğe yönelik
büyük bir bilimsel atılım ve gelişme vaat eden ayetler olmak
üzere-ele alınıp incelenmesi gereken bir çok yön ve husus
bulunduğu açıkça görülmektedir. Şimdilik, bu kadarıyla
yetinmek durumundayız.</span></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Bu
kısa ve sınırlı araştırmamızın açıkça ortaya koymuş
olduğu gibi; Kur’an, insanı ve insanlığı çok aşan;
insanoğlunun zekâ, bilim, teknoloji, edebiyat ve diğer tüm
yetenek ve becerilerinin son derece üzerinde, olağanüstü derecede
mükemmel özelliklere sahip eşsiz bir Kitaptır. Bu durumda,
Kur’an’a kaynaklık eden </span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><u>orijinal
ve faklı bir “varlık ile bilgi kategorisi ve düzeyi”</u></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">
söz konusu olmaktadır. Bu tespit, geleceğin onto-epistemolojisinin
temeli ve çatısı olmaya aday bir olgudur.</span></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Görüldüğü
gibi “örnek inceleme taslağımız” bile, bu sonucu ortaya
çıkarmaya yetmektedir. Oysa, kitapta defalarca tekrar edildiği
gibi, burada yapılabilen tek şey; gelecekte ehil ve liyakatli
kadrolar tarafından gerçekleştirilmesi gereken asıl kapsamlı
çalışma programına küçük bir kişisel örnek model sunma
gayretinden ibarettir ve bu da, “ferdi” olmanın zaaf ve
hatalarından mahfuz değildir. </span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> </span>
</div>
<div align="CENTER" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;">“<i>Çıkarım ve Çözüm” Prosesi:</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Bu
“sınırlı ve dar kapsamlı” tahkik işlemimiz sonucu ortaya
“</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><u>duyu
organlarımız aracılığıyla gözlem ve deneyden sağladığımız
ampirik bilgi</u></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">”
ve “</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><u>rasyonel,
formel veya a priori bilgi</u></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">”
</span></span><span style="color: black;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">dışında
kalan </span></span></span><span style="color: black;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>farklı
“kategori”den yeni bilgi türleri ve bunlara</b></span></span></span><span style="color: black;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">
</span></span></span><span style="color: black;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>kaynaklık
eden değişik bazı varlık mertebeleri”</b></span></span></span><span style="color: black;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">
çıkmış olmaktadır. Zaten, düşünce tarihinin verileri,
bilimsel bulgular yoluyla ortaya konan varlık ve varoluş
paradigması ile, kognitif psikolojinin-özellikle düşünce ve
zihin psikofizyolojisi alanına ilişkin son bulguları-açıkça
</span></span></span><span style="color: black;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>farklı
ontolojik</b></span></span></span><span style="color: black;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">
düzeylerde </span></span></span><span style="color: black;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>yer
alan bambaşka “varlık” kategorileri ile bunlarla ilişkili
yeni “bilgi” düzeylerine</b></span></span></span><span style="color: black;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">
işaret etmekteydiler.</span></span></span><span style="color: black;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>“</i></span></span></span><span style="color: black;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Philosophia
Perennis” kavramını incelerken de, insanoğlunun zaman zaman
kendisinden değişik</span></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">
biçimlerde yararlandığına dair önemli izlere rastladığımız
bu </span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>farklı
</b></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">“
</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><b>bilgi
kaynağı</b></i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">”,
yukarıda gerçekleştirdiğimiz dar kapsamlı “Kur’an tahkik
prosesi” ile teyit edilmiş oldu.</span></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Ortaya
konan bu yeni “Varoluş ve </span></span><span style="color: black;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Bilgi”
</span></span></span><span style="color: black;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><u>kavramını
</u></span></span></span><span style="color: black;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">netleştirip</span></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">
belirginleştirerek sürekli bir şekilde idame ve inkişaf ettirecek
olan geleceğin “ideal tahkik ve çıkarım kadroları”nın,
Kur’an’dan (ve ona paralel konumdaki Hadis ve
Veli-Müceddit-Müçtehit beyanlarından) kaynaklanacak bu çağdaş
“ontolojik” ve “epistemolojik” paradigmaya dayanarak
çıkarımlarda bulunmak suretiyle “insanlığın tüm soru ve
sorunlarını” çözüme kavuşturacaklarını ümit etmekteyiz. Bu
işlemler, gelecekte daima iki cepheli bir proses olarak
gerçekleştirilerek; bir yandan “bilimsel veri ve bulguları
Kur’an (ve ona paralel konumdaki Hadis ve Veli-Müceddit-Müçtehit
beyanları) ile karşılaştırmak” suretiyle devamlı bir tahkik
süreci işletilirken; diğer taraftan da “</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>Kur’an’ın
perspektifiyle bilimde ve insan hayatının tüm diğer cephelerinde
yeni açılımlar sağlama ve problemleri çözme</b></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">”
yönünde gayret sarf edilmelidir.</span></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Bu
yüceler yücesi faaliyette görev alacak araştırmacılar; “hem
genelde tüm bilimler ve özelde konuyla ilgili bilim dallarında
derin ve zengin bir bilgi birikimine” sahip olmalı, hem
“İngilizce ve Arapça gibi ilgili literatürün temel lisanlarına
bütün incelikleriyle vâkıf bulunmalı” ve hem de “bilim
metodolojisi-felsefesi-tarihi, dilbilim, hermönetik ve semiyotik”
başta olmak üzere tüm yöntemsel, destekleyici ve ufuk açıcı
disiplinler hakkında yeterli nosyona haiz olmalıdırlar. İhtiyacı
tüm dünyada şiddetle hissedilen yeni “epistemoloji, ontoloji ve
kognitif psikoloji” paradigması, ancak bu tür özelliklerle
donanmış </span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>kolektör,
yorumcu, sentezci ve üretken</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">
“zihinler ve gönüller” tarafından ortaya konabilecektir. </span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY">
<span style="color: blue;"> </span><span style="color: blue;">
</span><span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>Çıkarım
ve Çözüm İçin Bir Uygulama Modeli: “Öncelikli Başlık, Konu
ve Kavramlar”</i></span></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.1cm;">
<br />
</div>
<div align="LEFT" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;">Bu
kısmı satırları tasarlarken de, yazarken de, bu kitapta “çıkarım
ve çözüm” prosesi ile ilgili bir kısma yer verip vermeme
konusundaki tereddütlerim, hep devam etti.</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.1cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Bunun
birkaç nedeni var: Başarılabilmesi halinde yararlı olabilecek bu
“</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>uygulama
modeli</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">”ni
hazırlamak için başvurulabilecek ideal (yakın tarihte güncel
veriler ve bilgilerle kaleme alınmış) kaynak sayısının çok az
olması ve mevcutların hemen tamamının da, büyük ölçüde
konuya giriş mahiyetindeki eserler olması, tereddütlerimin önde
gelenlerinden ilki. Mevcut kaynak eksikliğinin olumsuz
etkilerinin giderilmesi, yani tamamen yeni ve orijinal çıkarımlar
yapılması ise; ancak yeterli sayıdaki yetkin ve yetenekli
uzmanlardan oluşan kusursuz ve mükemmel bir ekip çalışmasıyla
mümkün. Bunun temini için bir süre beklenmesi gerektiği,
ortadadır. </span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.1cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Ayrıca,
bu kitabın genel çizgi ve sınırları da; böyle “</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>dört
dörtlük”</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">
bir çıkarım ve çözüm metnini “bünyesine pek öyle rahatlıkla
alabilecek” gibi görünmemektedir; ancak belki sadece, “çok
öncelikli başlık, konu ve kavramların bir listesi ile, bunların
bazılarıyla ilgili zorunlu kısa birtakım açıklamalara” yer
vermek yararlı olabilir. Sonunda, </span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><u>“fayda</u></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">”
için, </span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><u>“formellikten
veya biçimden</u></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">”
bir miktar taviz verilebileceğine hükmederek müteakip sayfalardaki
3 tabloyu hazırladım:</span></span></span></span></div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: 8pt;">EPİSTEMOLOJİ</span></span></div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<table border="1" bordercolor="#000000" cellpadding="5" cellspacing="0" style="width: 769px;">
<colgroup><col width="199"></col>
<col width="177"></col>
<col width="3"></col>
<col width="64"></col>
<col width="78"></col>
<col width="2"></col>
<col width="174"></col>
</colgroup><tbody>
<tr>
<td colspan="7" height="40" valign="TOP" width="757">
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>I-)BİLGİNİN
KAYNAKLARI-TÜRLERİ:</u></span></span><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">
Acilen </span></span><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>tüm
bilgi kategorilerini kapsayan “İdeal Epistemolojik Referans
Sistemi”“ Güncellenmelidir!</u></span></span></span></span></div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
</td>
</tr>
<tr valign="TOP">
<td height="62" width="199">
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">VAHYİ-KALBİ
BİLGİ</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
</td>
<td colspan="3" width="264">
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">VARLIK
VE VAROLUŞUN BİLİM ARACILIĞIYLA İNCELENMESİYLE SAĞLANAN</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">AMPİRİK
BİLGİ</span></span></span></div>
</td>
<td colspan="3" width="274">
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">RASYONEL-MATEMATİKSEL
BİLGİ</span></span></div>
</td>
</tr>
<tr valign="TOP">
<td height="139" width="199">
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;">“<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Allah
(başlangıçta), akıl ile kaleme, levh-i mahfuz üzerine,
‘kendi indinde olan’ her şeyi yazmalarını buyurdu.”
(Muhyiddin İ. Arabi, “El-Fütühâtil Mekkiye”)</span></span></span></div>
<div align="CENTER">
“<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Kur’an
,.. Levh-i mahfuz’da korunmuştur.” (Vakıa-77, 78) </span></span><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>(VAHYİ)</u></span></span></span></span></div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
“<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Kalb
ve Levh-i mahfuz, karşılıklı konmuş birer ayna gibidir” (*)
( Kimyayı Saadet)</span></span><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>
(VAHYİ-KALBİ)</u></span></span><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">
“Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” (Araf-172)</span></span></span></span></div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">>Kur’an’da
önemi ve önceliği ölçüsünde- her şeyden- bahsedilir.</span></span></div>
</td>
<td colspan="3" rowspan="2" width="264">
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">a
posteriori</span></span></div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Sentetik</span></span></div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER" style="margin-left: 0.3cm;">
“<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Primer
Emr Sistemi” (Kocabaş, Ş., “İslâm’da Bilginin
Temelleri”) (**)</span></span></div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">ve
“İradeli Varlıklar”</span></span></div>
</td>
<td colspan="3" rowspan="2" width="274">
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">a
priori</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Formel</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">(Matematiksel-Mantıksal)</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
</td>
</tr>
<tr valign="TOP">
<td height="49" width="199">
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>Peygamberlik=</u></span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;">“<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Vahyin
Uygulamalı İzahı”</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">>Peygamberimizin
Hayatı ve Sözleri....</span></span></span></div>
</td>
</tr>
<tr>
<td colspan="7" height="41" valign="TOP" width="757">
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>II-)BİLGİNİN:
1)KAPSAMI 2)GEÇERLİLİĞİ</u></span></span><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">
</span></span><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>:
Derhal tüm bilgi kategorilerini kapsayan yeni bir “İlmi
Araştırma Programı” Belirlenmelidir!</u></span></span></span></span></div>
</td>
</tr>
<tr valign="TOP">
<td height="48" width="199">
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>VAHYİ</u></span></span></div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">1)Evrensel-Sınırsız</span></span></div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">2)
Tam-Mutlak</span></span></div>
</td>
<td width="177">
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>KALBİ</u></span></span></span></div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">1)
Esas olarak kişisel</span></span></div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">2)
Subjektif (Bazı yöntemlerle teyidi gerekir)</span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
</td>
<td colspan="4" width="177">
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>EMPİRİK</u></span></span></div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">1-a)“Primer
Emr Sistemi” (**) alanı: Tabiat Bilimleri</span></span></div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">1-b)İradeli
Varlık İnsan: İdeal Beşeri Bilimler</span></span></div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">2)
İnsana has özellikler nedeniyle ampirik bilgi, mutlak ve sabit
değildir, zaman içinde değişir, gelişir.</span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
</td>
<td width="174">
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>RASYONEL-MATEMATİKSEL</u></span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">1)Formeldir.
(Nesnel içerik bulunmaz)</span></span></span></div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">2)Geçerliliği
olgularla test edilmez.</span></span></div>
</td>
</tr>
<tr>
<td colspan="7" height="22" valign="TOP" width="757">
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>III-)BİLGİNİN
EDİNİLMESİ: “Yeni İnsan Paradigması “ ile “Yeni
Epistemoloji Paradigması”nın Unsurları Bire-bir
Eşlenmelidir.</u></span></span></div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
</td>
</tr>
<tr valign="TOP">
<td height="12" width="199">
<div align="CENTER" style="margin-left: 1.57cm;">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>VAHYİ</u></span></span></div>
</td>
<td colspan="2" width="190">
<div align="CENTER">
<br />
</div>
</td>
<td colspan="2" width="152">
<div align="CENTER">
<br />
</div>
</td>
<td colspan="2" width="186">
<div align="CENTER">
<br />
</div>
</td>
</tr>
<tr valign="TOP">
<td height="63" width="199">
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">.</span></span></span><span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>
Okuma-Yorumlama (Diğer Bilgi Türleriyle Birlikte
Tefekkür)-Anlama…</u></span></span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Allah
Adem’e bütün isimleri öğretti. ( Bakara-31)
Vahiy--->Peygamberler--->Tüm insanlık</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
</td>
<td colspan="2" rowspan="2" width="190">
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>KALBİ</u></span></span></span></div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>Tasavvuf-Zikr</u></span></span></div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>İlham-Sezgi-Tefekkür</u></span></span></div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
“<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Kalb
ve Levh-i mahfuz” ilişkisinin tesisi ve idamesi..”(*)</span></span></div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
“<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Kendini
bilen Rabbini de bilir.” (Hadis)</span></span></div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
“<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">İlim
ilim bilmektir,</span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">İlim
kendin bilmektir...”</span></span><span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">
(Yunus Emre)</span></span></span></span></div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
</td>
<td colspan="2" rowspan="2" width="152">
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>EMPİRİK</u></span></span></div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>İdeal
Bilimsel Yöntemin Günümüzün İhtiyaçlarıma Göre Yeniden
Tanımlanması
:“Gözlem-Deney-Tasvir-Tefekkür-Hipotez-Teori-Paradigma...”</u></span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;">“<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Göklerin
ve yerin yaratılışında ayetler vardır..” (Âl’i
İmran-190)</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;">“<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Onlar
Allah’ı anarlar ve gökler ile yerin yaratılışı üzerinde
düşünürler....” (Âl’i İmran-191)</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
</td>
<td colspan="2" rowspan="2" width="186">
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>RASYONEL-MATEMATİKSEL</u></span></span></span></div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>Matematiksel-Formel
Etkinlik </u></span></span><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">(Yeni
“</span></span><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>Referans
Sistemi</u></span></span><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">
-</span></span><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>
Araştırma Programı</u></span></span><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">
ve </span></span><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>Paradigma</u></span></span><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">”nın
matematiksel-formel tasarımı, yapılandırması, testi,…)</span></span></span></span></div>
</td>
</tr>
<tr valign="TOP">
<td height="92" width="199">
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>Peygamberlik=</u></span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Hz.
Muhammed-Kur’an’a göre yaşamış, Kur’an’a göre
konuşmuştur: O’nun ahlâkı Kur’an idi..(Hz. Aişe R.A.)</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">..Allah
Resûlü’nde sizin için güzel örnek…vardır.( Ahzab-21)</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>Hadis
Külliyatlarının Tahkiki-Yorumu</u></span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
</td>
</tr>
</tbody></table>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">ONTOLOJİ</span></span></div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<table border="1" bordercolor="#000000" cellpadding="5" cellspacing="0" rules="COLS" style="width: 733px;">
<colgroup><col width="85"></col>
<col width="96"></col>
<col width="86"></col>
<col width="54"></col>
<col width="75"></col>
<col width="78"></col>
<col width="104"></col>
<col width="73"></col>
</colgroup><tbody>
<tr>
<td colspan="8" height="43" valign="TOP" width="721">
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Temel
İlke:</span></span></div>
<div align="CENTER" style="margin-left: 0.94cm;">
<u>“<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Tüm
varlıklar ve olaylar, Allah’ın isim ve sıfatlarının
tecellilerinden ibarettir.” (İ. Gazâli, “Cevahir’ul
Kur’an”)</span></span></u></div>
<div align="CENTER" style="margin-left: 0.94cm;">
<br />
</div>
</td>
</tr>
<tr valign="TOP">
<td height="24" rowspan="3" width="85">
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER" style="margin-left: 0.94cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Konu/İlgili
Esmâ</span></span></span></div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
</td>
<td colspan="7" width="626">
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">ARAŞTIRMA
KONUSUYLA İLGİLİ:</span></span></div>
</td>
</tr>
</tbody>
<tbody>
<tr valign="TOP">
<td rowspan="2" width="96">
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Felsefi-Formel</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Çerçeve</span></span></span></div>
</td>
<td rowspan="2" width="86">
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Paradigma</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
</td>
<td colspan="2" width="139">
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Varoluşsal
Sonuçlar</span></span></span></div>
</td>
<td rowspan="2" width="78">
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Kavramlar</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
</td>
<td rowspan="2" width="104">
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Ayetler</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
</td>
<td rowspan="2" width="73">
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Kaynak
Kişi-Eser</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
</td>
</tr>
</tbody>
<tbody>
<tr valign="TOP">
<td width="54">
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Yapılar</span></span></span></div>
</td>
<td width="75">
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Süreçler</span></span></span></div>
</td>
</tr>
</tbody>
<tbody>
<tr valign="TOP">
<td height="164" width="85">
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>1)VAROLUŞUN
TEMELLERİ VE HİLKATİN MERHALELERİ</u></span></span></div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>Elvvel:</u></span></span></div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">O
(hep) vardı ve başlangıçta, O’nunla birlikte hiçbir şey
ve hiç kimse yoktu.</span></span></div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>Ahir</u></span></span><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">:Sonra,
O, alemleri yaratmayı murad etti. Ve Hz. Muhammed’in nuru ile
aklı ve kalemi var ederek, her şeyin plânını Levh-i
mahfuz’a yazdırıp, gökler ile yeri yarattı…” </span></span><sup><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>(1)</u></span></span></sup></span></span></div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>Zahir-Batın</u></span></span><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">:
Eşya ve hadiseler, hem dış görünüş ve özellikleri ile,
hem de içsel nitelikleriyle O’na işaret eder, O’nu anlatır.</span></span></span></span></div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>Halik-Bediu’s
semavati vel ard, Fâtır’is semâvâti vel ard,</u></span></span><sup><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>
(3) (4) (5)</u></span></span></sup></span></span></div>
</td>
<td width="96">
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<u>“<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Önce
plân-proje...”</span></span></u></div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;">“<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Kün
fe yekun....”</span></span></span></div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Arş-Kürsi-Sidretü’l
Münteha</span></span></div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="color: black;">“<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Mevcut
varoluş”un henüz “tam ve nihai” olmayışı…
Ahir>...sûra ilk üfürülüşte, Ahir ismi tecelli eder, ve…
”sûra ikinci defa üfürüldükten sonra, dünya hayatında
henüz ‘tam olmayan’ hilkat, artık en mükemmel şekilde
</span></span></span><span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>tamamlanır!”</u></span></span></span></span></div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Nesnelerin
“ideaları” olarak “Allah’ın kelimâtı”</span></span></span></div>
</td>
<td width="86">
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Big-Bang</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Kuantum(</span></span><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>Mikro
alem)</u></span></span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Sicim
teorisi</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Rölativite(*)</span></span></span><span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>(Makro</u></span></span></span><span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">
</span></span></span><span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>alem)</u></span></span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">..O,
sem</span></span></span><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">âvat
ve arzı benzersiz-örneksiz icad edendir....
(Bakara-117/En’am101)</span></span></span></div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
</td>
<td width="54">
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Madde-Antimadde</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Atomaltı
parçacıklar</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Atomlar-Moleküller</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Bitkiler</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Hayvanlar</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">İnsan
</span></span></span><span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>(Normo
alem)</u></span></span></span></span></div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
</td>
<td width="75">
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Başlangıç
tekilliği</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Büyük
patlama(açılma)-</span></span></span><span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>Büyük
toplanma</u></span></span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">(Ahiret>Yaratışın
nihai ve tam şekli)</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
“<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">O,
gökleri ve yeri altı (dönemde) yarattı.” (A’raf-54,
..Furkan-59,.</span></span></div>
<div align="CENTER">
…<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">.Kaf-38…)</span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
</td>
<td width="78">
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
“<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Ezeli-Ebedi”
yerine “Evvel-Ahir”</span></span></div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Zaman-Dehr</span></span></div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><sup><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>(2)</u></span></span></sup><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Levh-i
Mahfuz</span></span></span></span></div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Levh-i
Mahv ve İspat</span></span></div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">İmam-ı
Mübin</span></span></div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Kitab-ı
Mübin</span></span></div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
“<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Kelimâtullah-
Mevcûdât” ilişkisi</span></span></div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Allah’ın
isim ve sıfatlarının tecellileri ve varoluş….</span></span></div>
</td>
<td width="104">
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;">“<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">O,Evvel’dir,
Âhir’dir; Zahir’dir Batın’dır. (Hadid, 3)</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">..göklerle
yer bitişikken....(Enbiya-30)</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">(*)..sonra,.sizin
saymanızla bin sene olan bir günde O’na yükselir..(Secde-5)</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
</td>
<td width="73">
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><sup><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>(1)</u></span></span></sup><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Tecrid-i
Sarih(Sahih- Buhari)-1317</span></span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="color: black;"><sup><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>(2)</u></span></span></sup></span><span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">
Yalman, H., “Kuantum Dilinde Kâinatın Hecesi”</span></span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="color: black;"><sup><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>(3)
</u></span></span></sup></span><span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Ünal,
Ali, “Kur’an’da Temel Kavramlar”</span></span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="color: black;"><sup><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>(4)</u></span></span></sup></span><span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">
Ulutürk, V., “Kur’an-ı Kerim Allah’ı Nasıl Tanıtıyor?”</span></span></span></span></div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><sup><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>(5)</u></span></span></sup><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Kocabaş,
Ş.,”Kur’an’da Yaratılış”</span></span></span></span></div>
</td>
</tr>
</tbody>
<tbody>
<tr valign="TOP">
<td height="134" width="85">
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>2-)VAROLUŞUN
SEBEPLERİ-AMAÇLARI</u></span></span></div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>Rahman–Rahim-Vedud</u></span></span></div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
</td>
<td width="96">
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">VaroluştaYaratan’ın
“Sevgi ve Şefkat”inin önceliği ve önemi..</span></span></div>
<div align="CENTER">
“<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Levlâke:
Eğer sen olmasaydın Habibim âlemleri yaratmazdım..”</span></span></div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">(Hilkatte
“</span></span><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>Öğretmen</u></span></span><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">”in
(Mürşid’in)Önemi-Önceliği)</span></span></span></span></div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
</td>
<td width="86">
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Tasavvuf-Sufizm-İçgörü</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Allah
sevilen ve sevendir</span></span></span></div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
“<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Hak
yarattı âlemi, Aşkına Muhammed’in;</span></span></div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Ay-ü
günü var etti, Şevkine Muhammed’in”*</span></span></div>
</td>
<td width="54">
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Gönül(Kalp)</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Vicdan</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
</td>
<td width="75">
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Anne
şefkati</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Allah
sevgisi</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Hikmet</span></span></div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Marifet</span></span></div>
</td>
<td width="78">
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Allah,
bilinmeyen gizli bir hazine idi; bilinmeyi istedi..</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;">“<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Adem
su ile toprak..arasında iken Hz. Muhammed, peygamber idi.”</span></span></span></div>
</td>
<td width="104">
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Besmele-i
Şerif</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">....Allah
onları, onlar da Allah’ı sever..(Maide-54)</span></span></span></div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
</td>
<td width="73">
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Füsûsu’l
Hikem</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">El-Fütühâtil
Mekkiye</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">*Yunus
Emre</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
</td>
</tr>
</tbody>
<tbody>
<tr valign="TOP">
<td height="143" width="85">
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>3-)“VAROLUŞ
VE VARLIĞIN” ÖZELLİKLERİ:</u></span></span><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">
Alim-Hakim- Cemil</span></span><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>
Bâri-Musavvir</u></span></span></span></span></div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Fealün</span></span><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><b>
</b></span></span><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">lima
yürid</span></span></span></span></div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
</td>
<td width="96">
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Bilim</span></span></div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Matematik</span></span></div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Sanat-Estetik</span></span></div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Süreç
felsefesi-Varoluşçuluk</span></span></span></div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
</td>
<td width="86">
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Varlıklar,
Allah’ı tanıtan ve anlatan kitaplar gibidir.</span></span></div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
“<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Gerçek</span></span><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>
varlık</u></span></span><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">
sadece O’na aittir, O’ndan gayrı için ancak bir </span></span><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>varoluş</u></span></span><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">
söz konusudur.”</span></span></span></span></div>
</td>
<td width="54">
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Evren
ve insan…</span></span></div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
“<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Kuantumsal
Varoluş”… -(Enerji-Atomaltı Dünya)</span></span></span></span></div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">-(Atom-Molekül-</span></span></div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Bitki-</span></span></div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Hayvan-</span></span></div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">İnsan)</span></span></div>
</td>
<td width="75">
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Varlıkların
matematiksel ve estetik özellik ve güzelliklerinin temelindeki</span></span></div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">fiziksel-biyolojik
prosesler.</span></span></div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
“<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Dehr…”</span></span></div>
</td>
<td width="78">
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;">“<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Eserin
mükemmelliği, sanatkârın mükemmelliğini yansıtır.”</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;">“<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Allah
güzeldir, güzeli sever”</span></span></span></div>
<div align="CENTER">
“<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">O….
ne güzel Mevlâ”dır..!”</span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
</td>
<td width="104">
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">(Bakara-164),
(Haşr-22, 23,24),(Fussilet 53) ..En güzel isimler,
O’nundur..(İsra-110“ O .ne güzel Vekil’dir!” (Al-i
İmran-173) “O her an (yeni) bir icraattadır”(Rahman-29)</span></span><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>
“Allah zeval bulmasınlar diye gökleri ve yeri her an kudreti
altında tutmaktadır ”(Fatır-41)</u></span></span></span></span></div>
</td>
<td width="73">
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Tüm
bilim dallarına ait bulgu ve veriler.</span></span></div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Sanat,
estetik-matematik paradigmaları</span></span></div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">H.
Bergson</span></span></div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">A.
N. Whitehead</span></span></div>
</td>
</tr>
</tbody>
</table>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">İNSAN
VE TOPLUM</span></span></div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<table border="1" bordercolor="#000000" cellpadding="5" cellspacing="0" style="width: 803px;">
<colgroup><col width="80"></col>
<col width="197"></col>
<col width="132"></col>
<col width="79"></col>
<col width="103"></col>
<col width="94"></col>
<col width="48"></col>
</colgroup><tbody>
<tr valign="TOP">
<td height="74" width="80">
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Konu</span></span></div>
<div align="CENTER" style="margin-left: 1.25cm;">
<br />
</div>
</td>
<td width="197">
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Temeller-Esaslar</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
</td>
<td width="132">
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Formel-Felsefi</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Çerçeve</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
</td>
<td width="79">
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Varoluşsal</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Sonuçlar</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
</td>
<td width="103">
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Açıklayıcı
Beyanlar</span></span></span></div>
</td>
<td width="94">
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Kaynaklar</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
</td>
<td width="48">
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
</td>
</tr>
<tr valign="TOP">
<td height="298" width="80">
<div align="CENTER" style="margin-left: 1.25cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">I-)İnsanın</span></span></div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Varediliş</span></span></div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Hikmet/ler/i</span></span></div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER" style="margin-left: 1.25cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" style="margin-left: 1.25cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" style="margin-left: 1.25cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" style="margin-left: 1.25cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" style="margin-left: 1.25cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" style="margin-left: 1.25cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" style="margin-left: 1.25cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" style="margin-left: 1.25cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" style="margin-left: 1.25cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" style="margin-left: 1.25cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" style="margin-left: 1.25cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" style="margin-left: 1.25cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
</td>
<td width="197">
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Allah’ın
Sonsuz Sevgi-Şefkat ve Merhameti</span></span></div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">(Rahman-Rahim-</span></span></div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Vedûd-Şekur-Rezzak
-Müdebbir</span></span></div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Adl-Hakem-Hakim)</span></span></div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Allah
Levhi yarattı ve … “Muhakkak ki, Rahmetim, gazabıma
üstündür!” diye yazdırdı.</span></span></div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Allah
hilkate“Hz.Muhammed’in Nuru” ile başladı. </span></span><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>(bkz</u></span></span><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">.
ONTOLOJİ-> Hilkatte “Mürşit-Öğretmen”in
Önemi-Önceliği)</span></span></span></span></div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
“<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Levlâke:
Eğer sen olmasaydın Habibim, âlemleri yaratmazdım..”</span></span></div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
“<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Aşk
ile çalındı kalem, Aşka esir durur alem,</span></span></div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Aşıklar
arasında, Cebrâil de hicab durur..”</span></span><sup><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>
(1)</u></span></span></sup></span></span></div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Kulluk…</span></span></div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
</td>
<td width="132">
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;">“<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Biz
sevgiden sûdur ettik, sevgi üzerine yaratıldık ve sevgiye
yöneldik….!”</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">(Muhyiddin
İ.Arabi)</span></span></span></div>
<div align="CENTER">
“<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Allah
En Güzel”dir!</span></span></div>
<div align="CENTER">
“<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Allah
En Merhametli”dir!</span></span></div>
<div align="CENTER">
“<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Allah
En Cömert”tir!</span></span></div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">En
çok sevilmeye lâyık olan, “en iyi ve en güzel olan”dır.</span></span></div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
“<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Aşk
imiş her ne var âlemde</span></span></div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">İlim
bir kıl-ü kâl imiş ancak..”</span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;">…<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">.Bilginin,
eğitimin, öğretenin ve öğrenmenin değeri….</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">İdeal
(kalp/kafa-duygu/akıl) dengesinin yeniden tesisi….</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
</td>
<td width="79">
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Allah’ın
sınırsız Rahmetinin sonsuz tecellileri...</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Anne
şefkati,</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Allah
ve Resulullah</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">sevgisi...</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
</td>
<td width="103">
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;">“<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Allah,
arz ve semayı yarattığı gün, ‘yüz Rahmet’ var etmiş ve</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">yeryüzüne
bunun tek bir parçasını indirmiştir. Dünyada müşahede
edilen</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">bütün
sevgi-şefkat tezahürlerinin tek kaynağı, işte odur.”</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
</td>
<td width="94">
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Kur’an</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Hadisler…</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Muhyiddin
İ. Arabi’nin eserleri</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Tecrid-i
Sarih(Sahih- Buhari)-1319</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">En’am-54</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Araf-156,
vb.</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Yunus’tan
seçmeler.</span></span></span><sup><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>
(1)</u></span></span></sup></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;">“…<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">ve
insanları…ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım.”</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">(Zariyat-56)</span></span></span></div>
</td>
<td rowspan="3" width="48">
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Olaylar</span></span></span></div>
</td>
</tr>
<tr valign="TOP">
<td height="116" width="80">
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">II-)İnsanın
(potansiyel) Önemi ve Değeri</span></span></div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
</td>
<td width="197">
<div align="CENTER">
…<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Hilafet</span></span><sup><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>(1)</u></span></span></sup><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">…</span></span></span></span></div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Küçültülmüş
kâinat olarak insan:</span></span></div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
“<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Allah’ın
kâinatı sevk ve idaresiyle, insan vücudundaki mekanizmaların
birbirine benzetilişi..”</span></span><sup><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>
(2)</u></span></span></sup></span></span></div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
“<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Allah,
insanın aslını, kendi suretinde yarattı.” (Hadis)</span></span></div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
</td>
<td width="132">
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Tüm
yetenek ve özelliklerimizin yeniden belirlenmesi ve ahenk içinde
geliştirilmesi…..</span></span></span></div>
</td>
<td width="79">
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;">…<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">.ideal
insan paradigması…</span></span></span></div>
</td>
<td width="103">
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;">…<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Göklerin,
yerin ve dağların yüklenmekten kaçındıkları ve ancak “insan
tarafından yüklenilen </span></span><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>emanet!”
</u></span></span><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">e
riayeti sağlama yollarının güncellenmesi..</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><sup><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>endi…(2)</u></span></span></sup><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Kimyayı
Saadet(İmam Gazâli)deki teşbih:</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
</td>
<td width="94">
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><sup><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;"><u>(1</u></span></span></sup><sup><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">)
”</span></span></sup><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">-Ben
yeryüzünde bir</span></span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">halife
var edeceğim....”(Bakara-30)</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
</td>
</tr>
<tr valign="TOP">
<td height="32" rowspan="2" width="80">
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">III-)
Yeni Bireysel ve Toplumsal Öğretim ve Eğitim Programları</span></span></div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
</td>
<td rowspan="2" width="197">
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">İnsanın
zihinsel ve ruhsal donanım ve yeteneklerinin yeniden gözden
geçirilip, ilgili tüm yapı, sistem ve süreçlere yönelik
öğretim ve eğitim programları geliştirilmesi...</span></span></span></div>
</td>
<td rowspan="2" width="132">
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;">“<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">İlmi-Estetik”
Tasavvuf</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
</td>
<td rowspan="2" width="79">
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;">“<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Zihin-Gönül”
beraberliği</span></span></span></div>
</td>
<td rowspan="2" width="103">
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">...yeniden
yapılanma...</span></span></span></div>
</td>
<td rowspan="3" width="94">
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Kur’an</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Sünnet</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Tasavvuf</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Sanat</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Bilim</span></span></span></div>
</td>
</tr>
<tr valign="TOP">
<td rowspan="2" width="48">
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
</td>
</tr>
<tr valign="TOP">
<td height="56" width="80">
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">IV-)
Toplumsal</span></span></div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Yapılar
ile Olayların Tüm Cephe ve Boyutlarını Kapsayan</span></span></div>
<div align="CENTER">
“<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">İdeal
Beşeri</span></span></div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Bilimler”</span></span></div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Paradigması</span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
</td>
<td width="197">
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Kur’an’da
yer alan “geçmiş toplumlarla ilgili kıssaların,
Peygamberlerin ve Temel karakter(şahsiyet)lerin”
‘Hermönetik-Semiyotik-Linguistik-Kavramsal Analiz’ ve diğer
yararlı-uygun yöntemlerle tahliline dayalı yeni sentezler..</span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
</td>
<td width="132">
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Fıtrat</span></span></span><span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">’ın
tasviri ve yeniden ihyası….</span></span></span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Allah
ve Resulünün </span></span></span><span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Sünnet</span></span></span><span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">’leri</span></span></span></span></div>
</td>
<td width="79">
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">..yeni
birey, yeni toplum..</span></span></span></div>
</td>
<td width="103">
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;">“<span style="font-family: Arial Narrow, sans-serif;"><span style="font-size: 8pt;">Allah’ın
sünnetinde tebdil ve tahvil göremezsin.”(Fâtır-43)</span></span></span></div>
</td>
</tr>
</tbody></table>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>Yeni
Bir “</b></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><u><b>Epistemoloji
, Ontoloji ve İnsan</b></u></i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>”
Paradigmasına Doğru......</b></span></span></span></span></div>
<div align="CENTER" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
Günümüzde
insanlığın, içinde yaşadığımız çağa has bazı sorunları
vardır ve bunlar, bütün toplumları her geçen gün ağırlığını
biraz daha hissettiren bir şekilde etkilemektedir. Bu problemler
özellikle ekolojik-çevresel, psikolojik, sosyoekonomik, etik,
siyasal ve kültürel alanlarda göze çarpmaktadır. Çeşit ve
sayıları çok fazla olmakla birlikte bu gibi sorunların birtakım
ortak yönleri de mevcuttur. Bunlardan en belirgin olanı, hemen
hepsinin temelinde “insana, topluma ve tabiata” bakışımızdaki
bir yanlışlığın ya da noksanlığın yatmakta oluşudur.
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Bu
kitabın ilgili bölümünde </span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>bilgi</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">;
“bilen</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>
insan</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">”
ile “bilinen </span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>varlık</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">”
arasındaki “zihinsel ilişkinin ürünü” olarak tanımlanmıştı.
Modern bilime ve teknolojiye yöneltilen eleştiriler gözden
geçirilirken de, pozitivist yaklaşımın bilgiyi “</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>varlık</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">”tan
bütünüyle soyutlayarak, sadece ağırlık, uzunluk ve benzeri
nicel değerlere indirgemesinin, çağımız insanının karşı
karşıya bulunduğu sorunların en önemli nedenlerinden biri olduğu
görülmüştü. Problemlerin kaynaklarından başta geleni bu
olduğuna göre, çözüm yolu da bilgi ve bilim anlayışımıza
eksik olan yön ve boyutlarını kazandırmaktan geçse gerektir.
</span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Böylece
karşımıza, varoluşun daha kapsamlı ve tama daha yakın bir
vizyonu çıkmış olacaktır. Bu yeni “</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>varlık
ve varoluş</b></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">”
kavramı içinde “</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>canlı
ve cansız bütün unsurlarıyla kâinatın tamamı</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">”,
“</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>bu
makro-normo-mikro yapıların</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">
</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>plânlayıcısı
ve var edicisi</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">”
ile “</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>insan</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">“
en uygun denge ve ahenk içinde birlikte yer alacaktır. Bilim
anlayışımızı; varlık ve varoluşu bütün cephe ve boyutlarıyla
eksiksiz ve yanlışsız bir tarzda ele alıp inceleyecek yönde
geliştirirken; bu etkinliği icra edecek olan; yani araştıran,
öğrenen ve düşünen </span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>“insan”a</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">
da, tüm entelektüel ve ruhsal donanımını en yüksek verimle
kullanma imkânı sağlanması, kaçınılmaz bir zorunluluk halinde
karşımızda durmaktadır. Çağımızın acil ve hayati
sorunlarının tamamen çözümü için en uygun hareket noktası, bu
yeni </span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>“</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><u>bilgi,
bilinen ve</u></i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>
</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><u>bilen</u></i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>”</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">
</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><b>paradigması
</b></i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">olacaktır.
</span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="LEFT">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<br />
</div>
<div align="CENTER">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>SONSÖZ</b></span></span></div>
<div align="CENTER" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
Bu kitapta
insanlık için özel bir önem ve değer taşıyan<u><b> “varlık
ve varoluş ile ilgili temel sorulara</b></u>” en eski geleneksel
kültür kaynaklarında bulunanlardan; belli başlı bilge, filozof
ve bilim adamlarının vermiş olduklarına kadar uzanan çok geniş
bir yelpazede yer alan dikkate değer bütün karşılıklar
derlenip, tasnif edilerek bir araya getirilmiştir. Farklı çevre,
kültür, yaklaşım ve kişilerden kaynaklanan bu farklı cevaplar;
tarihsel gelişim çizgileri, yaygınlıkları ya da benimsenme
oranları ve alanlarında otorite sayılan yorumcular ile
düşünürlerin onların tutarlılık ve geçerlilikleriyle ilgili
değerlendirmeleri de göz önünde tutularak, ideal bir referans
sistemi çerçevesinde organize edilmeye çalışılmıştır.
Böylelikle bu temel “sorun”un bugün bulunduğumuz noktadaki
görünümü ve genel özellikleri tasvir ve analiz edilerek; “neyi,
ne kadar” bildiğimiz, “neleri” ise bilemediğimiz ortaya
konduktan sonra, bilinmeyenlerin “nerelerden ve nasıl
öğrenilebileceğine” dair bir araştırma programı önerilmiştir.</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;">©</span></div>
<div align="CENTER" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>2008</b></span></span></div>
<div align="CENTER" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;">Dr.
FUAT BOZER</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-right: 0.1cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-right: 0.1cm;">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<h1 class="western">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><u>İNDEKS</u></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">:
</span></span>
</h1>
<h1 class="western">
<u><span style="background: #ffff00;">“<span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Not=
Bu geçici indeks (kitabın okuyucusu için değil), yayınevinin
editörü için hazırlanmıştır.)</span></span></span></u></h1>
<h1 class="western">
</h1>
<h1 align="CENTER" class="western">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><u>A</u></span></span></h1>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">absorbsiyon
çizgileri, 154.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Adcılık,
344. </span>
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">adrenerjik
sistem, 212.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Akalar,
299. </span>
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">akademia,
330.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Akman,
T., 286.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">aksiyom,
143.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">aksiyomatik
sistem, 142.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">aksiyon
akımı, 67.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Aksoy,
Y., 271.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">alfabe,
301.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">algıda
asimilasyon ve kontrast, 83.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">algıda
değişmezlik, 76.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">algı
düzeneği, 86.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">algısal
bütünleme, gruplama ve tamamlama, 75-81. </span>
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">algısal
organizasyon faktörleri, 75.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">algısal
paradigma, 86. </span>
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">algoritmik
düşünme, 122.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Alman
idealizmi, 40-44.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">altın
oran, 177, 192, 193, 205, 206.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">altmış
tabanlı sayı sistemi, 273.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">amigdaller,
70 , 99.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">amplitüd
modülasyonu, 68.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Anaksagoras,
318 -319.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Anaksimander,
308 .</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Anaksimenes,
308.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">analitik
felsefe, 45.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">analitik
önerme, 137.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">analoji,
149.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">animizm,
279.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Anselmus,
344.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Antistenes,
327.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">antropik
gayelilik, 256.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">antropik
prensip, 257.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">antropomorfizm,
309.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">A
posteriori, 11.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">A
priori, 11, 137.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Aquino’lu
Tommaso, 344-346.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Aristoteles,
334 -337.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Aryalar,
277.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">astrofizik,
152.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">aydınlanma
felsefesi, 36. </span>
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Atomculuk
okulu, 319.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">atom
teorisi, 46, 173.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">ayrık
beyin, 124.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><u>B</u></span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Babil,
269.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Bacon,
F., 353.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">bağlam(algısal),
115.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">El
Battani, 384.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">bebeğin
duyusal ve algısal gelişimi, 77.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">belirsizlik
ilkesi, 50.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Berkeley,
G., 56.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">beyincik,
69, 226.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">beyin
sapı, 69, 224-225.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Beyruni,
353.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Beytül
Hikme, 350.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Big
Bang, 155.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">bilgi,
53.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">bilgisayar
ve beyin, 74, 235-236.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">bilim,
11, 135.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">bilim
etkinliği, 135-139. </span>
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">bilim
felsefesi, 54, 135-150. </span>
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">bilimsel
açıklama, 136, 148.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">“Bilimsel
Buluş Sanatı”, 132. </span>
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">bilimsel
metot, 135. </span>
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">bilimsel
teorilerin kapsam ve sınırları, 151-153.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">bilişim,
88.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">bilişsel(kognitif)psikoloji,
54, 88-133. </span>
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">b.
Heysem, 353.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">birincil
süreç, 126.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">bitkilerin
algoritmik güzelliği, 186.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">biyonik,
200-204.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Bloomfield,
L., 109.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Boas,
F., 109.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Brahman,
281.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Broca
alanı, 123.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Broca,
P., 123.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Broglie,
50.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Bohr,
N., 49.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Bohr-Rutherford
modeli, 50.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Brahe,
T., 23.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Bruno,
23. </span>
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Bucaille,
M., 364.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Burchardt,
T., 335.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Buda-Budizm,
283-285.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">B.
İskender(Alexandros), 335.</span></div>
<h1 align="CENTER" class="western">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><u>C</u></span></span></h1>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Carrel,
A., 262.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Cabir
b. Hayyan, 354.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Capra,
F., 290.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Charlemagne,
343.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Chomsky,
N., 45, 56, 79, 109.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Cogito,
ergo sum, 33, 57.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Coloumb,
K., 357.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">corpus
callosum, 73, 123.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Cüceloğlu,
D., 71, 86, 110, 111, 115, 120, 121, 236. </span>
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><u>Ç</u></span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">çevre
ve merkez sinir sistemi, 69-74.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">çıkarım,
143.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Çince,
287.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Çin
resim yazısı, 288.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><u>D</u></span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Dalton,
J., 46.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Dante,
20.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">dedüktif
çıkarım, 143.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">dedüktif
kalıp, 144.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">dedüktif
açıklama, 138, 143-146.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">demir,
366.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Demokritos,
319.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">dendrit,
69. </span>
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">deney,
136.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">derin
ve yüzeysel yapı, 114.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Descartes,
R., 32-34.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">dil(lisan),
106. </span>
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">dilbilim,
107.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">dilbilgisi,
107.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">dil
ve bilişim, 105.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">dil
ve iletişim, 114.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">dil
yetisi, 79, 116, 123. </span>
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Diogenes,
328.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Dilthey,
W., 260, 261.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">diyalektik
süreç, 42.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">doğanın
antikorları, 181.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Dominikenler,
344.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Dorlar,
302.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">dönüştürümlü
gramer, 114. </span>
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Duns
Scotus, 344, 346.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">duygu,
125.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">duyguların
düşünmeye etkisi, 99-103. </span>
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">duygusal
zekâ, 71.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">duygu
ve heyecanların ifadesi, 71. </span>
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">duysal
merkezler, 72, 230.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">duyu
ve sinir Sistemimizin yapı ve fonksiyon özellikleri, 66-68.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">düşünme,
118.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">düşünme
türleri, 118-133 .</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><u>E</u></span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">eczacılık,
354. </span>
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Edwin
Smith papirüsü, 276.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">EEG,
131. </span>
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Einstein,
A., 57, 132, 142, 150, 157, 163, 166.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">el-Battani,
351.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">el-gebra,
353.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Elea
felsefe okulu, 309-310.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">elektron
konfigürasyonu, 174.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">el
yazısı okuma programları(bilgisayarda), 104.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">embriyoloji,
367.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Emile,
39.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Empedokles,
291, 317.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">empirik,
13.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Ampirik
bilimler, 139.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">empirizm,
54-56.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">enkateia,
338.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">epilepsi,
123.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">epistemoloji,
53.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Eski
Ahit(Tevrat), 340.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">eşik
ve eşiküstü uyaran, 68. </span>
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">etik
paradigmalar, 86.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Euclides
geometrisi, 57, 168.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Euler,
167, 178.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">evrensel
çekim kanunu, 30.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">evrensel(üniversal)genelleme,
138.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><u>F</u></span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Faraday,
M., 46, 200.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">felsefe,
11, 240.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">felsefenin
fonksiyonu, 240-244.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">felsefi
çözümleme, 13, 242.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Fenike
uygarlığı, 300-302.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">figür-fon,
82.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">filoloji,
107.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">fizik,
139.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">fonem,
108.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">fonetik,
108.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">formel,
13.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">formel
disiplinler, 139.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">fotoğrafik
hafıza, 92, 119.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">fotoğrafsı
imge, 119.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">fotosentez,
184.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">fraktal
geometri, 168-172.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Fransız
aydınlanmacıları, 38-39. </span>
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Fransiskenler,
344.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">frekans
modülasyonu, 68.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><u>G</u></span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">galaksilerin
oluşumu, 159.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Galileo,
167, 25-27.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">gama
motor sistem, 223.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Gardner,
M., 372.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Gauss
eğrisi, 165.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">geleneksel
kültür, 338-339.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">genelleme,
137.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">genel
rölativite teorisi, 46, 157.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">genler,
79, 209.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">geri
çağırma(hatırlama), 91.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Girit
uygarlığı, 299-300.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">glosematik,
109.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">gnosiyoloji,
54, 139, 240.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Gnothi
seauton( Kendini bil!), 326.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">golgi
tendon organı, 222.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Gorgius’un
nihilistik öğretisi, 321.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Gödel,
K., 167.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">gösterge,
89, 105, 111.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">göstergebilim,
106.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">gözlem,
136.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">gramer,
107.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Grimm,
J., 107.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">güvenilirlik
ve geçerlilik, 136. </span>
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><u>H</u></span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">hafıza,
90.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Hamurabi,
272.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Harezmi,
353.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Harun
Reşid, 350.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">hatırlama,
79, 90.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Hazcılık,
328, 329.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Hedonizm,
328, 329.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Heidegger,
M., 246, 248-255.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Hegel,
42-44.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">hep
veya hiç kanunu, 68.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Herakleitos,
310-312.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Hermes,
261.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">B.
Heysem, 350.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Hıristiyanlık,
339-342.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Hilozoizm,
307.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">hipofiz,
211.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">hipokampus
ve hafıza, 100.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">hipotalamus,
70, 211.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">hipotetik-dedüksiyon,
138.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">hipotez
kurma, 150.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">hipotez
testi, 150.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">hiyeroglif,
301.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Hjelmsev,
L., 109.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">homeostasis,
207, 210.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">hormonlar,
208, 211, 212.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Hoyle,
F., 257.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Hubble
sabiti, 155.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Hume,
D., 38.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Hunke,
S., 350, 352, 353.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Husserl,
E., 245-246.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">hümanistler,
17.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Hz.
İsa, 339-341.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Hz.
Muhammed, 346-349</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Hz.
Muhammed ve bilim, 349.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><u>I</u></span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">I
Ching, 129, 289-292.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">ışık,
154.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">IQ,
71, 102.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><u>İ</u></span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">İbni
Rüşd, 345.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">İbni
Sina, 352, 354, 355, 356.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">içgüdüsel
davranışlar, 70.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">“idea”lar,
56, 59, 61, 331, 332, 333. </span>
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">idealizm,
59-61.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">ideogram,
288.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">idrak
psikolojisi, 65-87.</span></div>
<div align="LEFT" class="western" style="margin-right: 0.1cm;">
<b>iki
temel bilinç biçimi, </b><b>123-133.</b></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">İlâhi
Komedya, 20.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">ilham
ve sezgi, 131, 132.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">ilk
atom öğretisi, 319.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">“İl
Principe”, 18.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">ilkokul
eğitimi, 113.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">İncil,
340.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">İndo-Germen
dil ailesi, 107, 277.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">indüktif
çıkarım(varım), 146-148.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">İngiliz
Aydınlanmacı Empiristleri, 36-38.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">iradecilik,
344.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">istatistiksel
genelleme, 138.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">İşlevselci
Okul, 108.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">İyon
Felsefe Okulu, 304-309.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">İyonya,
267, 270.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">İzutsu,
T., 255.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><u>J</u></span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Jeans,
J., 167.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Jacobson,
R., 108.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><u>K</u></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">kâinatta
gayelilik, 158-162, 256.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">kalp
ve kafa, 126.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Kanonik
literatür, 341. </span>
</div>
<div align="LEFT" class="western" style="margin-right: 0.1cm;">
<b>Kant, İ,
</b><b>40-42.</b></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Kanun(İbni
Sina), 356.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">karanlık
çağ, 343.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">kartezyenizm,
32.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">kas
iğciği, 222.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Kast
sistemi, 280.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">kavram,
111-114.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">kavramsal
düşünme, 113. </span>
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">kavram
tipikliği, 111.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Kekulé,
F., 120.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Kepler,
24, 25, 315.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">kırmızıya
kayma, 48.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">kısa
süreli hafıza, 92-95.</span></div>
<div align="LEFT" class="western" style="margin-right: 0.1cm;">
<b>kıta
rasyonalistleri, </b><b>32-36.</b></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Kierkegaard,
244.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">kimya,
46, 139, 354.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Kindi,
353.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Kinikler,
327-328.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Kinizm,
327.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">kişi
ve mekan tanıma, 218.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Koch
eğrisi, 171-172.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">kodlama,
91.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">kognitif
psikoloji, 88-104.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">kolinerjik
sistem, 212.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Kopenhag
Okulu, 109.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Korzybski,
A., 110.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Konfüçyüs,
295-297, 289.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">konudil,
14, 15.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">korteks(beyin)
69, 72-74.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">kozmoloji,
98, 151, 156-157.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Kireanikler,
328-329.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Kopernik,
21-23.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">kortikal
uyarma(deneyi) 72.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Ksenophanes,
309-310.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">kuantum
mekaniği, 49.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Kuhn,
T., 166.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Kur’an,
349, 363.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><u>L</u></span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Lao
Tse, 291.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Leukippos,
319. </span>
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Leibniz,
35.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">limbik
sistem, 70, 71, 72, 73, 99, 100.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">linguistik,
107.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">linguistik
felsefe, 45.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Locke,
J., 36.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Logos,
311.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Lord
Rutherford, 49.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><u>M</u></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Machiavelli,
18.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Mandelbrot,
B., 169 -171.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">mantık,
143-146.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">mantıksal
ve analitik bilinç, 125, 130.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">mantıksal
düşünme, 122, 130.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">mantıksal
geçerlilik, 143.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">mantıksal
olguculuk, 44, 45.</span></div>
<div align="LEFT" class="western" style="margin-right: 0.1cm;">
<b>matematiğin
bilime katkısı, </b><b>164-168.</b></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">matematik,
140-143 , 352, 353.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">matematiksel
düşünme, 142-143.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">matematiksel
felsefe, 222.</span></div>
<div align="LEFT" class="western" style="margin-right: 0.1cm;">
<b>matematik
ve bilim, </b><b>162-164.</b></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">“Matrix”,
74.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">medulla,
69.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">metafizik,
12, 336.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Metafiziksel
çoğulcular, 316-320.</span></div>
<div align="LEFT" class="western" style="margin-right: 0.1cm;">
<b>mineraller,</b><b>
178-179.</b></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">miyelin,
69.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">matematiksel
model, 165. </span>
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">modern
bilimin doğuşu, 20-32.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">monadlar,
35-36.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">morfem,
114.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Moore,
K. L., 368.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">motor
korteks, 230.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Muhyiddin
İ. Arabi, 374, 377.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">müzik
yeteneği, 130.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Müslümanların
bilime katkıları, 349-358.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><u>N</u></span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Nasr,
S., H., 265, 338.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">nebula,
155, 159.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">negatif
feed-back, 216.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Newton,
İ., 27-32.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Nicomachos
etiği, 336.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Nirvana,
280, 281, 284, 285 .</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Nominalizm,
344.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Nous,
283, 318, 334.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">nöron,
69.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><u>O</u></span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Ocham’lı
William, 55, 346.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">olgu,
135.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">omurilik,
69.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">ontoloji,
54.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">ontolojik
ispat, 167.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">ontolojik
piramit, 180, 363.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Optics,
28, 29. </span>
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Orfik
kült, 315.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Organon,
261, 336.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">oryantasyon,
66.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">otonom
sinir sistemi, 101, 207.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><u>Ö</u></span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">öğrenme,
90.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">ölçme,
136.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">özel
rölativite teorisi, 46-47.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Özlem,
D., 258.</span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><u>P</u></span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Parmenides,
312-314.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Paulus,
341.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">perennial
felsefe, 338-339.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">periyodik
tablo, 174.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">PET,
131.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Planck,
M., 48.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Planck
sabiti, 49.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Platon,
330-334.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">poetik,
336.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Popper,
K., 56.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">post
modernizm, 262.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">postulat,
143.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">pozitivizm,
55.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">pozitron,
51.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Prag
Okulu, 108.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">pragmatik,
108.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Principia,
30.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">problem
çözme aşamaları, 121. </span>
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">projeksiyon
ilkesi, 72.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Protogoras,
321.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">psikolinguistik,
79,116.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">psikozun
mantığı, 126.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Pythagoras,
315-316.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><u>R</u></span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">ranvier
boğumu, 69.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">rasyonalizm,
56-58.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Razi,
353.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">realite
paradigmaları, 86.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">refleks,
213. </span>
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">reseptörler,
67. </span>
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">retiküler
aktivasyon sistemi(RAS), 70, 224, 225.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">retrodüksiyon,
148.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">retrodüktif
çıkarım, 148-150.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Rig
Veda, 278, 279, 280.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Rousseau,
J., J., 39.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Rönesans,
17-20.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-right: 0.1cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><u>S</u></span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Sagan,
C., 132.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">sağ
hemisfer, 123, 124, 125, 128, 129, 130, 131, 132, 236.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Sanskritçe,
107.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Sapir,
E., 109, 110.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Sarıkçıoğlu<span style="font-size: x-small;">,
</span>E., 356.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Saussure,
F., 108.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Schrödinger,
50, 51.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Schopenhauer,
42, 281, 344.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">schwann
hücreleri, 69.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Scientific
American, 372.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">seçici
dikkat, 92.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">semantik,
108.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">semiyotik,
106.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">sentaks,
108.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">sesbilim,
108.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">sezgi,
132, 142, 149, 167, 236, 282, 283, 334, 378.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">sezgisel
ve duygusal bilinç, 125-126.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">sibernetik,
214-236.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">sinir
sistemi, 66-74.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Skolastizm,
343, 344.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Sofistler,
320-322.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Sokrates,
322-326.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">sol
hemisfer, 123, 124, 128, 129, 130, 131, 236.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">soyut
düşünme, 113.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">soyut
grup teorisi, 166.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">Songar,
A., 68, 168, 212, 234. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">söz(parole),
108.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">spektrum,
154.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">Spinoza,
B., 34-35.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">steady-state,
157.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">Sümerce
(ilkyazı dili), 269.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><u>Ş</u></span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Şaylan,
G., 259.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">şekil-zemin
algısı, 75. </span>
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><u>T</u></span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">tahkik,
362.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">tabiat
çiftçiliği(organik tarım), 182.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">tabula
rasa, 36, 56, 79.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">tahmin(öndeyi),
146. </span>
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">talamus,
69.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Tanrı,
237.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Tao,
291, 294.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">tarih,
267.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">tasvir,
135.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Tebesli
Krates, 328.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Temel
Bilinç Biçimi “Çift”leri, 129-130.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">temel
kozmolojik modeller, 156-157.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">teorem,
143.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">teorem
bulma, 141.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">teslis,
341, 342.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Thales,
305-308.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Tractatus...,
45.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">transandantal
idealizm, 41. </span>
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><u>U</u></span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Upanişadlar,
281-283.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">uygarlığın
doğuşu, 269.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">uzun
süreli hafıza, 95-98.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><u>Ü</u></span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">üstdil,
14.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><u>V</u></span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Vahdet-i
Vücud, 255.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">“Varlık
ve Zaman”, 246, 248, 251, 252, 253.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">varoluşçuluk,
246-255.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Vedalar,
278.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Viyana
Çevresi, 44.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">volantarizm,
344.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Voltaire,
39.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><u>W</u></span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Wittgenstein,
L., 45.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Whorf
B., L., 110.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><u>Y</u></span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Yalman,
H., 252.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">yang,
290.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">yapısalcılık,
108, 109.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">yarım
daire kanalları, 226.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Yeni
Ahit, 340.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Yeni
Atlantis, 19.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Yeni
Çağ felsefesi, 17.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Yıldırım,
C., 20, 142, 237, 238, 240, 242, 258.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">yin,
290.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">yorumlama,
143.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Yunus
Emre, 374, 375.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><u>Z</u></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">zar
potansiyeli, 68.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Zenon
paradoksları, 314.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">zihinsel
kurulum, 82.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">zihinsel
şemalar, 115.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-right: 0.1cm;">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<h1 class="western">
</h1>
<h1 class="western">
</h1>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-right: 0.1cm;">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;"><u>KAYNAKLAR</u></span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><u>Giriş</u></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">(1)Yıldırım,
C. , “Bilim Felsefesi”, s.
28. </span>
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;"><u>I.
Bölüm</u></span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">
(1) Leibniz, “Opera Divinia”,
s. 245. </span>
</div>
<div align="LEFT" class="western" style="margin-left: 0.11cm;">
<span style="color: black;">(2) Newton, I., “Optics”,
New York, 1952, s. 369, 402-403. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.11cm;">
<span style="color: black;">(3) Newton, I., “Principia:
Mathematical Principles of Natural Philosphy”, s. 544-547. </span></div>
<div align="LEFT" class="western" style="margin-left: 0.11cm;">
<span style="color: black;">(4) Sahakian, W. S., “Felsefe
Tarihi”, s.129. </span>
</div>
<div align="LEFT" class="western" style="margin-left: 0.11cm;">
<span style="color: black;">(5) Einstein, A., “Essays
in Science”, s. 12-21. </span>
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;"><u>II.
Bölüm </u></span>
</div>
<ol>
<li><div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Goleman,
D., “Duygusal Zeka”, s.
10.</span></div>
</li>
<li><div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">Cüceloğlu,
D. “İnsan ve Davranışı”,
s. 270.</span></div>
</li>
<li><div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">Yazgan,
Y., Özge, A., “Nöropsikiyatri
Seminerleri”, s. 59.</span></div>
</li>
<li><div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">Guyton,
A. C., “Tıbbi Fizyoloji”,
s. 783.</span></div>
</li>
<li><div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Morgan,
C. T., “Psikolojiye Giriş”,
s. 270.</span></div>
</li>
<li><div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">Dennet,
D. C., “Aklın Türleri”,
s. 26. </span>
</div>
</li>
<li><div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Bloom,
F. E., Lazerson, A., “Brain,
Mind and Behavior”, s. 76.</span></div>
</li>
<li><div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">Arkonaç,
S.A., “Psikoloji: Zihin
Süreçleri Bilimi”, s. 329, 330.
</span>
</div>
</li>
<li><div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">Korkmaz,
B., “Bilgisayar ve Beyin”,
s. 152.</span></div>
</li>
</ol>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">(10)
Damasio, A. R., “Duygu, Akıl ve
İnsan Beyni”, s. 116.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">(11)
Mithen, S., “Aklın Tarihöncesi”,
s. 60-61.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">(12)
Krech, D., Crutchfield, R. S., “Sosyal
Psikoloji”, s. 107-130.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">(13)
Cüceloğlu, D., “İyi Düşün,
Doğru Karar Ver”, s. 56.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">(14)
Atkinson, R. L. and R. C., Hilgard, E. R., “Psikolojiye
Giriş”, s. 4-13.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">(15)
Goleman, D., “Hayati Yalanlar,
Basit Gerçekler”, s. 53-54</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">(16)
Condon, J., C., “Anlambilim ve
İletişim”, s. 13. </span>
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">(17)
a.g.e., s. 8. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">(18)
Ornstein, R., “Yeni Bir
Psikoloji”, s. 66.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">(19)
Vygotsky, L. S., “Düşünce ve
Dil”, s. 17.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">(20)
Smith, A., “İnsan Beyni ve
Yaşamı”, s. 157.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">(21)
Springer, S. P., Deutch, G., “Left
Brain, Right Brain”, s. 284.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<h2 class="western" style="font-weight: normal;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><u>III.
Bölüm</u></span></span></h2>
<ol>
<li><div class="western">
<b>Bu kısmın hazırlanmasında büyük
ölçüde Prof. C. Yıldırım’ın “</b><i><b>Bilim Felsefesi</b></i><b>”
adlı eserinden yararlanılmıştır.</b></div>
</li>
<li><div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">Yıldırım,
C., “Matematiksel Düşünme”,
s. 42.</span></div>
</li>
<li><div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">a.g.e.,
s. 11.</span></div>
</li>
<li><div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">Peirce,
C. S., “Essays in the Philosophy
of Science”, s. 130.</span></div>
</li>
<li><div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">Carr,
B. J., Rees, M., J., “Nature,
278”, s. 605-612.</span></div>
</li>
<li><div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">Coleman,
J. A., “Rölativity for the
Layman”, s. 44-50.</span></div>
</li>
<li><div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">Heitler,
W., “Man and Science”,
s. 50-52.</span></div>
</li>
<li><div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">Dantzig,
T., “Number: The Language of
Science”, s. 233-234. </span>
</div>
</li>
<li><div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">Peitgen,
O. ve H., Saupe, D., “Fractal
İmages”, s. 26. </span>
</div>
</li>
</ol>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">(10)
a.g.e., s. 27..</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">(11)
Kauffmann, W. J., “Discovering
the Universe”, s. 184.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">(12)
Akınoğlu, B., G., “Doğanın
Antikorları”, Bilim ve Teknik, sayı 283, s. 29-31.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">(13)
Prusinkiewicz, P., Lindenmayer, A., “The
Algorithmic Beauty of
Plants”, s. 100-101. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">(14)
a. g. e., s. 109. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">(15)
Yavuzcan, G., “Bitkilerin
Mühendislik Özellikleri ve Teknolojik Hizmetleri”, Bilim
ve Teknik, sayı 286, s. 37-39.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">(16)
Bilge, M., “Hormonlar Bilimi”,
s. 1-4. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">(17)
Guyton, A., G., “Fizyoloji”,
s. 43-54. </span>
</div>
<ol start="18">
<li><div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">a.g.e.,
s. 8-16.</span></div>
</li>
<li><div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">Hariri,
N., “Sinir Fizyolojisi”,
s. 13.</span></div>
</li>
<li><div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">Cüceloğlu,
D., “İnsan ve Davranışı”,
s. 67. </span>
</div>
</li>
</ol>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">(21)
Yıldırım, C., “Mantık: Doğru
Düşünme Yöntemi”, s. 5-6.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<h2 class="western" style="font-weight: normal;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><u>IV.
Bölüm</u></span></span></h2>
<ol>
<li><div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">Magee,
B., “Yeni Düşünürler: Çağdaş
Felsefeyi Oluşturanların Bazılarıyla Söyleşiler”, s.
3-5, 13-19. </span>
</div>
</li>
<li><div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">Saraç,
F., M.,“Sosyal Bilimler
Ansiklopedisi”, ‘Felsefe’. </span>
</div>
</li>
<li><div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">Magee,
B., “Yeni Düşünürler: Çağdaş
Felsefeyi Oluşturanların Bazılarıyla Söyleşiler”, s.
35-36. </span>
</div>
</li>
<li><div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">a.g.e.,
s. 42.</span></div>
</li>
<li><div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">Yıldırım,
C., “Bilim Felsefesi”,
s. 25-26.</span></div>
</li>
<li><div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">Joad,
C., M., E., “Philosophy”,
s. 15-16.</span></div>
</li>
<li><div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">Schumacher,
E., “Aklı Karışıklar İçin
Kılavuz”, s. 21-24.</span></div>
</li>
<li><div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">Bozkurt,
N., “20. Yüzyıl Düşünce
Akımları”, s. 18.</span></div>
</li>
<li><div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">Bubner,
R., “Modern Alman Felsefesi”,
s. 20. </span>
</div>
</li>
<li><div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">Bozkurt,
N., “20. Yüzyıl Düşünce
Akımları”, s. 77.</span></div>
</li>
<li><div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">Bubner,
R., “Modern Alman Felsefesi”,
s. 28.</span></div>
</li>
<li><div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">Magee,
B., “Yeni Düşünürler: Çağdaş
Felsefeyi Oluşturanların Bazılarıyla Söyleşiler”, s.
103-106.</span></div>
</li>
</ol>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">(13)
De Towarnicki, F. , “Anılar ve Günlükler: Martin Heidegger”,
s. 79-80, 83.</span></div>
<div align="JUSTIFY">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>(14)
Yalman, H.,</b></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">
“Kuantum Dilinde Kâinatın Hecesi”, </span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>s.
42, 58-59.</b></span></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">(15)
New Scientist, “Cosmic
Coincidences”, 13 January, 1990.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">(16)
Özlem, D., “Kültür Bilimleri
ve Kültür Felsefesi”, s. 30-31.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">(17)
Göka, E., Topçuoğlu, A., Aktay, Y. “Önce
Söz Vardı”, s. 27.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">(18)
Şaylan, G., “Postmodernizm”,
s. 192.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">(19)
Carrel, A., “İnsan Denen
Meçhul”, s. 29-38, 54-55, 321-324.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">(20)
Nasr, S., H., “İnsan ve Tabiat”,
s. 9-32.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">(21)
Mc Neill, W. H., “Dünya Tarihi”,
s. 15.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">(22)
a.g.e., s. 15.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">(23)
Frankfort, H., “Uygarlığın
Doğuşu: Mezopotamya ve Mısır”, s. 15.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">(24)
Störig, H. J., “ İlkçağ
Felsefesi”, s. 16-23. </span>
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">(25)
Aslan, A., “Felsefe Tartışmaları,
3. Kitap”, s. 55-56.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">(26)
Weischedel, W., “Felsefenin Arka
Merdiveni”, s. 13.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">(27)
Yıldırım, C., “Bilim Tarihi”,
s. 18-19.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">(28)
Saraç, C., “Bilim Tarihi”,
s. 14. </span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">(29)
Yıldırım, C., “Matematiksel
Düşünce”, s. 19.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">(30)
Aksoy, Y., “Bilim Tarihi ve
Felsefesi”, s. 76-79.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">(31)
Frankfort, H., “Uygarlığın
Doğuşu: Mezopotamya ve Mısır”, s. 157-168.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">(32)
Yıldırım, C., “Bilim Tarihi”,
s. 20-21.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">(33)
Saraç, C., “Bilim Tarihi”,
s. 7-10. </span>
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">(34)
Will, D., “Doğunun Mirası”,
s. 417.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">(35)
Demirci, K., “Vedalar”,
s. 71-72.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">(36)
Störig, H., J., “İlk Çağ
Felsefesi”, s. 40-42.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">(37)
“Upanişadlar III-XIX: Kozmik
Tohum”.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">(38)
Johnson, C., “Yüce Upanişadlar”,
Cilt-1, s. 83.</span></div>
<div align="LEFT" class="western" style="margin-left: 0.11cm;">
<span style="color: black;">(39) Akman, T. “Dünyanın
Sibernetik Oluşumu”, s. 20-29.</span></div>
<div align="LEFT" class="western" style="margin-left: 0.11cm;">
<span style="color: black;">(40) Capra, F., “Dönüm
Noktası”, s. 20-37. </span>
</div>
<div align="LEFT" class="western" style="margin-left: 0.11cm;">
<span style="color: black;">(41) Platt, N., “Our
World Through The Ages”, s. 68-69. </span>
</div>
<div align="LEFT" class="western" style="margin-left: 0.11cm;">
<span style="color: black;">(42) Durant, II , “Uygarlık
Tarihi” Cilt-2 s.
175.</span></div>
<div align="LEFT" class="western" style="margin-left: 0.11cm;">
<span style="color: black;">(43) Hacıkadiroğlu, V.; Denkel, A., “Felsefe
Tartışmaları”, 3. Kitap, s. 70-75.</span></div>
<div align="LEFT" class="western" style="margin-left: 0.11cm;">
<span style="color: black;">(44) Sahakian, W. S., “Felsefe
Tarihi”, s. 13-14.</span></div>
<div align="LEFT" class="western" style="margin-left: 0.11cm;">
<span style="color: black;">(45) Cicero, I., “De
Natura Deorum”, s. 10-25.</span></div>
<div align="LEFT" class="western" style="margin-left: 0.11cm;">
<span style="color: black;">(46) Jeager, W., “The
Theology of the Early Greek Philosophers”, s.199.</span></div>
<div align="LEFT" class="western" style="margin-left: 0.11cm;">
<span style="color: black;">(47) Sahakian, W. S., “Felsefe
Tarihi”, s.14.</span></div>
<div align="LEFT" class="western" style="margin-left: 0.11cm;">
<span style="color: black;">(48) Störig, H. J., “İlk
Çağ Felsefesi”, s. 201-202.</span></div>
<div align="LEFT" class="western" style="margin-left: 0.11cm;">
<span style="color: black;">(49) Sahakian, W. S., “Felsefe
Tarihi”, s. 16-17.</span></div>
<div align="LEFT" class="western" style="margin-left: 0.11cm;">
<span style="color: black;">(50) Störig, H. J., “İlk
Çağ Felsefesi”, s. 231-232.</span></div>
<div align="LEFT" class="western" style="margin-left: 0.11cm;">
<span style="color: black;">(51) Weischedel, W., “Felsefenin
Arka Merdiveni”, s. 49-50.</span></div>
<div align="LEFT" class="western" style="margin-left: 0.11cm;">
<span style="color: black;">(52) Nestle, W., “Platon”,
Giriş, s. 26. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">
(53) Schwarz, F., “Geleneksel
Bilgeliğin Yeniden Keşfi”, s. 178.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">
(54) Burchard, T., “Aklın
Aynası”, s. 22-23.</span></div>
<div align="LEFT" class="western" style="margin-left: 0.11cm;">
<span style="color: black;">(55) Hunke, S. , “Avrupa
Üzerine Doğan İslâm Güneşi”, s. 149-151.</span></div>
<div align="LEFT" class="western" style="margin-left: 0.11cm;">
<span style="color: black;">(56) a.g.e., s. 353.</span></div>
<div align="JUSTIFY">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>(57)
Sarıkçıoğlu, E.,</b></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">
</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>“</b></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Başlangıçtan
Günümüze Dinler Tarihi</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>”,
s. 1-2.</b></span></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">
(58) Bucaille, M., “Kitabı
Mukaddes, Kur’an ve Bilim”, s. 181-183.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">
(59) Kırca, Ç., “İslâm
Medeniyeti”, Cilt-5, Sayı-2, s. 25-26.</span></div>
<div align="JUSTIFY">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>(60)
Hofmann, M. W.,</b></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">
</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>“</b></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Kur’an</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>”</b></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">,
</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>s.
35.</b></span></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">
(61) Deedat, A., “Kur’an: En
Büyük Mucize”, s. 39-46.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">
(62) Nevfel, A., “Kur’an’da
Ölçü ve Ahenk”, s. 17-20.</span></div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">
</span><br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-right: 0.1cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-right: 0.1cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-right: 0.1cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-right: 0.1cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-right: 0.1cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-right: 0.1cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-right: 0.1cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span>VAROLUŞ
VE BİLGİ</span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><span style="font-size: 16pt;">Yaratılmışlar
için “VARLIK”tan değil, ancak bir ”VAROLUŞ”tan söz
edilebilir. Ve bilgilerimiz büyük ölçüde bu “varoluş”a
dayanır.</span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;">“<span style="font-size: 16pt;">O”ndan
başka her şey; sanki sürekli bir hareket, değişim, dönüşüm
-oluş ve yokoluş- süreci içinde gibidir ve bunların tamamı
“O”na bağlıdır.</span></span></div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;">“<span style="font-size: 16pt;">O”
ise, öncesiz ve sonrasız bir şekilde, daima hep aynı birlik,
tamlık, mükemmellik ve güzellik içinde “VAR” olandır…..</span></span></div>
<div align="CENTER" class="western" style="margin-right: 0.1cm;">
<br />
</div>
<br />
<div align="LEFT" class="western">
<br />
</div>
Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/08771548937362766328noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2675560924338633401.post-87800922808725079682015-03-27T23:06:00.002-07:002015-03-27T23:06:58.681-07:00İslâm Dünyasında Entelektüel Hayat<div align="CENTER" style="page-break-after: avoid;">
</div>
<div align="CENTER" style="page-break-after: avoid;">
</div>
<div align="CENTER" style="page-break-after: avoid;">
</div>
<div align="CENTER" style="page-break-after: avoid;">
</div>
<div align="CENTER" style="page-break-after: avoid;">
<b>İslâm Dünyasında Entelektüel Hayat</b></div>
<div align="CENTER" style="margin-left: 0.3cm; page-break-after: avoid;">
</div>
<div align="CENTER" style="margin-left: 0.3cm; page-break-after: avoid;">
</div>
<div align="CENTER" style="margin-left: 0.3cm; page-break-after: avoid;">
</div>
<div align="JUSTIFY" style="page-break-after: avoid;">
</div>
<div align="JUSTIFY" style="page-break-after: avoid;">
</div>
<div align="JUSTIFY" style="page-break-after: avoid;">
<span style="font-size: 11pt;"><i><span style="font-size: small;"><br /></span></i></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="page-break-after: avoid;">
<span style="font-size: 11pt;"><i><span style="font-size: small;"><br /></span></i></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="page-break-after: avoid;">
<span style="font-size: 11pt;"><i><span style="font-size: small;"><br /></span></i></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="page-break-after: avoid;">
<span style="font-size: 11pt;"><i><span style="font-size: small;"><br /></span></i></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="page-break-after: avoid;">
<span style="font-size: 11pt;"><i><span style="font-size: small;">İslâmın
Doğuşu ve Gelişimi</span></i></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Yaklaşık
olarak 570 yılında, Arabistan yarımadasındaki Mekke şehrinde;
soylu , saygın ancak pek varlıklı olmayan bir aileden doğan Hz.
Muhammed’e, 610 yılında Kur’an’ın ilk ayetlerinin
vahyedilmesiyle, dünya düşünce ve kültür hayatında yepyeni bir
dönem başlamış oldu. İslâm kelimesinin kökü olan “silm”;
barış ve esenlik, aynı kökten türeyen “esleme” fiili ise
boyun eğmek ve teslim olmak anlamına gelir. Buna göre İslâm,
Tanrı iradesine boyun eğerek esenliğe kavuşmaktır.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Hz. Muhammed’in doğup, büyüdüğü
şehir olan Mekke, tüm Arabistan gibi, kültür ve uygarlık düzeyi
bakımından çok geri ve dışa kapalı bir durumdaydı. Vahyin
başladığı günlerde, Mekke’de okuma yazma bilenlerin sayısının
17 olduğu söylenir Bu şehirde yaşayan insanların bilim veya
felsefe olarak nitelendirilebilecek hiçbir etkinlikleri yoktu.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Kur’an’ın
ilk ayetinin “-<i>Oku</i>!”
emri olması ilginçtir. İzleyen ayetlerde ortaya çıkan mesajın
esası, “Tanrı’nın tekliğinin vurgulanması ve insanların
putperest yaklaşımın tabii nedenleri ve sonuçları olan cahillik,
adaletsizlik, ve çirkinliklerden kendilerini kurtarmaya davet
edilişleridir.” Mekke’nin ileri gelenleri bu yeni gelişmeyi
egemenliklerine yönelmiş bir tehdit olarak algıladılar ve Hz.
Muhammed’i çağrısından vazgeçirmek için, çeşitli yollar
denediler. Zengin ailelerden birinin kızıyla evlendirmek,
ticaretten büyük paylar vermek veya Mekke yönetiminin başına
getirmek, bunlardan ilk akla gelenlerdi. Ancak, Hz. Muhammed bunları
geri çevirince, zorbalığa başvurdular. Hz. Muhammed, Arap
geleneklerine göre kabilesi tarafından himaye altına alındığı
için, başlangıçta, bazı aşağılayıcı hareketler dışında
bir saldırıya uğramadı. Fakat genç Müslümanlar, ailelerinden
gelen yoğun baskılarla karşılaştılar. Yoksul, kimsesiz ve
korumasız kölelerle azatlılar ise çok ağır işkencelere maruz
kaldılar. Bunun üzerine, Hz. Muhammed, 615 yılında, hayatlarını
güvenli bir ortamda sürdürebilmeleri için bazı Müslümanların
Etiyopya’ya göç etmelerini istedi. Etiyopya’nın Hıristiyan
olan yöneticileri, inandıkları dini esasların Müslüman
göçmenlerinkine uygunluğunu öğrenince, onlara büyük bir
sevgiyle kucak açtılar. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Ancak 616’da Mekke ileri gelenleri
daha radikal kararlar alarak Hz. Muhammed’i korumakla ısrar eden
Haşimoğulları’na karşı ekonomik ve sosyal bir ambargo
uygulamaya ve onları toplumdan tecrit etmeye başladılar.
Mahallelerinde kuşatma altında tutulan kabile mensuplarıyla
alışveriş yapmak, evlenmek ve hatta konuşmak bile yasaklandı. Üç
yıl süren bu boykot sırasında Hz. Muhammed’in eşi Hz. Hacer
ile Haşimoğulları’nın lideri Ebu Talip öldüler. Liderliğe
geçen Ebu Leheb, amansız bir düşmanı olduğu Hz. Muhammed
üzerindeki korumayı kaldırdı. Artık Mekke’de Hz. Muhammed’in
faaliyetlerini sürdürmesi, imkânsız denecek kadar zorlaşmıştı.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Olağanüstü
bir gayretle, Hac mevsiminde Mekke dışından gelenlere davetini
ulaştırmaya çalışan Hz. Muhammed’e Yesrib’den gelen bir
grup, büyük ilgi gösterdi. Komşuları olan Yahudilerden dünyaya
son bir peygamberin gelmesinin beklendiğini öğrenmiş olan 6
Yesribli İslâm’ı kabul etti. Bir yıl sonra 621’de kalabalık
bir grup hâlinde tekrar Mekke’ye gelen Yesribliler, Hz. Muhammed’e
bağlılık yemini ettiler ve kabileleri arasında İslâm’ı
yayacaklarına dair söz verdiler. 622’de gelen Yesribliler ise onu
kendi şehirlerine davet ettiler ve ne pahasına olursa olsun, sonuna
kadar kendisiyle birlikte hareket edeceklerini belirttiler. Bunun
üzerine Mekkeli Müslümanlar küçük guruplar hâlinde Yesrib’e
göçe başladılar. Mekke ileri gelenleri Hz. Muhammed’in de
Mekke’ye gideceğinin öğrenince onu öldürmeye karar verdiler.
Ancak onların bu plânını öğrenen Hz. Muhammed, Ebubekir ile
birlikte Mekke’den ayrıldı. Onların Yesrib’e gelmelerinden
sonra bu şehir, artık “<i>Peygamber’in
Kenti</i>” veya “<i>Medine</i>”
ismiyle anılmaya başlandı.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Medine’de
Hz. Muhammed’e verilen bir arsa üzerinde hem peygamberin evi, hem
de sosyal ve kültürel hayatın merkezi olacak Mescid-i Nebi inşâ
edildi. Mescidin bir yanına kurulan sofa (suffe), yoksul ve evsiz
Müslümanlara ayrıldı. Zamanla burası İslâm’ın ilk eğitim
kurumu hâline geldi. Mekke’den göç etmiş Müslümanları
güçlendirmek için bir dayanışma kurumu oluşturuldu. Hz.
Muhammed, Arap ve Yahudi kabile başkanları ile gerçekleştirdiği
antlaşmalar sonucunda Medine Anayasası olarak adlandırılan
belgenin yürürlüğe girmesini sağladı. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Ancak,
Yahudi kabilelerinin antlaşmaya bağlılığı uzun sürmedi.
Özellikle Abdullah bin Selâm gibi önde gelen Yahudi bilginlerinin
Müslüman oluşundan sonra, bir yandan Hz. Muhammed’i küçük
düşürmeye çalışmaya, diğer yandan da Mekkeli Arap kabilelerini
kışkırtmaya başladılar. Medine’de krallığını ilan etmeyi
tasarlarken, Hz. Muhammed’in gelişiyle bu amacına ulaşması
engellenen Hazreç kabilesi liderlerinden Abdullah bin Ubey
başkanlığındaki bir grup ise, Müslümanmış gibi görünerek,
Yahudi kabilelerinin plânlarının gerçekleşmesine içten içe
katkıda bulunuyordu. Bu sırada bazı putperest Arap kabileleri de
Medine’ye saldırılar düzenleyerek Müslümanlara ait ekili
alanları ve bahçeleri yakıp, hayvanlarına el koymaya başladılar.
</span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Bu zorlayıcı nedenler üzerine
Müslümanlar ilk defa müfrezeler düzenleyerek saldırganlara
karşılık vermeye başladılar. 624 Martında gerçekleşen Bedir
savaşında ise Müslümanlar, Mekkeli putperestler karşısında ilk
büyük zaferi kazandılar. Bu savaşta Mekkeli önderlerin ileri
gelenleri öldürüldü. Savaştan sonra Medineli putperestlerden ve
Yahudilerden bir kısmı Müslüman oldu. Medine döneminde vahyin
içeriğinde, Mekke’dekine göre önemli değişiklikler oldu.
Mekke ayetleri daha çok Allah’ın varlığı, birliği,
özellikleri ve kâinatın yaratılış amacı gibi inanç esaslarını
kapsarken; Medine ayetleri, ağırlıklı olarak ibadetleri ve
toplumsal ilişkileri konu almaktaydı. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Mekkeli putperestler, İslâm
toplumunun gelişimini önlemek amacıyla 625 Martında tekrar
saldırdılar. Yapılan Uhud Savaşının sonunda iki taraf da kesin
bir üstünlük sağlayamadı. 627 Martındaki Hendek savaşıyla da
istedikleri sonuca ulaşamayan Mekkeliler, bundan sonra önemli ve
düzenli bir harekât gerçekleştiremediler. Artık putperest Arap
kabileleri kitleler hâlinde Müslüman olmaya başlamışlardı. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Hz.
Muhammed 628 Martında umre niyetiyle 1500 kadar Müslüman’la
birlikte Mekke’ye doğru yola çıktı. Mekkeliler onları kente
sokmama kararı alınca, Müslümanlar, Hudeybiye’de konakladılar.
Birkaç gün sonra taraflar arasında bir antlaşma yapıldı.
Hudeybiye antlaşmasının yakın bir gelecekte, Müslümanlar lehine
çok olumlu sonuçları olacaktır. Antlaşmaya göre iki taraf da
karşılıklı olarak düşmanca davranışlara son verecek ve
Müslümanlar gelecek yıl Kâbe’yi ziyaret edeceklerdi.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Bu barış ortamında Hz. Muhammed
çağrılarını yoğunlaştırdı. Başta Bizans, İran ve
Etiyopya’nınkiler olmak üzere bazı devlet başkanlarına
mektuplar göndererek onları İslâm’a davet etti. Etiyopya kralı
Müslüman oldu. Mekkeli putperestlerin Hudeybiye antlaşmasını
bozmaları üzerine Hz. Muhammed 630 Ocağında 10 bin Müslüman
ile, açık bir direnişle karşılaşmadan Mekke’ye girdi. Hz.
Muhammed genel bir af ilan etti ve Mekkelilerin büyük bir çoğunluğu
gönül rızasıyla Müslüman oldu. Hz. Muhammed Mekke’de 20 gün
kalarak yeni yönetimi şekillendirdikten sonra, Arabistan’daki
kabilelerin en güçlüleri olan Havazın ve Sakifliler’in
saldırılarını karşılamak üzere doğuya doğru harekete geçti.
Yapılan Huneyn savaşıyla putperest saldırılar artık tamamen
sona erdirilmiş oldu. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> 632 yılında Hz. Muhammed ilk ve son
haccını yaptı. Bu sırada gerçekleştirdiği “Veda Hutbesi”
adlı ünlü konuşmasıyla İslâm öğretisini özetleyerek; sınıf
ve ırk ayrımı yapılmaksızın tüm Müslümanların eşitliği;
can, mal ve namus dokunulmazlığı, kadın hakları, gelir dağılımı
adaleti, akrabalık gibi sosyal ilke ve ilişkilerin önemini İslâm
toplumuna tekrar hatırlattı. Hz. Muhammed, veda haccından kısa
bir süre sonra öldü.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Hz. Ebubekir’in Hz. Muhammed’e
halife seçilmesiyle başlayan dönemde (632-661) birçok çevre
ülkenin halkı İslâm’ı kabul etti. Bunu izleyen Emevi döneminde
İslâm devleti büyük bir imparatorluk hâlini aldı. Bu dönemde
sınırlar, Çin’den Afganistan’a ve Hindistan içlerine kadar
uzanmaktaydı. 670 den 709’a kadar geçen süre içinde Mısır’dan
Atlas Okyanusu kıyılarına kadar tüm Kuzey Afrika da devletin
topraklarına katıldı. 711-713 arasında İspanya fethedilmiş,
sınırlar Avrupa içlerine kadar ulaşmıştı.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Halifeliği bir hanedanlığa
dönüştüren Emevilere karşı gelişen muhalefetin ayaklanmaya
dönüşmesi sonucu yönetim 750’de Abbasilere geçti. Abbasiler
döneminde, İspanya’da Endülüs Emevileri devleti kurulunca
(756-1031), İslâm dünyasında ilk kez iki farklı yönetim ortaya
çıkmış oldu.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<h2 align="JUSTIFY" class="western" style="font-weight: normal; margin-left: 0.3cm;">
</h2>
<h2 align="JUSTIFY" class="western" style="font-weight: normal; margin-left: 0.3cm;">
</h2>
<h2 align="JUSTIFY" class="western" style="font-weight: normal; margin-left: 0.3cm;">
</h2>
<h2 align="JUSTIFY" class="western" style="font-weight: normal; margin-left: 0.3cm;">
</h2>
<h2 align="CENTER" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">İslâm
Düşünce Hayatı</span></span></h2>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> İslâm’ın
en temel kaynağı olan Kur’an vahyedildikçe kısım kısım
yazıya geçirildiği için, orijinalliğini günümüze kadar aynen
korunarak gelmiştir. İslâm’ın ikinci temel kaynağı sayılan
ve Hz. Muhammed’in sözleri ve davranışlarıyla ilgili kayıtlar
olan Hadisler ise özel bir disiplinin ayrıntılı kuralları
çerçevesinde, birkaç asır süren titiz çalışmalar sonunda
derlenip, sınıflandırılarak yazıya geçirilmiştir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Hz.
Muhammed ve dört halifesi döneminde İslam toplumu, acil ve önemli
bir çok askeri, siyasi ve sosyal problemle karşı karşıya
kalmıştı. Bu hayati derecede önemli sorunların çözümü için
toplumun hemen tüm fertlerinin seferber olduğu bu dönemde, en göze
çarpıcı entelektüel etkinlik; İslâm’ın teori ve pratiğinin
Kur’an’dan okunarak veya Peygamber ve halifelerine sorular
yöneltmek suretiyle öğrenilmesi ve sonra da öğrenilenlerin hemen
uygulamaya geçirilmesi şeklinde gerçekleştirilmekteydi.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Acaba
İslâm’ın temel kaynakları olan Kur’an’da ve Hadislerde
“bilime, düşünmeye, araştırmaya, bilginlere ve akla” ne
oranda ve nasıl yer verilmişti? Genel bir incelemeyle ortaya çıkan
tablo şudur: Kur’an’ın yaklaşık her dokuz ayetinden birinde
ilim (bilim) kelimesine veya ondan türeyen isimler ile fiillere yer
verilmektedir. 750 kadar ayette, insanın ve kâinatın yapısına
veya özelliklerine dikkat çekilmekte, 60 dan fazla ayette aklın
veya düşünmenin önemi vurgulanmaktadır. Anlaşılan odur ki,
Kur’an, insanları hiç düşünmeden, gözleri kapalı olarak
inanmaya çağıran bir kitap değildir. Aksine, Kur’an pek çok
ayetiyle, insanı gözüyle görüp, kulağıyla işitmeye ve ancak
bu yollarla edindiği bilgileri, aklıyla doğru bir şekilde
yorumladıktan sonra, onu “inanmaya” davet etmektedir. Bir
yönleriyle Kur’an’ın açıklamaları ve yorumları olan
Hadislerde de aynı tablo göze çarpar. İşte bunlardan bazı
örnekler: “<i>Allah beni
bir öğretmen olarak gönderdi. İlim, İslâm’ın hayatıdır.
Kıyamet günü,</i>
<i>âlimlerin mürekkebi,
şehitlerin kanlarına denk tutulur. Âlim, yeryüzünde Allah’ın
güvenli kulu, peygamberlerin de mirasçısıdır. Kişi, ilim
öğrenirken ölürse, şehit olmuş sayılır. İyilik ve bağışın
en üstünü, ilim öğrenip öğretmektir. Kişinin ilimden bir
konu öğrenmesi, bin rekat (farz ya da sünnet olmayan) namaz
kılmasından daha hayırlıdır. Beşikten mezara, ilim öğreniniz.
Hikmet, Müslüman’ın yitik malıdır, nerede bulursanız alınız.
İlim Çin’de de olsa gidip, alınız. Bir babanın evladına
bırakabileceği en değerli miras, iyi bir eğitim ve öğretimdir.
Her şeyin bir yolu vardır, cennetin yolu da ilim öğrenmektir.
Cehaletten daha kötü bir fakirlik olamaz. İlim rütbesi,
rütbelerin en yükseğidir. Cahiller arasında bir alim, ölüler
içindeki diri gibidir. Bir âlimin ölümü, bütün bir milletin
ölümünden daha büyük bir kayıptır. Alimin uykusu, cahilin
ibadetinden hayırlıdır.</i>”</span></div>
<div class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
Kur’an’ın
ve Hadislerin bu teşvikleri İslâm toplumunu her zaman araştırmaya,
okumaya ve düşünmeye özendirmişse de, bu yönlendirmenin en
belirgin sonuçları, sosyoekonomik, siyasi ve askeri şartların en
elverişli hâle geldiği Abbasiler döneminde görülmüştür.
Abbasi iktidarı sırasında Müslümanlar dünyanın en büyük ve
en zengin devletine sahip hâle gelmişlerdi. Halife Mansur, bir
rahatsızlığı nedeniyle, Cundişapur okulunun tıp bölümü
yöneticilerini Bağdat’a davet etti. Bu şekilde kurulan bağlantı,
kısa bir süre içinde Cundişapur’dan sonraki felsefe ve bilim
merkezinin Bağdat olmasıyla sonuçlandı. Halife Mansur’un ilgisi
sadece tıpla ve Cundişapur ile sınırlı değildi. Mansur, tüm
büyük ülkelere ve kültür merkezlerine elçiler gönderdi.
Meselâ, Bizans imparatoruna gönderdiği davette, ondan özellikle
bazı matematik ve mantık kitaplarını Bağdat’a göndermesini
istedi. Benzer şekilde Hindistan’a da elçiler göndererek kimi
bilim adamlarını Bağdat’a davet etti. Bu geniş çaplı ve
dinamik girişimin tabii bir sonucu olarak dünyanın en ünlü ve
başarılı pek çok düşünürü ve bilim adamı ile çoğu Yunanca
ve benzeri kültür dillerindeki tüm klâsik bilim ve felsefe
eserleri Bağdat’ta toplanmış oldu.</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Tüm
bu entelektüel çalışmaların Bağdat’taki merkezi “<i>Beytül
Hikme</i>” olarak
adlandırılan bilimsel ve felsefi araştırma kurumudur. Mansur,
maddi ve manevi her türlü desteği sağlayarak kurduğu sistemin en
yüksek verimle çalışması için de gereken her şeyi yaptı.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> 786 yılında iktidara gelen Abbasi
halifesi Harun Reşid zamanında bu etkinlikler daha büyük bir ivme
kazandılar. Harun Reşid, Anadolu’ya bizzat giderek çeşitli
şehirlerde bulduğu değerli kitapları Bağdat’a getirdi.
İmparatorluğa bağlı toplumların vergilerini kitap olarak
ödeyebilmelerini mümkün kılan kanunlar çıkardı. Harun Reşid,
topladığı çeşitli dillerdeki bu kitapların Arapça’ya
tercümelerini de çok yakından takip ve kontrol etti.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Bir
sonraki Abbasi halifesi Me’mun zamanında bilimsel ve felsefi
etkinlikler daha da hızlandı. Çünkü Me’mun, felsefeyle bizzat
ve çok yoğun bir şekilde meşgul olan bir yöneticiydi. Çok
yorucu felsefe çalışmalarıyla geçirdiği bir günün gecesinde
Me’mun, rüyasında Aristoteles’i görür ve bu “çatık kaşlı,
geniş alınlı ve gür saçlı” filozofa “-<i>Güzel
ve</i> <i>doğru
olan nedir?”</i> diye
sorar. “-Ak<i>la uygun
olandır</i>” cevabını
alan Me’mun sorusunu tekrarlar: “-<i>Sonra</i>?”,
Aristoteles ”–<i>Dinin
uygun gördüğüdür.</i>”
der. Halife sorusunu üçüncü kez yine tekrarlayınca, Aristoteles
bu defa “-<i>Çoğunluğun
doğru bulduğudur.</i>”
karşılığını verir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Me’mun sadece felsefeye değil,
çeşitli bilim dallarına karşı da büyük ilgi duyan bir
halifeydi. Onun zamanında Beytül Hikme yeniden düzenlenerek daha
da geliştirilir. Me’mun mevcut kütüphanenin zenginleştirilmesi
için olağanüstü çabalar gösterdi. Kıbrıs’a düzenlediği
bir seferden zaferle çıktıktan sonra Kıbrıslı yöneticilerden,
savaş tazminatı olarak “kitap” kabul etmesi, tarihte eşine çok
az rastlanan bir olaydır. Me’mun, başlamış olan bilim ve
felsefeyi geliştirme hamlesini siyasi otoritenin iradesinden
bağımsız bir hâle getirmek için geliri Beytül Hikme tarafından
kullanılmak üzere büyük vakıflar kurmuştur. Zamanın zenginleri
de liderlerini bu kültür ve bilim hamlesinde yalnız bırakmamış;
servetlerinin önemli bir kısmını, kitap toplamak ve tercüme
ettirmek için sarf etmişler ve gerektiğinde bu amaçla, yabancı
ülkelere uzun ve yorucu geziler düzenlemekten de kaçınmamışlardı.
</span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Bütün
bu çabalar sonunda Beytül Hikme bünyesinde, her bir bölümü
kurucusunun adıyla anılan ve içlerinde bir milyona yakın kitap
bulunan dev bir kütüphaneler kompleksi oluştu. Geniş bir okuma
salonuna da sahip bulunan kütüphane, isteyen herkesin istifadesine
açıktı. Kütüphane bünyesindeki kitaplar bir yandan Arapça’ya
çevrilirken, diğer yandan da Beytül Hikme kadrosunda görevli ünlü
bilim adamları, kendi telif eserlerini yazmaktaydılar. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Ancak bu dev bilimsel ve felsefi
atılımın esas olarak plânlı ve sistemli bir tercüme hareketiyle
başladığı kesindir. Sümerlerden eski Yunanlılara, onlardan
İskenderiye ve Cundişapur Okulları’na kadar uzanan insanlık
düşünce tarihinin tüm önemli kaynaklarına ait bütün değerli
eserleri, her türlü fedakârlık göze alınarak önce Beytül
Hikme kütüphanelerinde toplanmış ve sonra bunlar belirli bir
program çerçevesinde tercüme edilmiştir. Beytül Hikme’de
görevli olan zamanın ünlü düşünür ve bilim adamları, uzmanı
oldukları konuda, o güne kadar yapılmış olan tüm çalışmaları
inceledikten ve hatta bazen onları bizzat kendi gözlem ve deney
sonuçlarıyla test ettikten sonra, kendilerine ait orijinal
araştırma programlarını tatbike koyulmuşlardır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Beytül Hikme’de uygulanan bu çalışma
tekniği, astronomi konusundaki şu örnekle daha iyi kavranabilir:
Halife Me’mun zamanında, tam ve mükemmel bir “Bilimler
Akademisi” hâline dönüştürülen Beytül Hikme bünyesine bir
de rasathane eklenmiştir. Daha önce teorik alt yapısı hazırlanmış
olan İslâm astronomi geleneğine, böylece uygulama boyutu da
kazandırılmıştır. Hindistan’dan halife Mansur zamanında davet
edilmiş olan astronom Brahmagubt’un “Sindhind” adlı ünlü
eseri Arapça’ya çevrildikten sonra; kurulan araştırma ekibiyle
birlikte, adı geçen bilim adamı, yeni yıldız katalogları
hazırlamıştır.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Daha Me’mun zamanında Beytül
Hikme’nin astronomi bölümünde çalışan astronom sayısı 60’a
ulaştı. Ekipler hâlinde astronomi gözlemleri ve ölçümleri
yapan bölüm elemanları; Yunanlılar, Hintliler ve İranlılar
başta olmak üzere, o güne kadar bu alanda çalışmış olan belli
başlı tüm astronomların kitaplarındaki verileri, kendi
bulgularıyla karşılaştırarak kontrol ettiler. Sümerlerden o
zamana kadar yapılan tüm kayda değer çalışmaları analiz
ettikten sonra, Beytül Hikme astronomi gurubu, kendi orijinal
araştırmalarına başladı. Bu, ayrıca, tarihte ekip hâlinde
bilimsel bir araştırma programının uygulanışının da ilk
örneğidir. Ortaya konan eserler o kadar mükemmel olmuştur ki,
Avrupalı astronomlar bu düzeye ancak 17. yüzyılda
ulaşabileceklerdir.</span></div>
<div class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
Bu araştırma
geleneği mensuplarından El Battani (850-929) adlı astronom,
kendilerini motive eden etkeni şöyle ifade etmiştir. “<i><u><b>İnsanoğlu,
Allah’ın birliğinin ispatına, O’nun eşsiz büyüklüğünü,
yüce ilmini, muazzam kudretini ve yarattığı eserlerin
mükemmelliğini idrake, astronomi sayesinde muvaffak olabilir.”
</b></u></i>Bir gün, iki astronom; önlerinde Almagest adlı bir
eser olduğu hâlde bir cami avlusunun sütunları arasında
oturmakta iken<i><u><b>, </b></u></i>yanlarından geçenler onlara
<i><u><b>‘-Zihnininiz neyle meşguldür?’ </b></u></i>diye
sorunca, ikisinin de adı Ömer olan astronomlardan biri onlara
Kur’an’dan şu ayeti okuyarak cevap verir:<i><u><b> ‘(Onlar)
göğe bakmazlar mı, nasıl yükseltilmiş? Dağlara bakmazlar mı,
yere nasıl dikilmiş? Yer yüzüne bakmazlar mı nasıl döşenmiş?
(88. sure, 18-20. ayetler)’ </b></u></i><u>Görülen odur ki, bu
dönemin düşünürlerini ve bilim adamlarını böylesine yoğun ve
hummalı çalışmaya yönelten en önemli etken, Kur’an’daki
“Gerçekten, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile
gündüzün</u><i><u><b> </b></u></i><u>bir biri ardınca gelişinde
akıl ve sağ duyu sahipleri için, Allah’ın varlığını,
kudretini ve büyüklüğünü gösteren kesin deliller vardır.”
</u>şeklindeki teşvikler ve yönlendirmeler olmuştur.</div>
<div class="western" style="margin-left: 0.3cm; orphans: 0; widows: 0;">
Ve sonuçta ortaya W. Durant’ın “<i>Müslüman
astronomlar araştırmalarını tam bir</i> <i>bilimsel anlayışla
gerçekleştirdiler. Onlar, deney ve gözlemle teyit edilmeyen hiçbir
görüşü tamamıyla doğru olarak kabul etmediler. Battani ve
Fergani’nin eserleri 17 yüzyıl boyunca Avrupa ve Asya’da
astronominin temel kaynakları olarak kabul gördü. Battani’nin 41
yıl boyunca kusursuz bir titizlik ve dakiklik ile sürdürmüş
olduğu astronomik gözlemleriyle elde ettiği bulgular,
günümüzdekilere şaşılacak derecede yakındır</i>.”
cümleleriyle tasvir ettiği muhteşem başarı tablosu çıkmıştır.</div>
<div class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
Kur’an’ın
bu özelliği birçok batılı araştırmacılar tarafından da fark
edilmiştir. A. Pellegrin: “<i><u><b>Kur’an,</b></u></i><u><b>
</b></u><i><u><b>in</b></u></i><u><b>san </b></u><i><u><b>düşüncesini
en kapsamlı teori ve fikirlerle besleyen çok zengin bir entelektüel
ve duygusal hazine gibidir</b></u></i>.” der. G. Rivoire ise, İslâm
uygarlığının dünya tarihinin en önemli dönemini teşkil
ettiğini belirttikten sonra, bu uygarlığın dinamiklerini şöyle
açıklar: “<i><u><b>Bu yükselme ve gelişme hamlesinin sırrını
bize Kur’an’ın bir çok ayeti ve Peygamber’in hadisleri izah
etmektedir. Bu ayet ve hadislerde, Müslümanlar bilime, ilerlemeye
ve uygarlığa yöneltilmiş, böyle davranmanın bir Müslüman için
dini bir görev olduğu vurgulanmıştır.”</b></u></i></div>
<div class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
Beytül Hikme
tıp gurubu da aynı standart araştırma prosedürü çerçevesinde
faaliyet göstererek en az astronomi gurubu kadar büyük bir başarı
sergilemiştir. Bağdat’da bulunan hastaneyi bir araştırma ve
uygulama merkezi olarak kullanan Beytül Hikme tıp gurubu, tüm
klâsik tıp literatürünü inceledikten ve kendi klinik gözlem ve
deneyleriyle bunlardaki verileri test ettikten sonra, araştırma
hastanelerinde bir yandan faydalı eski uygulamaları sürdürürken,
diğer yandan da yeni ve orijinal tedavi teknikleri
geliştirmişlerdir.
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"><u> Beytül Hikme’nin matematik ve
tabii bilimler gurubu mensuplarından Harezmi ve Kindi gibi
araştırıcıların mükemmel eserleri de, yüzyıllar boyunca,
doğunun ve batının öğretim kurumlarında ders kitabı olarak
okutulmuştur.</u></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Beytül
Hikme’de başlatılan bu bilimsel araştırma geleneği, kısa
sürede ülkenin hemen tüm diğer büyük şehirlerinde kurulan
benzer bilim merkezlerine yayıldı. Bu yeni çok merkezli
uygulamanın tamamen kendine has olan, dünya biliminin gelişimine
çok önemli bir etkide bulunan bir diğer orijinal özelliği de,
insanın ve kâinatın araştırılması sürecini artık astronomi,
fizik, tıp, sosyoloji, tarih, coğrafya, jeoloji, botanik, zooloji
gibi alanların birkaçında uzman olan kişilerden oluşan ekiplerce
gerçekleştirilmesidir. Atina, İskenderiye ve Cundişapur
geleneğinde ise tek bir düşünür, her konudaki çalışmalarını
sadece felsefe başlığı altında yürütürdü. Deney ve gözleme
yer verilmeyen, sadece rasyonel spekülasyonlardan ibaret olan bu
gibi felsefi etkinliklerde, genellikle, kişisel ve orijinal olma
hedefi özellikle ve öncelikle ön plânda tutulduğu için hemen
tüm ünlü filozoflar, kendilerinden önceki düşünürlerin görüş
ve bulgularını göz ardı ederek, hatta özellikle onları tenkit
ve reddederek, kendi şahsi düşünce sistemlerini kurmaya
çalışırlardı. Oysa Müslüman bilim adamlarının ekipler
hâlinde uyguladığı bilimsel araştırma programlarında; ele
alınan konuda daha önce yapılmış olan çalışmalarda ortaya
konmuş tüm geçerli veriler ve bulgular ilk hareket noktasını
teşkil etmekte, yeni gözlem ve deney verilerinin işin içine
katılmasıyla geliştirilen daha kapsamlı yeni teoriler, eskilerini
de birer özel hâl ve alt küme olarak içermekteydi. Bu ise, ideal
bilimsel metodun ta kendisinden başka bir şey değildir. Üstelik
bu bilimsel araştırma programlarının bazıları; günümüzde
bile kolayca gerçekleştirilemeyen bir şekilde, dünyanın değişik
bölgelerinde, bir çok farklı ulustan araştırmacının
katılımıyla “çok merkezli” bir şekilde yürütülmekteydi.
İslâm üniversiteleri bilimsel çalışma programlarına, dünyada
ilk olarak uluslararası bir nitelik ve boyut kazandıran kurumlar
oldular. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> İslâm düşünce geleneğinde,
çeşitli bilim dallarında araştırmalar yapılırken, felsefi
etkinlikle de ayrı bir koldan, aynı canlılık ve verimlilikle
devam ettirilmiştir. İslâm dünyasında yetişen ünlü
filozoflar, klâsik felsefe geleneğine bağlı kalarak insanı ve
kâinatı ilgilendiren her şeyi kapsayan felsefi sistemler kurarken,
diğer yandan bilimsel araştırmaları ve geliştirmeleri izlemiş,
hatta bunlara zaman zaman bizzat kendileri de katılmıştır.
Farabi, İbni Sina, Kindi gibi filozof-bilim adamları, bunların ilk
akla gelenleridir.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Şimdi, İslâm düşünce hayatının
bu altın çağında, temel bilimsel disiplinlerde yapılmış olan
önemli çalışmaları ve bunların Batı dünyasındaki etkilerini
genel olarak gözden geçirelim.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Matematik,
tüm bilim dallarında özellikle fen bilimlerinde olguların
tasvirinde ve açıklanmasında kullanılan temel anlatım aracıdır.
Matematiğin günümüzdeki şeklini almasında Yunan ve Hint başta
olmak üzere çeşitli uygarlıkların önemli payları olsa da,
İslâm uygarlığının katkısı hepsininkinden fazladır. Bu
hususu Prof. J. Risler: “<i><u>Rönesans’ımızın
matematik hocaları, Müslüman matematikçilerdir.”</u></i>
ve Prof. E. F. Gautier “<i><u>Yalnız cebri değil diğer
matematik dallarını da Avrupa uygarlığı Müslümanlardan</u></i>
<i><u>aldığı için, günümüz matematiği, İslâm
matematiğinden başka bir şey değildir.” </u></i>şeklinde
dile getirmişlerdir.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Müslümanların matematiğe ilk
katkıları, günümüzde kullandığımız ve bazı batılı
matematikçilerce hâlâ Arap rakamları olarak adlandırılan sayı
sistemini Avrupa’ya öğretmek olmuştur. En basit bir aritmetik
işlemini bile içinden çıkılmaz bir kâbusa çeviren hantal Roma
rakamları, birkaç asırlık süreç içinde yerlerini bu yeni sayı
sistemine bırakmıştır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Bu değişimde, Beytül Hikme
matematikçilerinden El Harezmi’nin (780-850) cebirle ilgili eseri
önemli rol oynamıştır. “Aritmetik” adıyla Latince’ye
çevrilen bu kitap uzun süre Avrupa’da ders kitabı olarak
okutulmuştur. Bu eserden, yaklaşık 800 sene süresince yazılan
cebir kitaplarının yazarları temel kaynak eser olarak
yararlanmıştır. Günümüzde kullanılan “algoritma” terimi,
El-Harezmi isminin zaman içinde değişerek Latinceleşen şeklidir.
Yine bugün kullandığımız cebir (el-gebra) terimi, Harezmi’nin
cebir adlı eserinden alınmıştır.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> İslâm
matematik geleneğinin bir diğer ünlü temsilcisi olan Harranlı
Sabit b. Kurra (826-901) Harezmi’nin cebirle ilgili tekniklerini
geometri alanına uygulayarak cebirsel geometriyi geliştirmiş,
ayrıca kalkülüs ile diferansiyel hesap tekniklerini de matematiğe
kazandırmıştır.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Sabit
b. Kurra’nın izleyicisi olan El Battani, astronomide olduğu
kadar, matematik alanında da başarılı çalışmalarıyla ün
kazanmıştı. Kendinden önceki matematikçilerin belirli bir düzeye
ulaştırdığı trigonometriyi geliştirerek ona sistematik bir
nitelik kazandırmış; sinüs, kosinüs, tanjant ve kotanjant
tablolarını tam olarak hazırlamış; küresel geometriyle birlikte
bu yararlı matematiksel yöntemlerin, astronomide yaygın bir
şekilde uygulanmasının yolunu açmıştır. <u>J.
Risler’e göre Battani, trigonometrinin gerçek</u>
<u>kurucusudur. </u>Eserleriyle
günümüz matematiğine önemli katkılarda bulunan dönemin diğer
ünlü matematikçilerinin başında Ebu’l Vefa, b. Yunus ve N.
Tusi gelir. G. Cemşid de ondalık kesir sistemleri ile işlemler
hakkında ilk eserlerin yazarı olarak bilim tarihine geçmiştir.
Genellikle binom formülü olarak bilinen bağlantıyı cebire, Ömer
Hayyam, daha 12. yüzyılın başlarında kazandırmıştır.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"><u> Sayılar
teorisi ve küresel geometri konularında değerli eserler veren ve
sahip olduğu derin matematik bilgisini fizik, özellikle de optik
alanına büyük bir başarıyla uygulayan El Kindi (803-827) G.
Cardon’a göre dünyanın gelmiş geçmiş en büyük 12 dahisinden
biridir.</u> “<i>Gezegenlerin
Ters Dönüşü, Serbest Düşme, Gök Yüzünün Mavi Rengi ve
Gel-Git Olayı</i>” başta
olmak üzere 265 adet eserin ve bunlarda yer alan optikten hava
durumu tahminlerine; geometriden trigonometriye kadar birçok değişik
alana ait pek çok ilginç görüşün sahibi olan Kindi; K. Flügel,
T. De Boer, A. Nayy, H. Sulter gibi birçok araştırmacının
çalışmalarına ve yayınlarına konu teşkil etmiştir. Düşünce
ve bilim tarihçileri, Kindi’nin, Avrupa’da Rönesans
hareketlerini başlatan R. Bacon gibi düşünürleri derinden
etkilemiş olduğunu ortaya çıkarmışlardır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> B.
Heysem (965-1051) ise özellikle optik alanında, etkileri yüzlerce
yıl sürmüş olan çok önemli buluşlar ve araştırmalar
yapmıştır: “Ayna ve merceklerin optik özellikleri, karanlık
oda, ay halesi, gök kuşağı, atmosferin yapısı ve güneş ile
ayın ışıkları üzerindeki etkileri, gözlüğün icadı,
teleskopun çalışma prensibi” bunların bazılarıdır. Yunan
düşünürlerince hatalı bir şekilde “gözden çıkan bir
etkenin görme alanındaki nesneyi kuşatması” şeklinde açıklanan
görme olayını Heysem, gözün anatomisini ve fizyolojisini de işin
içine katarak doğru bir tarzda izah etmiştir. Ünlü düşünür
ve bilim adamı R. Bacon, Paris ve Oxford üniversitelerinde
Heysem’in eserlerini ders kitabı olarak okutmuş ve öğrencilerine,
onun görüşleri doğrultusunda, deney olmaksızın bilimsel çalışma
yapılamayacağını daima hatırlatmıştır. Bu durum, Oxford’un
diğer öğretim üyelerini öylesine öfkelendirmiştir ki;
sokaklara dökülüp “<i>Bacon
Müslüman oldu!</i>”
diyerek onu ve tutumunu protesto etmişlerdi. Dr. S. Hunke, Heysem’in
modern bilime katkılarını şöyle anlatır: “<i><u>Yaptığı
sayısız deneyler sonucu gerçekleştirdiği buluşlar ve ortaya
koyduğu kanunlar, bilimsel araştırma geleneğinin ilk ve gerçek
kurucusunun R. Bacon, Leonardo da Vinci veya Galileo değil, b.
Heysem olduğunu gösterir. İlginç teorik fikirleri metotlu bir
şekilde düzenlenmiş deneyler ile birleştirmeyi başaran,
Heysem’den başkası değildir.</u></i>”
</span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Diğer
bir olağanüstü bilim adamı da Beyruni (973-1051)’dir. Prof. P.
K. Hitti, Beyruni’yi, tabii bilimler alanında yetişmiş en
orijinal ve derin bilgili araştırmacılardan biri olarak
nitelerken, Sovyet Bilimler Akademisi üyelerinden B. Gafurov,
Beyruni hakkında şunları söyler: “<i>İnsanlık,
tarihinin pek az devrinde, sadece çağının bilimlerine tamamen
hakim olmakla kalmayıp, henüz kesin olarak ortaya konmamış pek
çok konu üzerinde de ilginç görüşlere ve projelere sahip
dahiler yetiştirmekle övünebilmiştir. İşte böyle bir deha olan
Beyruni, insanlığın ortak bilgi ve düşünce hayatına eşsiz
katkılarda bulunmuştur. Beyruni, yaşadığı devrin uygun olmayan
siyasi şartlarına rağmen çok sayıda eserler vermiştir. Bunlarda
ortaya koyduğu bulgular ve savunduğu tezler hakkındaki bilgimiz
arttıkça, onun dehasının büyüklüğü daha iyi bir şekilde
ortaya çıkmaktadır. Beyruni, Kopernikten 500 yıl önce dünyanın
yuvarlak olduğunu, hem de diğer gezegenlerle beraber güneşin
çevresinde döndüğünü ispat etmiştir. Günümüz için bile
orijinal sayılabilecek “brain storming” tekniğini de kullandığı
ortaya çıkarılan Beyruni’nin, çağının bir diğer dahisi olan
İbni Sina ile gerçekleştirdiği görüş alışverişleri sonucu
yoluyla çıkan bulgular</i>,
<i>Einstein ve Bohr’unkiler
kadar ilginçtir.”</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Kimya,
İslâm biliminin altın çağında önemli başarıların
sergilendiği alanlardan bir diğeridir. Viardot’un ifadesiyle
“<i>Müslümanların kimya
alanına katkıları matematik</i>
<i>alanındakinden hiç de
aşağı değildir.”</i>
Zaten bu bilim dalının Latince’deki ve diğer bir çok Avrupa
dilindeki ismi, Arapça’daki orijinal terimden alınmıştır.
Müslüman araştırmacılar bu bilim dalına yalnız adını değil,
birçok genel ilkesini de kazandırmışlardır. İngiliz tarihçisi
Custom, “Müslümanlar, deneysel kimyayı, modern organik ve
anorganik kimyanın ortaya çıkışını mümkün kılacak düzeye
ulaştırdılar.” diyerek bu gerçeği ifade eder. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> İslâm
kimyasının, dolayısıyla da modern kimya biliminin kurucusu olarak
kabul edilen Cabir b. Hayyan (721-805) kendi lâboratuarlarında
yaptığı deneyler sonucunda birçok önemli kimyasal bileşik ve
reaksiyon keşfetmiştir. Cabir, bazı madenleri cevherlerinden
saflaştırılarak ayırmak için bilinen klâsik teknikler yerine
ilk olarak; bizzat kendisinin sentezlediği nitrik ve sülfirik asit
gibi reaktantları kullanan araştırmacı olmuştur. Cabir ve
izleyicileri, yeni metotlar geliştirerek civaoksit, arsenik,
amonyak, gümüş, nitrat, şap, göztaşı, potas, sudkostik gibi
birçok kimyasal maddeyi sentezlemeyi başarmışlardır. Cabir’in
atomun yapısı ve özellikleriyle ilgili görüşleri, günümüz
için bile son derece etkileyicidir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Müslüman kimyacılar; asitleri ve
bazları tanımlayarak, aralarındaki farkları belirtmişler;
oksitlenme ve sülfürlenme reaksiyonlarıyla metallerin ağırlığında
meydana gelen artışı sistemli deneylerle ortaya koymuşlardır.
Buharlaştırma, süblimleştirme, kristalleştirme, filtrasyon ve
damıtma gibi tekniklerin lâboratuarlarda kolaylıkla
kullanabileceği düzenekler geliştiren Müslüman bilim adamları
ve teknisyenleri, günümüzdekileri aratmayacak kalitede camdan
tüpler, borular, imbikler ve benzeri kaplar imâl ettiler. Bu
düzeneklerle elde edilen saf su, saf alkol, asitler ve benzeri
kimyasal maddeler kullanarak gerçekleştirdikleri kimyasal
reaksiyonlarla, birçok yeni bileşiğin sentezini başardılar.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Bugün
endüstriyel önemi olan çeşitli sabunlar, aromatik bileşikler,
boyalar, suni gübreler ve barut gibi bir çok maddeyi ve tıbbi
tedavide kullanılan ilacı; ya ilk defa bulanlar, ya da bol ve ucuz
olarak üretilmelerinde kullanılabilecek teknikler geliştirenler de
Müslüman kimyacılar olmuştur. Günümüzün organik ve anorganik
kimya literatürünü oluşturan asit, alkali, aldehit, alkol,
benzol, potasyum (kalium), sodyum (natrium), soda, talk, pirit
(markasit), vernik (lack), anilin, antimon, amalgam, şap (alaun),
imbik, aludel, boraks, benzin, bezoar, azurblan gibi kelimeler ile;
eczacılıkta kullanılan ilaç (droge), eczane, elixir gibi bir çok
terim, Müslüman bilim adamlarının kullanmış olduğu dilden
hatıra olarak ilgili bilimsel ve teknik literatürde yaşamaktadır.
</span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Eczacılık
ve tıp alanına da aktarılan bu zengin kimya bilgisi sayesinde, bir
çok hastalığın tedavisinde başarıyla uygulana gelen pomat
draje, tablet, damla, şurup, pudra gibi farklı farmasötik
formlarda, çeşitli ilaçların hazırlanması mümkün olmuştur.
Aynı şekilde hastaları ameliyata hazırlamak için anestezi
amacıyla kullanılmak üzere değişik kimyasal maddeler ve bunların
tatbiki için çeşitli teknikler geliştiren Müslüman eczacılar
ve araştırmacılar, yara pansumanında kullanılmak üzere
günümüzdekileri aratmayacak kadar kullanışlı flasterler ile
sargı ve bandaj materyalleri de imâl etmişlerdi. Amerikalı bilim
tarihçisi W. Durant, ilk eczacılık fakültesinin ve eczanelerin
de Müslümanlar tarafından kurulduğunu bildirir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Müslüman bilim adamlarının önemli
başarılar sergilediği bir diğer alan da tıp olmuştur. Kısa bir
süre içinde geleneksel tıp literatürünün Arapça’ya
çevrilmesinden sonra Cebrail b. Buhtişu, Yuhanna b. Maseveyh,
Kenkeh el-Hindi, Huneyn b. İshak gibi isimlerden oluşan öncü
doktorlar grubunun çalışmalarıyla atılan temeller üzerinde
İslâm tıbbı hızla gelişti. 931 yılında zamanın halifesi
Muktedir adına, doktor diplomalarını yeterli teorik ve pratik
bilgiye sahip olan adaylara dağıtmakla görevli Sinan b. Sabit’in
yaptığı imtihanların sayısı 860’ı buluyordu. Bu yıllarda
çalışma izni olan doktorlar köyleri ve hapishaneleri de
dolaşarak, seyyar sahra hastaneleri ve dispanserleriyle sağlık
hizmeti vermekteydiler. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Diğer alanlarda olduğu gibi tıpta
da, Bağdat’ta başlayan bir yenilik, süratle diğer şehirlere
intikal ettirilmekte ve aynen oralarda da uygulanmaktaydı.
Böylelikle kısa bir süre sonra diğer şehirlerde de hastaneler
kurulmaya başlamıştı. Bunlardan Kahire’de açılan hastane 800
yatak kapasitesine sahipti. Sadece bir asır içinde Bağdat’tan
İspanya’ya ulaşan bu kalkınma hamlesi öylesine muhteşem oldu
ki X. yüzyıl ortalarında Kurtuba şehrindeki hastane sayısı
50’ye ulaştı. Kalkınma sadece nicelik bakımın değil, nitelik
bakımından da mükemmel olmuştur. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Dr. S. Hunke, bu hastanelerden birinde
tedavi gören bir hastanın mektubundan şu satırları aktarır:
“Sevgili babacığım!... Para göndermeni isteyip istemediğimi
soruyorsun. Hiç gerek yok! Çünkü buradan taburcu olurken bana bir
takım yeni elbise ve hemen işe başlamak zorunda kalmamam için beş
altın verecekler. Eğer taburcu olmadan önce beni görmek için
ziyarete gelirsen, ben, ameliyat salonunun yan tarafındaki ortopedi
servisinde bulunuyorum. Eğer hastaneye büyük kapıdan girersen,
önce, yeni müracaat eden hastaların doktorlar ve tıp
öğrencilerince muayene edildiği polikliniklerden geçmen gerekir.
Ben de, burada muayene edildikten sonra, hastaneye yatırılması
gereken diğer hastalar gibi poliklinik ve servis defterlerine
kaydımı takiben, başhekimliğe sevk edildim. Sonra hasta bakıcı
beni servise taşıdı. Banyoda yıkandıktan sonra, bana hastanenin
temiz elbiseleri giydirildi. Bizim servise ulaşmak için,
polikliniklerden geç ve başhekimin ders verdiği büyük konferans
salonunun yanındaki kütüphanenin önüne gel. Yürümeye devam
edersen; cerrahi, ortopedi ve dahiliye kliniklerine varırsın. Orada
eğer bir odadan müzik sesi duyarsan, içeri gir, bak. Belki
gündüzleri kitap okuyup, müzik dinleyen nekahet dönemi hastaları
arasında beni de görebilirsin.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Bu sabah vizitini asistan ve hasta
bakıcılar ile birlikte yapan başhekim beni muayene ettikten sonra
servis doktoruna bazı notlar yazdırdı. Vizit bitince yanıma gelen
doktorum artık yeterince iyileştiğimi ve yarın beni taburcu
edebileceklerini söyledi. Aslında burası öyle güzel ve öyle
temiz ki, insana ayrılmak zor geliyor. Çarşaflar bembeyaz Şam
patiskasından yapılmış, yorganlar da kadife gibi yumuşak. Her
odada su akıyor. Gece hava serinlerse, odalar hemen ısıtılıyor.
Cerrahi servislerinde, diyet yapması gerekli olmayan hastalara tavuk
ve koyun etinden yapılmış nefis yemekler veriliyor.” </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Hunke,
şöyle devam eder: “Bu mektupta anlatılanları, gurur duyduğumuz
20. yüzyıl uygarlığının mensubu olan bizler bile abartılı
bulur ve bunlara inanmakta zorluk çekebiliriz. Gerçekte bu mektup,
bin yıl önce, Himalayalar ile Pireneler arasında yer alan hemen
tüm büyük Müslüman şehirlerinde mutlaka bulunan hastanelerden
herhangi birini tasvir etmektedir.”<sup>55</sup></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> İslâm tıbbının böylesine yüksek
düzeylere ulaşmasına katkıda bulunan araştırmacı hekimlerin
başında İbni Sina (980-1035) gelir. 1980 yılında
gerçekleştirilen “Uluslararası İbni Sina Sempozyumu”nda, bazı
batılı bilim tarihçilerince “doktorların kıralı” veya “en
büyük tıp yazarı” gibi sıfatlarla nitelenen bu büyük
hekimin, “tüm çağların en büyük tıp araştırmacısı”
olduğu bir kez daha teyit edilmiştir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> İbni
Sina’nın “Kanun” adlı tıp kitabı, Avrupa üniversitelerinde,
600 seneden uzun bir zaman boyunca ders kitabı olarak
kullanılmıştır. İlk defa 12. yüzyılda Gerhard de Cremon
tarafından Latince’ye çevrilen Kanun’un daha sonra çeşitli
ülkelerde 87 değişik tercümesi ve baskısı yapılmıştır. 17.
yüzyılın ortalarına kadar Montepellier ve Louvain
Üniversitelerinde zorunlu ders kitabı olarak kullanılan Kanun,
gelmiş geçmiş tüm ders kitapları içinde en uzun süre hizmet
vereni olmuştur. Kanun’dan Brüksel Üniversitesinde 1909 yılında
bile hâlen bir tıp eseri olarak faydalanılmaktaydı. İbni
Sina’nınkiyle rekabet edecek kadar üne sahip bir diğer Türk
doktoru da Razi’dir (864-925). Havi adlı eseri, Kanun’un
yanında, 17. yüzyılda bile Frankfurt Üniversitesinin eğitim ve
öğretim materyali içinde yer alan Razi, daha çok klinik
başarılarıyla tanınır ve yaşadığı dönemin en büyük
klinisyeni olarak kabul edilir. Dr. Hunke, Razi hakkında şunları
söyler “<i>O, görev ve
meslek bilinci yüksek bir doktor, çaresizlerin şefkatli
yardımcısı, başarılı bir hekimler jenerasyonunun mükemmel
öğretmeni, kendi zamanına kadar yazılmış olan tüm tıp
literatürünü inceleyip onlardaki geçerli bilgileri derledikten
sonra üzerlerine yenilerini ekleyerek çağını aşan bir tıp
sistemi kuran müellif, başarılı bir klinisyen, zeki bir gözlemci</i>
<i>ve titiz bir
biyokimyacıdır</i>.”</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> İbni Sina ve Razi gibi çağlarını
aşan ve kendi alanlarında “ilklere” imza atan pek çok başarılı
Müslüman doktor yetişmiştir. Meselâ, bunlardan Ali bin İsa, göz
hastalıkları konusundaki ilk kitabı yazan tıp bilgini ve o
dönemlerin Avrupa ve Asya’daki en önemli göz doktorlarından
biriydi. Avrupa’da “Haly Jezu” olarak bilinen İsa’nın “Göz
Doktorları İçin Notlar” eseri 19. yüzyılın ortalarına kadar
alanının en mükemmel eseri unvanını koruyarak tam anlamıyla bir
rekor kırmıştır. Tamamen orijinal bir tarzda kaleme alınmış
olan eserde; gözün anatomisi, patolojisi ve farmakolojisi ile
koruyucu hekimlik bilgileri yer almaktaydı. Kendisi de bir göz
hastalıkları uzmanı ve aynı zamanda da bir Tıp Tarihçisi olan
M. Meyerhof’un belirttiğine göre: “Bilim dünyası, bu kitabın
daha iyisini görebilmek için 19. yüzyılın ortalarına kadar
beklemek zorunda kalmıştır.” Ali bin İsa’nın bu eserinin en
büyük rakibi, 18. yüzyıla dek, bir başka Müslüman göz doktoru
olan Ammar bin Ali’nin ”Göz Hastalıklarında Temel Tedavi”
adlı kitabı olmuştur. Ammar, kendi geliştirdiği özel tedavi
teknikleriyle de ün kazanmıştı. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> Müslüman
tıp araştırmacılarının hâlâ tercüme edilmemiş ve bilim
tarihçilerinin inceleme platformuna henüz alınmamış pek çok
buluşları olduğu söylenmektedir. Meselâ, 1923 yılında Freiburg
Tıp fakültesinde hazırlanan iki ayrı tezde, bunlardan birisi
ortaya konmuştu. Buna göre küçük kan dolaşımı, Avrupa’da
keşfedilişinden yüzlerce yıl önce, ilk olarak İbnünnefis adlı
Müslüman hekimce bulunmuştu. 11. yüzyılda Constantin adlı
yazarca kaleme alındığı söylenen “Liber Pantegni”nin,
aslında Ali bin Abbas adlı Müslüman cerrahın “Kitab-ul
Meliki”nin bir kopyası olduğu, ancak orijinal kitap bulunduktan
ve dürüst araştırmacılarca tercüme edildikten sonra ortaya
çıkarılması da, konuyla ilgili ilginç bir örnektir. Bugün için
ancak eserleri günümüze ulaşan ve tercümeleri güvenilir
çevrelerde yapılan bilim adamı ve düşünürlerin çalışmaları
hakkında bilgi sahibi olabiliyoruz. Meselâ, bunlardan, Zehravi’nin,
200 ameliyat aletinin tek tek çizimini ve kullanış tekniğini
içeren kitabı olağanüstü zengin içeriğiyle günümüzde bile
hayranlık uyandırmaktadır. Ancak bu durum gerçekleşene ve eser
yaygın olarak bilim çevrelerine tanıtılana dek, “<i>Trendelenburg
pozisyonu</i>” gibi
teknikler ve uygulamalar, tıp camiasına başka araştırmacılarca
aktarılmış olduğu için, onların adıyla anılır olmuştur.
Bazı bilim tarihçilerine göre Leonardo da Vinci gibi bazı
ünlülerin, bilim, teknoloji ve sanat alanlarında İslâm
uygarlığından ne oranda faydalanmış oldukları hususu, henüz
araştırılmayı bekleyen ilginç bir konudur. </span>
</div>
<div align="LEFT" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> Müslüman
araştırmacı ve düşünürler, Avrupa’da Rönesans hareketleri
başlamadan önce;<u>
coğrafyadan </u>(İbni
Batuta, İbni Mensudi, İdrisi, vd) <u>zoolojiye</u>
(Demiri, Cahiz, vd); <u>otomasyon
ve robotikten</u> (Cezeri,
Ebul-iz), <u>sosyolojiye</u>
(İbni Haldun) kadar bir çok disiplini; ya ilk kuran veya ilgili
disiplini spekülatif nitelikten arındırıp, bilimsel bir düzeye
ilk ulaştıran bilim adamları olmayı başarmışlardır. Bu zengin
birikim ve alt yapının daha sonra Avrupa bilim ve kültür
çerçevelerince alınıp, kullanılmasıyla günümüz modern
biliminin doğup, gelişmesi mümkün olmuştur. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> İslâm
dünyasının bünyesinde gelişen bilim ve uygarlık, Avrupa
ülkelerine başlıca iki ana iki yol üzerinden ulaşmıştır:
“Sicilya ve İspanya”. Uzun bir süre Müslüman egemenliği
altında kalan Sicilya Normanlar’ın eline geçtiğinde İslâm
uygarlığının kurum, kuruluş, eser ve entelektüel birikimi de el
değiştirmiş oldu. II. Roger’in (1101–1154) yönetimi
sırasında, içlerinde Arapça, Latince ve Grekçe olmak üzere 3
dil konuşabilenlerin azımsanmayacak oranda bulunduğu Sicilya
halkının canlı İslâm entelektüel hayatından edindiği bilgi ve
kültür düzeyi oldukça yüksekti. Bu durum, Müslüman düşünür
ve bilim adamlarının eserlerinin Avrupa dillerine çevrilmesi için
çok uygun bir ortam sağlıyordu. II. Roger ve torunu II. William
(1166 – 1189) döneminde Polermo şehri büyük bir bilim ve kültür
merkezi hâlini aldı. Burada bir yandan İslâm dönemi eserleri
Avrupa dillerine çevrilirken, diğer yandan da bazı Müslüman
bilim adamları ve düşünürleri Palermo sarayında Avrupalı
öğrencilere dersler vermekte ve yeni eserler kaleme almaktaydı.
Meselâ, bunlardan ünlü Müslüman coğrafyacı İdrisi’nin II.
Roger’in desteğiyle hazırladığı ve ismini de ona izafe ettiği
“Kitabu Rogeri” daha önce Beytül Hikme bilginlerince
hazırlanmış olan haritaları ve kayda geçirilmiş olan bilgileri
de kapsamaktaydı. Bu ve benzeri eserler, Rönesans’ın
karakteristiklerinden olan büyük gezilerin ve coğrafi keşiflerin
alt yapısını hazırlamıştır. Nitekim, H. J. Kramers’in
belirttiğine göre, Kristof Coloumb “Arin Hipotezi” ve benzeri
bilgileri, P. I. Mundi’nin Harezmi tarafından yazılan
“Mürselat”dan yaptığı çeviriden öğrenmiş ve gezilerini bu
bilgilerin ışığında plânlayıp gerçekleştirmişti. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> II. Roger ve II. William’ın mensubu
olduğu sülâlenin iktidarı kaybetmesi, bu bilimsel ve kültürel
transfer hamlesini aksatmadı. Hatta II. Frederik (1194–1250)
döneminde bu etkinlikler daha da hızlandı. Bu dönemde Napoli
Üniversitesi, İslâm uygarlığının Batıya tanıtıldığı bir
merkez hâlini aldı. Buraya getirilen kitaplar tercüme edildikten
sonra Fransa Almanya, İngiltere, Polonya ve diğer ülkelerdeki
üniversitelere gönderilmekteydi. Napoli Üniversitesinde yapılan
araştırma ve çalışmaların parlak ve çarpıcı sonuçları,
Avrupa eğitim kurumlarını kısa bir zamanda öylesine büyük
ölçüde etkiledi ki, hemen tüm Batı üniversitelerinin müfredat
programları, Napoli üniversitesine göre belirlenmeye başlandı.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> II.
Frederik, 6 farklı dil bilen, İslâm bilim ve felsefesine hayran
olan ve anlatılan tüm bu entelektüel faaliyetlere bizzat katılan
ileri görüşlü ve kültürlü bir yöneticiydi. Dr. S. Hunke onun
modern Avrupa’nın doğuşuna sağladığı büyük katkıyı şöyle
anlatır: “II. Frederik’in bizzat kendisi de Müslüman eğitim
kurumlarında çağının en üst düzeyinde bir öğrenim görmüş
parlak bir öğrenciydi. Onun, İslâm okulunda öğrencilikten
hocalığa yükseldiği ve eğitimini tamamladıktan sonra tüm
koltuk değneklerini (asılsız kilise dogmalarını) fırlatıp,
attığı ve kendi ayakları üzerinde yürümeye başladığı
söylenir. Frederik, Arap okullarında sadece sınırlı bir eğitim
almakla kalmayıp, Avrupa’da modern tabii bilimlerin bizzat
başlatıcısı veya kurucusu da olur. O, Albertus Magnus, Roger
Bacon, Leonardo da Vinci, Francis Bacon ve Galileo gibi düşünürler
zincirinin birinci halkası gibi görünür. Aslında, O, İslâm
düşünce dünyasından uzanıp gelen asıl zinciri, Avrupa’ya
bağlayan halkadır. Çünkü, Albertus Magnus, Roger Bacon ve
Leonardo da Vinci’nin entelektüel birikimleri de gerçekte,
doğrudan doğruya Müslüman uygarlığına dayanmaktadırlar. Bu
uygarlık, Frederik aracılığıyla Sicilya sarayında bir defa daha
onlara ulaşmış olmaktaydı. Modern batı uygarlığı böylelikle,
Sicilya’da doğmuş oldu.”<sup>56</sup></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Evet,
Rönesans hareketi işte bu nedenlerle İtalya’da başlayacaktır.
Endülüs veya İspanya, İslâm uygarlığının Avrupa’ya geçtiği
ikinci güzergâh olmuştur. Toledo, Sevilla ve Kurtuba, Endülüs
bilim, kültür ve uygarlık merkezlerinin en ünlüleriydi. Toledo
şehrinin 1085 yılında Hıristiyanların eline geçmesi, Endülüs
uygarlığının da Batı’ya geçişinde bir dönüm noktası
teşkil etti. XII. Alphons döneminde, piskopos Raymond Lull’un
teşvik ve yardımlarıyla 1134 yılında Toledo’da İslâm bilgin
ve düşünürlerinin eserlerinin yoğun ve sistemli bir şekilde
tercüme edildiği bir çeviri merkezi kuruldu. Bu merkez, daha sonra
bir düşünce okuluna dönüştü. Bu okulda yaklaşık 50 yıllık
bir süreç içinde Michel Scot, Chesterli Robert, Sevilleli John,
Dalmatyalı Hermann, Abraham b. Ezra ve Kremonalı Gerard gibi birçok
ünlü tercüman ve düşünür, hemen tüm belli başlı bilim ve
felsefe eserlerini Arapça’dan Latince’ye çevirdi. Çok büyük
entelektüel sonuçları ve etkileri olan bu çeviri faaliyetlerinin
önemini Renon “<i>Bu
okul, Avrupa düşünce tarihini iki döneme ayırır: Toledo Okulu
öncesi ve Toledo Okulu sonrası</i>”
diyerek ifade eder. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> İspanya ve Sicilya’da başlayan bu
kültürel ve bilimsel transformasyon; Padova, Tolua, Lyon,
Montpeiller, Balogne, Paris, Oxford ve Collegne (Köln)
üniversitelerinde, Rönesans’ın alt yapısının hazırlanmasıyla
sonuçlanmıştır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Bu kültürel transferin sosyal
etkileri öylesine güçlüydü ki dönemin Papaları bile ondan
etkilenmekteydi. Asıl adı Gerbert olan Papa II. Sylvester,
Fransa’nın Auvergne şehrinde doğmuştu. Ülkesinde kısa bir
eğitim gördükten sonra Gerbert, Müslümanlara ait okullarda dil,
bilim, sanat ve felsefe dersleri aldı. Gerbert, bu eğitimini de
tamamladıktan sonra zamanının Roma–Germen İmparatoru III. Otto
ile tanıştı. İmparator ve saray çevrelerini, bilgisi ve
kültürüyle kendine hayran bırakan Gerbert, 999 yılında boşalan
Papalık makamına getirildi. Gerbert’in Papa olmasıyla, İslâm
uygarlığının Avrupa’da yaygınlaşması farklı bir boyut
kazandı. Çok yönlü kişiliği ve özel yetenekleriyle Gerbert
yalnız bilim değil sanat alanında da birçok yeniliğin
gerçekleştirilmesine öncülük etti. Meselâ, Kilise ilahilerinin
seslendiriliş biçimini Müslüman müzik teorisyenlerinin görüşleri
doğrultusunda değiştiren Gerbert, Batı edebiyatının yeni
şeklinin oluşumunda önemli etkileri olan Troubadure adlı şairler
grubunun faaliyetlerine zemin hazırlamış ve ayrıca yeni tiyatro
eserlerinin yazılıp, sahnelenmesini de teşvik etmiştir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Ancak, ne yazık ki, tutucu Kilise
çevreleri, Gerbert’in yenilikçi girişimlerine ancak 4 yıl
tahammül edebilmiştir. Worlander’in ifadesiyle “Bir nur gibi
parlayan bu büyük ruh, dar görüşlü çağdaşlarınca bir büyücü
olarak nitelenir” ve (kendisini Papalık makamına getiren
imparator gibi) o da zehirlenerek öldürülür. </span>
</div>
<br />
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> </span>
</div>
<br />
<div align="JUSTIFY" class="western" style="font-weight: normal; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Ancak Gerbert’in açtığı aydınlık
yolda artık birçok izleyicisi Rönesans yönünde ilerlemektedir.
Meselâ bunlardan, daha sonra “Franklar’ın Sokrates’ı”
unvanını kazanacak olan öğrencisi Chartlesli Fulbert yeni bir
bilim ve felsefe okulunun açılışına ön ayak olur. Süratle
büyüyen ve gelişen bu okulda Müslüman bilim adamlarının ve
düşünürlerinin eserleri ders kitabı olarak okutulur. İslâm
bilimine karşı Avrupa’nın birçok kesiminde geniş bir ilgi
uyanmasına yol açan bu okulun daha sonra Paris ve Londra’da da
benzerleri açacaktır. </span>
</div>
Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/08771548937362766328noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2675560924338633401.post-26894722741134935822015-03-27T23:05:00.001-07:002015-03-27T23:05:41.166-07:00Düşünce Tarihi ve Philosophia Perennis<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;">Düşünce
Tarihi ve Philosophia Perennis</span></div>
<div align="CENTER" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">
Yakın zamanlara kadar,
batılı düşünce tarihçilerinin önemli bir kısmı, modern
felsefenin başlatıcılarının antik Yunan filozofları olduğu
kanaatine sahiptiler. Onlara göre; Yunan felsefesinden önceki
dönemlerde<u>,</u>
sistemsiz ve esasen dini bir niteliğe sahip bazı görüş ve
inançlardan ibaret olan insanlığın ortak bilgi dağarcığı,
özellikle İyonyalı düşünürlerin başlattığı ve Platon ile
Aristoteles’in zirveye ulaştırdığı entelektüel çabalarla,
günümüz felsefesinin temellerini oluşturmuştu. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<u> <span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Ancak,
“Düşünce Tarihi” adlı müteakip kısımda çeşitli
örneklerle ele alınacağı gibi, bazı yeni bulgular, ana
hatlarıyla doğru olan bu tabloda iki önemli eksik veya hatanın
mevcut bulunduğunu göstermektedir. Bu bulguların ilk grubu, Sümer,
Mısır, Hint ve Çin uygarlıkları ile bu uygarlıkların düşünce
hayatının, İyonya ve antik Yunanistan’ın diğer
bölgelerindekinden hiç de aşağı kalmayacak bir mükemmellikte
olması hususuyla ilgilidir. Bunların ikincisini ise, hem İyonya
fizikçilerinin hem de Platon ve Aristoteles’in yararlandığı
materyalin büyük ölçüde dini kaynaklardan sağlanmış olduğunu
gösteren bulgular oluşturur. Bu gelişmeler, </span></span></span></span></u><span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><u><b>günümüz
düşünce yapı ve sistemlerinin temellerinde, daha önceleri
sanıldığının aksine, dini bilgi ve kavramların çok öncelikli
ve önemli bir düzeyde yer aldığını </b></u></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><u>ortaya
çıkarmıştır. Bazı düşünürler tarafından</u></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><u><b>
‘philosophia perennis</b></u></i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><u>’
olarak adlandırılan bu anlayışa göre; felsefe, bilim ve tekniğin
temelleri; yeryüzünde ilk insanın yaşamaya başlaması ile
atılmış ve insanlığın bu ortak mirası, zaman içinde birikip,
zenginleşerek günümüzdeki durumuna ulaşmıştır.</u></i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>
“Düşünce Tarihi” içinde yapacağımız gezinin doğuracağı
intiba, bakalım zihin ve kalbinizde bu görüşü ne oranda
destekleyecek...</i></span></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;">Düşünce
Tarihi: Felsefenin ve Bilimin Doğuşu</span></div>
<div align="CENTER" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> Tarih, belgelere dayanarak geçmişte
gerçekleşmiş olan olayların, zaman, yer ve sebep gibi
özellikleriyle ele alındığı bilim dalıdır. Bu alanda çalışan
araştırmacılar, eldeki kaynak materyalin eleştirel tetkiklerine
dayanarak, özellikle belli başlı tarihsel olayları kronolojik
tutarlılık ölçüleri içinde irdeleyerek bunların nedenlerini ve
önemli sonuçlarını ortaya koymayı hedeflerler. Tabiat
bilimlerindeki gibi doğrudan gözleme dayanmak yerine, tarihte; çoğu
defa eksik ve kusurlu belgesel kayıtlardan veya ifadelerden
hareketle; akıl yürütme ve çıkarım yoluyla, “geçmişte”
olanlar ortaya konulup, yeniden kurgulanmaya çalışılır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> Tarihçi,
önce kaynaklarını bir dizi ön incelemeden geçirir. Bu işlemlerin
ilk safhasında, kaynakların belirlenen amaç açısından uygun ve
yeterli olup, olmadığının tespitine yönelik bir “dış
eleştiri” gerçekleştirilir. Tarihçi, kaynaklarını bu şekilde
seçtikten sonra, bir “iç eleştiri” işlemi yoluyla bunları
özümlemeye girişir. Bu merhalenin başarıyla tamamlanabilmesi
için, tarihçinin elindeki belgenin diline bütün incelikleriyle
hakim olması; eğer varsa, metinde sonradan oluşmuş tahrifat veya
tahribatı tespit ederek orijinal yapıyı tahmine çalışması,
ayrıca kayıtçıyı, zamanının şartları çerçevesinde
tanımaya ve düşünce yapısını kavramaya çalışması gerekir.
</span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Bütün bu eleştirel işlemler,
aslında sadece bir başlangıçtır. Ve tarihçinin asıl işi ise,
elindeki malzemeden bir sentez oluşturmaktır. Artık tarihçi için,
bir teknik elemanınkinden ziyade bir sanatçının veya mucidinkine
benzer bir entelektüel faaliyet safhası başlamıştır. O, bu
süreçte, incelediği döneme ve kişilere olabildiğince
yakınlaşabilmeli, onların duygu ve düşüncelerini kendi çağ ve
şartlarının bağlamı içinde anlayıp, kavrayabilmelidir.</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Tarih, gerçekte, oldukça “yeni”
veya “genç” bir bilim dalıdır. Kronolojik olarak günümüzden
geçmişe doğru bakıldığında, belirli bir noktadan sonra, tarihi
belge ve bulguların çeşit ve miktar bakımından son derece
azaldığı görülmektedir. Ayrıca henüz ulaşamadığımız
birçok kalıntı, yerin ve denizlerin derinliklerinde keşfedilmeyi
beklemektedir.</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Bunlardan başka, bulunmuş olan
yetersiz materyalden bir toplumun, bir uygarlığın veya bir
kültürün tam olarak anlaşılıp, kavranabilmesi de gerçekten çok
zordur. Tarihçinin zihninde birçok kurgu ve çıkarım işleminden
sonra şekillenen hipotetik model; tam, kesin ve mutlak olmaktan
genellikle uzaktır. Çoğu defa aynı bulgulardan; farklı
tarihçiler, ortaya farklı modeller koyabilmektedir. Bundan dolayı,
bu bölümde, mümkün olduğunca üzerinde fikir birliğine varılmış
olan tarihi gerçekler ve kabuller esas alınmaya çalışılmıştır.
</span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> “İnsanlık
tarihinin ilk büyük dönüm noktasına, çok miktarda yiyecek
üretimine geçiş ile ulaşıldığı” hususu, bu türden bir
kabuldür.<sup>21</sup>
Böylelikle belirli bir bölgede yaşayabilen insanların sayısında
büyük artışlar mümkün olmuş ve üzerinde bir uygarlığın
yükselebileceği sosyoekonomik temeller atılmıştır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"><u> Çiftçilik ve çobanlığın
yaygınlaşarak gelişmesine dair en eski ve en önemli örneklerden
birisi, Ortadoğu’da M.Ö. 8500-7000 yılları dolaylarında
gerçekleşmiştir. Tahıl tarımı ancak çok az bir kısmının
belgelerle ortaya konduğu göçler yoluyla, buradan Avrupa’ya,
Hindistan’a, Çin’e ve Afrika’ya yayılmış olmalıdır.
</u></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> İnsanlık
tarihinin ikinci büyük dönüm noktasına “uygar toplumlar”
olarak adlandırılan, çeşitli beceri ve zenginliklere sahip
kompleks yapılı toplulukların ortaya çıkışıyla ulaşılmıştır.
Elde mevcut belgelere göre, en eski uygar toplumlar, Dicle ve Fırat
ırmaklarının aşağı kıvrımları boyunca Basra Körfezi’ne
kadar uzanan düz alüvyon ovası üzerinde yer alan Sümer ülkesinde
doğdu.<sup>22</sup></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Ancak,
H. Frankfort; tarih biliminin yeniliği, gelişmişlik derecesinin
azlığı ve elde mevcut tarihi belgelerin yetersizliği gibi
hususlara dikkat çektikten sonra, “Uygarlığın Doğuşu:
Mezopotamya ve Mısır” adlı kitabında şunları belirtir:
“Konumuz uygarlığın Yakındoğu’da doğuşu. Dolayısıyla,
soyut olarak uygarlığı mümkün kılan şartların neler olduğu
sorusuna cevap aramakla meşgul olmayacağız. Bence, zaten böyle
bir cevap bulunsa bile bu, tarihi değil, felsefi bir cevap
olacaktır.”<sup> </sup>H.
Frankfort, konuyla ilgili görüşlerini anlatmayı şöyle sürdürür:
“Bununla birlikte, günümüz uygarlığının Mezopotamya ve
Mısır’da doğduğu hususunda, tarihçiler arasında çok yaygın
olan bir uzlaşma olduğu için, burada ele alıp inceleyeceğimiz
materyalin bize böyle bir cevabın genel çerçevesini
çizilebileceği söylenebilir. Uygarlığın doğuşu olgusunun, çok
merkezli ve birden fazla defa vuku bulmuş bir olgu olduğu şeklinde
kanaatler de mevcuttur. Ama bunun, çoğu yerde gerçek ve orijinal
bir doğuş olmayıp; daha gelişmiş toplumlarla temasın bir
sonucu olarak başlayan veya en azından böyle bir ilişkiyle
hızlanan bir süreç olduğu kesindir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <u>Şimdilik, uygarlığın doğuşunun
bir dış etkiyle değil, kendi iç dinamikleriyle gerçekleştiği
intibaının veren sadece üç yer bilinmektedir: Bunlar; Eski Çağ
yakındoğusu (Mezopotamya ve Mısır), Çin ve orta-güney
Amerika’dır. Ne var ki; Maya ve İnka uygarlıklarının oluşum
süreci hakkında henüz yeterince bilgimiz bulunmağı gibi,
Çin’deki uygarlığın da batıdan gelen bazı etkilerin sonucunda
gelişmiş olma ihtimali oldukça güçlüdür. </u></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <u>Buna karşılık, Mezopotamya ve
Mısır’ın genelde tüm yeryüzüne hakim “ortalama” yaşama
şartlarının oldukça üzerine çıkılabildiği ilk ülkeler
olduklarına dair bir çok belge ve materyal mevcuttur. Bu
topraklarda uygarlığın ortaya çıkışında; herhangi bir diğer
toplumun etkisinin olduğuna dair de hiçbir delil yoktur.”</u><sup>23
</sup> </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Evet, şu anki bilgilerimiz ışığında,
belirli teknikler ve araçlarla geniş ölçüde tarım ve
hayvancılık yapabilen; büyük, düzenli ve plânlı şehirler
kuran; bilim sanat, teknik ve felsefede belirli düzeye ulaşmış
olan ve bütün bu faaliyetlerinden geriye-henüz yeterli miktarlara
ulaşmamış da olsa-birtakım belge, yazı ve materyal kalmış olan
en eski uygarlığın Mezopotamya’da doğduğunu söyleyebiliriz.
</span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Sümerler, mevcut tarihi belgelere
göre, dünyanın bu en eski uygarlığının kurucularıdır.
Sınırlarını Fırat ve Dicle ırmaklarının çizdiği
Mezopotamya’nın en güney kesimini içine alan ve daha sonraları
“Babil” olarak adlandırılan bölgede yaşayan Sümerler;
bataklıkları kurutarak tarıma elverişli hale getirmiş;
dokumacılık, dericilik, metal işleme, mimari, seramik gibi teknik
ve sanatları geliştirmiş, ayrıca ilk ticaret merkez ve
yollarını da açmışlardır.</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> M.Ö. 3000 yılı dolaylarında bölgede
en az 12 kent devleti bulunuyordu. Bu devletlerin her biri, surlarla
çevrili birer şehir ile, onun etrafında yer alan köylerden ve
arazilerden oluşmaktaydı. Bu şehirler, tıpkı günümüzdekine
benzer şekilde, siyasi iktidarın halkın elinde bulunduğu en ileri
yönetim şekli olan demokrasiyle yönetilmekteydi. Ancak zamanla
şehirler arası rekabet ve mücadele şiddetlenince, demokrasi
yerini krallık yönetimine bıraktı. Ve 12 şehir devletinden biri
olan Kiş’in hükümdarı Etana, 2800 yıllarında tüm kent
devletlerini yönetimi altında topladı. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Sümerce,
bilinen ilk yazı dilidir. Dilbilimsel çalışmalarda; bu dille daha
eski, herhangi bir başka dil arasında henüz akrabalık
kurulamamıştır. Zamanla, tüm çevre topraklarda da konuşulmaya
başlanan Sümer dili; gelişim süreci bakımından “Arkaik, Eski
(veya <u>klâsik</u>),
Yeni, ve Sümer Sonrası” olmak üzere dört farklı döneme
ayrılabilmektedir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> M.Ö. 3100-2500 yılları arasına
tarihlendirilen Arkaik Sümer dili; ticaret, yönetim, felsefe ve
eğitimle ilgili metinler halinde günümüze ulaşmış, ancak henüz
çok küçük bir bölümü çözülüp, anlaşılabilmiştir. M.Ö.
2500-2300 yılları arasına tarihlendirilen Eski veya Klâsik Sümer
dili ise Lagaş krallarına ait metinlerin dilidir. Bu döneme ait
tabletlerde ticari antlaşmalar, hukuki ve idari esaslar, felsefi
yazılar, mektuplar ve dini metinler yer almaktadır. Sümer dilinin
bu biçimi, bir öncekinden daha iyi çözülmüştür.
</span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Yeni Sümerce döneminde, bir Sami
halkı olan Akadlar Babil’i ele geçirdikten Akad dili, Sümer
dilini gölgede bıraktı. Eski Babil dönemi olarak da bilinen bu
devir M.Ö. 2000’de sona erdi. M.Ö. 2000’den sonra Sümerler
siyasi kimliklerini kaybedince, konuşma dili olarak Sümerce; yerini
Akad diline bıraktı, ama çivi yazısı kullanıldığı müddetçe,
yazı dili olarak varlığını devam ettirdi. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Sümer
dilinin; felsefe, destan, ilahi, ayin ve dua metinleri, atasözü
gibi çok çeşitli türlerde, oldukça gelişmiş ve zengin bir
edebiyat birikimi vardır. Bu metinlerin çoğu, Sümerce’nin
konuşma dili olarak önemini kaybetmesinden asırlar sonra, ilk defa
Eski Babil döneminde yazıya geçirilmiş ve eğitim kurumlarında
okutulmuştur. Helenistik dönemden kalma bazı çiviyazısı
tabletlerde ise, Yunan harfiyle yazılmış Sümerce kelimelere
rastlanmaktadır.</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Sümerce, bitişimli bir dildir. Gramer
ilişkileri, köklere getirilen eklerle belirtilirdi. Aynı kökten
türeyen fiiller ve isimler de; sözdizimi kuralları ve eklerle
ayırt edilirdi. Dört ünlü ve on altı ünsüzden oluşan dilin
yalın bir ses sistemi vardı. İsimler, sayı ve duruma göre
çekilir; çoğul sayılar, son eklerle veya ikileme yoluyla ifade
edilirdi. Oldukça kompleks, ancak çok iyi tanımlanmış kurallara
tâbi olan fiil çekimleri; ön ek, son ek ve iç ekler kullanılarak
yapılırdı.</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> 19. yüzyılda çözülmeye başlayan
Sümer lehçelerinin en önemlileri, resmi lehçe “emegir” ile
genellikle dini ve felsefi metinlerde kullanılan “eme-sal”dır.
Sümerce’nin standart sözlüğü 1976’da Pennsylvania
Üniversitesinden bir grup uzmanca hazırlanmaya başlanmış, ve
ilk cildi 1984’te yayımlanmıştır.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> H. J.
Störig “İlkçağ Felsefesi” adlı eserinde şöyle der:
“Felsefeyi varoluşun; yani hem dış dünyanın, hem de insanın
iç dünyasının sırlarını, düşünme ve akıl yürütme yoluyla
çözme çabası olarak tanımlarsak, bu etkinliğin elde mevcut tüm
yazılı belgelerden çok daha eski bir tarihte başlamış olduğunu
kabul etmemiz gerekir. Düşünme ve konuşma kabiliyetleri
birbirlerine kopmaz bağlarla bağlıdır. Hali hazırda, her
çocuğun büyüme ve gelişmesinde tekrar tekrar gözleyebildiğimiz
bu ilişki, “insanlığın düşünce tarihi” boyunca da geçerli
olagelmiştir. Düşünmenin araçları olan kavramları bize dil
sağlar. Konuşmaya çalışan çocuğun öğrendiği ve
söyleyebildiği her yeni şey; çevresinde mevcut ‘bilinmezler
okyanusunun’ bir bölümünü sanki sihirli bir değnekle
dokunulmuşçasına anlaşılmazlık ve bilinmezlik kılıfından
çıkararak, manâlı hale getirir. Düşüncelerimizin ayrılmaz
aracısı olan ve belki de onu bir şekilde sınırlayan dil,
felsefenin her zaman en önemli konularından birini teşkil
etmiştir. Ulaşıp, inceleyebildiğimiz en eski başlangıç
noktalarında, dilleri hep son derece gelişmiş ve olgunlaşmış
durumda bulmaktayız. Dillerde daha sonra görülen değişmelerin,
yeniden şekillenme ve yapılanmaların; genellikle bu esas formun
yanında tali haller olduğu görülmektedir. Elimizdeki belge ve
materyalin yetersizliğinden dolayı, şu anda ulaşabildiğimiz
tarihi başlangıç noktalarından daha önce geçen–süresini tam
olarak bilmediğimiz, ama mevcut ip uçlarına dayanarak en azından
birkaç on bin yıl sürmüş olduğunu düşündüğümüz çok uzun
bir dönemi kapsayan-insanlığın en eski düşünce tarihi hakkında
neredeyse hiç bilgimiz yok. Şu anda “Tarih öncesi çağlar”
olarak adlandırılan o bilinmeyen dönemlerde uzun gelişme
süreçlerinin yaşandığı anlaşılmaktaysa da, eldeki materyale
dayanarak ancak son 6000 yıldan, günümüze kadar gerçekleştirilmiş
“anlama ve düşünme” girişimlerini incelemekle yetinmek
durumundayız. Ancak Mısır çölleri (ile Mezopotamya ve
çevresinde) ve Hindistan’ın balta girmemiş ormanlarında yapılan
her yeni kazıda, yerin derinliklerinden gün ışığına çıkarılan
her yeni uygarlık, “düşünen, üreten, sanatla uğraşan uygar
insanın, bazı tarihçilerin varsaydıklarından çok daha eski
zamanlardan beri yaşamakta olduğunu gözler önüne sermektedir. Bu
kitabın eksiksiz olmak veya en yeni gelişmeleri ve yorumları
yansıtmak gibi bir iddiası yoktur. Burada yapılan, felsefe
tarihini eski Yunan’dan başlatan anlayışın dar kalıplarının
aşılması ve meselâ <i>eski
Hintlilerin ve Çinlilerin; birçok yönüyle bizimkilerden hiç de
aşağı kalmayan ve</i> <i>çok
yönlü etkileri, günümüzde bile hâlâ hissedilebilen çarpıcı
düşünce gelenekleri</i>yle
okuyucunun tanışmasını sağlamaktır.”<sup>24</sup></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> A.
Arslan “Felsefenin Başlangıçları ve İyonya” adlı
makalesinde bu konuyla ilgili olarak şunları anlatır: “Antik
İyonya bölgesi, <i>felsefenin
başlangıcı</i> sorunu
bakımından özel bir önem taşır. Çünkü (bir gurup felsefe
tarihçisince) geleneksel olarak felsefenin (M.Ö. VI. yüzyılın
başlarında) bu bölgede başladığı kabul edilir. Ayrıca, bu
başlangıçla ilgili olarak (ilk filozoflar olarak kabul ettikleri)
Thales, Anaksimander ve Anaksimenes’in mensup oldukları Miletos
okulunun da adından sıkça söz edilir.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Çok eski dönemlerden beri felsefenin
başlangıcıyla ilgili bu görüşe itiraz edenler olmuştur.
Meselâ, ilkçağ sonlarındaki İskenderiye döneminde Mısır’da
yaşayan ve içlerinde ünlü filozof Philon’un da bulunduğu bir
grup düşünür, felsefenin başlangıcını eski Mısır ve
Mezopotamya’ya götürür. Bu yaklaşım, zirvesine Yeni
Pythagoras’çı Numenius’ta ulaşır: O Platon’un “Yunanca
konuşan bir Musa (Bir İsrailoğlu Peygamberi) olup, olmadığını
sorar. İlk Hıristiyan filozoflarından Klemens ve Eusebios da
Numenius’u desteklerler. Rönesans’ta da bir çok düşünür bu
tezi savunmuştur. Geçen yüzyılda ise bu görüşü
destekleyenlerin başında Röth ve Gladisch gibi düşünürler
gelir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> Felsefenin
İyonya öncesi veya eski Yunan dışı orijiniyle ilgili bu
görüşler; dayanılan deliller, bakış açıları ve hareket
noktaları bakımından çok çeşitlidir. Meselâ, İskenderiye
döneminde felsefenin ağırlıklı olarak mistik unsurlar içeren
bir terim olarak yeniden tanımlanmış olması, bunlardan biridir.
Gladisch’in Yunan teolojisiyle
doğu teolojisi arasındaki
benzerlikleri ortaya koyması da bu görüşü doğrulamıştır.
Buna göre, Yunan teolojisi erken
bir tarihte Doğu’nun etkisine uğramış ve bu süreçte, Yunan
felsefesinin bünyesine Doğu’dan bir çok unsur katılmıştır.
Günümüzde Mısır ve Mezopotamya uygarlıkları üzerine yapılan
araştırmalarda elde edilen veriler de bu görüşü
desteklemektedir. Tarih biliminin sağladığı bu yeni belgelere
göre Sümerler, sadece
dinleri, mitolojileri ve kozmogonileriyle
değil; genel olarak tüm hayat felsefeleri, dünya görüşleri ve
bunların özündeki temel
değerler ve kavramlar aracılığıyla da eski Yunan düşünce
sistemini etkilemiş ve bu suretle, günümüz uygarlığının
esaslarının belirlenmesinde önemli katkılarda bulunmuşlardır.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> Bu
olguyu ortaya koyanlardan Speiser şunları belirtir: “Sümerlerde
birey, toplum ve kâinat kavramları bir bütünlük ve uyum
içindedir. Bu nedenle devletin yöneticisi de dahil olmak üzere her
insan, toplum ve kâinat karşısında -temel haklar ve görevler
bakımından- eşit durumdadır. Bu anlayış, demokrasi kavramının
da temelini teşkil etmiştir. Böyle bir toplumun tüm bireyleri hep
birlikte aynı mukadderatı ve benzer umutları paylaşırlar. Güzel
bir gelecek ancak fertlerin doğru ve adaletli davranmaları ve
yaşamalarıyla mümkün görülür. Bunun ise ancak Tanrı’nın,
kâinatın ve toplumun yapısına koyduğu kurallara uymakla
sağlanabileceği var sayılır. Bu kurallar, “hukuk prensipleri”
halinde toplumun tüm bireylerine tebliğ edilmiştir. Bu kanunlar,
hem yöneticilere kılavuzluk etmekte, hem de fertleri ve haklarını
koruyup, teminat altına almaktadır. Bu hayat felsefesinin esasını,
“kâinatı ve toplumu bir bütün halinde ve uyum içinde tutan
şeyin; adalet, kanun ve düzenlilik olduğu” hususu teşkil eder.
Bu hukuk anlayışı; birbirini destekleyen ve bütünleyen birer
“toplum” ve “kâinat” felsefesinin bileşiminden oluşur ve
mükemmel bir demokrasi uygulamasının da çekirdeğini oluşturur.
Sümerlerde görülen bu kısmen kolektif dünya görüşü,
“bireysel unsurlar da taşır ve oldukça rasyonel, derin,
eleştirel, holistik ve tutarlı”dır.<sup>25</sup> Bu
dünya görüşü, “düzeyli” bir felsefenin de temel çerçevesini
oluşturur.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> Ünlü
Yunan filozofları Platon ve Aristoteles’e ait yazılarda da,
felsefenin Yunanlılardan önce başlamış olduğuna dair işaretler
bulmak mümkündür: Platon geçmiş uygarlıkların felsefi
birikimleri karşısında duyduğu hayranlığı “-Siz Yunanlılar
(onların karşısında) çocuklar gibisiniz!” diyerek ifade
ederken, Aristoteles de bu konuda şunları söyler: <u>“..Bilim
ve felsefe ancak, toplumların maddi ihtiyaçlarını belirli bir
düzeyde karşılamaya başlamalarından ve böylece entelektüel
faaliyetler için yeterli imkân ve zaman bulabilmelerinden sonra
başlamış olabilir. Bu ortam, ilkin Mısır ve çevresinde ortaya
çıkmış olabilir. Özellikle Mısırlı din adamları böyle uygun
bir toplumsal hayatta; matematik, astronomi ve benzeri entelektüel
faaliyetlerle uğraşabilme fırsatı bulabilmişlerdir...” </u><sup>26</sup></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> 18.
yüzyılın başlarında yaşamış olan Berlin Bilimler Akademisi
üyelerinden J. Brucker, “Felsefenin Eleştirel Tarihi” adlı
eserinde <i>felsefenin
doğuşunun, Mısır ve</i>
<i>Mezopotamya
uygarlıklarının da öncesine uzandığını</i>
belirtir. “Felsefe, ilk insanla başlamış olmalıdır!” diyen
Brucker; son derece geniş hacimli olan eserinin ilk bölümüne bu
nedenle, “Tufan Öncesi Felsefe” adını vermiştir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"><i>Sümerlerde Düşünce Hayatı</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Prof. C. Yıldırım, “Bilim Tarihi”
adlı kitabında Sümer uygarlığı hakkında şunları söyler:
“İlk uygarlıklar arasında, M.Ö. 3000 yıllarında, Sümer
uygarlığının parlak bir düzeye eriştiğini görüyoruz.
Sümerler, hayvancılık ve tarımın yanı sıra, teknolojide de
oldukça ileri gitmişlerdi. Meselâ, ısıtarak bazı mineralleri
saflaştırıp, metal elde etmekte, bu metallere çeşitli şekiller
vermekte ve onlardan alaşımlar yapabilmekteydiler. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Üretilen malzemenin ve ürünlerin bir
araya toplanması ve dağıtımı ile ticareti de belirli bir sisteme
bağlanmıştı. Yöneticiler ve din adamları, ürünün toplama ve
dağıtım işini tapınaklarda düzenliyor, alınıp verilen
miktarları da yazarak kayıtlara geçiriyorlardı. Ayrıca değişik
alanlardaki bilgi birikimi de yazıya geçirilip, konularına göre
derlenip, sınıflandırılmaktaydı. Böylece, belirli bir gelişim
süreci içinde matematik, astronomi, tıp, tarih, mitoloji ve din
ile ilgili geniş bir literatür ortaya kondu. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Aritmetik
işlemlerde Sümerler oldukça yüksek bir düzeye ulaşmışlardı.
M.Ö. 2500’e gelmeden Sümerler çarpım tablosu kullanmaya
başlamışlardı. Alan ve hacim hesapları yapıyor, daire alanı
ile silindir hacmini bulmada <span style="font-family: Symbol, serif;"></span>’ye
3.125’i değerini veriyorlardı. M.Ö. 2000 yılı civarında Sümer
devleti ortadan kalktıktan sonra bile dilleri ve yazıları bilimsel
çalışmalarda –Orta Çağ Latincesi gibi- etkisini sürdürmeye
devam etmiştir.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Sümerlerin yerini alan Babilliler,
Hamurabi yönetimi sırasında yönetici yetiştirmek için tapınak
okulları kurdular. Babilliler özellikle matematik ve astronomide
büyük ilerleme kaydettiler. Aritmetik işlemlere ait bilgiler
dışında, temel bazı geometrik kavramlara da ulaştılar.
Sümerlerin tam sayılar için geliştirdikleri sistemi kesirlere
uyguladılar. Karekök, küpkök alma ve ayrıca ikinci ve üçüncü
dereceden denklemler içeren problemleri çözme amacıyla tablolar
geliştirdiler.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Babil aritmetiği gibi geometrisi de
belirgin bir cebir özelliği taşıyordu. Bir yarım daire içine
çizilen tüm üçgenlerin dik açılı olduğunu ve dik açılı
üçgenlerle ilgili (sonraları Pythagoras’ın adıyla anılan)
teoremi biliyorlardı. Kullandıkları işlem ve metotlardan, genel
cebirsel kurallara da vakıf oldukları anlaşılmaktadır. Dairenin
360 dereceye, bir saatin 60 dakikaya ve bir dakikanın 60 saniyeye
bölündüğü sistemleri Babillilere borçluyuz. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Bu
dönemde, matematikle birlikte astronomi ve diğer bazı ampirik
gözlem ve bilim alanlarında da büyük ilerlemelerin kaydedildiğini
görüyoruz. Mezopotamya’nın açık ve parlak gökyüzü,
bakışları gökcisimlerinin hareketlerine yöneltmişti.
Astronominin ilk gelişen bilim oluşunun nedeni açıktır. Bu
alanda incelemeye konu olan cisimler ve olgular yalın ve düzenli
olup, sürekli gözleme elverişli bir periyodiklik özelliği
taşırlar hareketler. Uzun ve sürekli gözlemlerle elde edilen
bilgilere dayanarak toprağı işleme, ekim ve hasat gibi mevsime
bağlı işler için bir takvim de geliştiren Babilliler zaman
ölçümünde hayret edilecek bir hassasiyet ve dakikliğe
ulaşmışlardı. Örneğin, yılın uzunluğunu sadece 4,5 dakika
gibi küçük bir hata payı ile hesaplayabiliyorlar, her 18 yılda
bir meydana gelen tutulmaları da önceden kestirebiliyorlardı.”<sup>27</sup>
</span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Prof.
C. Saraç da, “Bilim Tarihi” isimli kitabında bu hususa şunları
ekler: “Sümerler, kullanışlı ve gelişmiş sayı sistemlerine
sahipti. Başlıca ‘onluk’ ve ‘altmışlık’ olmak üzere iki
farklı sayı sistemleri mevcuttu. Günlük hayata ait metinlerde
onluk sisteme daha büyük yer ayrılmıştı. Ancak matematik ve
astronomi gibi bilimsel metinlerde halkın fazla kullanmadığı,
daha çok uzmanların aşina olduğu altmış tabanlı sistem göze
çarpar. Bu sistemde birinci basamak birimleri kendi esas
değerleriyle, ikinci sıradakiler 60 ile, üçüncü sıradakiler
ise 60<sup>2</sup>
ile çarpılmış olarak yer alır. Buna göre altmışlık
sistemdeki 7-2-3 rakamı, onluk sistemde (7+(2x60)+(3x60<sup>2</sup>))=10,927’e
tekabül eder. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Bu
sistemin kendine has toplama, çıkartma ve bölme metotları vardır.
Ayrıca kolaylık sağlamak amacıyla özel çarpım tabloları ile
kare ve küpkök tabloları hazırlanmıştır. Bazı tabletlere ise
üslü bağıntılar, logaritma işlemleri ve geometri formülleri
kaydedilmiştir. Meselâ, birinci Babil devrine ait bir tablette
(sonradan Pythagoras bağıntısı olarak adlandırılan) a<sup>2</sup>+b<sup>2</sup>=c<sup>2</sup>
ifadesi, Sümer alfabesine ait üç harfin üç sütun üzerine
sıralanması suretiyle, a ve b’ye muhtelif değerler verilmek
suretiyle bir tablo halinde düzenlenmişti.
</span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Mezopotamyalıların
kullandıkları ölçü birimlerinin katları ve askatları arasında
altmışlık sisteme uygun bir ilişki vardı. Günlük hayatta 50
cm’ye ve 6 m’ye tekabül eden iki pratik uzunluk birimi ile 505
g’a tekabül eden bir ağırlık birimi kullanılırken, astronomi
araştırma ve gözlemlerinde ise (kilometre mertebesinde) büyük
uzunluk birimlerinden faydalanılmıştır. Mezopotamyalı
astronomlar gezegenlerin ve yıldız kümelerinin gökyüzündeki
pozisyonlarını, belirli yıldızların güneşe göre
yerleşimlerini, güneş ile ay tutulmasını konu alan gözlemler
yapmışlar, bu amaçla kullanmak üzere çeşitli araçlar ile
teknikler geliştirmişler ve gözlem sonuçlarını düzenli olarak
kaydetmişlerdir. Tutulma kuşağını 12 yıldız gurubuna ve 360
dereceye bölen Mezopotamyalı gözlemciler, her yıldız için birer
enlem ve boylam koordinatı vererek, yıldızların konumlarını,
güneşin ekliptik dairesi üzerinde orijin olarak alınan bir
noktaya göre hesaplamışlardır. Ayrıca, ekliptik dairesinin
ekvator dairesiyle kesiştiği noktaları da büyük bir
yaklaşıklıkla belirlemişler ve bu iki noktanın yıl içindeki
değişimleriyle ilgili düzenli kayıtlar tutmuşlardır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Güneş
ve ay tutulmasıyla ilgili olarak geniş bir malûmata sahip olan
Mezopotamyalı araştırmacılar, astronomi alanındaki gözlemleri
sayesinde bir yılın 12 aya bölündüğü bir takvim sistemi
geliştirmişler ve ay takvimindeki değişkenliği, bazı ortalama
değerleri ay uzunluğu olarak kabul etmek suretiyle gidermişlerdi.
Yılın 12 ayına Mezopotamyalılarca verilen isimlerin (meselâ
Nisanu ‘Nisan’, Tammuz ‘Temmuz’, Elul ‘Eylül’, Sebet
‘Şubat’) günümüz Türkçe’sindeki karşılıklarına
benzerliği oldukça ilginçtir.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Mezopotamyalılar,
günü, her biri iki saat süreli 12 eşit aralığa bölmüş, bu
parçaların her birini de altmış eşit bölüme ayırmışlardı.
Bu zaman sistemi, onlardan eski Yunanlılara ve sonra da Romalılara
geçerek günümüze kadar ulaşmıştır.”<sup>28</sup>
</span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Prof.
C. Yıldırım “Matematiksel Düşünce” adlı eserinde
Mezopotamya uygarlığından günümüze kalan matematikle ilgili
belgelerin başlıca iki ana gruba ayrılabileceğini ifade eder:
“Bunların ilki, matematik prensip ve işlemleriyle ilgili
bilgileri, tabloları ve formülleri kapsamaktadır. Diğer gurup ise
matematik problemlerini ihtiva eder ve bunlarda cebir ve geometriyle
ilgili çeşitli problem örnekleri yer alır. Bazen, tek bir tablet
üzerinde, kolaydan zora doğru sıralanmış 200 kadar sayısal
probleme yer verildiği görülmektedir. Bu tür düzenlemelerin
matematik öğretimine yönelik olduğu açıktır. Sayıları 500
000’i aşan tabletlerden şu ana kadar ancak birkaç yüz tanesi
okunabilmiştir. Geriye kalanlar üzerindeki çalışmalara, dünyanın
çeşitli ülkelerinde devam edilmektedir.”<sup>29</sup></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Prof.
Y. Aksoy da “Bilim Tarihi ve Felsefesi” adlı kitabında
konuyu şöyle özetler: “...... Bilinen en eski uygarlık, Sümer
uygarlığıdır. Sümer uygarlığı; M.Ö. 5000’li yıllarda
aşağı Mezopotamya’da kurulmuş ve Helenistik devire kadar
varlığını sürdürmüştür. Sümerlerin üstün bir yönetim
anlayışına ve sistemine ulaşmış olduklarını gösteren
belgeler vardır. İngiliz Sümeroloğu F. Galphin’in Sümerlere
ait geniş bir literatür birikimini konu alan birçok eseri
mevcuttur. Bu zengin ve enteresan Sümer literatüründe; harflerin
yanı sıra, rakamlar ve müzik notaları da yaygın bir şekilde
kullanılmıştır. Ancak; kil tabletler, kitabeler, duvar yazıları,
süslemeler ve çeşitli sanat eserlerinde kullanılan bu yazı,
rakam ve notalar henüz tam anlamıyla çözülüp
anlaşılamamıştır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Sümer uygarlığı, aynı çağda ve
daha sonra doğup, gelişen birçok uygarlığı da etkileyerek onlar
için üstün bir örnek ve ilham kaynağı olmuştur. Bunların
başında Mısır, Babil, Asur, Finike ve İbrani uygarlıkları
gelir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Sümerler; bilgi, kültür ve sanat
birikimleri kadar, devlet yönetim sistemleri ve kurumları
bakımından da hayret ve hayranlık verici seviyelere ulaşmışlardı.
Sümerlerin yaşadıkları çağa ve sonraki yüzyıllara damgalarını
vurmalarını sağlayan başlıca buluş ve uygulamaları şöyle
özetlenebilir: </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;">1-) Yazının yaygın bir şekilde kullanımı.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;">2-) Devletin ve toplumun kültür, ekonomi,
hukuk, eğitim, felsefe, bilim, teknik ve benzeri alanlardaki
faaliyetleriyle ilgili gelişmiş bir kayıt sisteminin kurulup,
işletilmesi. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;">3-) Eğitimin sistemleştirilerek; okul,
kütüphane ve benzeri eğitim kurumlarının tesisi ve
yaygınlaştırılması. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;">4-) Matematik, astronomi, tıp, mimari,
coğrafya, haritacılık, tarih, felsefe konularında düzeyli
araştırma ve eğitim faaliyetlerinin başlatılarak, bunlarla
ilgili geniş bir literatür ve materyal birikiminin sağlanması. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;">5-) Hassas zaman ölçüm tekniklerinin
geliştirilmesi.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;">6-) İleri düzeyde bir hukuk sisteminin ve
adalet anlayışının yaygınlaştırılarak, bunlarla ilgili
mahkeme ve noterlik gibi kurumların tesisi. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;">7-) Hürriyet ve demokrasi anlayışına dayalı
bir yönetim şeklinin geliştirilmesi. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;">8-) Resim, heykel, edebiyat, şiir ve müzik
alanlarında orijinal eserlerin vücuda getirilmesi.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;">9-) Mimari,
seramik, çömlekçilik, mobilyacılık ve süsleme sanatlarında
yeni ve düzeyli uygulama örneklerinin ve eserlerin ortaya konması.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;">10-) Posta ve
haberleşme sistemlerinin kurulması, mektup ve zarf kullanımının
yaygınlaştırılması.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;">11-) Ulaşım araç ve sistemlerinin
geliştirilmesi.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;">12-) Toplum bireylerinin müzik, satranç ve
benzeri yollarla düzeyli ve sistemli bir şekilde istirahat ve
eğlenmelerinin temini. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;">13-)
Hayvancılık, tarım, seramik, metal eşya ve benzeri alanlarda
verimli ve müessir üretim tekniklerinin uygulamaya konması ve mal
değişimi yerine, para kullanılarak yapılan ticaret şeklinin
yaygınlaştırılması. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Müzikte
ilk defa nota kavramını bulanların ve bunların sembollerle
gösterenlerin eski Yunanlılar olduğu iddiası yakın zamanlara
kadar süregelmişti. Ancak Sümer uyarlığı hakkında
bilgilerimizin artmasıyla bunun doğru olmadığı anlaşılmıştır.
Aşağı Mezopotamya’da yapılan kazılarda ortaya çıkarılan
birçok tablette müzik eserlerinin yer aldığı görülmüştür.
Ashur’da bulunan bazı tabletlerin üzerindeki işaretler ikişer
sütun halinde düzenlenmiştir. Her iki yüzüne de kayıt yapılan
bu tabletlerdeki ilk sütuna eserin notaları (bestesi), ikinci
sütuna da sözleri (güftesi) yazılmıştır.”<sup>30</sup></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><i>Mısırda
Entelektüel Hayat: Mezopotamya ve Mısır’ın Kültürel
İlişkileri</i></span></div>
<div align="CENTER" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> <u>Mısır
medeniyetinin, “büyük ölçüde Mezopotamya uygarlığının
etkisiyle doğup, geliştiğine” ve “esas olarak Sümer
medeniyetinin birçok özelliğini taşıyan tali bir uygarlık
olduğuna” işaret eden birçok belgeler mevcuttur. </u></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> Meselâ, H. Frankfort bu hususla ilgili
olarak şu örnekleri verir: “Şimdi ele alacağımız sorun, son
elli yıldır tartışıla gelmektedir. Ne var ki, eski tartışmalarda
tarihi belgelerin çok yetersiz olduğu dönemlerden kaynaklanan bazı
kanaat ve hükümlerin azımsanamayacak bir rol oynadığını
görüyoruz. Bu tartışmalarda, ayrıca bir dış tesirin bir
toplumu etkilemiş olmasını kabul etmenin o toplum için küçültücü
bir husus olduğu inancı ağır basmış; mekanik bir kopyacılık
ile, yapıcı ve sentezci bir tarzda fikir ve ilham alma arasındaki
veya yabancı örneklerin özümsenmeden iktibası ile, uygun
materyalin özgürce seçimi arasındaki büyük farklılıklar
tümüyle gözden kaçırılmıştır. Bulguların yansız, objektif
bir biçimde değerlendirilmesini engelleyen faktörlerden bir diğeri
de eski Yakındoğu hakkındaki bilgilerimizin bölük pörçük
olduğu yıllarda ortaya çıkan ve bu bölge toplumlarında görülen
değişmeleri, bilinmeyen farazi bir bölgeden kaynaklanan bazı
göçlerin etkileriyle açıklama alışkanlığıydı. Ama daha
sonra gerçekleştirilen birçok geniş çaplı kazı çalışması,
bu tür açıklamaların geçersizliğini gösterdi. Böylece,
Mezopotamya ile Mısır’ın, orijinal kültürel niteliklere sahip
olan ve yabancı etkilere olağanüstü direnç göstermekle
kalmayıp, dış unsurları zaman içinde etkileyerek onları da
kendilerine benzetme yeteneğine sahip bulunan ülkeler oldukları
anlaşıldı. Artık sıra Mısır ve Mezopotamya ilişkilerinin
ortaya konmasına gelmişti. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.2cm;">
<span style="color: black;"> Bu
hususta en değerli bulgular ilk olarak, Mısır’da
gerçekleştirilen bir dizi kazıda, Mezopotamya kültürünün
‘Okuryazarlığa Geçiş Dönemi’nden kaldıkları anlaşılan
bazı eserlerin ve materyalin bulunmasıyla sağlandı. Benzeri
birçok bulgu, Sümer uygarlığının Mısır uygarlığı için
temel bir kaynak teşkil ettiğini açıkça göstermiştir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Ancak
bu tür materyalin ayrıntılı bir analizi Mısırlıların,
Mezopotamyalıların keşif ve uygulamalarını asla kişiliksizce
kopya etmeyip, onları kendi ihtiyaçlarına uygun bir şekle
soktuktan sonra benimsediklerini ortaya koymaktadır. Başka
kazılardan sağlanan belge ve eserler de uygarlıklarının
biçimlenme döneminde Mısırlıların; yazı, edebiyat, güzel
sanatlar, teknik ve mimari başta olmak üzere, Mezopotamya buluş
ve uygulamalarını oldukça yakından tanıdıklarını ve çoğunu
benimsediklerini, ancak bir süre sonra bunlardan kendi bünyelerine
uymayanları terk ettiklerini ortaya koymuştur.”<sup>31</sup></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Prof.
C. Yıldırım, “Bilim Tarihi” adlı kitabında Mezopotamya-Mısır
ilişkileri ve bu iki uygarlığın mukayesesi hususlarında şunları
söyler : “<i>Mısır, tıp
dışında bilimin hiçbir alanında Mezopotamya’da ulaşılan
düzeye çıkamamıştır. Mısır matematiğinin tarihi ünü,
sağlam bir temele dayanmamaktadır. Bu ün, Yunanlıların
matematiği Mısırlılardan öğrenmiş oldukları rivayetinden
kaynaklanmış olmalıdır. Aslında Mısırlıların matematik
alanındaki faaliyetleri büyük ölçüde ampirik olup, esas olarak
pratik problem çözüm teknikleriyle sınırlıdır. Ayrıca, Mısır
sayı sistemi, Mezopotamyalılarınkinden daha kullanışsız, hesap
işlemleri de daha karmaşık ve zaman alıcıydı. Aynı şekilde
Mezopotamya’da ulaşılan astronomi düzeyini Mısır’da
görememekteyiz. Mısır hekimlikte</i>
<i>yapabildiğini matematik
ve astronomide yapamamış, başlangıçta sağladığı gelişimi
sürdürememiştir. Ancak, tıp konusunda Mısırlılar oldukça
ileri seviyelere ulaşmışlardır. Elimizde bu durumu gösteren çok
miktarda belge vardır.</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Bunlardan ‘Edwin Smith Papirüsü’
diye anılan ve M.Ö. 1700 yıllarından kalan tıbbi bir metinde baş
ve göğüs yaralanmalarının tedavisi konusunda ilginç bilgiler
mevcuttur. Mısır’da hekimlik uygulamalarının oldukça
sistematik bir yöntemle gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır:
Papirüste, önce hastanın dikkatle muayene edilerek, bulgulara göre
teşhisin konup, tedavi şemasının belirlendiği ve daha sonra da
bu şemanın titizlikle uygulanmaya başladığı anlatılır. Tedavi
süresince çeşitli ilaçların tatbikinin yanı sıra, ayrıca
yaralı organ sarılarak hareketsiz kalması sağlanmakta; duruma
göre sürekli veya aralıklı bir şekilde bakımı yapılmaktadır.</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Mısır tıbbında hastalık
süreçlerinin oluşum mekanizması ‘vehedu’ adı verilen teorik
ve dini bir kavramla açıklanırdı. Çeşitli hastalıkların
tedavisi için bazı standart reçeteler geliştirilmişti. </i></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Mezopotamya’da tarım, sulama
sorunuyla karşı karşıyaydı ve zamanına göre oldukça ileri bir
sulama tekniğinin uygulanmasını zorunlu kılmaktaydı. Mısır’da
ise tarım daha basit usûllerle gerçekleştirilebilmekteydi:
Çiftçiler, Nil’in taşıp, iki yakasındaki düzlüklerin sularla
kaplamasını bekler ve sular çekildikten sonra ekime başlarlardı.
Sulama problemi yoktu. Açlık sorunu, toplum için genellikle bir
tehdit oluşturmamaktaydı. Kültür ve refah düzeyi yüksekti.
Mısır’da da, Babil’deki gibi teokratik bir sistem bulunduğundan
bilim faaliyetleri her iki kültürde de din adamlarının eliyle
yürütülürdü. </i></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Günümüze
kadar ulaşan ve dünyanın yedi harikası arasında sayılan
piramitlerin, karmaşık ve ileri bir teknoloji kadar, geniş bir iş
gücü potansiyeline de dayandığı açıktır. Eserlerin büyüklüğü
ve yapılarındaki incelik bir ustalık, bugün hâlâ göz
kamaştırıcı bir nitelik taşımaktadır. Mısırlıların
gelecekte tekrar dirilecekleri inancıyla ölülere duydukları
saygı, aşırı ölçülere ulaşmış olmalıydı.”</i><sup>32</sup><sup>
</sup></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Prof.
C. Saraç da “Bilim Tarihi” adlı kitabında Mısır uygarlığını
şöyle tasvir eder. “<i>Nil
sayesinde Mısır’da tarım uygulamaları çok düzenli bir
şekilde gerçekleştirilebiliyordu. Mevsimlere göre alınacak
ürünün türünü ve miktarını önceden belirlemek de mümkün
oluyordu. Nil’in sağlayacağı su miktarı bile isabetle tahmin
ediliyor, ama yine de yıl boyunca yapılan düzenli ölçümler ve
kayıtlarla bu tahminler kontrol ediliyordu. </i></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Hayatın temel düzen unsuru olan bu
akarsuyun taşmalarının gözlenip, suların kapladığı yerlerin
ölçümü ve hesabı; kanallar açma ve bentler kurma ihtiyacı,
eski Mısır’da bilim ve teknolojinin itici gücünü teşkil
etmişti. Bilim tarihçileri, Nil sularının taşmasıyla sınırları
kaybolan tarlaların ölçüm ve hesaplama işlemlerinin, geometrinin
gelişiminde önemli bir etken olduğunu kabul ederler. </i></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Mısırlılar,
yüzölçümü birimi olarak, kenarı bir kude (</i><span style="font-family: Symbol, serif;"><i></i></span><i>50
cm) olan karenin alanını; hacim birimi olarak bir kude küp’ü,
ağırlık birimi olarak da bu hacimdeki suyun ağırlığını
kullanmışlardı. Bu kadar eski bir dönemde; geometrik birimler
arasında böylesine rasyonel ilişkiler kurulup, neredeyse metrik
sistem kavramına ulaşılmış olması, çok ilgi çekicidir. </i></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Piramit
inşâ plânlarında Mısırlılar tabanı ve yüksekliği belirli
olan bir yapının hacmini, alt taban kenarını (a), üst taban
kenarı (b) ve yükseklik (h) olacak şekilde “h/3(a</i><sup><i>2</i></sup><i>+ab+b</i><sup><i>2</i></sup><i>)”
bağıntısını kullanarak hesaplıyorlardı. </i></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Eski
Mısırlılar teknolojide gerçekten çok ileri bir düzeye
ulaşmışlar; özellikle tarım, hayvancılık, akarsu rejimi
kontrolü, kanalcılık, mühendislik, eczacılık, madencilik ve
mimaride üstün başarılar göstermişlerdi. Ayrıca Mısır bir
“akarsu-delta-kıyı” ülkesi olduğu için, gemi yapımcılığında
da çok ileri gitmişlerdi.</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Parlak
dönemlerinin üzerinden çok uzun bir zaman geçtikten sonra bile
tarih boyunca tüm toplumların, özellikle başta İyonyalılar
olmak üzere eski Yunan düşünce ve bilim adamlarının (Thales,
Pythagoras, Heredot, Platon, Aristoteles ve diğerleri) Mısır’a
karşı duydukları hayranlığı dile getiren beyanları ve
eserleri, Mısır uygarlığının şöhretinin günümüze dek
ulaşmasını sağlamıştır</i>.”<sup>33</sup></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><i>Hint
Uygarlığı</i></span></div>
<div align="CENTER" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">
</span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">
<i>Eski Hint Düşünce
Hayatına Genel Bakış</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> Hindistan, hem coğrafyası, hem de
kültürüyle sanki başlı başına bir dünya gibidir. Kuzeyde
Himalaya’ların adeta “zaman üstü” nitelikteki buzullarından,
büyük ırmakların suladığı verimli ovalara ve güneydeki aşırı
sıcak tropik bölgelere kadar, her türlü iklimin görüldüğü; 1
milyar civarında insanın yaşadığı, 723 farklı dilin ve
lehçenin konuşulduğu, pek çok değişik kültürün ve dinin
beşiği olan bu dev ülke, arkeolojik bulgulara göre 5000 yıl
kadar öncelere uzanan tarihiyle; hem en eski uygarlıklardan birinin
kalıntılarını, hem de felsefenin en eski başlangıç izlerini
barındıran bir yerdir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> Arkeolojik
çalışmaların ileride ne gibi yeni bulgular sağlayacağı şu
anda bilinemese de içinde bulunduğumuz asrın başlarında
Mohenjo-Daro uygarlığının kalıntıları gün ışığına
çıkarıldığında, tarih biliminde yeni bir sayfanın açılmış
olduğu kesin olarak söylenebilir. Sağlam yapılı ve çok katlı
evlerden, çeşitli alışveriş mekanlarından, geniş caddelerden
oluşan ve tabaka, tabaka birbiri üzerine yerleşmiş durumdaki
bölge kentleri, M.Ö. 3000-4000 yıllarına tarihlendirilmiştir.
Burada bulunan ev eşyaları, seramikler, çömlekler, silahlar ve
takılar; sanat değeri açısından eski Mısır, Babil ve
Avrupa’daki benzerlerinden hiç de aşağı değildir.<sup>34</sup></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> M.Ö.
2000 yılının ortalarına doğru, kuzeyden gelen ve kendilerini
“Aryalar” olarak adlandıran bir topluluk, Hindistan’ı yavaş
yavaş işgale başladı. <i>Dilbilimciler
19. yüzyılın</i>
<i>başlarında, Arya
dilinin Batı dillerine olan yakınlığını fark ettiler</i>.
Ve kısa sürede; en önemli temsilcisi <u>Hititçe
olan Eski Anadolu dilleri, Sanskrit ve Avesta dilleriyle modern
Hintçe ve Farsça’yı kapsayan Hint-İran dilleri; Yunanca;
Latince; ve ondan türeyen Fransızca, İtalyanca, İspanyolca ve
Portekizce gibi çağdaş Roman dillerini içeren İtalık diller,
Got dili, çağdaş İngilizce, Almanca Felemenkçe ve İskandinav
dillerini kapsayan Germen dilleri; Ermenice, İrlanda dili ve
Galce’yi içeren Kelt dilleri, Arnavutça; günümüzde
konuşulmayan Eski Prusya dilini de içeren Baltık dilleri; eski
kilise Slavcası (eski Bulgarca), Rusça, Çekçe, Lehçe ve
Sırp-Hırvat dilini içeren Slav dillerinin tamamını kapsayan dil
ailesine “Aryan” veya İndo-Germen (veya Hint-Avrupa) dilleri adı
verildi</u>. Sonuçta, bu
dillerdeki benzerliklere dayanılarak Aryaların, bu dilleri konuşan
halkların bir kısmıyla birlikte çok eski bir Hint-Germen
topluluğu olduğu öne sürüldü.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Hindistan’ın üç ayrı bölgesinin
Aryalar tarafından fethi, her biri birkaç asır süren üç ayrı
safhada tamamlandı. Yaklaşık M.Ö. 1000 yılına kadar süren ilk
dönemde, kuzeybatı Hindistan’ın İndus ırmağı boylarındaki
Pencap bölgesi işgal edildi. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Beş asır kadar süren ikinci safhada,
birbirleriyle ve yerlilerle yaptıkları savaşlar sonunda Aryalar
doğuya, Ganj’ın suladığı bölgeye doğru ilerlediler. M.Ö.
500 yıllarına kadar süren üçüncü devirde ise, Hindistan’ın
güneyine, Dekkan yaylasına yavaş yavaş yayılan Arya
kültürü, kısa sürede buraları da etkisi altına aldı. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Eski Hint felsefesi, Hint Arya’larının
düşünce ürünleriyle başlar. Aryalar öncesi topluluklardan-
özellikle Dravid kültürüne ait- bazı izler ve metinler
bulunmuşsa da, henüz onların düşünce sistemleri ve felsefeleri
hakkındaki bilgilerimiz çok yetersizdir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">
</span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">
<i>Vedalar Çağı</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<br /><br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.1cm;">
<br /><br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> Hint felsefe tarihini kesin çizgilerle
belirli dönemlere ayırmak çok güçtür. Konuyla ilgili tüm
incelemelerde karşılaşılan bu zorluğun nedeni, Hint düşünce
sistemlerinin hemen tamamının “sonsuzluğa” yönelmiş olması
nedeniyle, ilgili literatürde somut tarihlerin tespit ve kaydına
önem verilmemiş olunmasıdır. Hindistan’da yapılan
araştırmalarda–meselâ eski Mısır’da olduğu gibi–önemli
olayların tarihlerini kesin olarak bildirilen belgelere pek
rastlanamamaktadır; çünkü, uzak geçmişte bu tür kayıtlar
nadiren yapılmıştır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Hint felsefe sistemi engin bir okyanusa
benzer ve bu okyanusa açılanlar, kolay kolay yönlerini
belirleyemezler. Hint felsefesine ait eserlerin çoğunun hangi
yüzyıla ait olduğunun tespiti bile güçtür. Birçok başka
toplumda, felsefeye damgasını vuran düşünürlerinin kişilik
özellikleri ve hikayeleri genel olarak bilinirken, Hintli
düşünürler, daima eserlerinin ve fikirlerinin ardına gizlenmeyi
tercih etmişlerdir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Ayrıca, Hint düşünce tarihiyle
ilgili araştırmalar ve bu konuyla ilgili eserlerin tercüme
faaliyetleri de henüz tamamlanamamıştır. Bütün bunlara rağmen,
mevcut bilgiler çerçevesinde, Hint felsefe tarihini birkaç döneme
ayırarak incelemek mümkündür.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Yaklaşık olarak M.Ö. 1500 ila 500
yılları arasındaki döneme “Vedalar Çağı” denir. Bu isim,
bu çağa ait bilgilerimizin kaynağı olan ve tamamına “Vedalar”
adı verilen metinlerden köken alır. “Vedalar” terimi, tek bir
kitapta toplanmış bir metin koleksiyonunu değil, yaygın ve geniş
bir literatür öbeğini ifade eder. Bu büyük hacimli literatür,
değişik zamanlarda, kimlikleri meçhul pek çok yazar ve şâirin
katkısıyla oluşturulmuştur. Bu metinler, aynı zamanda, Hindu
dininin de temel kaynağını teşkil eder. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> K.
Demirci “Vedalar” isimli kitabında konuyla ilgili olarak şunları
anlatır: “<i>Uzun bir</i>
<i>tarihi geçmişe sahip
olan Hint uygarlığının Vedaların teşekkülünden önceki
dönemine ait, Harappa ve Modencodaro’da yapılan kazılarda
bulunan materyal, bir tür resim yazısı ile yazılmıştır.
Orijini M.Ö. 4000 yıllarına kadar uzanan bu kil tabletler henüz
okunamadığı için, Vedalar öncesine ait kültürel yapı, henüz
anlaşılamamıştır. </i></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Başlangıcı, sözlü anlatım
geleneğine dayanan Vedalar, esas olarak M.Ö. 1500 ila 1000 yılları
arasında ortaya çıkmış olan bir dizi kitaptan meydana gelir.
Bunlar; “Rig, Sama, Yacur ve Atharva”dır. Bu kitaplar, farklı
dönemlerde oluşturulmuşlardır. İlk kitap M.Ö. 1500 civarına
ait Rig Veda, sonuncusu da M.Ö. 1000 dolaylarına tarihlenen Atharva
Veda’dır.</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Vedalar ile ilgili herhangi bir
çalışmada yapılması en zor olan iki şeyden biri “başlangıç”,
diğeri de “sonuç” bölümünün yazılışıdır. Çünkü,
henüz Veda araştırmalarında kesin olarak anlaşılabilmiş olan
hususlar çok azdır. Her şeyden önce, Vedaların ortaya çıkış
tarihi bile halen güvenilir belgelerle ortaya konabilmiş değildir.</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"><u> <i>Vedalarla
ilgili bir diğer problemde bu metinlerin muhtevasının ne kadarının
otantik olup, ne kadarının da yerli Hint halk kültüründen
iktibas edildiği meselesidir. Hindu kaynaklarına ve geleneklerine
göre, Vedalar, esas olarak vahye dayanır. </i></u><i>Bu
görüş günümüzde birçok bilim adamı ve araştırmacı
tarafından da desteklenmektedir.</i><i><u>
</u></i></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Vedalar’da, tabiat güçleri,
sembolik bir anlatımla birer “manevi varlık” olarak tasvir
edilmişlerdir. Ancak bu sembolizasyon, Müller’in natüralizminden
oldukça farklıdır. Bu sembolik sistem, aynı zamanda,
animist bir anlayıştan da farklıdır. Animizm’de her sembol,
münferit bir tabiat gücünün yine münferit bir niteliğini
yansıttığından, bu bağımsız güçler arasında bir
koordinasyon bulunmaz. Oysa, Vedalar’daki sembolik sistemde, tabii
güçlerin tamamı, belirli özelliklerine göre cinsler halinde
sınıflandırılmış ve benzer cinsler belirli bir tarzda
birbirleriyle, ilişkili oldukları diğer gruplarla ve merkezi bir
otoriteyle irtibatlandırılmıştır. Bu nedenle Vedalarda
sembollerin tümelleri temsil ettiği söylenebilir. Animizmde ise
sadece tekil veya münferit semboller söz konusudur.</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Vedalar
ile ilgili bir araştırmada belki de en zor iş; “sonuç”
kısmının tasarlanmasıdır. Çünkü, bu konuda doyurucu sonuçlara
ulaşmakta kullanılabilecek yeterli materyal henüz bulunamamıştır.
Bu gerçeği aslında Hint kültürünün diğer alanlarıyla ilgili
çalışmalarda da görmek mümkündür. Hint kültürüyle ilgili
incelemeler, çoğu defa bazı temel kavramların çevresinde dönüp,
durmaktadır. Hint düşünce dünyasında, tetkiki ve tahlili
gereken o kadar çok kavram vardır ki, sadece bunların
belirlenmesine yönelik bir ön hazırlık çalışması bile başlı
başına bir araştırma konusu teşkil edecek kadar çaplı bir
iştir</i>.”<sup>35</sup></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> H.
J. Störig, bu müşkül konuyu bir parça anlaşılabilir kılmak
için şu tavsiyelerde bulunur: “<i>Daha
sonraki gelişmeleri kavrayabilmek için Hindistan’a yeni
yerleşmeye başlamış olan Arya’ların yaşama şekillerini
gözlerimizin önünde canlandırmaya çalışalım: Vedaların ilki
ve aynı zamanda en eski ve kapsamlı yazılı bilgi ve öğüt
kaynaklarından biri olan Rig Veda kitabı bize, Hindistan’ın
kuzey batısına henüz yeni yeni yayılmaya başlamış olan Aryalar
hakkında bazı fikirler verebilir. Aryalar o sıralarda henüz şehir
kurma tecrübesine sahip olmayan, denizcilikten de anlamayan savaşçı
ve göçebe çobanlardı. Ancak demircilik, çömlekçilik,
marangozluk ve dokumacılık gibi el sanatlarını bilmekteydiler.
Aryalar’ın bu dönemine ait tabiat felsefelerinde “canlı-cansız,
insan-kâinat, madde-ruh” ayrımlarının pek belirgin olmadığını
görmekteyiz. Diğer eski toplumların hemen tamamında olduğu gibi
Arya kültüründe de gökyüzü, ateş, ışık, rüzgar, su,
yeryüzü ve benzerlerinin, insanlar gibi yaşayan, kendileriyle
iletişim kurabilen, ayrı ve bağımsız varlıklar olduğu kabul
edilmekteydi. </i></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"><i>Rig Veda kitabının “kozmogoni”
bölümünde şunlar söylenir:</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> “<i>Başlangıçta, ne varlık vardı,
ne de yokluk.</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Her yeri dolduran her yerde olan, </i></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Hava da yoktu yukarıda göklerde! </i></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Nerede derin uçurumlar,
denizler...</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Başta ne ölümsüzlük vardı ne
ölüm...</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Gece de olmazdı, gündüz de,</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Başka şey yokken “O” bir
başına,</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Sonsuzlukta uçardı sessizce... </i></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Karanlıkla örtülüydü her yer! </i></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Başı sonu olmayan ışıksız
gecede, </i></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Sıkılmış olmalı ki örtüler
içinde, </i></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Birden belirdi “O”, parlayan
bir güçle...</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>İşte bu Bir olandan çıktı
önce, </i></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Bilginin tohumu olan sevgi,</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Varlığın kökü, yokluk iken,</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Sevgiyi
aradı durdu bilgi...”</i><sup>36</sup></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;">Yine Rig-Veda X. Kitabın 190’ıncı kısmında
“Yaratılış” şöyle anlatılır:</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> “Önce “güç ve kudret”ten,
Ebedi ve Gerçek olanın eserleri doğdu,</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Sonra, “karanlık” meydana
getirildi. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Ve ardından bir (esir) dalgası
oluştu;</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Bu dalga, her yöne taştı, </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Yaratıcı, her yönde birbiri ardı
sıra gündüzleri ve geceleri düzenlemek için,</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Sıra ile güneşi, ayı, gökyüzünü,
yeryüzünü, havayı ve ışığı yarattı...”</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Rig Veda’nın kimi bölümlerinde,
tıpkı eski Mısır, Mezopotamya ve Yunan kültürlerine ait
eserlerde de olduğu gibi, bazı bilgiler, “bilmece” formunda
verilir. Bu kitabın bölümlerinden birini oluşturan 52 ifadeden
51’i, bilmeceler şeklinde düzenlenmiştir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Aryalar doğuya, Ganj deltasına doğru
yayılarak orada, başka ırktan olan yerlileri hakimiyetleri altına
aldıkları dönem içinde-Hint toplumunun, günümüze kadar
süregelen organizasyon şeklini belirleyen–sosyal bir düzenlemeye
koyuldular. Bunun sonunda da, kast sistemi doğdu. Kast sisteminin
oluşumuna yol açan ilk etken, çoğunluğu teşkil eden yerli
halkla karışıp, kaybolmaktan korkan bir egemen yönetici
azınlığın, üstün ve imtiyazlı durumlarını sürdürme
arzusuydu. Böylece ilk olarak Aryalar ile Çudralar (Chudras)
arasında bir ayrım yapıldı. Çudralar, mağlup olarak boyun eğen
eski yerli halklardan biriydi. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Aslında ırklar arasında bir ayrım
yapmaktan ibaret olan bu işlem, o dönemde Portekizce’deki “kast”
kelimesiyle değil Sanskritçe’de “renk” manâsına gelen
“varna” terimiyle adlandırılmıştı. Zaman içinde bu işleme,
felsefi ve dini boyutlar da eklendi. Kâinatta gözlenen olayların
ezeli ve ebedi süreçler halinde gerçekleştirildiği varsayılarak
zamana çevrimsel (cyclic) bir nitelik atfedildi. Buna göre zaman,
belirli bir başlangıç sürecinden sonra dönüp, dolaşarak yine
başladığı noktaya ulaşır ve bunu bir sonraki süreç izler.
Hint felsefesinde bu çevrim, dört ana devreye bölünür:
Kritayuga, Treyuga, Dyaparayuga ve Kaliyuga. Bunların ilki,
insanların en mükemmel ve mutlu oldukları dönem iken,
sonuncusu da kültürel dejenerasyonunun had noktaya ulaştığı
çağdır. Zaten bu uç noktaya varıldığından dolayıdır ki,
inzivaya çekilip, kendilerini toplumdan tecrit etmiş olan iyiler
bir araya gelir, kötüler yok olur ve yeni bir Kritayuga başlar.
Aynı şekilde tanımlanan benzer nitelikteki dönem, Yunan-Latin
kültüründe “Altın Çağ” olarak adlandırılır. Ve böylece,
zaman içinde yeni bir çevrim başlar.
</span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Bu çevrimli zaman anlayışı, “Karma”
adı verilen bir öğretiye de temel teşkil etmiştir. Buna göre,
insanlar, davranışlarıyla kaderlerini belirleyerek “Samsara’daki
yerlerini alırlar. Samsara, dönen bir araba tekerleğine
benzetilir. İnsanlar, hayatları boyunca yapıp, ettikleriyle; bu
dairevi yapı üzerinde, çevreden merkeze doğru belirli bir noktada
yer almayı hak ederler. Merkeze yerleşmeyi sağlayacak olgunluk
elde edilene dek, hayat ve ölüm çeviriminin süreceği
düşüncesiyle kişi, ister istemez ideal olgunluğu sağlayacak
bilgi ve tutuma sahip olabilme çabası içine girmek zorundadır.
Nirvana’ya sadece bu şekilde ulaşılabilir ve ruh ancak
böylelikle huzura kavuşabilir. Bu noktaya ulaşan ruh, dünya üstü
bir alemde sonsuz bir hayata başlayacak ve “Külli Ruh”ta fani
olma şerefine hak kazanacaktır.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Karma ve Samsara kavramları, Hint
sosyal hayatında kast sistemini pekiştirmiştir. Çünkü bu
anlayış çerçevesinde, yeryüzündeki durum, insanların
Samsara’daki konumlarının bir yansıması olarak
değerlendirilmiştir. Sonuçta da Hint toplumunda dört bölümlü
bir kast sistemi benimsenmiştir: Brahmanlar (rahipler), Kshatriya
(askerler, krallar ve devlet memurları), Vaishya (çiftçiler,
sanatkârlar ve tüccarlar) ve shudra (bu kesimlerin dışında kalan
halk çoğunluğu). </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> İlk üç kasta mensup ailelerden doğan
insanlara “karma” kavramı gereği “iki-defa doğanlar”
denilir ve dördüncü kasttakilerin tabii ve zorunlu görevlerinin
bu kesime hizmet etmek olduğu kabul edilir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Kast anlayışı, bir Hintli’yi,
Samsara’da daha iyi bir yere sahip olmasını mümkün kılacak
şekilde davranmaya zorlar. Samsara’nın müthiş bir
biteviyelikteki dönüşü ve bu dönüş içindeki sürekli gidip
gelişler, insanı yıldıracak bir nitelik taşır. Kurtuluş ise
ancak Nirvana’nın gerçekleşmesindedir. Hint kültüründe yoga
başta olmak üzere, mevcut tüm uygulamalar, bu usanç verici
durumdan bir an önce kurtulup, huzura kavuşmaya yöneliktir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Bu eğilim, Hint dünyasında “Evrensel
Varlığın yücelik ve sürekliliğinde fani olma” eğilimini ve
bunu sağlayacak düşünce ve kavram sistemlerinin üretilmesini,
böylece kâinata ve hayata bu çerçevede açıklamalar getirmeye
yönelik entelektüel faaliyetlerin yaygınlaşmasını teşvik
etmiştir. Sonuçta da orijinal, bağımsız ve kendi içinde bir
bütünlüğe sahip olan organize bir felsefi sistem gelişmiştir.
Bu felsefe sistemi, diğer düşünce sistemlerinin çoğunu
etkilemiş, değişik ekollerin geniş ölçüde faydalandığı
birçok farklı yorumlarıyla bütün dünyaya yayılmıştır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> <i>Upanişadlar Dönemi</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> Hint
felsefe tarihinde Vedalar çağını, Upanişadlar dönemi izler.
Vedaların zaman geçtikçe hakim hale gelen basmakalıp ve tutucu
Brahman yorumları; sonunda araştırmacı ve kıvrak zihinli Hint
düşünür, bilge ve çilecilerini tatmin edemez hale gelince, Kuzey
ormanlarının bağrında Upanişadlar doğdu. Alman idealist
akımının karamsar temsilcisi Schopenhauer, Upanişadları şöyle
yorumlar: “Beni hayata bağlayan tek şey ve ölüm karşısında
da tek tesellim olan bu metinler, bence dünyanın en etkili ve
değerli eserleridir.”<sup>18</sup></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Upanişad metinleri, kendi içinde
bütünlüğü olan tek bir öğretiyi değil, bir çok bilgenin
çeşitli görüş ve düşüncelerini kapsar. Farklı önem
derecelerine sahip yüzü aşkın Upanişad vardır.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Upanişad kelimesi “upa” (yakın)
ve “şad” (oturmak) kelimelerinden oluşur ve bundan da;
Upanişadların gerçeğe veya bilgiye yakın olanlara, yani yalnız
seçkinlere has gizli ve özel bir öğretiyi kapsadığı anlaşılır.
Günümüz yorumcuları, bu dönem Hint felsefe öğretilerinin
genelde ancak küçük bir azınlığın tekelinde olan ezoterik
(batıni) bir nitelik taşıdığını ifade etmektedirler.
Upanişadlarda, bu türden öğretilerin, sadece gerçeğe son derece
yaklaşmış olan ve çok sevilen müritlere anlatılabileceği sık
sık vurgulanır.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Upanişadların kimler tarafından
kaleme alındığı tam olarak bilinmemektedir. Katipler arasında,
Gargi adlı bir kadın ile Yüce Yagnavalkya adlı bir bilginin adı
geçmektedir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Veda’ların
dünyaya ve hayata yönelik mutluluk ve canlılık dolu atmosferine
karşılık, Upanişadların havası oldukça ciddi ve ağırbaşlıdır.
Upanişadlarla birlikte, tüm varoluşu, adeta salt bir “ızdırâb
çekme” olgusundan ibaret görme alışkanlığı, Hint düşünce
geleneğine artık kalıcı olarak yerleşir. Aryaların ilk
dönemdeki iyimser ve canlılık dolu bakış açıları, acaba nasıl
böylesine köklü bir değişime uğramıştır? H. J. Störig, bu
soruyu şöyle cevaplandırır: “Sıcak ve nemli iklimin bunaltıcı
etkisi, bunda büyük bir rol oynamış olabilir. Ayrıca bir
toplumun hayatında, gençlik döneminin taşkınlık ve aşırı
canlılığı; olgunluk döneminde yerini, geçici olanla oyalanma
yerine, kalıcı olan gerçeği arama isteğine bırakmış olabilir.
Genelde, büyük ve yeni düşünceler ile felsefe sistemleri, şüphe
ve hoşnutsuzluğun, bir düşünürü bunaltmaya başladığı anda
doğar ve onu, görünen alışılmış fenomenlerin ardındaki veya
ötesindeki gizli manâları ve gerçekleri aramaya iter. Hint
felsefesinin bu dönemde ulaştığı gizemci nitelik, dış alemin
önemsiz addedilmesine ve zihnin var gücüyle içe ve “öze”
yönelerek; derinleşip, yoğunlaşmasına neden olmuştur. Ve
böylece Upanişadların bağrında iki temel Hint felsefesi doğar:
“Atman ve Brahman”. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Vedalarda da rastlanan Atman ve Brahman
terimlerine, Upanişadlarda daha geniş bir yer ve daha büyük bir
önem verilmiştir. Meselâ, bir metinde şu dizeler yer alır : </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> “O ağaç ki, tahtasıdır Brahman, </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Yer ve gök, yapılmıştır hep ondan, </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Bilgeler, duyun dinleyin beni! </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Brahman yüklenir, taşır evreni...”</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Upanişadlarda<sup>37</sup>
<i>yaratılış </i>da
şöyle anlatılır: “-----Başlangıçta “<i>Bir
Tek Varlık</i>”, Brahman
mevcuttu...O, bir güneş gibi; zamansızlık içinde tek varlık
idi....Ve, O’ndan başka hiçbir varlık yoktu. Henüz tam
anlamıyla doğmamış olan bu dünya; gelişen kozmik bir tohum
halinde idi. Bir süre böyle geçti...Sonra kozmik tohum parçalara
ayrıldı: Bir kısmından gökler, bir kısmından yeryüzü oluştu.
Dış zarlardan yeryüzünün dağları gelişti, damarlardan
ırmaklar, akan sıvıdan da okyanuslar teşekkül etti. Sonra,
öteki güneşler doğdular ve sevinç çığlıkları ile O’na
doğru koşup, yükselmeye başladılar....”</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Hintli düşünürler için, Brahman
her şeyin kaynağıdır. Etimolojik kökeni “soluk, nefes”
manâsına gelen Atman’a ise “öz varlık”, “benliğin özü”
manâları yüklenmiştir. Atman, kişiliğimizin en derin özüdür.
İnsanı, maddi yapısını oluşturan unsurlarından ayırırsak,
geriye “hayatın özü” olarak adlandırılan “esas” kalır.
Bundan da tüm istekler, arzu ve tutkular tecrit edilirse,
varlığımızın en derinindeki o en soyut, en derin şeye, yani
Atman’a ulaşılır. Genel bir şekilde daha eski metinlerde de yer
alan bu kavramsal sisteme Upanişadların katkısı; Brahman ve
Atma’nın, aynı ve bir gerçeğin, farklı cepheleri olduğu
vurgusunun eklenmesi şeklinde olmuştur. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Bu durumda, evrenin en temelinde yalnız
bir tek gerçek Öz vardır. Ve bu, tüm evren söz konusu olduğunda
Brahman, tek tek varlıklar söz konusuyken de Atman’dır. Gerek
kâinatın içindeki varlıklar, gerekse insanın içindeki Atman
olsun, her şey Brahman’ın yansımalarından ibarettir.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Evrenin anlam ve özünün, aynen
insanın iç dünyasının derinliklerinde de bulunduğunu bilen ve
O’na; kendi özüne dalıp, yoğunlaşarak ulaşılabileceğini
kavrayan Hintli bilge için, dış gerçeklik ikinci plânda kalır.
Bu yaklaşıma göre zaman ve mekanla sınırlı nesneler dünyası;
gerçeğin kendisi, yani Atman değil, bazen yanıltıcı da olabilen
bir kılıfı veya örtüsü; yani Hintçe ifadesiyle “Maya” dır.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Maya, varlığın pek çok farklı
biçimler alabilen yanıltıcı görüntüsüdür. Oysa gerçek,
temelde bir ve tek idi. “Brihadaranyaka Upanişad”da şöyle
denir: “Şunu aklına sok: Gerçekte çokluk yok! İnsan, önce
Atman’ı kavramalı. Onu kavrayan, tüm evreni anlar!”
Upanişad yazarları arasında adı günümüze ulaşan nadir
kimselerden Yagnavalkya, karısı Maitreyi’ye bu hususu şöyle
anlatır: “Kendi özünü kavramalı, anlamalı insan, Maitreyi.
Kendi özünü bulmuş, tanımış ve kavramış olan kimse,
evrendeki her şeyi bilme ve anlama kabiliyetine sahip olmuş
demektir!..” </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Ünlü
Yunan filozofu Sokrates’ın da felsefesinin temelinde yer alan ve
kendisinden sonra gelen tüm büyük düşünürleri etkileyen ve
yönlendiren “Kendini bil!” ilkesinin, birçok çağdaş düşünür
üzerinde de çok derin izleri mevcuttur. Ünlü İndoloji uzmanı P.
Deussen bu hususu şöyle ifade eder: “Gelecek zamanların
felsefeleri hangi yeni ve orijinal yollara girerse girsin, şu bakış
açısının daima göz önünde bulundurulacağını şimdiden
kesinlikle söyleyebiliriz: Tabiattaki nesnelerin özüne ne kadar
fazla inilir, nihai gerçeğe ne kadar yaklaşılırsa; varoluşun en
büyük muammasının anahtarının, aslında insanoğlunun iç
deriliklerinde bulunduğu hususu da o kadar açık ve kesin bir
şekilde ortaya çıkarılmış olacaktır.”</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Sezgi kavramıyla ilgili bu tür
yaklaşımların gerçekte Batılı düşünüre o kadar yabancı
olmadığı Goethe’nin şu dizelerinden anlamak mümkündür: </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> “Şaka sanmayın bu sözü;</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Sürdüğünüz, yanlış iz!</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Değil midir tabiatın tüm özü, </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Ta insanın gönlündeki giz?” </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<br /><br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Bazı düşünürler sezgiyi; “gözlem,
deney, akıl yürütme veya mantıksal çıkarım yoluyla elde
edilmeyen türden bilgilere ulaşma yeteneği” olarak tanımlarlar.
Bu yaklaşımda sezgi, özgün ve bağımsız bir bilgi kaynağı
olarak görülür. Sezgiye dayanan bilgi, ispatlanması gerekmeyen,
dolaysız ve açık bilgidir. Mantık ve matematiğin temel
aksiyomları gibi zorunlu “doğrular”, bu türdendir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Felsefe
tarihi boyunca çeşitli filozoflar, öğretilerinde sezgiye değişen
oranlarda yer vermişlerdir. Aristoteles “<i>Sezgisel
düşünce</i> (nous),
ispatı bulunmayan kavramları bilmemizi mümkün kılar” der ve
buna örnek olarak “<i>arkhe</i>”yi
kavramamıza imkân sağlayan bilgi türünü gösterir. Descartes’a
göre sezgi, şeylerin dolaysız ve kesin bilgisini sağlayan en
temel zihinsel fonksiyondur. Descartes, “Lumen naturale” olarak
nitelediği sezgi aracılığıyla, “cagito”yu kavramanın
mümkün olduğunu söyler. Spinoza ise sezgiyi “amor
intelllectualis” olarak adlandırarak “<u>Tanrı’yı
onunla bilebileceğimizi</u>”
ileri sürer. Leibniz de bilgiyi, “sezgisel olan” ve
“olmayan” şeklinde iki kategoriye ayırır. Kant için sezgi,
bilme sürecinin hem başlangıç, hem de bitiş noktalarıdır.
Sezgi’yi, bilginin ilk ve temel biçimi olarak adlandıran Hegel’e
göre “<i>Zaman da
sezgiyle kavranan bir saf dış kendilik olup, yine</i>
<i>ancak sezgiyle
algılanabilir</i>.” Ünlü
matematikçi Poincaré’de sezgiyi, bilim alanında, akıl yürütme
kadar güvenilir ve yararlı bulur. Poincaré “Bilim ve Metot”
adlı eserinde “<i>Bize
üzeri örtük kavramsal ilişkileri, gizli ahenk ve düzenliliği
keşfettiren şey, sezgidir. Biz, mantık ile ispatlar, sezgi ile
icat ederiz</i>.” der. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;">Hollandalı matematikçi L.E.J. Brower’in de
katkılarıyla sezgicilik, bağımsız bir matematiksel düşünce
okulu haline gelmiştir. Bu okulun prensiplerine göre matematiksel
söylemin temel nesneleri, kendi kendini ispatlayan yasaların
yönlendirdiği zihinsel kurgulardır.</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> Ancak, sezgiyi, orijinal ve sistematik
bir felsefi yaklaşımın temeli yapan kişi, Fransız düşünürü
H. Bergson olmuştur. Bergson’da da sezgi; esas olarak realitenin,
akıl yürütme veya deneye baş vurmaksızın doğrudan kavranabilen
bilgisidir ve bu bilgi, ispatı gerektirmeyen apaçık bir gerçektir.
Bergson sezgiden hareketle bağımsız bir felsefi sistem geliştirmiş
ve onun bu yaklaşımı bir çok düşünürü ve sanatçıyı
derinden etkilemiştir.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> <i>Buda
ve Budizm</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> Kitabın bu bölümünün
hazırlanmasında amaç; kronolojik, tam ve kapsamlı bir bilim ve
felsefe tarihi metni oluşturmak değil; düşünce tarihinin gelişim
sürecinin temel niteliklerini ön plâna çıkarmak olduğundan;
eski Hint düşünce sisteminin temel kaynaklarına ve kurucularına
son bir örnek olarak; Buda ele alınacak ve müteakiben Hint
felsefesinin genel özellikleri ve günümüzdeki etkileri gözden
geçirildikten sonra da, eski Çin düşünce tarihinin tahliline
başlanacaktır.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Günümüzün en yaygın dünya
görüşlerinden ve dinlerinden biri olan Budizm’in başlatıcısının
hayatıyla ilgili olarak, doğrudan çağdaşlarından veya kendisini
görüp, tanımış olanlardan günümüze ulaşan hiçbir tarihi
belge mevcut değildir. Buda’nın ardından, ona inananların ve
izleyicilerinin hayranlıklarını ifade eden menkıbe ve
söylencelerden oluşan örtüleri kaldırarak, tarihi gerçeklere
ulaşmak son derece zor, belki de hiçbir zaman başarılamayacak
bir şeydir.</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Bu türden en yaygın kaynak, Pali
dilinde yazılmış Tipikata “Üçlü Kanun” veya “Üç Sepet”
adlı metinlerdir. Buna göre asıl adı Siddharta Guatama olan
Buda’nın ismi, “uyaran” veya “aydınlanan” manâsına
gelen bir ünvandan kaynaklanır. S. Guatama, bugünkü Nepal ile
Hindistan arasında hüküm süren Sakya kralının oğluydu.
Guatama’nın 29 yaşında hayatının dönüm noktasına ulaştığı
anlatılır: “Yaşlılık, hastalık ölüm gibi insani ıstıraplar
karşısında metanetini hiç kaybetmeyen, sarı cübbeli, başı
tıraşlı bir keşişten etkilenen genç prens, bir Şramana
(çileci) olarak huzura ulaşmanın yollarını aramaya karar verir.
Ve oğlunun doğduğu günün gecesinde evinden ayrılarak, ülkenin
ibadet ve eğitim merkezlerinin toplandığı güney bölgesine doğru
seyahate başlar. Yolda uğradığı Magadha devletinin kralı,
kendisine ülkeyi birlikte yönetmeyi teklif ederse de, Guatama bu
teklifi reddederek, ona gerçeği öğretecek öğretmenleri aramaya
devam eder. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Önce yaşlı bilge Alara Kalama’dan,
sonra Uddaka Ramaputta’dan ders alır, ancak onlarda aradığını
bulamaz. Guatama’nın hakikate ulaşma yolundaki esas mücadelesi,
Uruvela kenti yakınlarındaki Senanigama köyünde başlar.
Burada, beş kişiyle birlikte yaklaşık 6 yıl boyunca sıkı bir
perhiz (riyazet) uygulamasından sonra Guatama, gerçeği bu şekilde
de bulamayacağı kanaatine varır. Onun bu tavrı karşısında
hayal kırıklığına ve öfkeye kapılan arkadaşları, kendisini
tek ederler. Tek başına kalan Guatama, bir hintinciri ağacının
altında oturmakta iken Senanigama’nın yöneticisinin kızı
Sucata, kendisine bir tas sütlaç ikram eder. Bu onun “bodhi”den
(aydınlanma) önceki son yemeği olur. O günü korulukta geçiren
Guatama, akşam olunca–sonradan bodhi olarak adlandırılacak
olan–bir ağacın altına oturur ve “aydınlanma”ya ulaşana
kadar orada kalmaya karar verir. Artık o bir iç mücadele ve
hesaplaşma süreci yaşamaktadır. Önce, tutkular dünyasının
efendisi ve kötülüğün sembolü Mura’nın baştan çıkarma
çabalarından, 10 “paramita=fazilet kuralı”nın yardımıyla
kendisini kurtarır. Bundan sonra başlayan tefekkür safhasında, o
zamana kadarki tüm “varoluşların” (Pali dilinde
pubbenivasanussati-nana) bilgisine erişir. Ardından kendisine
varlık aleminin yokoluş ve yeniden var ediliş halini görme
kabiliyeti verilir. Nihayet ruhu, “tüm ahlâksızlık ve
kötülükleri yok etme” gücüyle donatılır. Böylece Guatama,
Vesakha (mayıs) ayının dolunaylı bir gecesinde, “aydınlanmaya”
ulaşır.....”</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Pali diliyle kaleme alınan eski
metinlere göre Buda, insanları eğitme ve bilgilendirme hususundaki
büyük kabiliyetiyle ün salmıştı. Herkese merhamet (karuna) ve
bilgelikle (panna) yaklaşır, herkesle durumuna ve ihtiyaçlarına
göre konuşmayı bilirdi. Onun insanlarla diyaloğu, ideal bir
öğretmen ile öğrencisi arasındakine benzer şekilde; karşılıklı
sevgi, bağlılık ve saygı temeline dayanırdı. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Kendisine pek çok olağanüstü
kabiliyet ve keramet atfedilmesine rağmen Buda, bu tür şeylere hiç
itibar etmezdi. Hatta bir gün müritlerinden birisi halkın önünde
böyle olağanüstü bir hal gösterdiğinde, onu azarlayarak bir
daha böyle davranmaktan men etmişti. Buda’ya göre en büyük
keramet, insanlara hakikatin anlatılması ve benimsetilmesiydi. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Eski metinlerden ortaya çıkan tabloya
göre Buda, insanların çekmekte oldukları ıstıraplara karşı
son derece hassas, oldukça sistemli bir düşünme ve yaşama
tarzına sahip, her zaman çevresindeki kişilere, kendilerini
kötülüklerden koruma yöntemlerini öğretme çabası içinde
olan, bilgelik ve şefkat dolu bir insandı. Buda, bu çerçevede,
Hindistan’ın köklü ve yerleşik bir kurumu olan kast sistemine
de karşı çıkmış ve insanların eşitliğini vurgulamıştır.
</span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Budaya göre insanın temel hedefi,
nefsin (benliğin) tuzaklarından ve dünya işlerinin ayak bağından
kurtularak, varoluş sırrını kavramaktır. Bunu başaran kişi
aydınlanmaya (bodhi) ulaşmış olur. Aydınlanmış insanın
durumunu tasvir eden “</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;">” terimi, “sönmek” manâsına
gelmektedir. Çünkü ona göre aydınlanma, insanın kalbindeki üç
büyük günah ateşinin (şehvet, kötülük ve tutku)
söndürülmesiyle mümkündür. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Nirvana’nın bazı yabancı
araştırmacılar tarafından yanlış anlaşılarak bir tür
“hiçliğe veya yokluğa eğilim” gibi değerlendirilmesi,
Budizm’in temel öğretisinin hatalı yorumlanmasına yol açmıştır.
Nirvana’ya-yetersiz kalacağı veya yanlış anlaşılmasına yol
açacağı endişesiyle- herhangi bir kişilik özelliği atfetmekten
daima kaçınan Budist düşünürler, bu türden her türlü
nitelemeden daima uzak durmuşlardır. Çünkü Buda, Nirvana’nın
insan zihni tarafından tam anlamıyla kavranabilmesinin mümkün
olmaması nedeniyle, O’nun tasvirinin veya nitelenmesinin sakıncalı
olacağı konusu üzerinde ısrarla durmuştu. Ama, Nirvana’ya
ulaşmanın hiçlik veya yok oluş değil, aksine sonsuzluğa ve
ölümsüzlüğe ulaşmak anlamına geldiğini de aynı özenle
vurgulamıştı. Sınırsız hayatın önündeki her türlü engelin
ortadan kalktığı anda gerçekleşen Nirvana’ya ulaşma hali,
gerçekte, ebedi bir varoluşun başlangıcını da içeriyordu.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Nirvana’nın
doğmamışlığı, ölümsüzlüğü, en büyük ve en üstün
oluşu; hareketten, değişimden tamamen uzak olan benzersiz durumu,
O’nu, Tanrı kavramına yaklaştırmaktadır.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Ancak,
ne var ki, Buda’dan sonra Budacılık üzerindeki başlıca
belirleyici etken, (bhakti) akımı oldu. Bu akımın temel ilkesine
göre insan, Tanrı’ya giden yolda bir “<i>aracı</i>
<i>varlık</i>”a
başvurmalı, ona kendisini adamalı ve bunun karşılığında
ondan, kurtuluş için gerekli vasıtaları beklemeliydi. Ve kısa
bir süre içinde, aslında kendi öğretisine temelden aykırı olan
bu yaklaşımla Buda, inananları kurtarmayı üstlenmiş bir tür
aracı ilâh (Bhagavat) gibi görülür oldu. Ve daha sonra da, bu
yaklaşımı benimseyenler, ona, yani heykellerine tapınmaya.
başladı.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Eski
</i> <i>Hint
Felsefesinin Temel Özellikleri ve Günümüzdeki Etkileri </i></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> Eski Hint felsefesinin karakteristik
özellikleri şöyle özetlenebilir: Hint düşünce dünyası büyük
ölçüde geleneğe bağlıdır. Hindistan’da doğup, gelişen
felsefe sistemlerinin çoğu, gerek temel önermelerinin tayini,
gerekse bunların teyit edilmeleri bakımından eski Veda
literatürüne dayanır. Bir Hintli açısından bir sorun doğurmayan
bu durum, Hint felsefesini, Hint kültüründen soyutlayarak veya onu
yeterince bilmeden incelemeye ve anlamaya teşebbüs eden yabancılar
için önemli bir engel teşkil eder.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> Hint düşünce sistemleri, yalnızca
gerçeği aramaya ve ortaya koymaya değil-hatta bundan çok daha
fazla-doğru yaşama biçiminin belirlenmesine ve kurtuluşa giden
yolun tayinine yöneliktir. Bu arada, pek çok etkenin yanı sıra,
özellikle Hint halkının duyarlılığı, soyut düşünceye
yatkınlığı ve doğru yolu bulma tutkusu, eski Hindistan’da
felsefenin, belki de başka hiçbir toplumda görülmemiş yoğunlukta
bir ilgi ve destek bularak; gelişip yaygınlaşmasını mümkün
kılmıştır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Çoğu
Batı düşünce sistemleriyle Hint düşüncesi arasındaki en derin
ayrılık, Hintli bir düşünür için duyular yoluyla kavranılan
“dış dünya”nın bilgisinin birinci dereceden bir önem
taşımamasından kaynaklanır. Buna göre, “gerçek” sadece
duyular yoluyla kavranamadığı gibi, bazen kelimelerle de tam
olarak ifade olunamaz. Ona, en kapsamlı bir tarzda ancak sezgi
yoluyla yaklaşılabilir. Çağdaş bir Upanişad yorumcusu bu hususu
şöyle dile getirir: “<i>Katı
rasyonel felsefi yaklaşımlar, agnostisizm ile sonuçlanmaktadır.
Bu, söz konusu yaklaşım ve bakış açısıyla bilgiye ulaşma
çabasının kaçınılmaz sonucudur. Doğrusunu söylemek gerekirse,
insan zihninin yapısı gereği, her araştırmacı gibi yola
sezgisinden ilham alarak çıkan akılcı filozof,-nihai çözümü
de bu yolla ortaya koymayı kendisine yakıştıramadığından- bir
süre sonra sezgiye sırtını döner. Bu arada, cevap bekleyen pek
çok soruyu görmezden gelmek zorunda kalır. Oysa sezgiden
kaynaklanan ilham (intuition) ile işe başlamış olan bir kişinin,
sonuca da yine ilham aracılığıyla ulaşması</i>
<i>gerekli değil midir</i>?”<sup>38</sup></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Hintli düşünürlerin üzerinde
durulması gereken bir diğer özellikleri de, sınırsız
hoşgörüleridir. Her ne kadar eski literatürde bazı
tartışmalardan, görüş ayrılıklarından ve münakaşalardan söz
edilse de; asla aşağılama, baskı veya hakarete yer verilmez.
Gerçeğe giden sadece tek bir yolun var olduğu fikri, Hintli
düşünüre tamamen yabancıdır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> T.
Akman’ın “Dünyanın Sibernetik Oluşumu” adlı kitabındaki
“Modern astrofizik ve eski Hint filozofları” başlıklı bölümde
şunlar anlatılır: “...Düşünce tarihinin evrimi üzerinde
yapılan araştırmalarda genellikle eski Yunan düşünürleri
üzerinde durulmakta ve onların bilimsel düşüncenin gelişimine
yaptıkları büyük katkı vurgulanmaktadır. Rönesans ile birlikte
Avrupa kültürüne iyice yerleşen bu kanaat, zaman içinde bir
hayranlığa dönüşmüş ve yakın geçmişte birçok yazar ve
bilim adamı, eski Yunan düşünürlerine ait görüş ve ifadelere;
eserlerinin başlık, önsöz veya giriş bölümünde yer vermeyi
bir alışkanlık haline getirmişlerdi. Gerçekten de bazı eski
Yunan düşünürlerinin madde, ruh, uzay, zaman, kâinat, varlık ve
yokluk ile benzeri konular hakkında çok ilginç, hatta çağlarını
aşan görüşleri vardır. Leukippus ve Demokritos’un atom
hakkındaki ifadeleri, Platon “ide”leri, Aristoteles’in
varlık-yokluk felsefesi, Sokrates’in etik sistemi, Herakleitos’un
rölativiteyle ilgili görüşleri bunlardan bazıları olup, bu
düşüncelere saygı duymamak, gerçekten imkânsızdır.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Ama eğer, ya bütün bu görüşler
eski Yunan filozoflarından çok daha önceleri başka bir kültürde
ele alınıp, işlenmiş ise, o zaman, bu “daha eski kültür”ün
bizde saygının da ötesinde, hayranlık uyandırması gerekmez mi?
Sözünü ettiğimiz bu kültürün temsilcileri, eski Hint
filozoflarıdır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> İndoloji,
yani eski Hint kültürü araşmalarına, eski Yunan kültürünün
batı bilim dünyasına tanıtılmasından asırlar sonra
başlanabilmiştir. Buna rağmen eski Hint filozoflarının
“yaratılış” konusundaki çok derin düşünceleri çağımız
astrofizikçilerini öylesine etkilemiştir ki, son 15-20 yıldan bu
yana yazılan bir çok astrofizik kitabında; Vedalar, Upanişadlar
veya Buda’dan alıntılara yer verilmektedir. Oysa bundan 40-50 yıl
önce yazılan bilim tarihi kitaplarında, eski Yunan’ın
düşünceleri büyük bir önceliğe ve önemli bir yere sahiptiler.
Meselâ ünlü matematikçi ve filozof A.N. Whitehead “Adventures
of Ideas” adlı kitabında şunları yazmaktaydı: ‘...<i>Batı
biliminin ilk doktrinlerinden biri olan</i>
<i>Aristoteles Yasası,
tarihi akış içinde, eski Yunan düşünürü Miletos’lu
Thales’den gelmiştir. Thales, milâttan 600 yıl önce yaşamıştı.
Şüphesiz; Mısır, Mezopotamya, Hindistan ve Çin’de de örnek
alınacak düşünürler vardır. Fakat insanın araştırma
tutkusuyla gelişen, eleştirileriyle saflaşan ve batıl inançların
ayıklanmasıyla ilerleyen modern bilim, eski Yunan kültürüyle
birlikte doğmuştur. Ve ilk temsilcisi de Thales’dir</i>.’
” <sup>39</sup></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Yine
çağımız filozoflarından B. Russell batı felsefe tarihi
konusundaki bir kitabında Pythagoras hakkında şunları söyler:
“... <i>Bilindiği gibi
Pythagoras tüm şeyler, sayıdır demişti. Bu anlatım, modern
açıdan, ilk bakışta çok mantıklı görünmeyebilir. Ancak
Pythagoras, bu ifadesiyle çok derin bazı gerçekleri anlatmaya
çalışmaktadır. Sayıların müzikteki önemini ilk olarak
vurgulayarak, matematik ile müzik arasında birtakım ilişkiler
bulunduğuna dikkat çeken de odur. Onun tanımlamış olduğu
“uyuşumsal orta” gibi matematik terimler halen kullanılmaktadır.
Sayıların kareleri ve küpleri Pythagoras’a borçlu olduğumuz
kavramlardır. O, dikdörtgen, üçgen, piramit ve bunlarla ilgili
rakamsal</i> <i>değerlerden
de söz etmişti...” </i>Russell
kitabında, Pythagoras’a karşı duyduğu hayranlığına ve bunun
nedenlerine ait başka örnekler de verir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Ancak,
Pythagoras’ın bu kavramları eski Hint filozoflarından aldığını
gösteren yeni bulgular vardır. A. Weber, ünlü “Felsefe Tarihi”
adlı kitabında bu hususla ilgili olarak şunları anlatır.
“...<i>Pythagoras‘ı
Brahmanların bir öğrencisi sayabilir, hatta onu Buda ile özdeş
görebiliriz. Çünkü sadece isimleri değil, doktrinleri de
birbirine son derece benzerdir. Python veya Pythagoras; “gönlüne
bilgi doğan, gaipten haber veren” manâsına gelirken, Buda da
“aydınlanmış” demektir. Felsefelerinin esasını teşkil eden
dualizm, pesimizm,</i>
<i>ölümden sonra yeniden
doğuş, kendini kontrol, meditasyon, tüm insanlara karşı iyilik
duygusu besleme, doğruluk, adalet ve benzeri özellikler, bu iki
şahsı birbirine öylesine yaklaştırır ki, sonunda onlar adeta
kaynaşıp, “bir”leşirler. Daha önceki yazarların özellikle
Aristoteles’in Pythagoras’ın kişiliği ve hayatı hakkındaki
suskunluğu, Pythagorasçılık ve Budizm’in aynılığını
doğrular gibidir...”</i> </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> İndoloji Profesörü W. Ruben, “Eski
Hindistan Tarihi” adlı kitabında bu konu üzerinde durarak,
şunları belirtir. “Herakleitos’un eserlerini kaleme aldığı
zamandan çok önceleri Buda ölmüş bulunuyordu...” Birçok
düşünce tarihi uzmanı Vedaların, milâdın 1500 ilâ 1000,
Upanişadların ise en azından 800 yıl öncesinden kaynaklandığını
kabul etmektedir. Böylece, eski Hint düşünürlerinin, antik çağ
Yunan filozoflarından çok daha önce yaşadıkları kesin bir
şekilde ortaya çıkmaktadır.” Ancak Mezopotamya kültürünün,
bu iki uygarlığın her ikisinden de önce geliştiği ve büyük
bir ihtimalle onların ortak ilham kaynağı olduğu hususu da göz
ardı edilmemelidir.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> </span>
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><i>Çin
Uygarlığı</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">
<i>Eski Çin Entelektüel
Hayatına Genel Bir Bakış</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<br /><br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<br /><br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%;">
<span style="color: black;">
Çin, uygarlık tarihine ait
en eski izlerden bazılarının bulunduğu bir ülkedir. Çin’de
felsefenin doğuş ve gelişme tarihi, yaklaşık olarak
Hindistan’dakiyle aynıdır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Çin de, Hindistan gibi, çok geniş
yüz ölçümü, aşırı kalabalık nüfusu, bölgeden bölgeye
değişen çok çeşitli iklim özellikleri, son derece farklı
yeryüzü şekilleri, konuşulan çok sayıda lehçe ve dil ile tek
bir ülkeden ziyade, başlı başına bir kıtaya benzer. Okyanuslar,
sıradağlar, yağmur ormanları ve çöllerle çevrili bu uçsuz
bucaksız topraklar, binlerce yılı kapsayan kesintisiz bir kültürel
süreçle bugünlere ulaşan orijinal ve müstakil bir uygarlığın
beşiği olmuştur.</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Düşünce ve dil çok yakından
ilişkili olduklarından, bir çok yönden karşılıklı olarak
birbirlerini etkileyip, biçimlendirir ve hatta sınırlandırırlar.
Bu nedenle Hint-Avrupa dillerinden oldukça farklı özelliklere
sahip olan Çin dili ve yazısı üzerinde durmak uygun olacaktır.</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Çince,
yapısı bakımından Batı dillerine hiç benzemeyen tek heceli ve
ayrışkan (isolierend) dillerden olduğu için; belirli bir kurala
göre çekilemeyen, ön ve son ek almayan kelimeler içerir.
Çoğaltılamayan ve Çince’ye has belirli söyleyiş biçimleriyle
sınırlandırılmış olan bu tek heceli kelimelerle farklı
manâları aktarabilmek için, tek bir hece, değişik vurgularla
seslendirilir. Yani, aynı harflerden oluşan ve aynı ses yapısına
sahip olan kelime veya hecelerin manâ farklılığı, ton (titrem)
farklılığı ile ifade edilir. Modern standart Çince’de dört
titrem vardır. Daha eski olan Guangzhou dilindeyse altı titrem
bulunuyordu. Sözlü Çince’nin melodik niteliği, bu vurgu veya
ton değişimlerinden kaynaklanır. Bu şekilde, bazen <i>tek
bir hece ile 50 kadar farklı manâ aktarılabilir</i>.
Bir kelimenin mecazi ve argo manâları da dahil en fazla birkaç
farklı manâ taşıyabilmesine alışkın olan bizler için, bu
durum oldukça şaşırtıcıdır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Çince söz diziminin kesin kuralları
sayesinde bir kelimenin manâsı, ayrıca; cümlenin gelişinden veya
cümle içindeki yerinden de anlaşılabilir. Benzer şekilde bir
kelimenin isim, zamir, sıfat veya fiil oluşu, yine sentaktik
konumundan ve bağlam durumundan anlaşılır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Çin konuşma dili gibi, Çin yazısı
da Batı dillerinden son derece farklıdır. Bir tür resim yazısında
türetilen ve resim özelliklerini hâlâ taşıyan Çin yazısı,
bizim yazımızda olduğu gibi konuşma dilinin seslerini temsil eden
harflerden değil, nesne ve kavramları gösteren şekillerden
(ideogram veya piktogram) oluşur. Çince lügatlerde genellikle,
”karakter” olarak adlandırılan 40 000 kadar sembol yer alır.
Ama pratikte, dörder birimli kod gruplarına ayrılmış olan 10 000
kadar sembol kullanılır. Çince okuyup, yazabilmek için en az 2
bin kadar karakter bilmek gerekir. Belirli kelimeler, ya kelimenin
manâsını ifade eden tek bir sembol ile veya bir sembol gurubu ile
gösterilir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Çince’de dağ, ev veya ağaç gibi
somut varlıklar, temsil ettikleri nesneyi çağrıştıran
ideogramlarla gösterilir. Soyut bir kavram ise, mecazi manâsı
olabilecek nesnelerle–meselâ ruh kavramı kalp sembolü ile–ifade
edilir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Sabit şekillerden oluşan böyle bir
yazının zaman içindeki değişim hızı, sese dayalı bir
alfabenin değişim hızından çok daha küçük olacaktır. Konuşma
dilinde farklı lehçelerin varlığına ve kelime dağarcığının
zaman içinde süratle değişmesine karşılık Çin yazı dili ve
edebiyatı, 3 bin yıldır çok az değişmiştir. Yabancı
istilâların da sarsamadığı bu edebi süreklilik, eski Çin’in
uçsuz bucaksız toprakları üzerinde kültürel bütünlüğü
sağlayan başlıca etken olmuştur. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Çin resim-yazısını okuyup,
yazabilmek için birkaç bin sembolü ezberlemek ve söylenişini
öğrenmek gerektiğinden dolayı, Çin halkının büyük çoğunluğu
eğitimsiz kalmış; yazı dili ile konuşma dili giderek birbirinden
uzaklaşmışlardır. Yazı dilinin günlük hayattan kopmasıyla
biçimsel kurallar kalıplaşmış, yeni içeriklere yeni biçimler
arama yolu tıkanmıştır. Buna karşılık, lehçe farklılıkları
Roman dillerinde olduğu gibi zamanla ayrı dillere (Fransızca,
İtalyanca, vb) dönüşmemiştir. Ama yine de bu farklı lehçelerin,
dilbilimciler tarafından ayrı ayrı sınıflandırılan farklı
biçimleri vardır. Bu dilleri konuşanlar birbirlerini anlayamazlar.
Ancak bu dilleri konuşan kimseler, aynı Konfüçyüs metnini farklı
sesler ve vurgular ile okusalar da, kağıt üzerindeki
göstergelerden aynı şeyi anlarlar. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Dil ve yazı; kültür ve uygarlık
alanındaki gelişmelerin yanı sıra, algılama ve düşünme
tarzını da etkileyen faktörlerin başında gelir. Dili ve yazısı
böylesine farklı bir toplumun “düşünme sistem ve dünyası”
da şüphesiz oldukça farklı bir şekilde yapılanacaktır. Tarih
içinde, Hint-Avrupa dillerinin birbirinden açıkça ayrılabilen
özne, nesne, yüklem, isim, sıfat ve fiil gibi gramer unsurlarının
analiziyle ilgili çalışmalar sonunda ortaya çıkan mantık adlı
disiplinin Çin’de gelişmesi teorik olarak imkânsızdı. Nitekim,
Çin tarihinde mantık alanındaki çalışmalarıyla ünlü bir
düşünüre rastlayamıyoruz.</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Çin dilinin morfolojik farklığı
nedeniyle Çince’den yapılan tercümelerde–özellikle soyut
kavramlar içeren felsefi metinlerin çevirisinde-daima büyük
zorluklarla karşılaşılmıştır. Metin yazarı, iletmek istediği
manâ ve enformasyonun bir kısmını; ancak söz dizimi ve bağlam
ilişkileriyle ve çağrışım potansiyeli yüksek ideogramlarda
ifade etmeye çalıştığı için, soyut kavramların ayrıntılarına
ve incelikli yorumlarına ait tercümelerde, manâ kayıp ve
değişmelerinden kaçınabilmek, imkânsız derecede zordur</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Bütün bunlara rağmen Çinliler;
“toprağın sistemli bir şekilde işlenmesi, akarsu rejiminin
düzenlenmesi, porselen, barut, pusula ve benzerlerinin imali, kağıt
para kullanımı, güzel sanatlar, edebiyat, devlet yönetim
stratejisi” başta olmak üzere, diğer bir çok farklı alandaki
buluşları ve uygulamalarıyla, gerçekte tüm insanlığın
müşterek mirası olan bilim, teknoloji ve uygarlığın evrimine
önemli katkılarda bulunmayı başarabilmişlerdir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Huang Irmağı’nın büyük kıvrımı
tarafından çevrelenen Ordos steplerinin güneyinde yapılan
kazılarda bulunan birtakım aletlerin ve diğer kalıntıların ait
olduğu dönem, Mısır uygarlığı kadar eskiye uzanır. 1921’de
Huang Irmağı’nın yakınlarındaki Yangshoa’da; sakinlerinin
avcılık, hayvan besiciliği ve çiftçiliğin yanı sıra;
dokumacılık, seramikçilik ve metal işletmeciliğiyle de uğraştığı
anlaşılan birçok yerleşim yeri ortaya çıkarılmıştır. M.Ö.
2500’lere tarihlenen yöre uygarlığının, özellikle Hunan ve
Gansu’da zirveye ulaşmış olduğu anlaşılmaktadır. Zamanla bu
uygarlık, güneye doğru yayılmıştır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Yangshoa’da bulunan beyaz ve
Longshan’da bulunan siyah seramikler ve benzeri diğer buluntular,
eski Çin uygarlığının belirli bir dönemde Batı Asya ile sıkı
ilişki içinde olduğunu göstermektedir. Bir zamanlar, sadece Çin’e
has olduğu sanılan “üç oyuk ayaklı” sehpaların
benzerlerinin Anadolu’da da bulunması, bu hususu teyit etmiştir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Çin’in değişik bölgelerinde
yapılan kazılarda rastlanan, ustalıkla boyanmış çömleklerin
belirli bir zaman dilimi içinde aniden yaygınlaşması, o dönemde
bu ve benzeri alanlarda çok ileri düzeylere ulaşmış olan İran
ve Güney Rusya ile münasebetlerin yoğunlaşmış olduğuna işaret
etmektedir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Orta Çin’de, surlarla çevrili bir
Shang kenti olan Zhengzhou ile onun kuzeyinde yer alan ve Shang’ların
son başkenti olan Anyang; sıkıştırılmış toprak bloklardan
yapılmış yüksek surlarıyla çarpıcı bir mimari yapı özelliği
arz ediyordu. Kentlerin içinde seramik fırın ve fabrikaları,
kemik oyma atölyeleri ve tunç dökümhaneleri bulunmaktaydı.</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Çin’de yönetim yaklaşık 90 yıllık
bir süreçten sonra Shang hanedanından (M.Ö. 1800-1200) Zhou
hanedanına (M.Ö. 1111-256) devredilirken, Çin halkı da kabile
toplumundan feodal topluma ve Tunç Çağı’ndan da Demir Çağı’na
geçmiştir. Sonuçta; sosyal ve ekonomik yapı, günlük hayatta
kullanılan araç ve gereçler, fertlerin bilgi ve beceri düzeyi ile
yaşama şekilleri de büyük ölçüde değişmiş oldu. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> Shang yönetiminin son 300 yılı
içinde, Neolitik gelenekten kopuşla birlikte, yepyeni bir uygarlık
doğdu. Bu, atlı savaş arabalar, çok miktarda yazılı belge
tanzimi, tuncun kalıba dökülmesi ve diğer zanaatlarla ilgili
uygulamalar bakımından, batıdakilere kimi yönleriyle benzeyen,
ancak bir çok orijinal niteliği de sahip olan bir uygarlıktı. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> Ordos
(Maowusu) bölgesinde bulunan tunç eşyalar, buradaki gelişimin
Avrasya bozkır kuşağı uygarlığının bir uzantısı olduğunu
göstermektedir. Bölgedeki buluntular, Mezopotamya orijinli metal
işlemeciliğin Çin’e kuzeybatıdan girdiği varsayımını
güçlendirir niteliktedir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> Bugüne
kadar elde edilen bulguların genel bir değerlendirmesi
yapıldığında, Çin uygarlığının, bir çok değişik etnik
topluluğun ve kültür merkezinin entelektüel ürünlerinin
karışıp, kaynaşmasıyla doğduğu ve geliştiği sonucuna
ulaşılabilir. Bugünkü Sinkiang ve Moğolistan’dan bazı
göçlerin ve Batı Asya ile Güneydoğu Avrupa yönünden gelen bazı
etkilerin mevcudiyetine dair bulgulara rağmen, bu uygarlığın
temel kaynağını büyük ölçüde Çin toplumu ve kültürü
teşkil eder. Çok eski dönemlere ait mitolojik Çin metinleri,
sonradan büyük değişikliklere maruz kalmış olduklarından,
tarihe ışık tutma hususunda henüz fazla yararlı olamamaktadır.
Bu mitolojik yazılarda, halka çeşitli araç ve gereçlerin
kullanımı ile birtakım önemli işlerin yapılış şeklini
öğreten bilge hükümdarlardan söz edilir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> Bunlardan,
M.Ö. 3000 dolaylarında yaşayan bir imparatora ait olduğu rivayet
edilen “<i>I Ching</i>”
(Değişimler Kitabı) adlı eserdeki felsefi çerçeve o kadar
ilginç ve çarpıcıdır ki, geçmişin ve günümüzün birçok
ünlü düşünürü ve bilim adamı, ondan büyük ölçüde
etkilenmiş olduklarını beyan etmişlerdir. <i>I
Ching</i>’in günümüze
ulaşmasında önemli bir rol oynamış olan Çinli düşünür
Konfüçyüs, son derece değerli olduğuna inandığı bu eser
hakkında şunları söylemişti “Onu iyice kavrayıp, anlayabilmek
için keşke bir elli yıllık ömrüm daha olsa!” </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> <i>I
Ching</i>’de bazı önemli
bilgiler “tek ve uzun bir çizgi” ile “kısa bir çift
çizgi”nin üçerli kombinasyonlarından oluşan sekiz “trigram”
ile kodlanarak verilmiştir. Her üçlü birim; bir olayı, bir
varlığı veya insan hayatına ait bir durumu simgeler. Tek parçalı
sembol olan “yang”, aydınlık bir unsuru (ışık, hareket,
hayat, vb) temsil ederken, iki parçalı sembol olan “yin” ise;
yoğun ve karanlık bir unsuru (madde, ağırlık, edilgenlik, vb)
simgeler. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> R.
Wilholm ve C.F. Baynes’in <i>I
Ching</i> tercümesinde,
yaratılış ve varoluş, sembolik bir üslûpla şöyle anlatılır:
“<i><u>Yang=Etkin</u></i><i>:
Kenarları altı sürekli çizgiden oluşan bir yıldızla
gösterilir. Bu sürekli çizgiler ışık (aydınlık) veren; aktif,
müessir ve ruhani olan Temel ve Külli Kudreti temsil eder. O,
özünde ebedi, müessir ve faal olduğundan ve hiçbir zayıflık ve
noksanlık unsuru içermediğinden dolayı, özü; güç, enerji veya
kudret; sembolü ise, gökyüzüdür. </i><i><u>Yin=Edilgen</u></i><i>:
Kenarları, kesik çizgilerden oluşan ikinci bir yıldız ile
gösterilir. Kesik çizgi, yin’in ana alıcı niteliğini,
kesafetini ve üreticiliğini temsil eder. Ruha karşı maddeyi
(tabiatı), göğe karşı yer yüzünü, zamana karşı mekanı ve
genel olarak Yaratıcı gücü değil, bunların görünür
sonuçlarını temsil eder.” </i></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> F.
Capra, çağımızın hakim fiziksel ve biyolojik paradigmalarının,
doğuşlarından günümüze kadar izledikleri seyirlerini, kapsamlı
ve orijinal bir perspektiften ele almış olduğu “The Turning
Point” (Dönüm Noktası) adlı kitabında, bu eserindeki temel
bakış açısının “geleneksel kültüre” ve bunun ilginç
örneklerinden biri olarak gördüğü <i>I
Ching</i>’e dayandığını
vurgular. Capra, eserine <i>I
Ching</i>’den yaptığı
şu alıntıyla başlar: “<i>Dejenerasyonun
had safhaya ulaştığı andan itibaren, yeni bir “dönüm noktası”
başlar. Uzaklaşmış olan güçlü “ışık” geri döner ve
yeni bir hareketin (dönüşümün) emareleri ortaya çıkar. Ama bu
hareket son derece fıtri (uygun, kendiliğinden ve gerekli)
olduğundan, eski (bozulmuş olan) yeniye (asıl olana) rahatça
dönüşür. Sonuçta “eski” terk edilir ve “yeni”
benimsenmiş olur. Bu (kaderi, fıtri) dönüşüm, hiçbir
tahribata, probleme veya üzücü olaya yol açmaksızın, kolayca
gerçekleşiverir.</i>”</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;">
Capra, kitabına şu
cümlelerle devam eder: “<i>1970’li
yıllarda, başlıca mesleki ilgim, asrımızın ilk 30 yılı
boyunca, maddenin temel yapısıyla ilgili temel fiziksel teorilerde
gerçekleşen çarpıcı değişim süreci üzerinde yoğunlaşmış
bulunuyordu. Bilimde kendini gösteren yeni kavramlar, dünya
görüşümüzde de köklü bir değişime yol açmaktaydı. Bu, esas
olarak çağlar ötesinden günümüze ulaşan “geleneksel”
mistik görüşlere çok benzeyen holistik ve ekolojik düşünce
sistemine doğru yönelmiş olan bir değişimdi. </i></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> <i>Ancak, bu dönemde, evrenin yeni
görünümünün bilim adamlarınca benimsenmesi hiç de kolay
olmadı. Atom ve atomaltı dünyasına ait yeni keşifler, bilim
adamlarını, bu olguların alışılmış kalıplarla tasvir ve
izahına meydan okuyan farklı ve yepyeni bir “gerçeklik”
anlayışıyla karşı karşıya bıraktı. Bilim adamları bu yeni
gerçekliği anlama çabaları sırasında sadece entelektüel değil;
onun yanı sıra duygusal, hatta varoluşsal bir bunalım da
yaşadılar. Bu bunalımın atlatılması çok zor oldu ve bilim
çevrelerinin uzun bir zamanını aldı. Ama onlar sonuçta,
maddenin yapısına ve bunun insan zihni ve şuuruyla ilişkisine
dair derin ve kapsamlı bir “kavrayış” ile ödüllendirildiler.
</i></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Günümüzde tüm toplumların
benzer bir bunalımın eşiğinde olduğuna inanıyorum. Bunun
sayısız belirtisini her yerde görebilmemiz mümkündür: Yüksek
bir enflasyona ve işsizlik oranına sahibiz. Giderek etkileri artan
bir enerji krizine gömülüyoruz. Sağlık, çevre, adalet, güvenlik
ve diğer alanlarda da her geçen gün sayı ve çeşidi artan yeni
sorunlarla karşılaşıyoruz</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Bu kitabın temel tezi, tüm
bunların, “ana karakteri, esasta bir algılama bunalımı” olan,
tek ve aynı bunalımın değişik cepheleri olduğudur. Bu bunalım,
tıpkı 1920’lerde fizikte ortaya çıkmış olan benzeri gibi,
modası geçmiş bir dünya görüşünün temel kavramlarının,
artık bunların açıklamakta yetersiz kaldığı yeni olgulara ve
gerçekliğin yeni vizyonuna uygulanması yönündeki ısrardan
kaynaklanmaktadır. Aslında bizler, ayrılmaz bağlarla bağlı olan
bir “biyolojik, psikolojik, sosyal ve ekolojik” olgular
dünyasında yaşamaktayız. Yüzyılımızın başlarına ait
kavramlar ve bakış açıları, bu olguların özündeki birliği ve
aralarındaki güçlü bağları göz ardı etmektedir. </i></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Bütün bu nedenlerle, gerçekte
asıl muhtaç olduğumuz şey yeni bir paradigma, yani “gerçekliğe
daha uygun ve daha kapsamlı yeni bir vizyon” ile; düşünme ve
algılamayla ilgili temel kavramlarımızda, kökten bir değişimdir.
Gerçekliği o eski kavrayış kalıbından; yeni, bütüncü ve
kapsamlı bir kavrayış tarzı yönündeki bu değişim ihtiyacı,
hemen tüm alan ve dallarda kendisini göstermeye başlamış olup;
bu olgu, muhtemelen içinde bulunduğumuz çağı niteleyecek öneme
ve önceliğe sahip bulunmaktadır. Bu kitabın konusu, söz konusu
paradigma değişiminin muhtemel tezahürleri, etkileri ve
sonuçlarıdır. </i></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Mevcut çok yönlü kültürel
bunalımı daha iyi kavramak için; son derece kapsamlı olan yeni
bir görüş açısını anlamak, benimsemek ve mevcut problemleri,
insanlığın tüm kültürel gelişim tarihi bağlamında
değerlendirmek gerekir. </i></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Nitekim, yirminci yüzyılın
sonlarına doğru bizler gerçekten de artık yavaş yavaş bakış
açımızı; içinde yaşadığımız “an”dan, binlerce yıllık
bir gelişim zincirinin ilk halkalarına veya “durağan yapılar
kavramından, dinamik değişimler kavramı”na doğru çevirmeye
başladık. </i></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Bu bakış açısından “bunalım”,
dönüşümün özel bir hali olarak görülebilir. Eski Çin
kültüründe bunalım ve değişim arasındaki bu derin ilişkiye
büyük bir önem verilirken, “bunalım”ın karşılığı olarak
kullanılan terim wei-ji, “tehlike” ve “imkân” manâlarını
bir arada kapsardı. </i></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Batılı sosyologlar, her geçen gün
sayıları artan yeni bulguların bu geleneksel prensibi
doğrulamakta olduğunu belirtmektedirler. Farklı toplumlara ait
sosyokültürel dönüşüm devrelerinin analizleri, bu değişimlerin
arifesinde daima, günümüzde bizim toplumumuzun karşı karşıya
olduğuna benzer bunalım dönemleriyle yüz yüze gelindiğini
göstermiştir. </i></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Bu tür değişimler, uygarlıkların
evriminin temel süreçleridir. Bu süreçleri belirleyen
parametreler çok karmaşıktır ve tarihçiler henüz, bu değişim
olgusunu açıklayabilen kapsamlı kuramlara sahip değildirler.
Ancak, genel bir ifadeyle, günümüze dek kurulmuş tüm
uygarlıkların, hemen daima aynı çevrimsel “oluşum, gelişme,
gerileme ve çöküş” dönemlerinden geçtikleri söylenebilir. </i></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Eski Çin filozofları, gerçekliğin
tüm tezahürlerinin (yin) ve ( yang) adını verdikleri iki
“tamamlayıcı” ve “karşılıklı” güç aracılığıyla
meydana getirildiğine inanmaktaydılar. Eski Yunan’da da
Herakleitos, dünya düzeninin, “belirli sürelerle alevlenip,
zayıflayan” ebedi bir ateş vasıtasıyla sağlandığını öne
sürerken; Empedokles ise, kâinattaki, değişimleri, “sevgi” ve
“nefret” olarak adlandırdığı iki bütünleyici gücün
salınım ve gel-gitlerine dayandırmıştı. </i></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Bu
kitapta, baştan sona, I Ching’de çok ayrıntılı bir şekilde
geliştirilmiş olan ve eski Çin felsefe literatürünü teşkil
eden birçok temel kaynakta da yer alan yaklaşım esas alınmıştır.
Bu yaklaşım, evrenin tümündeki gelişim ve dönüşümlerin ana
ritmini ve yönünü belirleyen iki arketip kutbun (yin ve yang)
etkinliklerine dayanmaktadır. </i></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Eski
Çin düşünürleri, Tao dedikleri ve en Yüce Öz olarak
benimsedikleri gerçekliği, daimi bir akış ve değişim süreci
içinde algılamaktaydılar. Bu bakış açısına göre insanlar da,
bu etkin kozmik süreç içindeki tüm olguları, onlara bizzat
katılarak gözlemlerler. Tao’nun temel karakteristiği, dinamik
çevrimsel niteliğidir. Tabiattaki tüm gelişim ve oluşumlar da,
belirli bazı çevrimsel kalıplar çerçevesinde gerçekleşmektedir.
Çinli düşünürler, yin ve yang kutuplarını, kozmik çevrimsel
kalıpların dinamik yönlendiricileri olarak görürler: “Zirve
noktasını kuşatmaya başlayan yang, yin tarafına çekilir. Ancak
bir süre sonra onun boşalttığı uca ulaşan yin de, yang tarafına
yönlendirilmeye başlanır</i>.</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> <i>Geleneksel
Çin düşünce sistemine göre Tao’nun bütün tezahürleri,
fiziksel veya sosyal hayata ait belirli birtakım ikili arketipik
çiftlerin karşılıklı etkileşimlerinin aracılığıyla ortaya
çıkar. Bu çiftlerin, bağımsız ve farklı kategoriler değil,
tek bir bütünün “sınır” değerleri olduklarını
kavrayabilmenin, çok önemli; ancak biz Batı kültürü mensupları
için bir o kadar da zor bir şey olduğu kesindir. Çinli düşünürün
bakış açısından tek başına yin veya yalnız başına yang,
tanımsız veya anlamsızdır. Bütün tabii olaylar, kesintisiz bir
süreçler silsilesi içinde vuku bulan tüm oluşum ve dönüşümler,
hep bu “ikili temel ve sınır kutup” çiftleri arasında
gerçekleşen salınımların birer sonucudurlar. Kâinattaki ve
insan toplumlarındaki düzen, yin ve yang arasındaki dinamik
dengenin sayısız tezahürlerine sadece birer örnektir. </i></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> <i>Yin ve yang terimleri, son yıllarda
Batı’da oldukça popüler bir hale gelmişse de, bizim kültür
çerçevemiz içinde bu kavramlara atfettiğimiz manâ, geleneksel
Çin düşünce sistemindekinden genellikle farklı olmuştur. Son
derece değişik düşünce dünyalarına ait özgün terim ve
kavramları, son derece tahrif edilmiş bir şekilde kullanan pek çok
batılı, aslında kültürel ön yargılarını bu kullanıma
yansıtmaktadır.</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>M.
Porkert bu kavramları, asıllarına oldukça yakın bir tarzda
yorumlamayı başaran az sayıda batılı araştırmacıdan biridir.
Çin tıbbı konusundaki bir araştırmasında Porkert, yin’in;
“contractive” (sınırlarını daraltabilen, çekilebilen),
“responsive” (hassas, uyumlu) ve “conservative”(muhafazakar,
ılımlı) olan her şeye tekabül edebileceğini söyler. Porkert’a
göre yang ise, “expansive” (yayılma eğiliminde olan),
“aggressive” (müdahaleci, saldırgan),ve “demanding” (talep
edici) nitelikleri ifade eder. Yin ve yang kategorileri, özellikle
şu anlam çiftlerini kapsar: </i></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<table border="1" bordercolor="#000000" cellpadding="5" cellspacing="0" style="width: 538px;">
<colgroup><col width="526"></col>
</colgroup><tbody>
<tr>
<td height="140" valign="TOP" width="526">
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i><u>YİN
YANG </u></i><i>
</i></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Yeryüzü
Gökyüzü </i></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Ay
Güneş </i></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Gece
Gündüz </i></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Kış
Yaz</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Nem
Kuruluk </i></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Serinlik
Sıcaklık</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>İç (taraf)
Dış (taraf)</i></span></div>
</td>
</tr>
</tbody></table>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Çin kültüründe yin ve yang
çiftlerine asla “etik” özellikler atfedilmemiştir. İyi ve
güzel olan, ne yin ne de yang olmayıp, ikisi arasındaki dinamik
dengedir. Kötü veya zararlı olan ise, bunlar arasındaki
dengesizliktir. </i></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Geleneksel Çin kültürünün en
önemli özelliklerinden biri, kozmik varoluştaki dönüşüm ve
değişimin sürekliliğinin, kâinatın temel karakteristiklerinden
biri olarak görülmesidir. Bu anlayışa göre kâinat, “Tao”
(yol) adı verilen kesintisiz bir kozmik süreç içindeki daimi
hareket ve faaliyetlerin bir sonucudur. Eski Çin felsefesinde,
ataleti veya mutlak hareketsizliği ifade eden hiçbir kavrama veya
terime rastlanmaz, çünkü böyle bir durum, Çinli filozoflarca
imkân dahilinde görülmez. I Ching’in önde gelen batılı
yorumcularından H. Wilhelm’e göre, “mutlak hareketsizlik”
hali, bu kültürün mensupları için o kadar yabancı veya tuhaf
bir soyutlamadır ki, hiçbir şekilde onu kavrayamaz ve
anlayamazlar. </i></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> “<i>Wu-wei” terimine eski Çin
felsefe metinlerinde sık sık rastlanır. Batı dillerine yapılan
tercümelerde bu terim, “eylemsizlik” kelimesiyle
karşılanmaktadır. Oysa, bu şekilde büyük bir hata
yapılmaktadır. Çinlinin “Wu-Wei” ile anlatmak istediği şey,
faaliyetin her türünden değil, sadece kozmik sürece uyumlu
olmayanlarından kaçınmaktır. Önde gelen Çin bilimci J. Needham,
wu-wei’yi “tabiata aykırı eylemden kaçınmak” olarak
tanımlar ve bunu bir alıntıyla şöyle doğrular: “Dilimize
‘eylemsizlik’ olarak aktarılan bu kelimeyle anlatılmak istenen
‘hareket kısıtlaması veya sınırlaması’ , hiçbir şey
yapmamak demek değildir. Wu-Wei’nin tabiatını hoşnut edecek
olan şey, kendisinin fıtri şekilde daima yerine getirmekte olduğu
şeyin, yani tabii olan şeyin yapılmasına izin verilmesidir.”
</i></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Birisi, eğer tabii olana aykırı
davranmaktan veya Needham’ın dediği gibi “nesnelerin
mizaçlarına zıt hareket etmekten” sakınabiliyorsa, o kişi Tao
ile uyum içinde yaşıyor demektir. Böyle bir kimse–tabiata
uyumundan dolayı-mutlaka başarılı olacaktır. L. Tse’nin ilk
bakışta şaşırtıcı görünen önermesinin gerçek manâsı
burada gizlidir: “Eylemsizlik (tabiata aykırı davranmamak)
şartıyla (hemen) her şey başarılabilir.” </i></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Geleneksel
Çin kültüründe, her türlü faaliyetin iki ana kategoriye
ayrılmış olduğu kolayca görülebilir: “tabiatla uyum içinde
olan” ve “yaratılışa uygun süreçlere muhalif veya zıt
olan”</i> <i>faaliyetler.
Bu anlayış içinde mutlak atalete hiç yer ayrılmamıştır. Bu
nedenle, batılıların sık sık kullandığı; yin’in sadece
pasif, yang’ın ise yalnızca aktif davranışı temsil ettiği
şeklindeki benzetmeler, orijinal Çin kültürüne uygun değildir.
Geleneksel Çin düşünce sisteminde; yin ve yang, ahenkli ve
bütünleştirici bir işbirliği eğilimindeki arketipik kutupla;
yayılmacı, yarışmacı ve kuşatıcı arketipik ucun uyumlu bir
bileşimini temsil eder. Yang kategorisine dahil bir eylem çevreye,
yin eylemi ise benliğe yönelik durumdadır. Bunlar, modern
terminolojide sırasıyla (eco-action) ve (ego-action) olarak
adlandırılmışlardır.
</i></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Bu iki eylem türü, çağlar boyu
insan zihninin temel karakteristikleri olarak bilinen iki bilgi ve
bilinç tipiyle de çok yakından ilişkilidir ki, bunları sezgisel
ve rasyonel olarak adlandırabiliriz. </i></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Bu iki bilinç şekli, insan
zihninin normalde birbirini bütünleyip, destekleyen iki temel
sürecini temsil eder. Yang kategorisine mensup olan rasyonel
düşünce; mantıksal, lineer, analitik, algoritmik, tek bir noktada
yoğunlaşıcı ve serin kanlı bir nitelik taşır. Yin kategorili
sezgisel süreç ise; holistik, sentezci, genel, kapsayıcı ve
duygusaldır.</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Yin ve yang niteliklerinin günümüz
toplumundaki durumunu analiz ettiğimizde genel olarak “yin”e
karşı “yang” kategorisinden davranışların onay ve teşvik
göstermekte olduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz: Sezgisel
bilgeliğe karşı rasyonel bilgi, işbirliğine karşı yarışma,
koruma ve gözetmeye karşı, her türlü kaynağın tüketilircesine
sarfı ve benzerleri... </i></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Bu
kitap boyunca, günümüzün akademik, siyasi ve ekonomik
kurumlarında genel olarak yang kategorisinden değer, tavır ve
davranış kalıplarının nasıl tercih edilip, ön plâna
çıkarıldığını göstermeye çalışacağız. İdeal bakış
açısını edindiğimizde, kültürümüzden atılmış olan
geleneksel değerlerin hiçbirinin bizzat kötü veya zararlı
olmadığını, ancak vaktiyle bu değerlerin kutupsal denge
durumları gözetilmediği için birtakım üzücü sonuçların
ortaya çıkmış olduğunu göreceğiz.”</i><i> </i><sup>40</sup></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> </span>
</div>
<div align="CENTER" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><i>İki
Ünlü Çin Düşünürü: Lao Tse ve Konfüçyüs</i></span></div>
<div align="CENTER" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<br /><br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<br /><br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Lao
Tse ve Taoizm</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Gerek
eski Çin’de gerekse eski Yunanistan’da; benzer şekilde, ikişer
büyük düşünür, birer nesil arayla, ülkelerinin düşünce
dünyalarında büyük ve önemli etkiler oluşturmuşlardır.
Bunlar; “Lao Tse ile Konfüçyüs” ve “Platon ile
Aristoteles”dir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> L.
Tse’nin M.Ö. 600 yıllarında doğduğu sanılmaktadır. Ne yazık
ki kendisiyle ilgili bilgiler son derece yetersiz, sınırlı ve
tartışmalıdır. L.Tse’nin, Konfüçyüs ile en az bir defa
görüşmüş olduğu da rivayet edilmektedir. Çinli tarihçi S. Ma
Tsien, Tse hakkında şunları nakleder:<i>
“L.Tse, Çov beyliğinin Ku ilinde doğmuştur. Soyadı, gerçekte
“Li” idi. (Lao Tse) adı, “Koca Usta” manâsına gelen ve ona
sonradan verilen bir lakâptır. </i></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Kung Tse (Konfüçyüs) günün
birinde Çov beyliğine gelerek kendisini ziyaret eder ve ona;
bilgeler, töreler, erdem ve benzeri konulardaki görüşlerini
sorar. L. Tse’nin cevabı kısa ve etkileyicidir: “Senin
bahsettiğin kimselerin kemikleri bile yok olmuş, onlardan geriye
sadece sözleri kalmıştır. Erdemli kişi, sağlığında gönüllere
taht kurar ve sonra ölür, gömülür ve üzerinde otlar biter. İyi
bir tüccar, zenginliğini herkese her zaman göstermez, sıradan bir
insan gibi yaşar. Olgun ve faziletli kimsenin de görünüşü sade
ve mütevazidir. Dostum; gösterişten, şu yapmacık tavırlardan,
sonu gelmez arzulardan, ayakları yere basmayan hayallerden vazgeç;
çünkü, bunların kimseye bir faydası olmaz. İşte sana bütün
diyeceklerim bu kadar!” </i></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>K. Tse, geri döndüğünde bu
görüşme hakkında öğrencilerine şunları söyler: “Kuşlar
uçar, balıklar yüzer, kara hayvanları koşar. ‘Ok ile,
uçanlar’; ‘ağ ile, yüzenler’; ‘kement ile koşanlar’
tutulur veya yakalanabilirler. Ancak bulutlara binip, rüzgarla
seyahat eden, bir an yere inip, bir anda göğe yükselebilen bir
ejderhayla nasıl baş edebilir, bilemiyorum.” </i></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>L.Tse,
Çov beyliğinde “Tao”ya, yani “Yüce Erdem” ilkelerine
sıkıca riayet ederek, şöhretten uzak ve gözlerden saklı bir
şekilde uzunca bir süre yaşar. Ancak, toplumda görülmeye
başlanan bazı olaylar onu gün geçtikçe daha fazla üzmekte ve
rahatsız etmektedir. Nihayet günün birinde beyliği terk etmeye
karar verir ve yola çıkar. Sınır karakoluna geldiğinde komutan
Yin Hin ona şöyle seslenir: ‘Efendim, beyliğimizi terk etmek
üzere olduğunuzu görüyorum. Sizden bir istirhamım var: Lütfen,
görüş ve düşüncelerinizi bir kitapta toplayıp, hiç olmazsa
bize onu bırakarak gidin!’ L. Tse, iki bölümden oluşan “Tao
Te Çing” adlı kitabı, bu rica üzerine yazar ve sınırdan
geçip, gider. Nereye gittiğini ise, hiç kimse bilmez</i>...”
Tao Te Çing’in felsefi birikimimize yaptığı katkıyı, L.
Tse’ye olduğu kadar, sınır komutanı Y. Hin’e de borçluyuz.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> İlkçağ
düşünce dünyasının kendine özgü birtakım özellikleri
vardır. <u>Günümüzde
bazı filozoflarca “geleneksel düşünce” veya ”perennial
felsefe </u>(Philosophia
Perennis)<u>” gibi
isimlerle de adlandırılan ilkçağın bu düşünce sistemi, ferdi
değil, kolektif bir nitelik taşır. Çoğu defa ne doğum, ne ölüm
tarihleri–hatta bazen-isimleri bile tam olarak bilinmeyen esrarlı
bilgelerden, veya kişiselleştirilmesi çok güç olan bazı bilgi
kaynaklarından nakledilen; son derece etkileyici, oldukça kapsamlı,
sistematik ve tutarlı düşünceler ve görüşler kapsayan zengin
bir literatür, günümüze kadar ulaşmıştır. O kadar ki, modern
bilimin en yeni ve en karmaşık alanlarında çalışan bazı
araştırmacılar, eserlerinde, bu literatürden iktibas ettikleri
bazı görüşleri, adeta birer giriş veya dayanak noktası gibi yer
verilmektedir. </u></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> L.
Tse’nin eseri de bu geleneksel literatürün ilginç örneklerinden
biridir. L.Tse felsefesinin temel terimi olan “Tao” nun sözlük
anlamı “yol” olup, bu terim ile “kâinatın düzeni, özü,
kanunu, ve akışı” gibi ifadesi güç ve kompleks birtakım
kavramlar anlatılmaya çalışılır. Eski resmi Çin dilinde “yol”
veya “Göklerin Kanunu” manâsına gelen Tao terimini Konfüçyüs
ve öğrencileri de kullanmış olsalar da, Tao kavramının, L.
Tse’nin kitabında gözlenen zengin manâ örgüsüne başka hiçbir
yerde rastlanamaz. Buna göre Tao, gerçekte kâinatın, insanın,
kısacası tüm varlığın kaynağıdır. <i>O,
kanunların kanunu, ölçülerin ölçüsüdür</i>.
L. Tse şöyle der: “Kişi, içinde yaşadığı ortamın
kurallarına uyar. Yer, göklerin kanununa riayet eder, Gökler de
Tao’nunkine. Ama Tao, kendi kanununu kendisi düzenler.” Hiçbir
şarta bağlı olmayan, kendi kendisine yeten Tao bir yönüyle
“mutlak varlık ya da varoluş”tur. Tao, insanlarca tam olarak
kavranılıp, bütünüyle tasvir edilemez!” diyen “L Tse “sonsuz
olan Tao, tıpkı bir sır gibidir, anlatılamaz. Onu tam olarak
ifade ve idrak edemiyorum, ama O’na Tao diyorum. Bilinmesi,
kavranması çok müşkül olana dair bu bilgi, en yüce bilgidir!”
“Tao’yu gücümüzün yettiğince anlayabilmek için, O’nun
kâinattaki uygulamalarını müşahede ve murakabe edip, O’na
yaklaşabiliriz. Bu şekilde ulaşacağımız Yüce Erdem İlkeleri’ne
günlük hayatta ne kadar çok riayet edersek, O’nu o kadar iyi
anlamış sayılırız. Ancak Tao’nun yoluna tam anlamıyla
girebilmek için, bize engel olabilecek, bizi yanıltabilecek her
türlü bağ ve tutkudan sıyrılmak zorundayız. Bunu başaran kişi,
dünya işleriyle meşgul iken bile, içini tamamen dolduran bir
huzur duygusuyla, yeri ve göğü yöneten yasaya bütün varlığıyla
uymuş olur. Tao; diğer bir yönüyle de gerçek, nihai ve mutlak
erdemdir.” </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> L.
Tse, bu erdeme ve olgunluğa ulaşan kişinin; tüm varlıklığı ve
insanı sevip, sayacağını ancak, onlara tutkuyla bağlanmaktan da
kendini koruyabileceğini söyler. Tse’ye göre insan, dünyada,
ona tutsak olmadan yaşamalıdır. L. Tse, insanlar arasındaki
ilişkilerin düzenlenmesi konusunda da şu ölçüleri verir:
“Saldırgan ve kavgacı olmayan bir kimseyle hiç kimse kavga
etmez. Ama, insan, düşmanca tavırlar karşısında da faziletle
davranmasını bilmelidir. İyi olan birisine iyi davranmak kolaydır.
Ancak, kötü davranan kimseye iyi bir karşılık verirsek, onu da
iyiliğe ve doğruluğa sevk etmiş oluruz. Yumuşak(esnek) olan,
katı olanı yener. Su, en yumuşak şeylerden biridir. Ama en sert
kayaları bile oyar ve aşındırır. Su iyilik ve merhamet
sembolüdür. Onun faydası, iyi-kötü ayrımı olmaksızın
herkesedir. Su, tevazu ve alçak gönüllülük simgesidir. En
aşağılara bile rahatça yerleşir. Mütevazı olan, iyi olsun kötü
olsun herkese iyi davranan-su misali-Tao’ya yakındır, O‘ndandır.
Kim Tao’nun kanununa uyarsa en yüce hedefe ve ölümsüzlüğe
ulaşır. Çünkü Tao sonsuzdur. Bir kişi “Ebedi Olan”ı
tanırsa, gerçeğe erişmiştir. Gerçeğe ulaşan doğrudur,
iyidir. Doğru ve iyi olan ise mutlaka, yücelir. Yücelen, “göklere”
yaklaşır, Tao’ya ulaşır. Tao’ya yaklaşan kişiye ne bir
korku, ne bir tehlike erişebilir ve artık onu, hiç kimse ne
aldatabilir, ne de doğru yoldan ayırabilir. Böyle bir kimse ne
kaybeder, ne aşağılanabilir, ne huzursuzluk duyar, ne de ondan her
hangi bir şey gizlenebilir...” </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Konfüçyüs</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<br /><br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Günümüze kadar yaşamış düşünürler
içinde görüşleri en yaygın ve en etkili olanlardan biri sayılan
Konfüçyüs, M.Ö. 551 yılında, şimdiki Şantung ilinin sınırları
içinde yer alın “Lu” beyliğinde doğmuştur. Küçük yaştan
itibaren öğrenmeye ve öğretmeye büyük bir ilgi duyan Konfüçyüs,
daha gençliğinde, evini adeta bir okul haline getirerek, orada
öğrencilerine tarih, edebiyat ve görgü kuralları ağırlıklı
olmak üzere dersler vermeye başlamıştır. Kısa zamanda bine
yakın öğrenci yetiştiren Konfüçyüs’ün ünü tüm ülkeyi
kaplamıştır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Devlet yöneticilerinden idari görev
ve yetki teklifleri alan Konfüçyüs-ilkelerine uygun bir çalışma
ortamı mevcut olmayışı gerekçesiyle-uzun süre, bunları geri
çevirmişti. Ancak, 50 yaşına girdiğinde, adalet kurumunun
sorumluluğunu üstlendi. Bu görevinde büyük bir başarı
kazanınca, toplumda suç oranı yok denilecek kadar azaldı ve
halkın hemen tamamı ahlâk kurallarına ve kanunlara uygun bir
şekilde yaşamaya başladı. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Ancak,
bu gelişmeyi kıskanan ve bundan kendi menfaatleri açısından
endişe duyan komşu beyliğin ileri gelenleri, Lu yöneticisini
etkileyerek Konfüçyüs’ü görevinden azlettirdiler. Bu olaydan
büyük bir üzüntü ve kırgınlık duyan Konfüçyüs, ülkesini
terk etti. Bundan sonraki on üç yılı, bir gezgin gibi, çeşitli
ülkelere seyahat ederek geçirdi. Yaptıkları hatayı anlayan Lu
yöneticileri, pişmanlık duyarak, özür dilediler ve kendisini
ülkesine geri çağardılar. Resmi herhangi bir görev üstlenmemek
kaydı ile Lu’ya geri dönmeyi kabul eden Konfüçyüs, hayatının
son dönemini, eski devirlerden kalan yazılı metinleri derleyip,
düzenleyerek yeniden yazma işiyle geçirdi. Konfüçyüs, felsefi
görüşlerinin, kendi şahsi kanaat ve düşünceleri olmayıp, eski
çağların efsaneleşmiş “<i>imparatorlarından”</i>
kalma geleneksel öğretilerden kaynaklandığını daima
vurgulamıştır. Konfüçyüs, eski Çin kültürüne ait eserlerin
günümüze ulaşmasında çok önemli bir rol oynamıştır.
</span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Aslında,
toplumda ahlâki değerlerin tamamen kaybolmaya yüz tutup; haksızlık
ve suçların seller gibi ülkesini kaplamaya başladığı bir
dönemde yaşayan Konfüçyüs’ün yaptığı esas olarak; halkı
ve yöneticileri, eski çağlardan beri toplumsal düzeni sağlaya
gelen unsurlar olan geleneklere, yasalara ve prensiplere uymaya
çağırmaktan ibaret olmuştur. Konfüçyüs’ün öğretisinin
özünü “Yüce Bilgi” (Ta Hsüe) deki şu ifadeden anlamak
mümkündür: “Eskiler, erdem ışığıyla her yerin
aydınlatılması için, özellikle devlet işlerinin yoluna konması
gerektiğini; bunun ise tek tek ailelerin işlerinin düzene
girmesiyle mümkün olabileceğini; bunun yolunun tek tek fertlere
çeki düzen vermekten geçtiğini, bunun da bizzat her birinin kendi
iç ahengini sağlamasıyla mümkün olabileceğini; bunun için de
öncelikle “düşüncelerini” düzene koymalarının gerektiğini
bilirler ve işe, bilgilerindeki eksikliği gidermekle başlarlardı.”
</span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Günümüze kadar ulaşan ve geleneksel
Çin kültürünün önemli bir kısmını kapsayan dokuz klâsik
eser, ya bizzat Konfüçyüs tarafından derlenmiş ya da onun eski
kaynakları yorumlayan sözlerinin başkaları tarafından toplanıp,
yazıya geçirilmesi ile oluşturulmuştur.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Konfüçyüs, bir buhran ve bunalım
seli karşısında, tüm sosyal düzeni ve yapıları tehdit altına
girmiş olan bir toplumun yeniden toparlanıp, huzura kavuşabilmesi
için öncelikle yapılması gerekli olan şeylerden birinin; kültür
ve düşünce hayatı ile ilgili tüm temel terim ve kavramların
yeniden, kesin ve net bir şekilde tanımlanması olduğunu ısrarla
vurgular. Ancak ad ve kavram kargaşası bu şekilde aşıldıktan
sonra sıra, ortaya konacak ideal teorik sistemin belirlenmesine ve
hayata geçirilmesine gelebilir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Konfüçyüs’ün öğretisi, huzurlu
ve mutlu bir hayatın teminine dair kurallar ve esaslardan oluşur.
Bu nedenle de genel olarak ahlâk, siyaset ve yönetim felsefesi
ağırlıklıdır. O, insanı çevresinden soyutlayarak tek başına
değil; ailesi, toplumu ve devleti ile bir bütün halinde ele alır.
Amacı, her türlü aşırılıktan ve ahlâk dışı davranıştan
uzak durarak, devamlı bir şekilde öğrenme ve kendini eğitme
çabasını sürdüren, kendisine ve başkalarına karşı dürüst;
gönlü, yüce ve soylu duygularla dolu bir insan tipinin
oluşturulmasıdır. Böyle bir insan, zenginliği ve sosyal
mevkileri lüzumsuz görmez, ancak, bağlı olduğu ilkeler ve
erdemler uğruna bunları terk etmeye de her an hazırdır. O,
iyiliğe iyilikle, kötülüğe de adaletle karşılık verir. İçi
ve dışı birdir. Kendini eğitip, erdemce yükseldikçe,
başkalarına da güzel bir örnek teşkil eder. “Dıştakini
içtekine tercih eden değil, dıştakini içtekiyle bir tutan kişi,
yücedir!” diyen Konfüçyüs, en yüce erdemin ne olduğu
kendisine sorulduğunda, şu öğüdü verir: “Kendine yapılmasını
istemediğin şeyi başkasına yapma!” </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Tavsiye ettiği prensiplere herkesten
önce ve en titiz bir şekilde bizzat kendisi uyan Konfüçyüs’ten
çevresine adeta dalga dalga bir “olgunluk, huzur ve saygınlık”
atmosferi yayılmakta ve tüm toplumu kuşatmaktaydı. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Konfüçyüs, geleneksel ilkelere
özellikle ülke yöneticilerinin riayet etmeleri gerektiğini daima
ifade etmiştir: İdeal yönetici, kaba kuvvet ve zorlayıcı
kanunlarla değil, örnek tutum ve davranışlarıyla halkı
etkileyip, ikna etmek suretiyle toplumun düzen ve huzurunu
sağlamalıdır. Kendisine, bazı önemli yasaları çiğnemiş olan
bir kişinin öldürülmesinin doğru olup, olmayacağını soran bir
beye şu cevabı verir: “Yüce beyimiz adaletle hükmederken
insanları öldürmeye ne hacet! Eğer siz iyi olursanız, halk da
iyi olur. Yöneticiler rüzgara, yönetilenler de kamışlara benzer.
Yel estikçe sazlıktaki bitkiler de ona uygun şekilde hareket eder.
Kim özünün derinliklerinden, vicdanından güç alarak hükmederse,
o; gök yüzünden inip, gelen bir sağlam bir kulpa (kutup
yıldızına) benzer ve her şey onun çevresinde saygıyla döner
(ona uyar)!” </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Köklü
geleneklere, görgü ve ahlâk kurallarına büyük önem ve değer
veren Konfüçyüs: “<i>Bunlar,
kişiliğimizi sağlamlaştıran, bizi aşırılık ve
dejenerasyondan koruyan birer set</i>
<i>gibidir. Bu setlerin
gereksiz olduğunu sanıp da onları yıkanlar; bir gün gelir,
sosyal seylapların dalgaları altında boğulup, giderler!”</i>
</span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Eski
Çin Felsefesinin Genel Özellikleri</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> Çin
klâsik döneminin iki temel felsefe ekolü, Taocu ve Konfüçyüsçü
okullardır. L. Tse’nin soyutluk düzeyi son derece yüksek
düşüncelerinin Çin toplumunca büyük bir ölçekte kavranıp,
anlaşılabildiğini söylemek güçtür. Tse’nin öğretisi ancak
elit ve seçkin bir toplum kesimini etkileyebilmiştir. Aslında o,
“<i>Tao ve erdemin yoluna
çok az kişi girer (ve çağrılır)!” </i>demek
suretiyle, bu durumu, önceden haber vermişti. Ona göre “Tao
adını duyunca, yaradılış gereği Yüce Bilgi’ye eğilimi olan
kişi, O yola girmeye can atacaktır. Aşağı düzeyli hayata ve
bilgiye eğilimli kimseler ise alay edip, O’nu hor göreceklerdir.”
</span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> Konfüçyüs’ün
L. Tse’ninkine kıyasla daha kolay anlaşılabilen, yerleşik eski
geleneklere uygun, Çin toplumunun genel karakterine yatkın ve
pratik tatbikata elverişli öğretisi, çok daha kısa sürede, çok
daha fazla sayıda kişice benimsenmişti. Tao öğretisinin soyut ve
kompleks kavramları, sonradan gelen yorumcular tarafından tekrar
tekrar ele alınıp, işlenerek; halkın daha kolay anlayabileceği
bir hale getirilmeye kalkışılınca, çarpıtılmışlar ve
yozlaştırılmışlardır. Ve nihayet birtakım “büyü, ruh
çağırma, fal ve simya” formülleri haline dönüştürüldükten
sonra, geniş halk kitlelerince kabul görülebilmişlerdir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Orijinal
eski Çin geleneksel düşünce sisteminin temel unsurlarından
birisi, uyum veya ahenk kavramıdır. Hemen tüm klâsik kaynaklarda
mevcut felsefi yaklaşımın esasını; düzen, ölçü, denge, altın
oran, veya uyum gibi kavramlardan biri teşkil eder. Bu klâsik
eserlerin hemen tamamında; uyumun veya ahengin “temel kaynağı”
olarak yin ve yang ilişkisine dair prensiplere yer verilir. Sonuçta,
“insanın, kâinat ve toplum ile uyum içinde” bulunması
gerektiği teması, geleneksel Çin felsefesinin en başta gelen
özelliğini oluşturur. Buna göre insan organizması bir
“mikrokozmos”tur. Bu organizmanın kısımları, yin-yang
nitelikleri aracılığıyla tayin edilmiş olduğundan, insanın
makrokozmik düzendeki yeri de kesin olarak belirlenmiş durumdadır.
Yin ve yang adlı bu iki arketipik kutup arasında salınan fiziksel,
biyolojik, psikolojik ve sosyal evrenler, her an dinamik bir
ultra-denge konumu içinde bulunurlar. Çinli bilge, nedensel
ilişkilerden çok, olguların eş zamanlılığı üzerinde
durmuştur. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Eski Çin felsefesinde “gök-yer-insan”
ilişkisi büyük önem taşır. İmparatorluk döneminde yönetici,
göklerle doğrudan bir ilişki içinde görülmüştür. Gök, yer
ve insan arasındaki karşılıklı etkileşimler nedeniyle,
yöneticilerin daima semavi erdem prensipleri çerçevesinde
davranmaları mutlak bir zorunluluktur. Fazilet, soy ve zenginlikle
değil; yaşayış tarzının ve davranışların mükemmelliğiyle
ölçülmelidir. Yönetici de mensup olduğu soy nedeniyle değil,
yaşayış biçimiyle halkın en faziletlisi olmalıdır. Göksel
erdeme sahip olmayan yönetici, egemenliği kaybeder. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Yin-yang ilişkisine dair prensiplerin
Çinli bilgeye sağladığı bir diğer fayda da, “sadece bu, veya
yalnızca şu” şeklindeki dar görüşlülük ve aşırılıktan
kaçınmayı mümkün kılan bir perspektif genişliğidir. İnsana,
kâinata ve topluma bu açıdan bakıldığında, dışarıdan ilk
nazarda; karşıt, düzensiz ve amaçsız gibi görünen olguların,
aslında çok geniş ölçekli bir uyum ve düzenlilik programı
çerçevesinde gerçekleşmekte olduğu hususu kavranabilmektedir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Eski Çin düşünce sistemlerinin
diğer bir ortak özelliği de, hiçbirinde “insan unsuru”nun
ihmal veya göz ardı edilmemiş olmasıdır. Taoizm ve
Konfüçyüsçülük, geleneksel Çin düşünce sistemini temsil
eden iki ana akımdır. Bunların ilkinde, ideal yaşama biçiminin
kâinatta gözlenebilen ahenk esas alınarak belirlenebileceği
hususuna ağırlık verilirken, ikincisinde de özellikle, insanın
sürekli olarak kendisini eğitip, kişiliğini geliştirmesi
hususunun önemi vurgulanmıştır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Batılı
araştırmacıların bu iki yaklaşım arasında derin farklıklar
bulunduğu noktasında genelde birleşirken, Çinli düşünürler
daima onlardaki benzerliği ve birbirini tamamlama özelliğini
vurgulaya gelmişlerdir. Böylelikle insan, tek başına değil; hem
tabii hem de sosyal çevresi içinde dengeli ve holistik bir
yaklaşımla ele alınabilmiştir. Yine bu çerçevede; gereksiz
bilgiye veya sadece bilmiş olmak için öğrenme çabasına hemen
hiç önem verilmemiş, ancak kişiye “<i>doğru
davranış ve tutum</i>”
kazandıracak faydalı bilgi öğülmüş ve değerli sayılmıştır.
</span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"><i>Eski Yunan Felsefesi</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">
<i>Avrupa Düşünce Tarihine Genel Bir Bakış</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> N. Platt “Çağlar Boyunca Dünyamız”
adlı kitabının birinci bölümüne, tarih biliminin önemine ve
metotlarına değinerek başlar. Sonra, uygarlığın Mezopotamya,
Mısır, Hindistan, Çin ve Güney Amerika’da doğup, gelişmesini
ele alır.
</span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Platt,
bu bölümde ulaştığı sonuçları “<i>Avrupa:
Uygarlık Yarışının Gecikmeli Katılımcısı” </i>başlığıyla
şöyle özetler<i>:
“Avrupa, uygarlığa yönelen ilk adımlarını oldukça geç
atmıştır. M.Ö. 4000 ila 5000 yılları arasındaki dönemde, orta
ve uzak doğudaki bir çok toplum ilerleme ve uygarlık yönünde
büyük ilerlemeler kaydetmiş iken, Avrupalı barbarlar sadece
taştan yapılmış baltalarla yetinmek durumunda idiler: Bu
baltalar, onların en gelişmiş araç ve gereçleri idi. Ancak, M.Ö.
6. yüzyıldan itibaren, Avrupa da gelişme ve ilerleme yarışına
dahil olabilmiştir. Böylece, Orta ve Uzak doğunun kökleri çok
daha eskilere uzanan uygarlık birikimi üzerinde medeni Avrupa’nın
temelleri atılmaya başlanmıştır. Bu zaman diliminde, klâsik
doğu uygarlıkları, karşılaşmış oldukları sorun ve
buhranların etkisiyle zayıf düşünce, Avrupa rakipsiz kalmıştır.
Doğu Akdeniz dolaylarından, medeniyet yarışı kulvarına dahil
olan Avrupa, doğu uygarlıklarının üstesinden gelemedikleri
büyük sorunlar nedeniyle yıkılmalarından sonra, yoluna bir süre
tek başına devam etmiştir. Doğu uygarlıklarını sarsan en büyük
etken, bu toplumlarda belirli bir süreçten sonra devletin tüm
yetki ve gücünü tekellerine geçiren diktatörler olmuştu.
Despotça yönetilen bir toplumdan; bilim, teknolojik, estetik ve
kültürel dinamizm unsurları süratle tasfiye olmakta ve uzaklaşıp
kaybolmaktadır. </i></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>M.Ö.
500’lerden itibaren “batı”, Asya’daki kısımlarından
itibaren, hızlı bir ilerleme ve gelişme hamlesi içine girmiş
oldu. Batı adına bu hamleyi, önce Yunanistan ve onu takiben Roma
gerçekleştirdi. Günümüzde, “</i><i><u>klâsik</u></i><i>”
terimi, bu eski Yunan ve Roma uygarlıklarının bir tür bileşimini
ifade eden bir kelime olarak hâlâ kullanılmaktadır.”</i><sup>41</sup></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;">
</span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"><i>Yunan Tarihi</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;">
</span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Akalar</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Ünlü “tarihi kavimler göçü”
sonucu Yunanistan’a gelip, yerleşen hakim topluluk, Akalar
(Akhaylar veya Homeros’un ifadesiyle Akhaios) olmuştur. Bazı
tarihçilere göre Akalar, orta Avrupa tunç kültürü çevrelerinden
güneye inen germenlerdir. Akaların, güney yönündeki bu
hareketleri esnasında, Ege adaları üzerinden Yunanistan’a göç
etmekte olan bazı Anadolu kavimleriyle karışmış ve kaynaşmış
olduklarına dair bulgular vardır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Günümüze
ulaşan izler incelendiğinde, Yunanistan toprakları üzerinde Aka
kültürünün, M.Ö. 2000 yılından 1600 yılına kadar, çok silik
bir gelişim çizgisi izlediğini görülmektedir. Ancak Akaların
1600’lü yıllarda parlak “<i>Girit
uygarlığı</i>” ile
tanışmasından sonra, bu gelişim, büyük bir ivme kazanır. Bu
dönemden itibaren; Aka ülkesinde, büyük saraylar, sağlam kaleler
ve mükemmel anıtsal yapılarıyla, gelişmiş bir uygarlık ve
kültürün eserleri boy göstermeye başlar. Artık, Akalar da
Girit’tekilere benzer şehir devletleri kurmaktadırlar. Bu
devletleri yöneten krallar arasında genellikle iyi ilişkiler,
güçlü dostluk ve akrabalık bağları bulunmakta, bazı şehir
devletleri, daha büyük yönetim organizasyonlarının çatısı
altında birleşmektedirler. M.Ö. 16. yüzyıldan itibaren,
Yunanistan’ın geniş bir kısmında, aynı özelliklere sahip
standart bir uygarlık ve kültürün serpilip, gelişmeye başlamış
olması, bu şehir devletleri ve krallıklar arasında çok sıkı
bağlantıların kurulmuş olduğunu gösterir. Bu uygarlık ve
kültür üzerinde, Girit’in kuvvetli etkilerine işaret eden bir
çok bulgu mevcuttur. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Girit Uygarlığı</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Tüm Ege bölgesini etkisi altına alan
bu eski uygarlığın kökleri, Girit adasına uzanmaktadır. Bu
adada yapılan araştırmalarda, her geçen yıl, çok canlı ve
hareketli bir kültürel hayatın yeni unsurları gün yüzüne
çıkarılmaktadır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Eski Yunanistan’ın bu döneminde
yaşamış olan tarihçiler ve halk ozanları Girit adasında hüküm
sürmüş olan kral Minos’un ününü, zenginliğini, güçlü
donanmasıyla Ege denizinde kurduğu hakimiyeti ve Yunan şehirlerini
haraca bağlayışını konu alan pek çok rivayet nakletmişlerdir.
Birçok Yunan mitosunda Minos’un başkenti Knossos’dan, buradaki
“labirintos” adlı yapıdan ve orada yaşayan Minotavros
ejderinden ve adil bir yargıç olarak yer altı dünyasında
saltanat süren Zevsoğlu Radamantis’ten hayranlık, korku, saygı
ve övgü ile söz edilir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"><u> Girit’in klâsik Yunan uygarlığı
dönemindeki durumuyla hiç de orantılı olmayan bu mitos çokluğu
ve çeşitliliği, bunlarda yer alan Yunanlı olmayan kahramanlar ve
rivayetlerin ilginç nitelikleri; orijinal, parlak ve farklı bir
eski uygarlığa işaret etmektedir. </u></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Homeros destanlarında kendisinden
“Büyük şehir” olarak sözü edilen Girit’in Knossos şehri
başta olmak üzere; adanın kuzey kıyısındaki Mallia, güneydeki
Mesara ovasında yer alan Faytos ve doğudaki Zakro şehirlerinde
bulunan saraylar, yüksek ve orijinal bir kültüre ait nitelikler
taşımaktadır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Kuzey,
batı ve güney yönlerinde yer alan dikdörtgen salonlar şeklindeki
giriş mekanları ve bunlara bitişik, payeli salonlara açılan uzun
koridorlar vasıtasıyla içine girilen Knossos sarayı, yaklaşık
20 000 m<sup>2</sup>’lik
bir alana inşâ edilmişti. Özel tören salonları, oturma
daireleri, atölyeleri, yiyecek ve içecek depoları, banyoları,
tuvaletleri, temiz ve atık su kanalları başta olmak üzere, her
türlü ihtiyacı karşılayabilecek mekanlardan ve unsurlardan
oluşan sarayın bazı kısımları dört, diğer bazı kısımları
ise üç veya iki katlı olarak yapılmıştı. Daha geniş
mekanlara, genellikle üst katlarda yer verilmiş olup, bunlar, büyük
kapılar ve geniş pencerelerle balkonlara veya taraçalara açılacak
şekilde tasarlanmışlardı. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Girit
sarayları; kaldırımlı sokaklarla birbirinden ayrılmış çok
katlı evlerden oluşan, kanalizasyon ve benzeri alt yapı
unsurlarına sahip, bakımlı ve güzel şehirlerin orta kısmında
yer almaktaydı. Merkezi saray çevresinde, asillerin daha küçük
ebatlı sarayları veya konakları bulunmaktaydı. Bunların
etrafında da tüccarların, gemicilerin, zanaatkarların ve
işçilerin oturdukları mahalleler inşâ edilmiş durumdaydı. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Girit’te
özellikle seramik, fresk-resim ve heykeltıraşlık başta olmak
üzere, çeşitli sanat dallarında oldukça ileri düzeylere
ulaşılmıştı. Meselâ, “Kameres vazoları” adı verilen
serideki porselen ve seramik eserlerin üzerinde bulunan parlak
kahverengi zemin üzerine çizilmiş çeşitli renklerdeki geometrik
desenler, stilize bitki ve hayvan figürleri, günümüz
sanatçılarına ilham kaynağı olacak mükemmelliktedir. Bu
vazoların bazıları yumurta kabuğu kadar ince yapılmıştır.
Amnisos’ta bulunan freskler o kadar etkileyicidir ki sanki, içinden
taptaze zambaklar ve safranlar fışkırır gibi görünür. Çeşitli
Girit fresklerinde mercanlar, istiridyeler, balıklar ve dalgalarıyla
deniz, bir akvaryum güzelliğiyle resmedilmiştir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Girit’in ticaret hayatı da oldukça
zengin ve hareketliydi. Adada, standart bazı uzunluk ve ağırlık
birimleri kullanılmakta; alışverişler, belirli büyüklükteki
altın ve gümüş kütlelerle yapılmaktaydı. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Şimdi, bu noktada, konumuz açısından
son derece önemli olan şu soru karşımıza çıkmaktadır: Acaba,
Girit uygarlığı tamamen kendi iç dinamikleriyle mi doğup,
gelişmişti; yoksa, bir başka uygarlığın etkisiyle mi? Bu
sorunun cevabı, Akdeniz’in doğu kıyısında bulunabilir. Bunun
için, Fenike ülkesine şöyle bir göz atmamız gerekecektir.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Fenike
Uygarlığı</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Fenike, günümüzde Lübnan ile Suriye
ve İsrail’in sınırları içinde bulunan toprakların bir
bölümünü kapsayan tarihi bir bölgedir. Kolonileri dışında
başlıca kentleri Gebal (el-Cubeyl), Sidon (Sayda), Tsor (Sur) ve
Beerot (Beyrut)’tur. </span>
</div>
<h6 class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<u>
M.Ö. 400’lü yıllarda bu bölgede yaşayan halk, çeşitli
etnik gruplardan oluşuyordu. Mısır firavunlarının kayıtlarında,
bölge halkından “Ammurrular veya Amular” olarak söz edilir.
Yunan kaynaklarında, Fenikeliler adına, ilk defa Homeros’un
yazılarında rastlanır. Oysa Fenikeliler kendileri için, sonradan
verilen bu ismi değil “Kenanlılar” adını kullanmışlardı.
İbranice’de “Kenaani”, tüccar manâsına gelmektedir.
</u>
</h6>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Gebal’de yapılan kazılarda,
Fenikelilerin, 4. sülale zamanından itibaren Mısır ile ticari,
kültürel ve dini ilişkiler kurduklarını gösteren bulgulara
rastlanmıştır. Kısa bir süre sonra Mısırlılar, Fenike’nin
büyük bir bölümünü egemenlikleri altına almışlardır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Fenikeliler, deniz ticaretindeki
maharetleri kadar, başarılı kolonicilikleriyle de ün
kazanmışlardı. Ioppe (Yafa), Dor, Akko (Akka) ve Ugarit gibi bir
dizi yerleşim merkezi yoluyla etkileri önce Ege’ye, oradan Batı
Akdeniz kıyılarına ve Kuzey Afrika’ya kadar uzandı.
Girit-Fenike ilişkileri de bu çerçevede binlerce yıl, son derece
yoğun bir şekilde devam etmiştir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Fenikelilerin zengin, parlak ve
mükemmel sanat, kültür ve uygarlık hayatından günümüze
ulaşan eserlerinde; Mısır, Mezopotamya, Ege ve Akdeniz
unsurlarının ilginç bir karışımı gözlenir.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Prof. M. Ş. Günaltay, “Yakın
Doğu” adlı kitabının üçüncü cildinde “...Fakat, sık sık
yabancı kavimlerin istilâlarına uğrayan Fenike siteleri,
insafsızca yakılıp, yakıldıklarından, saraylar ile sivil
mimariden geriye pek az iz kalmıştır.” der. Fenike uygarlığına
ait eserlerden, ancak derin toprak tabakalarıyla örtülü olanlar
günümüze ulaşabilmiştir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Bu
tip bulgular arasında oymacılık, heykel, seramik, madencilik,
kuyumculuk ve cam işlemeciliğiyle ilgili harikulade örnekler
mevcuttur. Bu eserlerden ilk dönemlere ait olanlarda Mısır, Babil,
Asur ve Hatti etkileri çok daha hakim ve belirgindir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Fenikelilerin maden işleme konusunda
özel bir maharete sahip oldukları anlaşılmakta- dır.
Kafer-Carra’da bulunan silahlar, buna güzel bir örnek teşkil
eder. Kartaca başta olmak üzere birçok kolonide ortaya çıkarılan
çeşitli madeni araç, gereç ve eşyalar, Fenikelilerin maden
işlemeciliğinde son derece ileri bir düzeye ulaşmış olduğunu
göstermektedir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Ticarete çok önem veren Fenikeliler,
kıymetli taş ve madenlerden mücevherler ve süs eşyası yapımında
da usta idiler. Akdeniz ve Ege ülkelerine sattıkları mücevherat
arasında özellikle gerdanlıklar, küpeler, yüzükler, bilezikler,
broşlar, madalyon ve altın düğmeler, rakipsiz kalitedeydi.</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Fenikeli ustaların bu alanda verdiği
ilk örneklerin, büyük ölçüde Mısır’da yapılmış olan
ziynet eşyalarının taklidi yoluyla üretildiği anlaşılmaktadır.
Mezar kazılarında bulunan bazı mücevherlerin, üzerlerindeki
hiyerogliflerin acemice kazınmış olması dışında Mısır yapımı
orijinallerine oldukça benzemesi, bunun delillerinden biridir. Fakat
daha ileri dönemlere ait mücevherlerde; giderek artan incelik ve
ustalık ile Fenike üslûbunun ağırlığı ve hakimiyeti, kolayca
gözlenebilmektedir. Bunlar arasında, ince altın tellerden örülmüş
gerdanlıklar, günümüz kuyumcularının vitrinlerini süsleyenler
kadar alımlı ve zarifti. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Fenikeli
tüccarların diğer gözde ürünleri ise göz kamaştırıcı renk
ve desenlerle süslü kumaşlar ile değerli cam eşyalardı.
Mısır’da, birinci Teb İmparatorluğu devrinden beri cam imal
edilmekteydi. Ancak, sadece koyu renkli camlar yapabilen
Mısırlılardan işin temel tekniğini alan Fenikeliler, kısa
zamanda şeffaf cam yapımını ve bu camdan da üfleme yoluyla vazo,
sürahi, bardak ve benzeri eşyalar imal etmeyi keşfettiler.
Sidonlular, cam hamurundan ürettikleri eşyalar üzerinde yine
camdan kabartma, sap, boyunluk ve altlık gibi kısımlar eklemekte,
özellikle bazı sanatkârlar, imal ettikleri sanat değeri yüksek
cam eserlerinin üzerine imzalarını da atmakta idiler. Böyle bir
cam kase üzerine “Bunu Jason yaptı, satın alan onu hatırlasın!”
cümlesi yer almaktadır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Fenikeli sanatçılar fildişi
işlemeciliğinde de ileri düzeylere ulaşmışlardı. Onlardan
geriye kalan ve içinde güzel kokulu sıvılar ve esanslarla dolu
küçük şişeler bulunan fildişi çekmecelerin yalnız dış
yüzleri değil, iç yüzleri de nefis çiçekler, geometrik desenler
ve insan figürleriyle süslenmişti. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Fenikeliler, günümüz uygarlığına
bir çok alanda, büyük katkılarda bulunmuşlardır. Bunların en
önemlisi, “yazı”dır. Eski Yunan tarihçilerinden itibaren,
Fenike alfabesinin, batı alfabelerinin temelini teşkil ettiği
görüşü, farklı milletlere mensup bir çok tarihçi tarafından
tekrarlana gelmiştir. Meselâ Herodotos, fonetik alfabeyi
Yunanistan’a Fenikeli Kadmos’un getirdiğini söyler.</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Fenike alfabesinin kaynağı hakkında
farklı görüşler vardır. Bunlar arasında en doğru görüneni,
Fenike harflerinin Eski Mısır hiyerogliflerinden alındığı
tezidir. Eski Mısır yazı dilinin üç farklı türü
bilinmektedir. Bunlardan biri, büyük anıtlarda kullanılan ve
nesnelerin, kendi tabii şekillerine benzer semboller aracılığıyla
temsil edildiği hiyeroglif yazıdır. İkincisi, bu hiyeroglif
şekillerinin sadeleştirilmiş formu olan “hiyeratik”
simgelerden oluşur. Üçüncüsü ise hiyeratik sembollerinin daha
da soyutlaşmış biçimi olan “demotik” harfler içerir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Tarihçilerin çoğu, Fenike
alfabesinin harflerinin demotik alfabeden uyarlanarak alındığı
görüşündedir. Kendi dillerine has sesleri ifade için
Fenikeliler, bunlara bazı harfler eklemişlerdir.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Fenikelilerin
“Alef, bet, gimmel, dalet, ...vb” gibi harfleri üzerinde bazı
ufak fonetik değişiklikler yapmak suretiyle Yunanlılar da “Alfa,
beta, gamma, delta, ... vb” şeklindeki harflerle kendi
alfabelerini oluşturmuşlardır. Bu alfabe, Yunanlılar aracılığıyla
tüm batı toplumlarına yayılmıştır. Yani, batı dil
alfabelerinin prototipini keşfetme şerefi, Fenikelilere aittir. </span>
</div>
<div style="margin-left: 0.3cm; page-break-after: avoid;">
</div>
<div style="margin-left: 0.3cm; page-break-after: avoid;">
</div>
<div style="margin-left: 0.3cm; page-break-after: avoid;">
</div>
<div style="margin-left: 0.3cm; page-break-after: avoid;">
<i>Eski Yunan Kültür Merkezleri</i></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> İyonya, yani Ege’nin Anadolu
kıyıları ile Atina’nın, felsefe tarihi açısından ayrı birer
yeri ve önemi vardır. Atina ile sürekli yakın ilişkiler içinde
olan Sparta’dan da bu bağlamda söz edilmesi yararlı olacaktır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Yunanistan Akaları, daha M.Ö. 12.
yüzyıldan itibaren İyonya’ya göç edip, yerleşmeye
başlamışlardı. Dorlar’ın Yunanistan’ı istilâsından sonra
ise, Akalar çok daha geniş kitleler halinde bu göçü
tekrarladılar. Ve onları izleyen Dorlar da Anadolu’nun Ege
kıyılarına ulaştılar. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> M.Ö. 11. yüzyıl dolaylarında
Dorlar’ın Yunanistan’ı istilâsıyla başlayan ve “Yunan
Ortaçağı” olarak adlandırılan dönem, yaklaşık 3 asır kadar
sürmüştür. Homeros’un İlyada ve Odysseia destanlarına da konu
olan bu devrede, Yunanistan’da yerleşik toplulukların çoğu,
sonradan İyonya olarak adlandırılan Ege adalarına ve Batı
Anadolu kıyılarına sığınmışlardı. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Dor istilâsının getirdiği önemli
sonuçlardan biri, çözülen kabile yapısından kopan küçük
toplulukların “polis” adı verilen bağımsız kent
devletlerinin çekirdeklerini oluşturmasıdır. İlk kurulduklarında
birbiriyle ilişkileri çok az ve sınırlı olan bu devletler
arasında, ancak M.Ö. 8. yüzyıldan itibaren kara ve deniz
ulaşımının gelişmesiyle ticari ve kültürel münasebetler
başlamıştır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Dor kabileleri, Yunanistan’a
girdikten sonra yavaş yavaş göçebelik dönemlerine ait
geleneklerini bırakmaya ve yerleşik düzene geçişlerini
sağlayacak uygulamalara başlarlar. Bu süreçte ilkin, işgal
ettikleri toprakları bütün bir kabilenin ortak malı gibi
gördüler. Sonra verimli tarlaları, belirli bir süre ekip-biçmek
üzere aralarında kura çekmek suretiyle mümkün olduğunca eşit
bir şekilde taksim etmeye başladılar. Bu uygulamanın lisanda
bıraktığı ize, sonraki dönemlerde Yunanistan’da, şahısların
kendi malı olan ve miras yoluyla kuşaktan kuşağa aktarılan
topraklara verilen “kleros” (kura çekme) teriminde
rastlanmaktadır. Buna karşılık Dorlar, Krala ve Tanrı’ya
ayırdıkları toprakları ise farklı bir isimle (temenos)
adlandırmışlardı. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Ancak, kişisel mülkiyet anlayışının
ilkel bir şekilde uygulanışı, hukuk alanındaki kurumları ve
kültürel birikimi henüz yeterli düzeye ulaşmamış olan böyle
bir toplumda, hoş olmayan sonuçlar doğurmuştu: Dorlar, işgal
ettikleri toprakların eski sahiplerini, her türlü haktan yoksun
köle toplulukları olarak gördüler. Özellikle Sparta’da hakim
ve yaygın olan bu tavır sonucu, helot adı verilen eski Aka
köylüleri, Yunan toplumunun “köleler sınıfının” esasını
oluşturdular. Mal ve mülk miktarını çeşitli gerekçeler ve
uygulamalarla aşırı derecede arttırmış olan kesim ise
“Aristokrat sınıfını” teşkil ettiler. Eski Yunan toplumunun
üçüncü sınıfı ise aristokratların himaye ve insafına
sığınmış olan, arazilerini ve mallarını çeşitli nedenlerle
yitirmiş Dor kökenli yurttaşlardı. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Dor polislerinden, Yunan yarımadasında
ve çevresindeki adalarda kurulmuş olanlar ile İyonya’da
kurulanlar mukayese edildiğinde, Batı Anadolu’daki kent
devletlerinin çok daha gelişmiş, düzenli ve güçlü oldukları
görülür. İyonya’daki bu şehir devletleri, çevrelerindeki
diğer polislerle oldukça ileri düzeylerde ilişkiler içinde
bulunmaktaydılar. Yunan yarımadasındaki kent devletleri ise hem
çok daha sonraları kurulabilmiş, hem de uzun süre, içlerine
kapalı küçük kabile yerleşimlerinden ibaret kalmışlardı. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Zaten polis (veya ptolis) kelimesiyle
ilgili etimolojik araştırmalar, bu kelimenin gerçekte Yunanca
olmayıp, Anadolu kökenli olduğuna işaret etmektedir. Dor
istilâsından çok daha önceleri Anadolu kıyılarına yerleşmiş
olan Akalar, buralarda Hitit ve diğer Anadolu uygarlıklarına ait
gelişmiş, düzenli ve zengin şehirleri görme ve onlarda ortak
olan kimi uygulamaları aynen alıp, benimseme ve geliştirme imkânı
bulabilmişlerdi. Akalar, bu şehirlerden ele geçirebildiklerinin
çevresindeki toprakları da kısmen işgal ederek, bir tür
kolonizasyon faaliyeti çerçevesinde, “polis” adını
verdikleri, belirli ve sınırlı bir bölgeyi kapsayan askeri,
ticari ve kültürel merkezler kurmuşlardı. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Daha sonra Yunan yarımadasında da
görülmeye başlanan polisler ise, ancak, yüksek sıradağlar veya
denizle birbirinden ayrılmış küçük düzlüklerde, çok daha
ilkel ve dağınık Dor kafilelerince kurulan ve dıştan gelebilecek
tehlikelere kapalı ve güvenli mekanlar oluşturma amacına yönelik
yerleşim birimleriydi. Zamanla gelişen ve çevreleri surlarla
çevrilen bu küçük şehirler; genelde merkezde yer alan
tapınaklar, resmi daireler ve agora denilen pazar yerlerini
çevreleyen evlerden oluşmaktaydı. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Yunan yarımadasındaki şehir
devletçikleri arasındaki çekişme, mücadele ve savaşlar olağan
sayılmaktaydı. Her şehre ait silahlı birlikler, zaman zaman
çevrelerindeki komşularına baskınlar düzenlemekte, oralarda ele
geçirdikleri ziynet eşyası, mal ve hayvanlar ile, benzer şekilde
bir tür ganimet olarak gördükleri insanları, kendi polislerine
getirmekteydi. Savaş ve çatışmanın normal, barış dönemlerinin
ise olağanüstü durumlar olarak görüldüğü şehir devletleri,
sadece dini amaçlarla işbirliği yapmakta idiler. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Kutsal bir mekanı, meselâ bir
tapınağı; yabancı saldırı ve istilâsından korumak üzere,
aynı dini görüşleri paylaşan bazı şehir devletleri bir araya
gelerek “amfiktiyoni” adı verilen dini konfederasyonlar
kurmaktaydılar. Ayni amfiktiyoninin çatısı altına giren şehirler
ve kabileler, dış tehdit halinde, aralarındaki diğer problemleri
geçici bir süre görmezden gelerek, elbirliğiyle kutsal
mekanlarını savunmaktaydılar. Apollon’un doğum yeri olduğuna
inanılan Delos adası, 6 Dor şehrinin Dadya yarımadasında Apollon
tapınağı çevresinde kurdukları birlik tarafından; ilkin sadece
Kikladları kapsayan, sonra, tüm İyon dünyasını içine alan bir
amfiktiyoninin merkezi sayılmıştır. Onhestos tanrısı Poseidon’a
ait tapınağın çevresinde kurulan Boiotya amfiktiyonisi ile
Termopilia’daki Demeter tapınağını merkez alan ve Teselya ile
orta Yunanistan’daki bir çok şehir devletini kapsayan
konfederasyon da önde gelen amfiktiyonilerdendi. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Yunan şehirlerinin siyasi ve kültürel
faaliyetlerini yönlendirilen hakim çevreler genelde aristokrat
sınıfı mensuplarıydı. Aristokrat sınıfına en yaygın şekilde
İyonya, Argolis, Attika, Boiotya ve Euboia’da rastlanmaktaydı.
Ancak göçebelik dönemi adetlerini uzun süre muhafaza eden
Sparta’nın kendine has sosyal ve idari düzeni, bu sınıfın
gelişimine imkân vermemişti. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Sparta’da, işgal ettikleri
topraklardan kaçamayan halkı tamamen köleleştiren Dorlar,
İyonya’da daha yumuşak davranmak zorunda kalmış ve bu
insanların bir kısmına bazı siyasi haklar tanımışlardı. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Bu uygulama önemli kültürel ve
entelektüel sonuçlar doğurdu. Böylelikle İyonların arasına
bazı Anadolu ve Ortadoğu topluluklarının düşünce, inanç ve
uygulamalarının nüfuz edebilmesi mümkün olabildi. Meselâ,
sonraki dönemlerde Yunanlılar arasında çok popüler bir konum
kazanan Efesos’taki Artemis kültü, bu etkileşime ilginç bir
örnektir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Bu dönemde, komşu topraklarda büyük
bir devletin bulunmayışı ve Orta Anadolu’daki Frigya ve Lidya
krallıklarının, başlangıçta Ege kıyılarına yönelik
emperyalist siyasetler ve baskılar uygulamamaları nedeniyle; İyonya
şehirlerinin huzur içinde yaşayan halkı, hızlı bir kalkınma
ve gelişme hamlesi gerçekleştirme fırsatı bulabilmişlerdi. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Herodotos, bu şekilde süratle
ilerleme imkânı bulabilen 12 İyon şehrinden söz eder. Bu
şehirler, “Panionion” adındaki dini ve siyasi nitelikli
konfederasyonun çatısı altında; oldukça yoğun ticari, kültürel
ve siyasi ilişkiler gerçekleştirmekteydiler. Bu işbirliği
sayesinde İyonya M.Ö. 5. yüzyıla dek Ege bölgesinin, bir kültür
ve ticaret merkezi olma özelliğini koruyabilmişti .</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Homeros destanlarında İyonyalı
seçkinlerin yaşayış biçimlerine dair ayrıntılı tasvirlere yer
verilmiştir. Buna göre her aristokrat aile, kendisine ata olarak
bir kahraman veya tanrı belirlemişti. Şehir devletlerinin kralı
da bu ailelerden birine mensuptu. Aristokratların servetleri,
kısmen, kiraya verdikleri veya kölelere işlettikleri geniş
topraklı çiftliklerden ve geniş hayvan sürülerinden
kaynaklanmaktaydı. Ama, konfederasyona komşu topraklara
düzenledikleri saldırılar esnasında çaldıkları eşyalar,
hayvanlar ve köle olarak sattıkları esirler de servetlerinde
önemli bir paya sahipti. Çiftliklerde, tahkimli şatolarda veya
“Odisseia’da söz edilen Faiaklar kralı Alkinoos’un
çerçevesindeki 12 asil” gibi, saraylarda yaşayan aristokratlar,
bir sefer veya savaş durumunda harp arabaları ve çoğu atlı olan
kalabalık maiyetleriyle birlikte krala eşlik etmekte veya bazen
kendi hesaplarına korsan saldırıları düzenlemekteydiler. Sonuçta
İyonlar, gerek tarım ve hayvancılık, gerek savaşlar ve
baskınlarla elde ettikleri ganimetler yoluyla oldukça
zenginleşmişlerdi. Buna bir de zamanla iyice gelişen ticaret
yoluyla sağlanan gelir de eklenince, İyonya şehirlerinde son
derece müreffeh ve konforlu bir hayat standardı yaygınlaşmış
oldu. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Bu dönemde, İyonya’nın 12 büyük
şehri, Asya’nın içlerinden kara yoluyla getirilen malların,
denizyoluyla-özellikle doğu Akdeniz’in zengin ülkelerine-sevk
edildiği ticaret merkezleri halini aldı. Kervanlar ve gemiler
çeşitli ticari eşyaların yanı sıra, Doğu ülkelerine ait bir
çok buluşu, öğretiyi, görüşü ve tekniği de taşımakta ve
yaymaktaydı. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> 12 ünlü İyon kentinden en güneyde
olan Miletos, Ege’nin en gelişmiş ve zengin şehirlerinden
biriydi. İçinde çeşitli ırklardan, milletlerden ve dinlerden pek
çok insanın üstün bir hayat standardını paylaşarak çeşitli
alanlarda işbirliği yaptığı ve kaynaştığı bu şehir, batı
felsefesinin beşiği olmuştur. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Antik
Yunan Felsefesi’nin Doğuşu: İyon Felsefe Okulu</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Felsefe
tarihçileri, batı felsefe geleneğini, genelde, İyonyalı
düşünürlerle başlatırlar. İyon şehirlerinin ekonomik, siyasi,
sosyal ve kültürel bakımlardan son derece uygun ortamı, ilk
sistemli batı felsefe okulunun beşiği olmuştur. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Miletoslu Thales (M.Ö. 624-546),
Anaksimenes (M.Ö. 585-528) ve Anaksimander (M.Ö. 610-542) ile
temsil edilen bu ekol, değişik adlarla anılır. Meselâ yer aldığı
yöre nedeniyle “Miletos veya İyonya Okulu” olarak
isimlendirilirken, mensupları da felsefenin kapsamına girebilecek
pek çok şeyi dışlayarak özellikle “kozmoloji” konusuyla
ilgilendiği için, “İyonyalı Fizikçiler” adıyla bilinir.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">
Öncüleri Thales olan
İyonya Okulu mensubu fizikçiler, aydınlatılması gereken temel
konu olarak, “tüm kâinatın kendisinden oluşturulduğunu
varsaydıkları temel unsur (<i>arkhe</i>)nin
belirlenip, tanımlanmasını” seçmişlerdi. Thales’in
yazılarından hiçbiri günümüze ulaşmamıştır.
Anaksimander’den ise sadece “Peri Fuses” (Tabiat Üzerine) adlı
eserinin küçük bir kısmı bizlere intikal edebilmiştir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Thales</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Bizzat Thales’e ait olan hiçbir
yazılı metine sahip değiliz. Yaşadığı dönemden kalan
kaynaklarda da Thales adına rastlanmaz. Thales’in Batı
felsefesinin ilk temsilcisi olduğu görüşü, daha sonra yaşamış
olan Platon ve Aristoteles gibi filozofların eserlerinden
kaynaklanır. Bu iki düşünürden daha az tanınan başka yazarlar
da Thales’le ilgili birçok rivayetler aktarırlar. Bu tür
kitaplarda, Thales Eski Yunan’ın “Yedi Bilge”sinden biri
olarak gösterilir ve önemli bir kısmının yakıştırma olması
muhtemel pek çok olay ve ifade, ona atfedilir. Bunlara göre, “En
güç şey nedir?” sorusuna “Kendi kendimizi tanımak”; “En
kolay şey nedir?” sorusuna “Başkalarına öğüt vermek!” ve
“Tanrı nedir?” sorusuna da “Ezeli ve Ebedi olandır!”
cevabını veren Thales, kendisine “Nasıl ahlâkımı
düzeltebilirim?..” diyen birine de “Başkaları yaptığında
kınadığın şeyi yapmayarak!” karşılığını vermiştir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Bir
başka rivayete göre, Thales bir gece, gökyüzündeki yıldızları
daha iyi görebileceği bir yer ararken, bir kuyuya düşer.
Kendisini bu durumda gören bir genç kız onunla alay etmek için
şunları söyler: “-(Büyük bilge) Gökte neler bulduğunu
anlamaya kalkıştı, ama meğer ayaklarının altında ne olduğundan
bile habersizmiş!” Platon, bu konuda onu şöyle savunur: “<i>Birçok
büyük düşünür, önemli evrensel gerçeklere ulaşma çabası
içindeyken</i>, <i>yakın
çevresini ihmal etmek zorunda kalmıştır</i>.”<sup>42</sup>
</span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Gençlik döneminde, onu evlenmeye ikna
etmeye çalışan annesini “ – Daha bunun için vakit erken!”
diyerek avutan Thales, yaşı ilerlediğinde, ısrarlarını arttıran
annesini kırmamak için ona bu defa da: “-Artık ben evlenme
çağını geçirdim!” karşılığını vermeye başlar. Ömrünü
“gerçeği arama ve bulma yolunda” sarf ettiği söylenen
Thales’in, çabalarını özellikle, “kâinatın nasıl ve neden
yaratıldığı” sorusunun cevabını bulma yönünde
yoğunlaştırdığı anlaşılmaktadır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Değişik kaynaklarda, Thales’in
birçok değişik özelliği anlatılır. Meselâ, Heredotos’a göre
O, İyon kentlerinin bir konfederasyonun çatısı altında
birleşmesi gerektiği görüşünü azimle savunan becerikli bir
devlet adamıdır. Kallimakhos’un aktardığı bir rivayete göre
ise Thales denizcilere, açık denizde yol bulmakta
kullanabilecekleri teknikleri öğreten bilge bir seyyahtır. Ayrıca
başarılı ve zengin bir tüccar da olduğu söylenen Thales,
ticaret amacıyla birçok uzak ülkeyi gezme imkânı bulmuş ve
Mısır’da bir süre de, ikamet etmişti. Orada, piramitlerin
yüksekliğini ölçtüğü ve gemilerin kıyıdan uzaklığını
hesaplama tekniği üzerinde çalıştığı da anlatılır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Bir kısmının gerçekliği tartışmalı
olmakla birlikte, kesin olan husus, bu tür rivayetlerin onun
şöhretinin bir göstergesi olduğudur. Lidya kralı Alyattes ile
Med kıralı Kyaksares arasındaki savaşa son veren güneş
tutulmasını önceden tahmin etmesi ise, tarihçilerin genelde kabul
ettiği bir rivayettir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Günümüz
bilim adamlarına göre, Thales’in; bir güneş tutulması olayının
tam yerini, tarihini ve niteliğini hatasız bir şekilde öngörmesini
sağlayacak tüm bilgilere sahip olması mümkün olmayacağından,
bunun, ancak yaklaşık bir tahmin olabileceği kabul edilebilir.
Heredotos da bu noktayı teyit eder bir şekilde, Thales’in, güneş
tutulmasının sadece “senesini” önceden bilebildiğini yazar.
Ne olursa olsun, çok önemli bir savaş sırasında, tam bir güneş
tutulması olayının gerçekleşmesi, Thales’e–abartılı da
olsa–astronomi alanında büyük bir şöhret kazandırır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Thales’in
şu geometri ilke ve teoremlerini Yunan dünyasına ilk tanıtan kişi
olduğu da söylenir: 1-) Çap, çemberi iki eşit parçaya böler,
2-) Bir ikiz kenar üçgenin taban açıları birbirine eşittir, 3-)
İki doğrunun kesişme noktasındaki ters açılar, birbirine
eşittir, 4-) Köşesi çember üzerinde olan ve çapı gören açı,
dik açıdır, 5-) Tabanı ve buna komşu iki açısı verilen üçgeni
çizmek mümkündür. Thales’in, çemberi çapıyla ikiye bölmek
suretiyle geometride “formel inceleme yöntemi”ni bulduğu da
söylenir.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Thales’in
bu etkinliklerinden hangisinin ona Batı felsefe geleneğinin
başlatıcısı olma şerefini kazandırdığı sorusuna,
Aristoteles’in de yönlendirmesiyle verilen en yaygın cevap; diğer
iki ünlü Miletos’lu filozofun da ele aldıkları başlıca husus
olan “<i>kâinatın temel</i>
<i>maddesinin ve orijininin
araştırılması</i>”
şeklinde olmuştur. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> W.
Weischedel, bu görüşü şöyle teyit eder: “Platon, Aristoteles
ve diğer birçok düşünürün Miletos’lu Thales’i ilk filozof
olarak nitelemelerinin nedeni şu olsa gerektir: O, tek tek sayısız
nesneyi değil, tüm varlıkların özünü ele almıştır; Dağları,
hayvanları, bitkileri, rüzgarı, yıldızları, insanı,
davranışlarını ve zihnini tek tek incelemek yerine; tümünü, en
genel özellikleri açısından değerlendirmeye çalışarak: “–Tüm
bu varlıkların özü nedir? Bunlar nereden gelmekte, nereden
kaynaklanmaktadır? Var oluşu ve varlığının devamını sağlayan
o tek, her şeyi kapsayan şey, ilk <i>arkhe</i>
nedir?” şeklindeki en temel sorulara cevap aramıştır. Thales
bu yaklaşımıyla, batıda felsefe geleneğini başlatan kişi
olmuştur.” </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Thales’in bu temel sorulara verdiği
cevap, bize tuhaf görünebilir. Çünkü, rivayet edildiğine göre
o, her şeyin kökeninin su olduğunu öne sürmüştür. Su, maddi
bir varlık olduğu için bazı felsefe yorumcuları Thales’i,
varoluşu maddi temellerle açıklamak isteyen bir materyalist olarak
değerlendirirler. Gerçi bu hiçbir zaman düşünce tarihçilerinin
çoğunluğunun kanaati olmamıştır, ama, insanlık tarihi kadar
eski “teizm–ateizim” çekişmesi çerçevesinde, materyalizm
yönünde görüş bildiren bazı filozoflar olmuştur. Acaba
Thales’i bu bakımdan hangi guruba dahil etmek gerekir? </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Thales’ten bize kalan ikinci ana
görüş olan “Her şey Tanrı(lar) ile doludur!”cümlesi, onun
durumunu açıkça gösterir. O, muhtemelen bu ifadeyle şunları
anlatmak istemiştir: ”Bizim karşımızda gördüğümüz
varlıklar, bu maddi evren, bazı ilahi güçlerin yansıma veya
tecelli ortamıdır. İnsan; kâinatın, sadece gözle görebilir
maddi nesnelerin toplamından ibaret olduğunu zannederse, yanılmış
olur. Şunu bilmeliyiz ki, nesneler, aslında içlerinde tanrısal
bir gücün egemen olduğu ve orijinleri manevi olan varlıklardır.”</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Bu
noktada Aristoteles, Thales’in görüşlerini şöyle yorumlar:
“Thales’in bu sözlerinin esrarını çözmeye çalışırken
aklıma “Okeonos” geldi. İşte o zaman, yani bu en eski
mitolojik kültür açısından konuya bakınca gözümün önünde,
O ezeli ırmak canlandı. Anlaşılan, Thales, sudan bahsederken
maddi bir <i>arkhe</i>yi
kast etmeyip tam aksine varlıklar için ilahi bir orijin tasavvur
eder. Buna, her şeyin Tanrılarla dolu oluşuna dair cümlesini
ekleyince ortaya şu tablo çıkar: Var olan her şey ilahi güçlerle
yönetilir. Tüm dünyada, aynı ve bir olan ilahi ilke egemendir ve
her şey, ilk varoluşunu da, varlığını sürdürebilmesini de ona
borçludur.” </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Ç.
Dürüşken’in “<i>Thales’in
Arkhesi üzerine Filolojik Bir İnceleme”</i><sup>43 </sup>adlı
araştırma yazısı, bu konuyla ilgili bazı enteresan hususlar
kapsar: “...<i>İyonya
doğa filozoflarından ilki olan Miletos’lu Thales’in; varlığın
temel yapı unsurunun (arkhe) “su” olduğunu söylediği ileri
sürülmektedir. Thales, bu tezini, birçok nedene dayandırmış
olabilir. Ancak, bize doğrudan, Thales’e ait bir metin ulaşmadığı
için; bu konuda, kendisinden sonra yaşayan bazı düşünürlerin;
özellikle Platon, Aristoteles ve Theophrastos’un yorumlarıyla
yetinmek zorundayız. Yine bu nedenle, Thales’in su veya sıvı
manâsına gelen hangi Grekçe kelimeyi kullandığı hususu da
tartışmaya açıktır... Nitekim çeşitli düşünürler ve
yorumcular, Thales’in arkhe olarak benimsediği unsuru ifade için,
farklı Yunanca kelimeler kullanmışlardır. Bu tür metinlerin
genel bir taramasında, en sık rastlanan kelimeler şunlardır: 1-)
</i><i><u>Hüdor: </u></i><i>Her
çeşit su; kaynak suyu, nehir suyu, yağmur, yağmur suyu. Homeros
bu kelimeyi deniz suyu ve su saatinin suyu manâlarında da
kullanmıştır. 2-) </i><i><u>Hügros:
</u></i><i>Islaklık, yaş,
nemli, sulu, akıcı, nem, su, sıvı. 3-) </i><i><u>Khulodes:
</u></i><i>Özsu, usare,
canlıların sıvı kısımları.</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Bu kelimeler dışında, Thales
yorumcularının metinlerinde rastlanmayan, ama su veya sulu, sıvı,
nem, nemli manâlarına gelen başka Grekçe kelimeler de vardır.
Meselâ, fırtınalı, sağanak yağmur anlamındaki Ombros kelimesi,
kimyasal bir bileşik olarak “su” manâsında da kullanılır.
Hüdatinos, sıfat olarak; sulu, nemli, ıslak, suya ait, bol sulu ve
isim olarak da nem, su, yağmur manâlarına gelir. Hüdrelos ise,
suyla ilgili veya sulu demektir. </i></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Aristoteles, Theophrastos,
Hippolytos, Epiphanius ve Plutarkhos’un eserlerinde daha çok
“hüdor” kelimesi kullanılmış olmakla birlikte bunların bir
kısmında “hügros” kelimesine de yer verilmektedir. Bu konuyu
Latince’ye aktaran düşünürlerin bazıları hüdor kelimesini ve
Latince karşılığı olarak “aqua”yı tercih ederken, bazıları
da “hügros”u ve karşılığı olarak “umor”u seçmişlerdir.
</i></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Eski
Grek yazar ve düşünürlerinden günümüze ulaşan metinlerin
karşılaştırmalı yorumlarından anlaşıldığına göre,
Thales’in, arkhesini ifade amacıyla tercih ettiği “terim” her
ne ise, genelde su manâsında kullanıla gelen kelimelerden daha
derin ve farklı manâlar içermekteydi</i>”<i>.</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Bu
noktada, Thales’in <i>arkhe</i>sini,
Yunanca olmayan bir kelimeyle karşılamış olması da mümkün
görünmektedir. Ortaya çıkan bu durumun muhtemel nedenleri
arasında Miletos’lu filozofların benimsediği bazı öğretiler
de bulunabilir. Sahakian, “Felsefe Tarihi” adlı kitabında,
Thales’in, yıldızlar arası ortamın da bu türden bir “sıvı”
ile dolu olduğuna ve dünyanın bu “sıvımsı ortamda” adeta
yüzer gibi hareket ettiğine inandığını belirterek; Thales ve
diğer İyonyalı filozofların “hilozoizm”; yani maddenin ruh,
hayat ve his gibi özelliklere sahip olduğu görüşünü
benimsediklerine ve bu nedenle, varlık ve hayatı, birbirinden
ayrılmaz nitelikler olarak gördüklerine işaret eder. Bu çerçevede
Thales, Tanrı’nın, maddenin üç temel biçimde belirlenişine
aktif olarak iştirak ettiğini öne sürmüştür.<sup>44</sup><sup>
</sup></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Hilozoizm, Yunanca “hyle:madde” ve
“zoe:hayat” kelimelerinden türetilen ve felsefede, maddenin ya
bizzat veya “dünya” (kâinat) ruhu gibi bir ilkenin etkisi
altında, “canlı”lık niteliği taşıdığını kabul eden
görüşe verilen addır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Düşünce
tarihi boyunca, tabiatı, maddenin canlılığı prensibinden
hareketle yorumlayan birçok öğretiye rastlanır. Hilozoizm;
animizm ve panpsişizimden birçok yönüyle ayrılır. Miletos okulu
ile başlayan hilozoizm, bazı değişikliklerle Orta Çağ ve
Rönesans dönemlerinde tekrar ortaya çıkmıştır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Ç.
Dürüşken, bu hususlara şunları ekler: “...Stobeus, Thales’in,
evrendeki düzenin (aklın) Tanrı’dan geldiğini, her şeyin canlı
olduğunu (daimonlar ile dolu olduğunu) ileri sürmek suretiyle,
aslında ilk unsurun aktivitesinin Tanrısal bir güç kapsadığı
tezini savunduğunu belirtir. Cicero da Thales’in bu konudaki
düşüncesini benzer ifadelerle nakleder.” </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Bu görüşleri anlamaya çalışırken,
Thales’in yaşadığı dönemde, kâinatın orijini hakkında
yaygın olan mitolojik arka plânı da göz önünde bulundurmak
yararlı olur. O dönemin kozmogonistlerine göre “su üzerinde
yüzen bir diske benzeyen dünya, dev bir kutu gibi tasavvur edilen
gökyüzünün altında yer alan bir tür kapaktır.” Grekler
arasında yaygın olan en eski yaratılış mitlerinden “Okeanos”a
göre ise dünya, Okeanos nehriyle çevrili bir adadır. Homeros’un
Okeanos’u her şeyin kaynağı ve ilk ilkesi olarak anlatan
ifadeleri, Thales’in görüşlerine oldukça büyük benzerlikler
taşır.</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> Eski
Yunan mitlerinde, Okeanos, karısı Tethys ile birlikte, her şeyin
orijini olarak görülür. Kendisine sınırsız bir yaratma gücü
atfedilen Okeanos, dünyanın en uç noktasına kadar bir nehir gibi
akmış ve arkasında bazı “<i>girdaplar</i>”
ile birtakım özel “<i>daireler”</i>
veya “<i>halkalar</i>
“bırakmıştır. Her şey gibi, tüm nehirlerin, denizlerin ve
diğer suların da Okeanos’un geniş ve güçlü akıntılarından
oluştuğuna inanan Yunanlılar, onu, dünyayı biçimlendirip,
sınırlayan ve dünya ile diğer varlık alemleri arasında iletişim
sağlayan bir “aracı” olarak da görmekteydiler. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> Hesiodos,
Okeanos’u Şöyle anlatır: “... <i>toprak
ana Gaia, Khaos’tan çıkar çıkmaz Uranos’la Pontos’u, yani
göğü ve suları yaratır. Sonra da Uranos’la-sarmaşıp
kucaklaşarak</i>-derin
anaforlu Okeanos’u doğurur.<sup>45</sup><sup>
</sup> Okeanos, diske
benzeyen yeryüzünü çepeçevre sarar. O, <i>aslında
deniz veya okyanus değil; derin anaforlu, burgaçlı evrensel bir
ırmak gibidir</i>.” </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Ünlü
Fransız şâiri Lamartine, eski Yunan mitolojisinin geneline hakim
olan eğilimi şöyle ifade eder: ”—<i>Yunanlı,
kıvrak cana yakın zekâsının ve geniş muhayyilesinin eseri olan
güzel hayallere ve onlardaki gerçeğimsi gölgelere tapar. İnsan
kalbinde ne kadar korku ve ne kadar tutku varsa, Yunanistan’ın
verimli ikliminde o kadar tanrı doğmuştur. Orada her sembol için
bir tanrı benimsenmiş, ruhun her iniltisine ve her çığlığına
birer ruh atfedilmiştir</i>...”
Bu üretken muhayyile, doğunun gelenek ve dinlerinden de bazı
unsurlar alıp, özümseyerek, ortaya çok zengin bir mitolojik
literatür koymuştur.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Çeşitli ülkelerin mitolojilerinin
mukayesesi ve dinler tarihiyle ilgili araştırmalar sonucu,
Yunanlıların bu görüşlerinden önemli bir kısmının onlara,
eski Doğu kültürlerinden intikal ettiği anlaşılmıştır.
Thales’in sık sık Doğu ülkelerine özellikle Mısır’a
yaptığı gezilerde eski Mısır ve Mezopotamya kültürlerinde suya
büyük ilahi güçler atfedildiğini müşahede ettiği kesindir.
Eski Mısır din ve mitolojisinde baş figür Nil ve kutsal suları,
Mısır’a hayat bahşeden güç olarak görülür. Benzer şekilde,
eski Mezopotamya kültüründe de su- toprakla birlikte- “hayat
soluğu” kapsayan her şeyin yaratıcısı (Nig-zi-gal-dim-me)
olarak tanımlanır ve suya; aktif ve bilinçli bir düşünme ve
yaratıcılık gücü atfedilir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Thales yorumcularının ondan
naklettikleri “....Her şey (tanrılarla) doludur ve her şey,
Tanrısal bir yaratıcı güç taşıyan sudan yaratılmıştır...”
şeklindeki ifadeye; eski Mezopotamya ve Mısır kültürüne ait
birçok metinde bazen aynen, bazen de ufak değişikliklerle
rastlamak mümkündür. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Thales’in
“her yeri doldurduklarını” öne sürdüğü “varlıklar”ı
ifadede kullandığı terim de, <i>arkhe</i>ik
sıvıyı belirtmekte kullandığı kelime kadar tartışmaya
açıktır. Bazı Thales yorumcuları bu kavramı “teos”
terimiyle karşılarken, bazıları da “nus Tu Kosmu” (evrensel
akıl) kelimelerini tercih etmişlerdir. Cicero ise bu terimi “mens”
(ruh, zihin, akıl) olarak tercüme etmiştir.<sup>46</sup>
Platon, Thales’in bu görüşünü adeta tüm felsefenin özü
olarak benimseyerek şöyle sorar: “<i>Her
şeyin (ruhlar)la dolu olmadığını söyleyebilecek biri var mı?</i>”<i>
</i></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Thales,
dünyanın düzenliliğini ve akliliğini, nesnelerin yaratılışında
varolan ve onları, önceden kararlaştırılmış belirli bir sona
yönlendiren İlahi güce bağlar. Kâinatın tüm kesim ve
unsurlarının, nesnelerin genel düzeni çerçevesinde belirli bir
amaca hizmet ettiği ve tüm varlığın belirli bir kadere doğru
yönelmiş oldukları görüşü, yani teleolojik bakış açısı,
istisnalar dışında tüm Yunan düşünce geleneğine hakim olup,
özellikle de Aristoteles tarafından sistemli bir şekilde dile
getirmiştir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> <i>Anaksimenes
ve Anaksimander </i></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> İyonya
Felsefe Okulu’nun diğer iki mensubu olan Anaksimenes ve
Anaksimander de “kozmik varoluş” konusunu felsefelerine esas
almışlardır.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> Anaksimenes
<i>arkhe</i>
olarak “hava”yı seçti. Ancak bu “hava” kavramını; günlük
konuşma dilinden daha farklı, karmaşık ve kapsamlı bir manâda
“canlandırıcı soluk veya bir tür ruh” şeklinde tanımladı.
</span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">
Thales’in evrenbilimle
ilgili görüşlerini benimseyen Anaksimander ise, tüm Miletos fizik
felsefesini çatısı altına toplayan bir sistem geliştirdi.
Anaksimander’e göre “<i>Arkhe,
Aperion’dan (</i><i>Sınırsız’dan veya Sonsuz’dan</i><i>)
oluşmuştur. Sınırsız olan Tanrı, yarattığı sonlu maddi
varlıkların tersine, ‘sonsuz’ olmalıdır. Madde dolaysızca
algılanabilir, ama onu var eden ve en temel olgusallık olan Sonsuz,
yani Tanrı, doğrudan algılanamaz. Aperion, kâinatın tüm
öğelerini kapsar. Varlıkların Aperion’dan türeyişi “sıcak”
ve “soğuk” ikilisinin fonksiyonlarıyla gerçekleşir. Temel öz
olan Thales’in sıvısı, “soğuk ve sıcak”ın etkileşimiyle
oluşturulur ve üç birincil unsur (toprak, hava ve ateş) ondan
türer. Anaksimander, ruhların</i>
<i>maddi ve manevi alemler
arasındaki yolculuklarını açıklayan ve Hindu geleneklerine
benzerlikler</i> <i>taşıyan
bir teori de geliştirmiştir.”</i><sup>47</sup></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> “<i>İyon
Okulu” sonrası Yunan Felsefesi</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> Yunan
felsefesinin İyonya Okulu sonrası dönemdeki seyri, başlıca iki
ana çizgiye ayrılır. Bunların ilkini, kendilerine ana tema olarak
“varlık” ile “oluş” konularını seçen <i>Elea
düşünce</i> <i>akımı</i>
ve ikincisini ise ondan tamamen bağımsız bir konumda olan
<i>matematiksel felsefe</i>
teşkil eder. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> “Varlık”
ve “varoluş” konularını temel inceleme alanı olarak seçen
Elea Felsefe Okulu’nun başlıca temsilcileri; kurucu Ksenophanes
ile onun görüşlerini, sanki birbirine tamamen karşıtmış gibi
görünen iki farklı yaklaşımla ele almış olan izleyicileri
Herakleitos ve Parmenides’tir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> <i>Elea
Felsefe Okulu ve Ksenophanes</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> Eleacılığın kurucusu, Platon başta
olmak üzere birçok düşünüre göre Kolophon’lu
Ksenophanes’tir. Günümüzde Değirmendere olarak adlandırılan
yerde yaklaşık olarak M.Ö. 570 yılında doğduğu sanılan
Ksenophanes, M.Ö. 546 yılındaki Pers istilâsından sonra
İyonya’yı terk etmiştir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Elea, İtalya’nın güneyinde yer
alan bir Yunan kolonisidir ve İyonya’nın Phokia, yani Foça
yöresinden gelen göçmenlerce kurulmuştur. Bu “İyonya”
bağlantısının, felsefe tarihi açısından özel bir önemi
vardır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Störing,
Ksenophanes’i şöyle anlatır. “<i>Ksenophanes,
Yunanistan’da bir dönem yaygınlaşan ‘mitolojik din’e ve akıl
dışı inançlara karşı, felsefenin ilk sarsıcı ve korkusuz
saldırısını başlatan kişidir. İnsani zaaflar ve kusurlarla
dolu çok sayıdaki Yunan tanrılarının, Tanrı olarak
nitelenmesinin bile uygun olmayacağını belirten Ksenophanes,
Homeros ve Hesiodos’un; hırsızlık, dolandırıcılık, eşini
aldatma gibi insanlar arasında bile çirkin ve ayıp sayılan
şeyleri tanrılara yakıştırmakla çok büyük hata yaptıklarını
söylemiştir. Ksenophanes, günümüze sadece küçük bir bölümü
kalmış olan bir yazısında insan biçimli (antropomorph) tanrı
anlayışını da şöyle tenkit etmiştir: “(Günümüzde) bazı
insanlar, tanrıların kendileri gibi doğurduğunu, insan biçiminde
olduğunu, bizler gibi giyinip kuşandığını, vb. sanıyorlar.
Öküzlerin, atların ve aslanların da elleri olsaydı ve
tanrılarının bu mantıkla resimlerini ve heykellerini yapmaya
kalksalardı, onlar da tanrılarını öküz, at veya aslan biçiminde
tasvir edeceklerdi. Nitekim zenciler tanrılarını kara derili ve
yassı burunlu, Trakyalılar ise mavi gözlü ve kızıl saçlı
sanırlar. </i></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Ksenophanes’e göre şurası
kesindir: Birçok tanrı, hep bir arada varolamaz ve bir tanrının,
başka bir tanrıya buyrukta bulunması düşünülemez. En yüce ve
en iyi olanın yalnızca bir ve tek olması gerekir. Bu bir ve tek
olan Tanrı, her yerdedir. Onun ne düşünceleri, ne de yapısı,
yarattıklarına benzemez. </i></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Yunan
filozofları içinde Ksenophanes’in tutarlı ve geçerli bir
mantıkla, gerçeğe aykırı her türlü hurafeye, Eski Yunan
mitolojisine ve bu arada reenkarnasyon inancına karşı savaş açan
ilk düşünür olduğu sanılmaktadır. Evrenin birliğini ve
bütünlüğünü göz önünde bulundurarak ortaya attığı,
‘sayısız türdeki görüntünün ardındaki değişmez, kalıcı,
öncesiz ve sonrasız Tek Varlık’ öğretisinin, tutarlı
olduğunun gösterilmesi ve ispatlanması işi, onu izleyen
filozoflarca gerçekleştirilmiştir.”</i><sup>48</sup></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Sahakian,
Ksenophanes’in felsefe tarihinin gelişimini nasıl etkilediğini
şöyle açıklar<i>:
“Ksenophanes tam ve mükemmel olduğu için değişmesi söz konusu
olmayan ve (yarattıklarına benzer şekilde) hareket etmekten
münezzeh bir ve tek olan Tanrı’yı “evrendeki sınırsız
nitelik ve çeşitlilikteki fenomen ve gelişim süreçlerinden
sorumlu tüm güçlerin tek hakimi ve yöneticisi olarak”
tanımlamak suretiyle; temel metafiziksel sorulara karşılık
olarak, “bir cevaplar sistemi” formüle etti. Ksenophanes ayrıca
bu şekilde, tüm felsefenin temel ilgi alanını oluşturan iki
noktaya dikkatleri çekmiş oldu: “Varlık” ve “oluş”.
Ksenophanes’in bu iki temel hususa vurgusu, kendisinden sonra gelen
felsefeciler arasında yoğun bir tartışma ortamının doğmasına
yol açtı ve felsefenin gelişimi, karşıt görünüşlü iki
doğrultuya yönelmiş oldu: “Tam ve mükemmel olarak gelişmiş
olan varlık aleminin incelenmesi” veya “evrenin, sayısız ve
sınırsız gelişim ve değişim süreçlerinin bir toplamı olarak
değerlendirilmesi”. Bu görüşlerin lider temsilcilerinden olan
Eleatik filozof Parmenides (M.Ö. 540-470) nihai tözün “değişmez
ve ebedi Varlık” olduğu tezini savunurken, Efesli Herakleitos
(M.Ö. 544-484) ise evrenin tüm tözünün, “sürekli bir değişim
süreci”nden ibaret olduğunu ileri sürmüştür. Böylelikle bu
iki düşünür, günümüzden tam 2500 yıl önce, gelecekte tüm
felsefecilerinin ilgi odağını teşkil edecek temel konuları,
felsefe sahnesine koymuştur.</i>”<sup>49</sup></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Herakleitos’un
bazı yazıları ve Aristoteles ile Platon tarafından aktarılan
Ksenophanes’e ait bazı görüşler ve ifadelerle, çeşitli
kaynaklarda yer alan Parmenides’e ait 19, Zenon’a ait 4 ve
Samoslu Melissos’a ait 10 parça; bu dönemin günümüze
ulaşabilen başlıca literatürünü teşkil eder. Bunların çoğu
10 satırdan az olup, orijinallikleri veya asıllarına uygunlukları
da kesin değildir. Bu yetersiz literatürün farklı
araştırmacılarca farklı şekillerde yapılmış olan yorumları
sonucu ortaya, dönemin düşünürleri hakkında bazıları
birbirleriyle çelişen farklı görüşler ve anlayışlar
çıkmıştır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Herakleitos</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Beşinci
yüzyıl tabiat felsefesinin şekillenmesinde önemli katkıları
olan filozoflardan biri de M.Ö. 544-484 yılları arasında yaşayan
Herakleitos’tur. Miletos gibi zengin bir İyon şehri olan ve
içinde, öteden beri dünyanın yedi harikasından biri sayıla
gelen bir İyon tapınağının bulunduğu Efes’te (Ephessos)
nüfuslu bir ailenin ferdi olarak doğan Herakleitos, kendisine
babasından intikal eden “dini liderlik” payesini kullanmamış,
ancak aristokrat bir hayat sürmüştür. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Herakleitos’un
da Miletos okulu filozofları gibi bir <i>arkhe</i>
arayışı içine girdiği görülmektedir. Çeşitli kaynaklarda
“ateş” olarak bahsi geçen bu <i>arkhe</i>
ile ilgili tasvir ve açıklamalarına bakıldığında
Herakleitos’un, bu terimi, günümüz fizikçilerinin “enerji”
kelimesine atfettiklerine çok yakın bir anlamda kullanmış olduğu
fark edilecektir. Herakleitos’un bu sınırsız gücü Tanrı ve
insan ruhu ile irtibatlandırdığı metinlerde ise terimin anlamı
daha genişlemekte ve bu kavram, metafizik ve manevi bir boyut da
kazanmaktadır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Herakleitos düşüncelerini, o
çağlarda bu gibi konularla ilgili yazılara genelde konan bir
başlık olan “Doğa Üzerine” isimli eserinde sergilemiştir.
Vecize şeklindeki kısa ve özlü ifadelerden oluşan ve
anlaşılabilmesi için, her bir cümlesinin, üzerinde-bazen uzunca
bir süre- düşünülerek, dikkatle okunması gereken bu eserin bazı
kısımları günümüze ulaşabilmiştir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Herakleitos,
kâinatta, bizzat değişim olgusunun kendisinden başka süreklilik
taşıyan bir şey bulunmadığını söyler. Ona göre, tüm varlık
alemi sürekli bir dönüşüm veya devamlı bir akış halindedir ve
bundan dolayı sabit ve değişmez bir töz anlayışı geçersizdir.
Bu görüşünü “<i>her
şey akar (değişir), hiçbir şey sabit kalmaz</i>”
şeklinde ifade eden Herakleitos’un bakış açısından, bir
insanın, aynı ırmakta iki yıkanması mümkün değildir. Çünkü,
ırmağa iki giriş süresi içinde, sular ve ırmak akarak değişmiş,
söz konusu kişi de biraz farklılaşmıştır. Şeklen bir
benzerlik olsa da özde, mahiyetler değişmiştir. Kâinatı
oluşturan varlıkların, sabit ve değişmeyen birimler olarak
değil, birer “oluş süreci” halinde ele alınmaları
gerektiğini, bu nedenle, varlıkların özdeşlik özelliğinden de
yoksun olduklarını iddia eden Herakleitos, dikkatleri; bu sonsuz
akış ve değişim süreçlerinin ardındaki mutlak Birlik ve
düzenliliğe, yani “Tek olandan menşeini alan çokluğa ve
çokluktaki birliğe” çeker. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> “Her
şey (aslında) Bir’dir (Birden kaynaklanır)” diyen Herakleitos,
O mutlak Bir’in, sayısız değişim silsileleri içinde–her şeyi
değiştirip, bir halden diğerine sokarken–hiç değişmeden, hep
aynı kaldığını öne sürer. Ona göre, her şeye hükmeden ve
her şeyi değiştiren bu Sonsuz Güç, kendini gizlemeyi
sevmektedir. Duyularımızla algılaya geldiğimiz bu “düzensizlik
ve çokluk örtüsü”nün altındaki gizli düzenlilik ve bu
değişimler ve dönüşümler aleminin ötesindeki gizli
düzenleyici, Herakleitos’a göre evrenin “<i>Logo</i>s”udur.
İnsan, aklı aracılığıyla, çevresinde gözlediği değişim
silsilelerinin ardındaki düzenliliğin temel ilkelerine ve bütün
bunları tesis eden “Kozmik Düzenleyici”ye ulaşabilir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Kâinattaki tüm değişim ve dönüşüm
olgularını denetleyen ve yöneten “evrensel akıl”, çevremizde
gözlediğimiz bütün oluşum ve olayların belirli bazı kurallar
çerçevesinde gerçekleşmesini sağlamaktadır. Herakleitos’un
“logos” olarak adlandırdığı bu düzenleyici ilke; kaostan
kozmosu, hayattan ölümü, yokoluştan da varoluşu çıkarmaktadır.
Herakleitos’un “logos” terimini birkaç farklı anlamda
kullandığı görülmektedir. Bunlardan biri ile Herakleitos
günümüzün tabiat kanunu anlayışına oldukça yaklaşmaktadır.
O, bu evrensel düzenleme mekanizmasını, “karşıtların dönüşümü
ve birliği” kavramıyla açıklamaya çalışmıştır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Diğer taraftan bazı ifadelerinde
Herakleitos, Logos’a, “özgürce ve sınırsızca; insan dahil,
evrendeki her şeye hakim olan şuur ve akıl” anlamını da yükler
ve insan ruhunun, ölümden sonra O’na döneceğini söyler. Bu
şekilde Herakleitos, o yıllarda Yunan toplumunda oldukça yaygın
olan çok tanrı inancından uzaklaşarak, varlığı tamamen
kuşatan ve karşıtlıkların tamamen üzerinde olan tek bir Tanrı
anlayışına yaklaşır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Herakleitos’un felsefi sistemi
içinde, “karşıtların ilişkisi” kavramı özel bir önem
taşır. Ona göre, kâinatta gözlenen tüm değişim ve gelişim
olguları; bazı karşıt unsurların karşılıklı etkileşimleri
aracılığıyla gerçekleşir. Bu yaklaşımın geleneksel Çin
kültürüne ait yin-yang kavram sistemine olan benzerliği, çok
dikkat çekicidir. Herakleitos’a göre “evrensel logos”;
sıcağın soğukla, kuruluğun ıslaklıkla, sertliğin yumuşaklıkla
ve diğer zıtlıkların birbiriyle olan etkileşimlerini belirli bir
düzen ve koordinasyon içinde tutar ve zamanla onları, birbirine
dönüştürür: “Soğuk ısınır, sıcak soğur; kuru ıslanır,
ıslak kurur; sert yumuşar ve yumuşak sertleşir, vb.” Tüm bu
değişimler, tek bir evrensel plân ve program çerçevesinde
gerçekleştiği için, Herakleitos, sonuçta “Her şey Bir’dir”
hükmüne ulaşır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Herakleitos değişim ve gelişim
olgusunu, kendi iç dünyasında da araştırmıştır. Bu hususu
“Ben, kendi kendimi de eni-konu araştırdım...” diyerek ifade
eder. Herakleitos, insanın davranışlarını belirleyen prensipler
ile ve ruhsal özelliklerini de, evrensel varoluşun derin
perspektifi içindeki yerine oturtmaya çalışır. Ve sonuçta
ulaştığı noktayı “Ruhun da bir logos’u vardır” diyerek
özetler. Ölümün ruhlar için hiç ummadıkları ve dünyada iken
hayal dahi edemeyecekleri yepyeni şeyler ve sürprizler sakladığını
öne süren Herakleitos, evrenin sayısız manevi varlıklarla dolu
olduğunu; insan ruhunun, “İlahi Akıl” ile olan ilişkisi
nedeniyle, mutlak gerçeğe ulaşma ve onu kavrama yeteneğine sahip
olduğunu söyler. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Aklı aracılığıyla; sürekli
duyularından bilincine yansıyan değişim silsilelerinin ardındaki
evrensel düzenleyiciye ve onun oluşturduğu düzenliliğin temel
ilkelerine, yani evrensel logos’a ulaşması, insanın ruhsal
sağlığı ve esenliği için de vazgeçilmez bir önem taşır.
Herakleitos insanlara, tüm davranışlarını evrensel logos’a
uygun bir şekilde düzenlemelerini öğütler: “Nasıl tabiat
evrensel yasalara boyun eğiyorsa insanlar da-hem kişisel hem
toplumsal platformlarda-evrensel (geçerlilikteki) yasalara uygun bir
şekilde yaşamalıdırlar.” Gerçek huzura ve mutluluğa ancak
böyle bir tutumla ulaşılabileceğini söyleyen Heraklietos şunları
ekler: “-Ne yazık ki kitleler, sık sık duyguları, zaafları ve
dış etkenler tarafından yanıltılıp, aldatılmaktadır. Ancak
bilge insan, logos’a uyarak, gerçek mutluluğa ve huzura
kavuşabilir.” </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> İnsanın bedeni içinde-dünyadaki
hayatı boyunca-bu tür tutsak olarak kalan ruhunun, ölüm vakti
gelince oradan göç edeceğini söyleyen Herakleitos, ruhun bundan
sonra, dünya hayatında sergilediği ahlâka uygun olan ve olmayan
davranışlarının değerlendirileceği bir yargı gününü
bekleyeceğini söyler. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Bir çok yorumcu, Herakleitos’un
görüşlerini, çağdaşı Parmenides ile mukayese ederken, bu iki
düşünürü birbirine taban tabana zıt ve muhalif iki farklı
felsefe sisteminin kurucusu olarak nitelerler. Oysa, “her şey
birdir” sonucuna ulaşan Herakleitos, Parmenides’in bir ve tek
olan “Gerçek Varlık” anlayışına çok yaklaşmış olur.
Başlangıçta, her ikisi de “bir ve bütün olan gerçeği”
aramak üzere yola çıkan bu iki düşünürden Parmenides, bir ve
tek Gerçek Varlık uğruna görünür maddi dünyayı ikinci plâna
iterken; Herakleitos da değişimi ve çokluğu, onun da önemle
altını çizdiği bu “Birlik” perspektifinden yorumlamaya
çalışmaktadır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Hegel, kendisinden asırlar önce,
diyalektik bir düşünce sistemi kurduğunu ve görüşlerinin derin
anlamlar içerdiğini belirttiği Herakleitos’u, gerçek felsefenin
büyük kurucusu olarak nitelerken, Nietzsche’de “Herakleitos
asla eskimeyecektir” diyerek onu teyit eder. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm; page-break-after: avoid;">
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm; page-break-after: avoid;">
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<br /><br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<br /><br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<br /><br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<br /><br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<br /><br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Parmenides</i>
</span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<br /><br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<br /><br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> Parmenides, dış görünüşü
Herakleitos’unkine karşıt olan bir metafiziksel yaklaşım ortaya
koydu. Herakleitos, nihai “olgusallığı” bir değişim süreci
olarak tanımlarken, Parmenides evreni tek ve sürekli bir “töz”
olarak yorumladı. Bu, aslında Parmenides’in Ksenophanes’ten
aldığı bir görüştü. Parmenides, bu fikri, mantıksal düşünce
çerçevesinde geliştirerek, rasyonel bir temel üzerinde
sistemleştirmeye çalıştı. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> Aslında, Parmenides’in entelektüel
girişimlerinin tamamı, Ksenophanes’in “değişen görüntüler
arasındaki değişmez “Tek Varlık” anlayışını esas alan
metafiziksel bir sistem kurma gayreti olarak tanımlanabilir. Ancak
bunu yaparken, Parmenides’in hangi düşüncelerini Ksenophanes’den
aldığı, hangilerini ise özgün olarak kendisinin ortaya atmış
olduğu kesin olarak belli değildir. Sokrates öncesi dönemin tüm
filozoflarınınkine benzer şekilde Parmenides’e ait kaynaklar da
bölük pörçük ve eksik olup, tam ve kesin sonuçlar çıkarmaya
elverişli değildir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Parmenides’in Mısır’a gidip orada
bir süre kalarak mantık, astronomi ve felsefe öğrendiği rivayet
edilir. Platon da, “Büyük Düşünür” diye nitelediği
Parmenides’in, Atina’da Sokrates ile tanışıp, görüşmüş
olduğunu nakleder. Platon, diyaloglarından birine Parmenides adını
vermiş ve bu diyalogda ihtiyar Parmenides’i; 40 yaşlarındaki
öğrencisi Zenon ve genç Sokrates ile konuşturarak, onlarla görüş
alış verişinde bulundurmuştur. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Parmenides’e göre, düşünme
işlemlerimizin tamamı, düşündüğümüz şeylere bağlı
olduğundan ve her düşünceye dış dünyada bir nesne tekabül
ettiğinden; düşünce, varlık ait ilişkili olgusal bir içerik
taşır. Nesnel bir göndergesi olmayan bir kavram, düşünülemez
veya düşünülemeyen bir şey, varolamaz.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Parmenides, zamanın yetersiz bilimsel
bilgi ve felsefi terminoloji dağarcığı nedeniyle ifadede oldukça
büyük zorluklar çekerek “yanıltıcı fenomenler” ile onların
arka plânında yer alan “mutlak gerçeklik” arasında bir ayrım
yapmaya çalışmıştır. Bu zorluk nedeniyle günümüz düşünce
tarihi yazarlarının Parmenides’in dikkat çektiği fenomenolojik
çokluk ve değişkenlik olgusunu aktarırken zaman zaman “güncel”
örnekler verme zorluğunu duyduklarını görmekteyiz. Meselâ,
Sahakian, “Felsefe Tarihi”de bu konuyu -sinema perdesinde belirli
bir hızla yansıtılan ardışık hareketsiz görüntülerin, insan
zihnince, sanki onlar hareketlilermiş gibi algılanışını-örnek
vererek açıklar. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> W. Weischedel, döneminin İranlı
yöneticileri ve dolayısıyla İran kültürüyle ilişki kurmuş
olduğunu belirttiği Parmenides’in karmaşık metafizik sistemini
şöyle anlatır: “Acaba felsefi realite nedir? Parmenides onun,
hemen tamamı yanıltıcı dış görüntülere dayalı olan sıradan
insanların zihinlerindeki kâinat telakkisinden veya dünya
tasavvurundan çok farklı olduğunu ifadeye çalışır. Ölümlü
(geçici) olanın, bir zamanlar var olmadığına ve gelecekte de
varolmayacağına dikkat çeken Parmenides şu uyarıda bulunur:
“Gerçek Varlık”ın ne olduğunu araştıran kimse onu,
çevresini kuşatan geçici fenomenlerden ibaret sanmamalıdır.
Aslında, gözle görülebilen bu değişim ve çokluk alemi bir tür
hayal veya illüzyon gibidir. Gerçek alem ise, bu fenomenler
dünyasının ötesindeki sabit ve değişmeyen alemdir. Gerçeği
arayan kimse, bu fani nesneler arasında yolunu kaybetmeden dosdoğru
bir şekilde tüm değişim ve farklılık görüntülerinin
ardındaki “Ebedi Varlık”a yönelmeyi bilmelidir.” </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Değişim
ve çokluk algısının kaynağının, dış dünya kadar, hatta
belki ondan daha çok, “duyularımız” olduğuna dikkat çeken
Parmenides, duyularımızın yanıltıcı olabileceğini
vurgulayarak, bizi; “Tek ve Gerçek Varlık” anlayışına
ulaştıracak olan aracın, ancak “doğru düşünme yeteneğimiz”
olduğunu söyler. “Doğru düşünme” yöntemiyle ulaşılacak
“Gerçek Varlık” şu özelliklere sahip olmalıdır: “<i>O’nun
için düşünme, irade ve varoluş aynıdır. Bu mutlak Varlık,
zamanın ve mekanın ötesindedir. Yaratılmamıştır, yok da
edilemez. Her zaman, her yerde tam, eksiksiz ve mükemmel olarak
mevcuttur. Hiçbir surette parçalanamaz; sonsuzdur, sınırsızdır,
her türlü kusur ve eksiklikten uzaktır.” </i></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Böylelikle, duyu verilerine, yani
olgusal olana büyük ölçüde arkasını dönerek, salt akıl
yürütme yoluyla bir varlık felsefesi (ontoloji) geliştirme
girişiminde bulunduğu için Parmenides, metafiziğin ve ontolojinin
kurucularından biri olarak görülür.</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Düşünceleri
Platon’u ve Aristoteles’i de derinden etkilemiş olan
Parmenides’in ortaya attığı “varlık” ve “varoluş”
sorunu, 20. yüzyılda M. Heidegger tarafından yeniden ele
alınmıştır.</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Gerçekte
Parmenides, “Varolan, yani <i>On</i>”
terimiyle; sürekli değişen bir oluş içinde bulunan fiziksel bir
varlığı değil, tüm gelişim ve değişim görüntülerinin
ardındaki asıl ve gerçek varlığı ifade etmektedir. Platon
tarafından “<i>Ontos on</i>”
(gerçek ve asıl varlık) adı verilen “İlahi Varlık”
anlayışı, Aristoteles metafiziğinde de “varlık teolojisi”
veya “onto-teoloji” biçimlerinde etkisini sürdürmüştür.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Parmenides bu tür akıl yürütmelerde,
Herakleitos’unkine karşıt bir tezle, değişimin ve hareketin
gerçekte söz konusu olamayacağı, bunların gerçekte ancak birer
yanılsamadan ibaret oldukları sonucuna ulaşır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Ancak, sağ duyuya ve nesnel olgulara
aykırı görünen bu öğreti, kısa zamanda bir eleştiri ve
saldırı sağanağıyla karşılaştı. Parmenides’i savunma
görevini öğrencisi Zenon üstlendi. Zenon, Parmenides’i haklı
göstermek amacıyla ilginç bir yaklaşım geliştirdi. Fikirleri
başta Platon ve Aristoteles’in eserleri olmak üzere, sonradan
kaleme alınan bazı kaynaklar vasıtasıyla bize ulaşan Zenon’un
amacı, Parmenides’in öğretisinin çelişkili olduğu
suçlamalarına, değişimi ve hareketi kabul etmenin de bazı
mantıksal çelişkilere yol açabileceğini göstererek karşılık
vermekti. Zenon, olgusal içeriği olmayan, formel nitelikli
“Kaplumbağa ile Achilles’in yarışı” veya “Havadaki ok”
gibi paradokslarına karşı ortaya konan itirazlar aracılığıyla,
Parmenides muhalifleri ile taraftarları arasında diyalektik bir
tartışma süreci başlatmış oldu. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Samoslu Melissos da, Eleatik bir
anlayışla, Parmenides’in varlık öğretisini savunmak amacıyla
“Varlık Üzerine” başlıklı bir eser kaleme almıştır.
Melissos’un yaklaşımı bir yönüyle, Miletos’lu
Anaksimander’in “aperion” kavramının sistemleştirilmesi
çabası olarak nitelenebilir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<br /><br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<br /><br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Pythagoras
ve Matematiksel Felsefe</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<br /><br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<br /><br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Prof. C. Sunar, beşinci yüzyıl Yunan
felsefesinin genel karakterini şöyle tasvir eder: “Yunanistan’da
beşinci yüzyıl; din, ahlâk ve psikoloji asrıdır. Bu döneme ait
metinlerde üslûp şâiranedir. Edebiyatta dram sanatı en yüksek
noktasına ulaşmıştır. Aiscylos’un din ve ahlâk konusundaki
dramları büyük ün kazanmış durumdadır. Homeros’un insanlar
gibi kötülük yapabilen tanrı anlayışına zıt, tam bir ahlâk
ve fazilet örneği olan bir Tanrı anlayışı, beşinci yüzyıla
hakimdir. Yine bu asırda, ruhun mahiyetine ve özellikle de ölümden
sonraki akıbetine özel bir önem atfedilmiştir. Homeros’a göre,
ölümden sonra ruhun mevcudiyeti devam eder, ancak bu, bir tür uyku
halinde, silik ve şuursuzca bir mevcudiyettir. Asıl hayatın dünya
hayatı olduğunu savunan Homeros, bu inancını “Ahiret (Hades) te
bir kral olacağıma dünyada fakir bir işçi olmayı tercih
ederim.” diyerek ifade etmiştir. Oysa beşinci yüzyılda, beden
ruh için bir tür zindan ve dünya hayatı da, ruhun bedenden
bağımsız gerçek hayatı için bir hazırlık mahalli olarak
telakki edilmektedir. Özellikle Platon, eserlerinde ölümden sonra
diriliş ile ruhun, ebedi özgürlük ve huzura kavuşabilme
yöntemleri gibi konulara geniş bir yer vermiştir. Bu alandaki
görüşler, zaman zaman Orphic dinine ait inançlarla etkileşime
girmiştir. Bu durum, özellikle Phythagoras’ta zirveye
ulaşmıştır.” </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<br /><br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<br /><br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<br /><br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<br /><br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<br /><br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Pythagoras</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Matematiğin kurucularından biri
olarak kabul edilen Pythagoras M.Ö. 580’de Sisam (Samos) adasında
doğmuştur. Mısır ve uzak doğuda uzun yıllar seyahat ve ikamet
eden Pythagoras, daha sonra, kendi ülkesinin tiranın baskıcı ve
zalim yönetiminden çekindiği için İtalya’nın güneyindeki
Cotrone (Kroton)’a gelip, yerleşmiş ve orada bir düşünce okulu
kurmuştur. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Bir bilge ve eğitici olarak
yönlendirdiği okul mensuplarına yeni bir töre ve din sistemi
benimseten Pythagoras’ın ardından gelen okul mensupları,
matematik prensipler de içeren bir metafizik sistem
geliştirmişlerdir. Felsefe tarihçileri genellikle Pythagoras’ın
kişisel görüşleri ile ardıllarının görüşleri arasında bir
ayrım yapma eğilimindedirler. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Pythagoras’ın ismi, en çok, dik
açılı üçgenlerle ilişkili denklemle birlikte anılır ve
bilinir. Ayrıca, bazı kaynaklarda, bir üçgenin iç açılarının
toplamının, iki dik açının toplamına eşit olduğundan da ilk
defa onun söz ettiği ileri sürülmüştür. Ancak, daha yakın
zamanlarda yapılan araştırmalar, Hintliler tarafından bu tür
matematik prensiplerin çok daha öncelerden beri bilindiğini ve bu
dönemlerden kalan tapınakların, bu türden matematiksel ilişkiler
göz önünde bulundurularak tasarlanmış olduğunu ortaya
çıkarmıştır. Doğu ve Uzakdoğu gezilerinden sonra Pythagoras’ın
matematik bilgileriyle beraber–reenkarnasyon gibi-bazı dini ve
kültürel unsurları da beraberinde Kroton’a getirdiği
anlaşılmaktadır. Böylelikle gizemli bir “sayılar öğretisi”
üzerinde, yeni bir felsefi sistemin temeli atılmış oldu. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Birçok eski kaynakta, “filozof”
kelimesini bugünkü anlamda kullanılan ilk kişinin de Pythagoras
olduğu belirtilmektedir. Bizzat benimsediğini ifade ettiği eski
bir geleneğe uyarak kendisini “Sophos” (bilge) olarak
nitelemekten kaçınan Pythagoras, alçak gönüllülük alameti
olarak “Philosophus” (bilgiyi ve bilgeyi seven) sıfatını
tercih etmiştir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Kâinatın ana sırrının ve arkheik
unsurunun “sayısal” bir niteliği olduğu esasına dayanan
Pythagorasçı öğretide; 1’de 10’a kadar olan sayılara,
özellikle de bir bütünlük sembolü olarak tüm sayıları içeren
“10” rakamına özel bir anlam ve önem atfedilir.</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> “Kozmos” kavramını da ilk
kullanan kişi olduğu öne sürülen Pythagoras, kâinatta mevcut
armoninin, büyük-küçük her şeyin birbiriyle, bazı sayılar
aracılığıyla ifadesi mümkün olan bir düzen içinde irtibatlı
olasından kaynaklandığını söyler. Müzikte de bu tür bir uyum
bulunduğunu ifade eden Pythagoras; farklı seslerin, uyum ve düzen
içinde sıralanışını sayısal olarak ifade etmekle kalmamış,
ayrıca bu özelliği, kullanılan enstrümanının tellerinin
uzunluğuyla da irtibatlandırmıştır. Pythagoras, kozmosta;
unsurları arasındaki uyumdan kaynaklanan evrensel bir melodinin
mevcudiyetinden de söz eder. Buna göre, gökcisimleri, gökyüzünün
en üst tabakalarından kaynaklanan, ancak fizikötesi bir nitelik
taşıdığı için kulaklarımızla işitilmesi mümkün olmayan bir
armoniyle uyum içinde hareket ederler. Pythagoras’ın kozmik uyumu
bir tür musiki olarak algılayan bu yaklaşımı, sonraki dönemlerde
sadece şâirlere ilham kaynağı olmakla kalmamış, Kepler gibi
bazı astronomlarca da benimsenerek “De Harmonice Mundi” gibi
astronomiyle ilgili eserlerin ismine veya içeriğine de
yansıtılmıştır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Pythagoras, varoluşun esasını
Miletliler gibi temel bir nesnede değil, soyut bir bağıntıda
aramakla, günümüzün bilimsel yasa anlayışına onlardan daha
fazla yaklaşmayı başarmıştır. Pythagorasçı okula hakim olan
görüşler arasında “Orfik kült”ü andıran ve bu çerçevede
reenkarnasyon inancını da içeren unsurlara rastlanmaktadır. Okul
mensupları, sürekli tekrarlanan yeniden doğuşlar döngüsünden
kurtulup, “ideal varoluş” düzeyine ulaşılabilmek için;
arınma, dünyevi duygusallığı terk etme ve çileci bir anlayışla
maddi hazlardan uzak durma gibi teknikler içeren özel bir yaşantı
şekli benimsemekteydiler. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Duyguların ruhu kirletmesini önlemek
ve ruhun bedene hakimiyetini kalıcı hale getirebilmek için
kullanılan başlıca yollar müzik, jimnastik ve tefekkürdü. Yine
bu bağlamda; dostluk, kölelere iyi davranma, kadın-erkek eşitliği,
insanlar arası ilişkilerde uyumluluk gibi prensiplere de riayet
edilmekteydi.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Kişilerin yaşantı tarzının ve
ahlâki düzeyinin, ruhun gelecek yaşamındaki statüsünü
belirleyecek başlıca hususlar olacağına inanıldığı için,
okul mensupları bu gibi kurallara var güçleriyle uymaya çalışmakta
idiler. Yaygın olarak benimsenen bazı kurallara göre; asıl tercih
ve arzu edilmesi gereken hayat; bir hekimin, bir prensin veya ozanın
hayatı olmalıdır. Pythagoras okulunun bazı mensupları, toplumu
yönlendirecek manevi liderler olabilmek amacıyla devlet yönetiminin
çeşitli kademelerinde de görevler alarak inançlarını yaymaya ve
yaşatmaya çalıştılar. Fakat okulun bizzat kendisi, çok kesin ve
katı olan bazı kurallar nedeniyle, zaman içinde, topluma kapalı
esrarengiz ve gizli bir örgüt haline dönüştü. Bu durum, bir
süre sonra, halk içinde büyük bir rahatsızlığa yol açtı.
Devlet yönetimine ilgileri ve bir tür seçkinler yönetimi kurma
şeklinde algılanan siyasetleri, çok şiddetli sosyal reaksiyonlar
doğurdu. Sonunda bir gün Kroton’daki merkezleri yakılarak tahrip
edildi. Bazı kaynaklara göre Pythagoras’ın kendisi de birçok
taraftarıyla birlikte bu yangında ölmüştür. Ancak diğer bazı
rivayetlere göre ise oradan kaçan Pythagoras, Metapont’a
yerleşerek, uzun yıllar orada yaşamıştır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Pythagoras’ın öğretilerinin önemli
kısmı günümüze, daha sonraları Philolaos tarafından kaleme
alınan yazılar vasıtasıyla ulaşmıştır. Elimizde, düşünürün
bizzat kendisine ait hiçbir yazılı metin mevcut değildir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Örgütün dağıtılmasından sonra bu
öğreti unutulmamış, tüm ilkçağ boyunca belirli çevrelerde
varlığını sürdürmüştür. Hıristiyanlığın yayılmaya
başladığı yüzyıllarda bile kendisini bu geleneğin devamı
olarak niteleyen “Yeni Pythagorasçılık” akımı hâlâ oldukça
müessir ve yaygın bir durumdaydı. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Philolaos ve izleyicilerince derlenerek
günümüze ulaştırılan bu felsefe, Herakleitos’un vurguladığı
“oluş” ile Parmenides tarafından ifade edilen “süreklilik”
kavramlarının matematikten yararlanılarak uzlaştırılması
çabası olarak da görülebilir. Sayılar, fiziksel varoluşun soyut
bir süreklilik taşıyan özü gibidir. Fiziksel nesneler,
kendilerini biçimlendiren matematiksel kalıplar çerçevesinde
“belirirler”. Bu durumda, fiziksel alem bir taraftan,
Herakleitos’un dile getirdiği gibi bir değişim ve dönüşüm
süreci içinde görünmekle birlikte, diğer taraftan da, sabit ve
değişmez matematiksel yasalara bağlıdır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Pythagorasçıların “sürekli
matematiksel form” anlayışları, daha sonra Platon’da “idea”
kavramına dönüşecek ve buna, “fiziksel olgusallıktan daha üst
ve önemli düzeyde bir varoluş” atfedilecektir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"><u> </u></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Metafiziksel
Çoğulcular</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">
“Oluş” ve “Varlık” kavramlarını esas almış olan
iki temel yaklaşımı uzlaştırmayı hedefleyen bir değer
Helenistik felsefe okulu da, başlıca temsilcileri Empedokles,
Anaksagoras ve Leukippos ile Demokritos olan “Metafizikçi
Çoğulculuk”tur. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Okulun
öğretisi başlıca iki temel var sayıma dayanmaktaydı: 1-)
Olgusallık tek bir temel tözden değil, birçok unsurdan
kaynaklanmıştır. 2-) <span lang="">Bunların
karekteristik davranışları, belirli bazı esaslar çerçevesinde
gerçekleşir. Bu anlayışa göre, “bizzat ve sürekli var olan
temel olgusallık unsurları, aynı zamanda da devamlı olarak bir
değişim, dönüşüm, yok oluş ve yeniden düzenleniş sürecine
maruz bulunurlar.” </span></span>
</div>
<div style="margin-left: 0.3cm; page-break-after: avoid;">
</div>
<div style="margin-left: 0.3cm; page-break-after: avoid;">
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Empedokles</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Bu
öğretinin sistemleştirilmesi yönünde ilk adımları atmış olan
Agrigentum’lu Empedokles (M.Ö. 495-435) takdire değer bazı
başarılarına karşılık, felsefi gündeme birtakım yeni
problemler de getirmiştir. Sicilya’daki Akragas (Agrigentum)’da
doğmuş olan Empedokles, bir devlet adamı, şâir, mistik, şaman,
otacı, hekim ve filozof olarak gerçekten çok renkli ve çok yönlü
bir kişiliğe sahipti. Felsefe tarihçileri onu, orijinal bir
düşünür olmaktan çok, farklı kaynaklara ait bilgileri alıp,
derlemeler yapan bir ‘<i>eklektik</i>’
olarak nitelerler. Ancak Empedokles’in, bazı ilginç sentezlere
de ulaştığı görülmektedir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Empedokles,
Miletos Okulu filozoflarının <i>arkhe</i>leri
olan suyu ve havayı; Herakleitos’un ateşi ve Elea’lıların
yer kavramıyla birleştirerek, klâsik “dört unsur” (anasır-ı
erbaa) anlayışını ortaya koymuştur. Varoluşun temel
mekanizmasının ve unsurlarının açıklanmasına yönelik bu
ontolojik model, etkisini asırlarca sürdürmüştür. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Empedokles bu dört temel unsura etki
eden zıt yönlü “sevgi” (çekme-birleştirme) ve “nefret”
(itme-dağıtma) kuvvetlerinin; kâinattaki değişim, dönüşüm,
oluş ve yok oluş süreçlerinden sorumlu olduklarını iddia
etmiştir. Tanrı’nın tüm temel varlık unsurlarını ve karşıt
kuvvetleri eksiksiz ve mükemmel bir uyum içinde düzenleyerek
kusursuz bir kâinat yarattığını söyleyen Empedokles, kozmik
varoluşun, ancak, “sevgi”nin üstün gelmesiyle mümkün
olduğunu vurgular. Eğer böyle olmayıp da nefret ağır basmış
olsaydı, evrenin tüm unsurları tamamen ve ebediyen ayrışıp, yok
olurdu. Ancak, buna rağmen kısmi olarak kâinatın bazı
kesimlerinde yer yer hâlâ sevgi ve nefret kuvvetlerinin
çatışmaları sürmekte ve buna bağlı olarak da doğuş, gelişme,
yokoluş ve yeniden düzenlenme süreçleri vuku bulmaktadır.
İnsanın durumunun ve konumunun diğer tüm varlıklardan farklı ve
üstün olduğuna dikkat çeken Empedokles, insanoğlunun yeryüzünde
belirmesinden çok önceleri, ruhlarımızın, ilahi bir ortam ve
toplulukta, sevinç ve huzur içinde yaşamış olduğunu söyler.
Ancak günah işlediği için oradan sürülen insan, cezasını
yeryüzünde ruhu fiziksel bir bedene hapsedilmiş olarak yaşamakla
çekecektir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Empedokles, fiziksel alemin ötesindeki
ilahi alemin, gerçek ve kusursuz olduğunu söyler. Ona göre,
ruhunun beden içinde hapsedilişi, insanın bilme yeteneğini de
sınırlar. Bu nedenle duyu algısı, mutlak ve gerçek bilgi olamaz.
Gerçek bilgiye ancak akıl ve doğru düşünme yoluyla
ulaşılabilir. İnsanın bilgeliğe erişebilmesi, iç
dünyasındaki her unsurun, dış dünyadaki mütekabil bir unsurla
bağlantı kurmasıyla mümkün olur. Empedokles’in felsefesi,
temelde dualist bir nitelik taşır ve fiziksel dünya, ruhsal
dünyadan tamamen ayrı, hatta onunla büyük bir karşıtlık
içinde mütalâa edilir. Bu çerçevede, filozoflara düşen de, bu
iki dünyanın unsurlarını ve bunların ilişkilerini, “doğru
düşünme” vasıtasıyla ortaya çıkarmaktır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<br /><br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<br /><br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<br /><br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<br /><br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<br /><br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Anaksagoras</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<br /><br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<br /><br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Anaksagoras da, buraya kadar ele
aldığımız diğer filozoflar gibi, merkezi Yunanistan’da değil,
çevresindeki kolonilerden birinde yetişmiştir. M.Ö. 500
yıllarında Anadolu’daki Klazomenai (bugünkü Urla)’da doğan
Anaksagoras, felsefe sevgisini, daha sonraları felsefe
çalışmalarının merkezini teşkil edecek olan Atina’ya
ulaştırmış olan filozofların başında gelir. Ancak henüz o
sıralarda, Atina’daki şartların felsefenin serbestçe gelişimi
için pek uygun olmadığı; Anaksagoras, Sokrates ve diğer bazı
filozofların dinsizlikle suçlanıp, yargılanarak ölüm cezasına
çarptırılmalarından anlaşılmaktadır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Anaksagoras daha çok gökyüzü ve gök
cisimleriyle ilgilenmiştir. Astrofiziksel nesneleri zamanın bilgi
birikimi çerçevesinde objektif bir yaklaşımla açıklama
çabaları, Atina’ya o yıllarda hakim olan cahil ve bağnaz
çevrelerin öyle şiddetli tepkisine yol açtı ki, sonunda “Tanrı
tanımazlık”la suçlanarak ölüm cezasına çarptırıldı. Bu
korkunç hükmü, kendisine daima büyük yakınlık göstermiş olan
dönemin ünlü devlet adamı Perikles bile önleyemedi. Anaksagoras
idamdan, ancak Atina’dan kaçmak suretiyle kurtulabildi. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Anaksagoras’ın
felsefi yaklaşımı da ana hatları itibariyle diğer “tabiat
filozofları”nınkine benzer. Miletos Okulu mensupları temel unsur
(<i>arkhe</i>’yi)
“tek” ve “bir”, Empedokles “dört”, atomcu görüşü
savunanlar ise nitelik bakımından “sayısız” addeder.
Anaksagoras da birbirinden nitelik bakımından farklı, sayısız
arkheik unsur bulunduğu görüşünü ortaya atar ve bunları bir
“tohum” veya “çekirdek” olarak tasvir eder. Anaksagoras,
çağdaş atom ve molekül kavramlarını çağrıştıran bir
şekilde, son derece ince yapılı sayısız çekirdeğin tüm evrene
saçılmış durumda iken, belirli bazı güçlerin etkisiyle
bunların yer yer yoğunlaşarak bir araya geldiklerini ve görünür
nesnelerin maddi yapıtaşlarını oluşturduklarını söyler.
Anaksagoras bu toplayıcı ve birleştirici güçlerin maddi olmayıp
“ruhi-manevi” nitelikte olduklarını ve bazı yönleriyle de
zihnimizin tabiatına benzerlikler taşıdıklarını belirtir.
Yönlendirici manevi gücün belirli bir gaye, ayrıca da bunu mümkün
kılacak muayyen bir program ve plân çerçevesinde etkinlik
gösterdiğini öne süren Anaksagoras, kâinatın gözlenebilen
düzenlilik<span lang=""> ve
güzelliğinin kaynağının Nous adını verdiği bu
“Akıl-İrade-Güç” sahibi Ruh olduğunu vurgular. Kâinatın
varedilişi belirli bir amaca yönelik olduğu için, tabiatı bu
hedefe yönelten kuvvetlerin tamamı, Nous’un belirlediği program
çerçevesinde etkinlik gösterir. Kozmik varoluş gayesi, tabiatı
belirli bir istikamete yönlendirmek suretiyle; tüm varlıkların
nitelik ve niceliklerinin muayyen sınırlar içinde tutulmasına ve
çevremizde sürekli gözleyebildiğimiz uyum ve estetiğin devamına
rehberlik eder. </span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> “Nous” olarak adlandırdığı
soyut felsefi kavram Anaksagoras’ı, diğer ”tabiat
filozofları”ndan en kesin çizgiyle ayıran özelliğidir. Nous’u
“düşünen, zeki, her şeye gücü yeten, ancak maddi bir bedene
sahip olmayan” bir tür Ruh olarak tanımlayan Anaksagoras, bu
yaklaşımını şöyle açıklar: “Yalnız başına var olabilen,
tamamen saf, arı ve tertemiz olan bu Ruh, başlangıçtaki kaostan;
güzel ve anlamlı bir evrenin oluşumunu sağlamıştır. Ancak, bu
kozmik düzenlemeden sonra Nous’un külli yaratıcı etkinliği
sona ermiştir. Artık bundan sonra bizler, varlıkların ve
hadiselerin oluşumunu ve düzenliliğini, neden-sonuç ilişkileri
çerçevesinde yorumlayabilir ve kavrayabiliriz.” </span>
</div>
<div align="JUSTIFY">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Anaksagoras’ın
tanımladığı nous kavramı, gelecekte idealizm olarak şekillenecek
temel felsefi yaklaşımlardan birinin genel çerçevesini teşkil
edecektir. Aristoteles, Anaksagoras’ın başarısını şöyle
yorumlar: “</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>Sokrates
öncesi filozofları içinde o, </i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><u>kâinatı
düzenleyen Ruh</u></i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>
düşüncesi ile, bir sürü sarhoş içindeki ‘ayık ve aklı
başında olan sayılı kişilerden biri’ gibidir</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">.”</span></span></span></span></div>
<div style="margin-left: 0.3cm; page-break-after: avoid;">
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Leukippos
ve Demokritos</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Eski
Yunan felsefesi üzerinde önemli bir etki yapmış olan Leukippos’un
hayatı hakkın- da elimizde fazla bir bilgi mevcut değildir.
Miletos’da doğduğu sanılan Leukippos’un M.Ö. 5. yüzyılın
ortalarından itibaren Abdera’da felsefi çalışmalarda bulunmaya
başladığı rivayet edilir. Kendisinden günümüze ulaşabilmiş
olan yazılı belge, şu cümleyi içerir: “<i>Hiçbir
şey</i> <i>rastgele
oluşmaz, her oluşumda bir anlam ve gereklilik vardır!”</i>
</span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Leukippos
“Atomculuk Okulu”nun kurucusu olarak kabul edilir. Felsefesi,
bazı yönleriyle “Metafiziksel Çoğulcu”larınkine benzerlik
taşır. Ona göre de nihai olgusallık, nitel ayrımlara sahip
olmayan ve esas özellikleri uzayda yer kaplamak olan bazı temel
oluşumlara dayanır. Bu oluşumlar tek bir tözden ibaret olmayıp,
atom adı verilen bölünmez ve yoğun unsurlardan müteşekkildir.
Leukippos’un felsefesinde yokluk(veya boşluk) da en az varlık
kadar olgusal ve zorunludur. Çünkü, atomsal unsurların içinde
serbestçe hareket etmeleri için, böyle bir ortama ihtiyaç vardır.
</span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Leukippos’un
atom öğretisini ve diğer görüşlerini, kendi kişisel
düşünceleri içinde harmanlayarak günümüze ulaştıran kişi,
yetenekli öğrencisi Demokritos olmuştur. Demokritos Abdera’da
doğmuş ve M.Ö. 470-360 yılları arasında orada yaşamıştır.
Bu iki düşünüre göre kâinat, yaygın boşluğu dolduran bir
dizi yoğun, bölünmez ve ezeli unsurdan oluşur. Ancak bunlar, çok
küçük oldukları için duyularla direkt olarak algılanamaz.
Bölünemez, yok edilemez ve değişmez olduklarını öne sürdüğü
atomların; büyüklük ve ağırlık bakımından da farklı
olduklarını belirten Demokritos’a göre varlıkların bütün
mevcut ve muhtemel bileşimleri, ayrı ayrı atomların bir araya
toplanmalarıyla oluşurken, yok oluş ve çözülüş süreçleri
de, atomların birbirinden ayrılıp, dağılmalarıyla gerçekleşir.
Nesnelerin tüm temel nitelikleri sadece ağırlık, yoğunluk ve
katılık gibi nicel özelliklere bağlıdır. Renk, koku, ısı, tat
gibi subjektif özellikler ise bizim duyularımızla ilişkili olup,
gerçekte o nesnenin özünde bulunmayan sekonder ve izafi
özelliklerdir. Mutlak ve nesnel gerçeklik sadece atomlara ve
boşluğa bağlıdır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Materyalist
felsefenin kurucusu olarak kabul edilen Demokritos’a göre sonsuz
zamanlardan beri, sayısız atom, “ağırlık” kanununa göre,
yine sonsuz olan boşlukta hareket etmektedir. Bunların birbiriyle
rastgele çarpışmaları sonucu, bazen atomlar bir araya gelerek,
kümelenirler. Birbirine benzer kümelerin birleşmesiyle de gözle
görülebilir büyüklükteki varlıklar oluşur. Bu sürecin çok
büyük ölçeklerde gerçekleşmesi sonucunda da “dünyalar”
oluşur ve bir süre sonra atomlarının dağılmasıyla bu dünyalar
yok olur. Bizler de şu anda, bunlardan biri üzerinde yaşamaktayız.
Neden-sonuç ilişkileri çerçevesinde kendi kendisine gelişen ve
işleyen bu süreç için, bir “düzenleyici, tasarlayıcı ve
yönetici” ruha gerek olmadığını öne süren Demokritos,
kâinatın ve insanın varoluşunu şansa ve tesadüfe bağlar.
Demokritos’a göre insanın bedeni gibi ruhu da bazı atomlardan
oluşan maddi bir yapı niteliğindedir. Daha ince olan bu atomlar,
ölümden sonra ayrışıp dağılırlar. Demokritos, manevi olduğu
söylenen tüm şeylerin, ya algı- altı atomik yapılara ya da boş
inanca indirgenebileceğini söyler. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Bu
maddeci yaklaşımına rağmen, Demokritos da felsefesine birkaç
manevi unsur eklemekten geri kalmamıştır: “Kaba güç yük
hayvanlarına yakışır. İnsanın asaleti, düşünce gücünden
kaynaklanır. Ulaşabileceğimiz en büyük mutluluk, “(ataraxia),
yani sevinç ve huzurla dolu bir rahatlık hali”dir. Bizi buna
götürecek yol ise; önce kendimizi tanımak, anlamak, sonra heves
ve arzularımızı frenlemek ve nihayet, bazı yüce değerlere
riayet etmekten geçer.” </span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> Ancak,
Demokritos’un etik öğretisi, kendi içinde belirli bir bütünlüğe
ve sistematiğe sahip görünen “<i>tabiat
öğretisi</i>” ile
yeterince ilişkilendirilmemiş bir durumdadır ve ona kıyasla,
oldukça belirsiz ve düzensizdir.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> Direkt
olarak gözlenemeyen ancak dolaylı olarak-akıl ve düşünce
yoluyla-var oldukları kavranabilen atomlar ve atomların
hareketleri, Demokritos’a göre kâinatta gözlenen tüm varlık ve
süreçlerin esası ve kaynağıdır. Duyularımız aracılığıyla
yaptığımız gözlemler, sadece atom guruplarının çok büyük
ölçekli kümeleriyle sınırlı olduğu için, Demokritos ampirik
bilgiyi “güvenilmez” olarak niteler. Ona göre, duyu verileri
birtakım zanlardan ibarettir; çünkü insanlar duyusal fenomenleri
değişik bakış açılarından algılayabilir ve yorumlayabilirler.
Duyular aracığıyla türetilmiş olan bilgi, kişiden kişiye
değişebilen izafi bir özellik taşır. O halde insan bilgisi,
gerçek olgusallığa, yani atomik olgusallık dünyasına hiçbir
zaman ulaşamayacağı için, daima subjektif ve kesinlikten uzak
olmak zorundadır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Demokritos’un bu gibi görüşleri,
Pirho gibi izleyicilerini en sonunda, insanın hiçbir şeyi tam
olarak bilmesinin mümkün olmadığını esasına dayanan koyu bir
şüpheciliğe yöneltti. Ve okulu, Sofistik felsefenin odağı
konumuna geldi. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">
<i>Sofistler</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> M.Ö.
6. ve 5. yüzyıllarda, Yunanistan’da, önce kolonilerden başlayıp,
daha sonra Atina’ya ulaşan “sistematik-özgür-kişisel”
birçok düşünce akımı doğdu ve gelişti. Yöre insanı, düşünce
tarihinde, o döneme kadar eşi görülmedik bir şekilde, içinde
yaşadığı alemi ve bizzat kendisini anlamaya ve açıklamaya
yönelik yoğun bir entelektüel faaliyete koyuldu. Düşünürler,
yeni ve orijinal görüşleri, bir “<i>bayrak
yarışmacısı</i>”
coşkusuyla birbiri ardınca ortaya koymaya başladı. Günümüz
uygarlığına has olanlar dışında neredeyse hemen tüm felsefi
hususlar o dönemde ortaya konulmuş, tamamen çözülmemiş olsalar
da, sistematik bir şekilde ele alınıp, analiz edilmişlerdi.
Bazıları birbirini destekleyen ve geliştiren nitelikte, ancak çoğu
farklı, hatta bir kısmı birbirine tamamen zıt özellikte olan bu
kadar çok görüşün nasıl olup da böyle kısa bir zaman dilimi
içinde felsefe tarihi sahnesine çıkmış olduğu, gerçekten
anlaşılması ve izahı zor bir olgudur. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Yunan felsefesinin ilk dönemine ait
görüşler genelde sadece kozmoloji alanına ait idi ve insan
konusu, büyük ölçüde göz ardı edilmiş durumdaydı. Her ne
kadar Ksenophanes, Herakleitos ve Pythagoras’ın felsefelerinde
insan unsuruna değinilmişse de, ana konu olarak insanı ele alan
ilk felsefi ekol, Demokritos’un görüşleri üzerinde yükselen
Sofistik yaklaşım oldu. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Sofistlerin felsefe tarihinde
belirmelerinden önceki dönemde Yunan düşünce dünyası, adeta
bir “görüşler ve yaklaşımlar” bombardımanı altındaydı.
Çoğu birbiriyle çelişen pek çok sayıdaki farklı felsefi öğreti
ve bakış açısının mevcudiyeti başlangıçta, üstün düşünme
gücüne sahip sıra dışı parlak zekâlar için, verimli sonuçları
olan mukayese ve sentezlere imkân sağlamış olsa da, daha
sonraları bu durum özellikle toplumun ezici çoğunluğunu teşkil
eden sıradan insanlar için kafa karıştırıcı bir etki yapmaya
başladı. Bu ortamda farklı görüşleri sağlıklı bir şekilde
yorumlayabilmek, onlardaki doğruları ve yanlışları tespit
edebilmek, artık gerçekten de imkânsız denebilecek kadar
zorlaşmıştı. Buna zamanla, bazı filozofların, insanoğlunun
doğru bilgiye ulaşma yeteneğine atfettikleri şüpheler ve
güvensizlik de eklenince, tüm toplum kesimleri, tam bir düşünsel
kaosa gömülmüş oldu. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Aslında
o yıllarda Yunanistan maddi bakımdan en parlak dönemlerinden
birini yaşamaktaydı. Pers savaşları başarıyla sonuçlanmış,
bunu, büyük bir ekonomik gelişme olgusu izlemişti. Ancak bu maddi
rahatlık ve refaha ne yazık ki entelektüel alanda
rastlanamamaktaydı. Zaten, ayrıca maddi refah kaynakları da,
zamanla toplumun çok küçük bir azınlığını teşkil eden bir
seçkinler topluluğunun eline geçmiş ve adaletsiz uygulamalarla,
toplumun büyük bir çoğunluğu, yoksulluğun içine itilmişti. </span>
</div>
<div align="LEFT" class="western">
<span style="color: black;">
Sofistler, işte böyle bir
ortamda faaliyete başladılar. Yunanca ”sophistai” kelimesi
“bilgelik öğreten” manâsına gelir. Sofistler başlangıçta,
gezgin öğretmenler olarak kentten kente dolaşarak öğrencilerine
-para karşılığı- çeşitli hususlarda, özellikle de güzel
konuşma konusunda, eğitim vermekteydiler. Gerçekte, Sofistlerin
çoğu birer bilge veya filozof olmayıp, “yarar ve çıkar sağlama
tekniklerini para ile öğreten ve hemen hemen hiçbir ilke veya
değer yargısına tâbi olmayan kişiler” idi. O günlerde
Yunanistan’da yaygın olan siyasal karışıklıklar ve sosyal
adaletsizlikler nedeniyle, insanlar; hakları olan şeyleri kolay
kolay elde edemedikleri için Sofistler, böyle bir ortamda kimin
haklı olduğunun değil, kimin haklı göründüğünün önem
taşıdığını iddia etmekte ve mevcut şartların da zorlamasıyla,
geniş bir taraftar kitlesini ikna etmeyi başarmakta idiler. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Platon
bir eserinde, bir Sofistin bu konuda halka şu telkinlerde
bulunduğunu aktarır: “Yasaları ve töreleri aslında bilgisiz ve
güçsüz olan kuru kalabalıklar koymuştur. Onların amacı,
kendilerinden daha güçlü ve yetenekli bir kimsenin daha fazla hak
elde etmesini önlemektir. Bunun için onlar; “umuma verilenden
fazlasını istemek çirkin, adaletsiz ve ayıptır!” derler. Oysa
gerçek doğruluk ve adalet; ‘soylu, yetenekli ve güçlü’nün,
‘soysuz, yeteneksiz ve zayıf’tan çok daha fazla şeye sahip
olmasını gerektirir. Bu, tabiatta yaşayan pek çok canlıda böyle
olduğu gibi, devletler ve insanlar arası ilişkilerde de öyledir.
‘Güzel konuşma’ sanatı ile kişi; mahkemede hakimlere,
seçkinler meclisinde seçkinlere, halk toplulukları karşısında
halka bu gibi görüşleri aşılayıp, onları yönlendirebilir.
Eğer bu güç senin eline geçerse o zaman doktorun, silah
eğitmenin, öğretmenin senin hizmetçin olur. Hatta borç istediğin
tefeci bile, parayı başkasından alıp, sana verir!” </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Tüm Sofistlerin aynı prensipleri
ve görüşleri paylaşan ortak bir düşünce okuluna mensup
oldukları söylenemez. Onlar genelde birbirinden kopuk, bağımsız
ve farklı düşünceleri savunmaktaydılar. Ayrıca duruma ve
ihtiyaçlara göre de, hemen fikir ve beyanlarından tavizler
verebilmekteydiler. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Bu
ekolun en ünlülerinden biri, Abderalı Protogoras (M.Ö.
480-410)’tır. İlk Sofistlerden olan Protogoras, Yunanistan’ı
baştan başa dolaşarak, özellikle hakim karşısında haklı
çıkmayı ve insan topluluklarını ikna etmeyi mümkün kılabilecek
etkili ve güzel konuşma teknikleriyle ilgili dersler verdi. Bu
şekilde büyük bir servete ve üne sahip olduktan sonra, Atina’ya
yerleşti. Protogoras’ın öğretisinin esası “kesin ve mutlak
gerçekliğin olmadığı ve <i>hakikatin</i>,
kişiye ve zamana göre değişen subjektif bir niteliği olduğu”
iddiasına dayanıyordu. Onun şüpheciliği dini konuları da
kapsıyordu: “Tanrıların var olduğunu veya olmadığını
anlamak öyle zor bir iştir ki, bunu başarabilmeye ömür yetmez!”
Bu sözleri üzerine Protogoras da dinsizlikle suçlandı ve
yargılandıktan sonra, Atina’dan sürüldü. Protogoras’ın
görüşlerinin şekillenmesinde, Demokritos’un önemli etkileri
olmuştur. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Bir
diğer önde gelen Sofist olan Leontini’li Gorgius (M.Ö. 483-375),
“Doğa veya Varolmayan” başlıklı yazısında şu üç öncül
üzerine kurulu olan nihilistik felsefesini anlatır: “1-) Hiçbir
şey mevcut değildir. 2-) Eğer herhangi bir şey varolmuş olsaydı
bile, biz bunu bilemezdik. 3-) Şayet büyük bir şans eseri o şeyi
bilmiş olsak da, onu bir başkasına aktaramazdık.”</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> İlkesiz, faydacı ve çıkarcı
eğilimleri nedeniyle zamanla, Yunan toplumunda Sofistler hakkında
olumsuz tepkiler doğdu ve sonuçta “Sofist” terimi yüz
kızartan; hakaret ya da aşağılama ifade eden bir anlam kazandı.
Bunda özellikle bazı Sofistlerin açıkça hileli ve sahte akıl
yürütmelerle “metot, doğrululuk, adalet” gibi kavramların
iyice içini boşaltıp, değersizleştirme girişimlerinin büyük
rolü oldu. Platon ve Aristoteles’e göre Sofistik yaklaşımın
nihai olarak gelip, dayandığı nokta; yararsız ve boş söz
cambazlıklarıyla felsefi sorunları iyice yozlaştırıp, içinden
çıkılamaz bir hale getirmek olmuştur. Bu iki büyük düşünüre
göre Sofizm, başlı başına bir çirkinlik felsefesi olup, tüm
Sofistik ilke ve metotlar tamamen yararsız, hatta toplumsal yapı ve
düzen için zararlı safsatalardır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">
<i>Sokrates</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Sofistlerin
Yunan toplumunu yozlaştırıcı etkileriyle en müessir ve başarılı
mücadeleyi verme şerefi Sokrates (M.Ö. 470-399)’a ait olmuştur.
Sahakian, Sokrates’ı niteleyen en karakteristik özelliğin,
büyük bir içtenlikle savunduğu ve Sofistlerin ilkesizliğine
taban tabana zıt bazı evrensel prensipler olduğunu belirtir.
Meselâ, Sofistler haksızlığa uğramanın, haksızlık yapmaktan
daha yüz kızartıcı olduğunu söylerken; Sokrates, haksızlık
yapmaktansa, haksızlığa maruz kalmanın tercih edilmesi
gerektiğini öğretir. Sofistler, davranışın subjektifliğini
savunur ve bireyin duygu ve isteklerine dayalı faydacı ve çıkarcı
davranışları teşvik ederken; Sokrates, objektifliği ve tüm
insanlığın hayatında müştereken geçerli olması gereken erdem
ilkelerini savunur. Sofistler, insan için özgürlüğün, arzu ve
dürtülerini serbestçe ve sınırsızca ifade etmesiyle mümkün
olacağını iddia ederken; Sokrates, gerçek özgürlüğün, ancak
tutkulara kölelikten kurtulmakla, yani benliğin, erdem tarafından
tam olarak denetimiyle mümkün olabileceğini belirtir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;">
</span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">
<i>Sokrates’ın Hayatı</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Sokrates ile ilgili rivayetler günümüze
Platon ve Xenophon gibi öğrencilerinin yazıları vasıtasıyla
ulaşmıştır. Ne yazık ki bizzat kendisinden bize yazılı hiçbir
şey kalmamıştır. Bu nedenle onun hakkında söylenen ve bilinen
her şey tartışılabilir niteliktedir. Meselâ, Platon’un
diyaloglarında söylenenleri gerçekten Sokrates’ın söyleyip,
söylemediği kesin olarak belli değildir. Sokrates’ın hayatını
ve öğretilerini tam ve şüpheden uzak bir şekilde ortaya koymak
mümkün görünmemektedir. Störig, Platon’un Sokrates’ın
ağzından verdiği görüş ve düşüncelerin esas olarak
Sokrates’a değil, Platon’a ait olduğunu belirtir. “Sokrates
araştırmaları” felsefe tarihinin en çetin ve tartışmalı
konularından birini teşkil etmiştir. Sokrates’a aitmiş gibi
görünen sözler ve bilgiler, çeşitli süzgeçlerden geçirilerek
iyice elendikten ve seçildikten sonra derlenmiştir. Ancak sonuçta
ortaya konan öğreti ve “Sokratik Metot”, yine de tamamen
dolaylı bilgilere dayanmaktadır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Sokrates’ın M.Ö. 470 yılında
Atina’da taş yontucusu bir baba ile ebe olan bir annenin oğlu
olarak dünyaya geldiği söylenir. Rivayete göre, doğduğu şehri
sadece askerlik yapmak üzere terk etmiş ve çıktığı seferde tüm
güçlükleri göğüsleyerek ve tehlikeli sorunların çözümlerine
öncülük ederek çok büyük yararlılıklar göstermiştir.
Başkaları soğuk nedeniyle kalın giysiler içinde büzüşüp,
bekleşirken; o, incecik elbiseleri ve çıplak ayaklarıyla buzlar
üzerinde durup, usanmadan mücadelesini sürdürmüştü.
Çevresindeki hemen herkes korku içinde kaçışıp, uzaklaşırken
o, komutanının çevresinde olağanüstü bir soğukkanlılıkla
görevini ifa etmeye devam etmişti. Bir savaşta, taktik icabı geri
çekilme yönünde tartışma götürmez bir emir alınca, sırtını
düşmana dönmüş olmamak için emredilen noktaya kadar göğsü
düşman saflarına dönük olacak şekilde geri geri yürümüştür.
Onun kahramanlıkları, metaneti ve dayanıklılığı hakkında
inanılması güç söylentiler vardır.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Barış dönemlerinde, hemen her gün,
çok sade bir kıyafetle Atina sokaklarında ve alanlarında dolaşıp,
“içinden gelen sese” uyarak, oldukça farklı bir öğretmenlik
anlayışıyla insanları uyarırdı. Zamanla çevresinde çok renkli
bir öğrenci gurubu toplandı. Öğrencileri arasında şehrin ileri
gelenlerinin çocukları da vardı. Dersleri, tamamen ücretsizdi.
Üzerinde en çok durduğu konular; erdemin niteliği, doğruya
ulaşmanın yöntemleri, ideal devlet yönetimi olsa da, aslında
Sokrates için insanla ilgili her şey önemli idi. O, insanın tüm
yönlerini bir bütün olarak ele alır; hayatın her cephesi için
en güzeli ortaya koymaya çalışırdı.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Sokrates’ı daha iyi tanımak için
ve anlamak için devrinin sosyal şartlarını ana hatlarıyla bilmek
faydalı olacaktır: O yıllarda Atina demokrasiyle yönetilmekteydi.
Ancak dönemin demokrasi anlayışı günümüzünkinden oldukça
farklıydı. İlk olarak, Atina nüfusunun yarıdan fazlasını,
hiçbir sosyal ve siyasi hakkı olmayan köleler oluşturmaktaydı.
Kenti yönetenler, servetlerinin çok büyük bir kısmını
kölelerin sırtından kazanıyorlardı. İkinci olarak, çeşitli
bakımlardan kölelere benzer bir durumda olan kadınlar da tıpkı
onlar gibi, seçme ve seçilme başta olmak üzere, hemen tüm temel
yurttaşlık haklarından yoksundular. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Yunanlı
düşünürler ve yazarlar; birer vatandaş, hatta bir insan olarak
bir kadını veya bir köleyi muhatap alıp, onlara seslenmezlerdi.
Devlet yönetimi ve sosyal organizasyonla ilgili görüşler ve
ilkeler gerçekte, azınlıkta olan seçkinlere yönelikti. Bu
durumda Atina’da uygulanmaya çalışılan demokrasinin temellerin
çok sağlıksız olduğunu söyleyebiliriz.<sup>50</sup><sup>
</sup>Yöneticilerin yanlış
uygulamaları ve yolsuzlukları, zamanla aristokratik bir yönetime
karşı genel bir ilginin ve özlemin doğmasına yol açtı. Otuz
yıla yakın süren (M.Ö. 431-404) Peloponnesos savaşları
sırasında bu durum iyice belirginleşti ve demokrasi
taraftarlarıyla, Isparta’nın yönetim şekli olan aristokrasiyi
savunanlar arasında kıyasıya bir çekişme başladı. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Böyle
bir ortamda, her aklı başında insan gibi, Sokrates da mümkün
mertebe siyasete karışmamaya gayret etti. Ancak mevcut problemlerle
ilgili tenkitleri ve çözüm önerileri, onun aristokrasi yanlısı
olarak nitelendirilmesine yol açtı. Atina, Isparta’ya yenilince
kısa bir yönetim değişikliği oldu. Ancak, idareden
uzaklaştırılan demokrasi taraftarları süratle toparlanıp,
yeniden işbaşına geçti. Bu sonuç, Sokrates’ı eleştiri
oklarının odağına yerleştirdi ve ona en az yakıştırılacak
bir suçlamayla -dinsizlikle- itham edilerek, yargılandı. Mahkeme
heyeti karşısındaki eşsiz savunmasını Platon günümüze
ulaştırmıştır. Ancak her şeye rağmen taraflı ve peşin
hükümlü yargı heyeti onu, tarihte eşi zor görülür bir
adaletsizlikle, ölüme mahkûm etti. 70 yaşındaki Sokrates af
dilemedi ve şerefiyle ölüme yürüdü. Platon bu olayı
“Phaidon”da şöyle anlatır: “-<i>Geriye
bizler kaldık ve kendi aramızda, durumu ve son konuşmaları bir
kez daha gözden geçirdik. Sonra, başımıza gelmiş olan bu
uğursuzluğa verdik, veriştirdik. Artık, çok sevdiği babasını
yitirmiş bir yetim gibi hayatımızı sürdürmek zorunda
kalacağımız kanaatine hepimiz iştirak ettik.</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>O, yıkandıktan ve yanına
getirilen çocuklarıyla ve yakını olan kadınlarla Kriton’un
yanında bir süre konuştuktan sonra; onları dışarı gönderdi ve
geri döndü. İçeride uzunca bir süre kalmıştı. Artık güneş
batmak üzereydi. Yanımıza gelir gelmez tekrar yıkandı ve oturdu.
O ana kadar konuşmamıştı. Bu sırada içeriye ‘On birler’in
adamı girdi ve ona yaklaşarak şunları söyledi: “-Sokrates! Ben
görevim gereği, kendilerinden bu zehri içmelerini istediğimde
bana tepki gösteren kimselere karşı duyduğum hisleri, sana karşı
asla duymayacağımdan eminim. Senin, burada şimdiye kadar
karşılaşmış olduğum kimselerin en yücesi ve en iyisi olduğunu
görüyorum. Bundan dolayı öncekiler gibi davranmayacağını da
çok iyi biliyorum. Çünkü seni gerçekte kimlerin buraya getirdiği
hususunda en az benim kadar bilgin vardır. Kızacaksan, sen zaten
onlara kızarsın. Şimdi sana ne söyleyeceğimi de anlamışsındır.
Elveda! Sana, değiştirilmesi mümkün olmayan kaderine boyun
eğmekte kolaylıklar diliyorum”. Bunları söylerken birden bire
ağlamaya başladı ve sonra hemen dönüp, dışarı çıktı.
Sokrates ise arkasından bakarak: “Sana da elveda! Biz de üzerimize
düşeni yapacağız” dedi ve şunları söyledi: “Ne kadar nazik
bir adam. Bana hep iyi davrandı, benimle çok hoş konuştu.
Gerçekten çok iyi bir insan. Şimdi bakın nasıl samimiyetle
ağlıyor. Haydi Kriton! Biz de gerekeni yapalım artık. İçecek
hazırlanmışsa getirsinler, değilse hazırlasınlar”. Bunu duyan
Kriton: “Ama Sokrates, dışarıda dağlar hâlâ görünüyor,
demek ki henüz gün sona ermemiş. Hem ayrıca diğer mahkûmlar
infazdan önce kendilerine daima bir ziyafet çekip, alem yaparlar.
Sen niçin acele ediyorsun? Daha vakit var.” Sokrates, Kriton’un
sözlerine şu karşılığı verdi: “–Onların böyle
davranmaları çok normal, çünkü, bu şekilde bir şeyler
kazanacaklarını sanırlar. Oysa benim için, bu işin hemen veya
bir süre sonra olması, aynıdır. Eğer ben hayata, “beni hiç
bırakma” diyerek yapışırsam, artık benim olmayanı istemek
gibi komik bir duruma düşerim. Haydi beni dinle ve söylediğimi
yap!” Bunun üzerine Kriton yanında duran çocuğa dönerek kapıyı
işaret etti. Çocuk dışarı çıktı ve biraz sonra, elindeki bir
çanakta zehir taşıyan bir adamla geri döndü. Sokrates adama
“Pekalâ sen herhalde bununla ne yapacağımı biliyorsundur!”
Adam “Fazla bir şey yapman gerekmez. Sadece bunu içtikten sonra,
bacakların ağırlaşıncaya kadar biraz dolaşır, sonra yere
uzanırsın ve, bu etkisini gösterir.” diyerek çanağı uzattı.
O da çanağı hiç önemsemeden aldı, öyle ki; ne eli titredi, ne
de yüzünün rengi veya şekli değişti. Her zaman yaptığı gibi
karşısındakinin yüzüne bakarak : –“Bunun fiyatı nedir,
karşılığında ne istersin?” Adam onun şaka yaptığını
anlamamış olmalı ki “–Biz sadece etkili olacak kadarını
hazırlıyoruz, Sokrates!” karşılığını verir. Sokrates,
“Anlıyorum, şimdi bir sakıncası yoksa biraz dua etmeliyim:
‘Buradan oraya yolculuğumu kolaylaştır! Artık hazırım.’ der
demez, zehri hiçbir korku ve tereddüt emaresi göstermeden içip,
bitirdi.</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Çoğumuz, ağlamamak için
kendimizi ancak bu noktaya kadar zaptedebilmiştik. Onun bu
hareketlerini görünce, artık hiçbirimizin daha fazla tahammülü
kalmadı. Ben, gözlerimden -damla damla değil- seller gibi yaşlar
boşanınca, yüzümü saklamak zorunda kaldım. Bizi özellikle
yıkan şey, böyle yüce bir dostun kaybıydı. Ben, hem ona, hem de
bu kaybım nedeniyle kendime ağlıyordum. Göz yaşlarını
tutamayan Kriton benden daha önce, köşelerden birine çekilmişti.
</i></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> <i>Ağlamaya bizlerden önce başlayan
Apollodoros’un bitmek bilmeyen hıçkırıkları da yüreklerimizi
dağlıyor, Sokrates dışında hepimizi perişan ediyordu. O ise
hiçbir şey yokmuşçasına büyük bir metanetle “Ne yapıyorsunuz
öyle bakayım? Sizler ne biçim adamlarsınız!.. Ben kadınları,
böyle yapmasınlar diye göndermiştim. Ölmek üzere olan bir
insanın sükûnete ihtiyacı olacağını işitirdim. Onun için
şimdi sizler de susun ve metin olun!” Bu sözleri duyunca öyle
utandık ki ağlamayı kesip, hemen toparlandık. O ise, rahat bir
tavırla odada dolaşmaya devam etmekteydi. Nihayet bacaklarının
ağırlaştığını anlayınca, celladın söylediği gibi sırtüstü
uzandı. Bundan sonra bu görevli şahıs, onun ayaklarını ve
bacaklarını yoklamaya başladı. Sonra ayağını sıkarak, bir şey
hissedip hissetmediğini sordu. “Hayır” cevabını alınca
dizini sıktı ve yavaş yavaş yukarıya doğru çıkarak, zehrin
etkisinin nasıl yayıldığını bize göstermiş oldu. Sonra bir
kez daha yoklayarak bize “–Kalbe ulaşınca bu iş bitecek!”
dedi. Bedeninin alt kısımları iyice soğumuş olan Sokrates
üzerine örtmüş olduğu örtüyü birdenbire açarak son sözlerini
söylemeye başladı: “–Ey Kriton! Bizim Asleipos’a borcumuz
vardı. Bunu ona ödeyin, ama sakın unutmayın!” “Bunu yapılmış
bilin.” diyen Kriton sordu “–Başka bir şey söylemeyecek
misin?” Sokrates, Kriton’a cevap vermedi. Biraz sonra titredi ve
tamamen hareketsiz kaldı. Görevli üzerindeki örtüyü kaldırınca,
bakışlarının sabitleşip, donduğunu gördük. Bunun üzerine
Kriton onun gözlerini ve ağzını kapadı. </i></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> <i>İşte
yüce dostumuzu akıbeti böyle oldu. Hepimiz onun, gördüklerimiz,
tanıdıklarımız ve sınadıklarımız içinde en soylu, en
anlayışlı ve en doğru kişi olduğuna hemfikirdik...</i>”<i>
</i></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">
<i>Sokrates’ın Öğretisi </i></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<br /><br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.1cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> Sokrates, Yunan tarihinin, siyasi ve
sosyal bakımdan, en karmaşık dönemlerinden birinde yaşamakta
olduklarını ve böyle bir ortamda kendisinin görevinin de;
toplumu, hızla içine yuvarlandığı kaostan kurtarabilmek için
insanları uyarmak olduğunu söyler. Öğrencilerinden Platon onun
bu inancını şöyle ifade etmişti: “Devletimiz, atalarımızdan
bize bozularak intikal eden örf ve adetlerle, son derece kötü bir
şekilde yönetilmektedir, çünkü dayanak noktası olan değerler,
tamamen dejenere durumdadır.”</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> W.
Weischedel ise, Sokrates’ın bu “uyarı” ve “eğitim”
görevini nasıl ifa ettiğini şöyle anlatır: “Sokrates, daima
<i>yüreğinin sesini</i>
dinlediğini ve böylelikle gerçekte Tanrı’yı dinlemiş olduğunu
söyler. O, ömrü boyunca sürdürdüğü ilginç öğretmenlik
uğraşını, içinden gelen ve <i>Daimonion
olarak adlandırdığı</i>
<i>sese </i>uyarak
yerine getirmiştir. O, en sıradan işlerden, en üst düzeydeki
ahlâki sorunlara kadar, insan hayatının her cephesine yönelik söz
ve davranışlarında–<u>hiçbir
zaman kesilip, susmayan, asla duymazlıktan gelemediği, bir tür
uyarıcı olarak sürekli muhatap kaldığı ve Tanrısal olduğuna
inandığı</u>–bu iç
sese uymayı sürdürdüğünü belirtir. Böylelikle tüm hayatı,
Tanrı’nın talimatlarına riayetle geçer. Ölümü de bu
çerçevede algıladığını şöyle ifade eder: “-<i>Ey
Atinalı erkekler! Tanrı’nın beni bizzat görevlendirdiği bu
yerde ben; gerçekleri söylemekten, inancımın gereklerini yerine
getirmekten ve icabında çevremdekileri uyarmaktan, ne ölüm
tehdidi ne de bir başka tehlike</i>
<i>nedeniyle asla vazgeçip nöbet yerimi terk edemem</i>.”
Kadere ve Tanrı’ya güveni, ölüm anındaki şu sözlerinden
bellidir. “–<i>Şimdi görevim bitti ve gitme zamanım
geldi. Artık benim için ölüm, sizin için yaşama zamanı...Ama,
hangimizin akıbetinin daha iyi olacağını, ancak Tanrı
bilmektedir.</i>”<sup><i>51</i></sup></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> Sokrates,
<i>Daimonion’</i>un
onu daima iyiye ve güzele yönlendirdiğine ve onu kötülük
yapmaktan alıkoyduğuna inanırdı. Onu tanıyanlar, Sokrates’ın
diğer insanlardan çoğundan farklı birçok özellik ve
davranışlara sahip olduğunu söylerler. Meselâ Alkibiades şunları
anlatır: “ Belirli bir yerde durup, bir konu üzerine yoğunlaşarak
sabahtan itibaren hareketsiz bir şekilde, <i>sanki
ruhen başka alemi ziyaret ediyor gibi</i>
dururdu. Hiç kimse önünden geçmezdi. Bu durum, öğlene doğru
halktan bazılarının dikkatini çeker, birbirlerine, onun ne
zamandan beri böyle durup, düşündüğünü sorarlardı. Ve bu
şekilde akşam olurdu. Evlerin içi çok sıcak olduğu için gece
dışarıda yatanların hayret dolu bakışları altında sabaha
kadar bu halde kalır, ve nihayet güneşe yönelik olarak dua
ettikten sonra yerinden ayrılırdı. İradesine öylesine hakimdi
ki, ondan başka hemen herkesi baştan çıkarabilecek durumlarda ve
hemen hiç kimsenin onu göremeyeceği mekanlarda bile kendisini
daima tam bir denetim altında tutardı. O böyle insanlardan uzak
yerlerde de, kalabalıkların arasında da erdemli tavır ve
tutumlarını aynen sürdürürdü.” </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> Yazar ve komutan Xenephon, Sokrates’ı
şöyle anlatır: “O daima insanı ilgilendiren konular üzerinde
konuşur; neyin dindarca neyin dinsizce, neyin güzel neyin çirkin,
neyin adil neyin adaletsiz, neyin manâlı neyin manâsız
olduğunu; iyi bir devletin iyi bir yönetimin ve iyi bir
yöneticinin nasıl olması gerektiğini ele alır; iyi ve soylu
birisi olabilmek için bunların tamamının bilinmesi gerektiğini
söylerdi.”</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> Sokrates,
insanları bu önemli konularda aydınlatırken orijinal bir yöntem
kullanırdı. Bu, öğrencinin sorular sorup öğretmenin cevaplarını
verdiği klâsik sistemin tam tersi olan bir metottu. Soruyu o sorar,
belirli uzunluktaki diyalog sonunda cevabı muhatabı verirdi.
Sokrates, bu çabasını, annesinin mesleği olan ebeliğe
benzetmekteydi: “Ben yüce düşünceleri yoktan var eden birisi
değilim. Ben ancak karşımdakine, ruhunda zaten mevcut bulunan
yararlı ve geçerli düşünceleri <i>doğurması</i>
ve dile getirmesi için yardımcı olabilirim.” <i><u>
</u></i></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> Sokrates toplumun ve bireyin kurtuluş
reçetesini, yani mutlaka yerine getirmek zorunda oldukları görevi;
“yaratılış amacına uygun yaşamak” şeklinde formüle eder.
Bunun yolu da “bilgi” ile “erdem”in ideal bileşiminden
geçmektedir. İnsanın yücelmesi ve mutlak huzuru, ancak bu yolla
mümkündür. Erdemin bilgiyle sentezi, Sokrates’ın öğretisinde
ana temadır. Ona göre, iyi, faydalı ve güzel hareketler insanı
mutluluğa ulaştırırken; kötü hareketler ise başarısızlığa
ve felakete götürür. Bir hareketin iyi olması için, o hareketin
faydalı sonuçlar vermesi ve insanın var ediliş gayesine uygun
olması gerekir. İnsanın nihai hedefi “en üst düzeyde ahlâki
tekâmül” olmalıdır.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> Sahaikan,
erdem kelimesinin-<i>içgörü,
mükemmellik, yetenek ve sağgörü-</i>gibi
çeşitli anlamlar taşıdığını, Sokrates’ın bu kavramla,
“insanın hedefi olması gereken <i>gerçek
ve mutlak</i> <i>iyi</i>”ye
göndermede bulunduğunu belirtir. Sokrates, geçici istek, heyecan
ve duyguların insan için güvenilir kılavuzlar olamayacağını,
ancak rehberi “doğru bilgi” (yalnız dış dünyanın değil; en
az, onun kadar kendi öz tabiat ve niteliğinin de doğru bilgisi)
olan kişinin, daima <i>doğru
davranma</i> şansına sahip
bulunduğunu söyler. Felsefe tarihçileri, elinde felsefi bir
literatür birikimi bulunduğuna dair hiçbir bulguya rastlanmayan
Sokrates’ı, kendi kendini yetiştirmiş bir bilge olarak niteleme
eğilimindedirler. Görevine önce Sofistlerin yanlış ve yanıltıcı
görüşlerinin toplumdaki olumsuz etkilerini giderme yönündeki
çabalarıyla başlayan Sokrates, Sofistlerin insanlara rehber
olarak önerdiği “duygu ve arzular” yerine, iç görüyle elde
edebileceğimiz “<i>kendimize
ait </i><i>kesin</i><i>
bilgi”</i>yi koyar.
Sokrates bir mabedin duvarına kazınmış olan <i>Gnothi
Seauton!</i> (Kendini bil, kendini
tanı !) sözünü sürekli olarak tekrarlayarak, çevresindekilere
bu hususun önemini daima hatırlatmıştır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Kendini ve var ediliş amacını bilen
kişi, yapılması gerekeni yapılmaması gerekenden kolayca ayırt
ederek, daima huzur içinde yaşar. İnsanın iç alemine ait bu
irfan, erdemin de kaynağıdır. Böylelikle Sokrates’da bilgi,
erdemle özdeşleşmiş olmaktadır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Sokrates
genelde, insanların bilerek ve isteyerek kötülük yapmayacağını;
normal bir kişinin, normal şartlarda kendi kendine fiziksel olarak
zarar verecek bir şeyden kaçındığı gibi, ahlâken kötü
şeylerden de-<i>eğer
onların niçin kötü olduğu ve muhtemel sonuçları hakkında
yeterli bilgiye sahipse</i>-kaçınacağını
söyler. Bir insan, ancak yeterince aydınlatılmamışsa kötülük
yapabilir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Bilgi
ile özdeşleşen erdem, bu şekilde iyiye, huzura ve mutluluğa
götürür, ama bazen kötü davranışlar, bir kendini aldatma
süreci çerçevesinde de ortaya çıkabilir. Böyle bir durumdan,
bilgi eksikliğinden çok erdem eksikliği, yani kişinin kendine
karşı dürüst davranmaması sorumlu olabilir. Gerçek üstünlük,
fiziksel güçle değil, manevi meziyetlerle ölçülmelidir. Bunun
için ruhun yüceltilmesi ve kusurlardan arındırılması çabası,
lüks içinde yaşama tutkusuyla servet peşinde koşmaktan çok daha
güzel bir hedeftir. İyi bir insan, kötü olandan daha güçlüdür.
Ve onun başına gerçek anlamda hiçbir felaket ve zarar gelmez.
Çünkü gerçek zarar manevi olandır ve bu nedenle iyi bir insana,
ondan güçlü de olsalar, kötü kimseler zarar veremezler. Mutluluk
da ancak ruhun manevi ihtiyaçlarını gidermekle, yani doğru
yaşamakla teminat altına alınmış olunur. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Sokrates,
batı düşünce tarihinde <i>Bilge
Kişi </i>anlayışının en
yetkin örneklerinden biridir. O, bilgece hayatı boyunca “-
<i>Kendini bil!</i>”
ve “<i>Ölçülü ol!</i>”
ilkelerine, hem teoride hem de pratikte sonuna kadar uymuştur. Bu
ilkelerden birincisi Platon, ikincisi de Aristoteles tarafından ele
alınıp, genişletilerek sistemli birer felsefi öğreti haline
getirilmişlerdir.</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <u> </u></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<br /><br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<br /><br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<br /><br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm;">
<span style="color: black;"> <i>Sokrates
Sonrası Dönem</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<br /><br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.1cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> Sokrates herhangi bir felsefi okul
kurmamış ve hiçbir zaman da böyle bir niyetinin olduğunu ifade
etmemiş olmasına rağmen öğretisi; taraftarlarının ve
öğrencilerinin oluşturdukları çevrelerce ortaya konan çeşitli
düşünce sistemlerine kaynaklık etmiştir. Sokrates’ın en
başarılı öğrencisi Platon’un eski Yunan düşünce tarihinde
“sistematik felsefe” dönemini başlatan ünlü öğretisini ele
almadan önce başlıca temsilcileri Antistenes, Diogenes ve Krates
olan “Kinik Felsefe Okulu”nu kısaca gözden geçirmek uygun
olacaktır. Çünkü Kinizm, daha sonraları, etkileri binlerce yıl
sürecek bir felsefi yaklaşım olan Stoacılığa dönüşecektir.
</span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Kinikler</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<br /><br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Zamanla Stoa felsefesine de temel
teşkil edecek olan Kinik düşünce okulunun esas aldığı ilkeler
“bağımsızlık, özdenetim ve en mükemmel iyilik hali olan
fazilet”dir. Bu Kinik ilkeler daha sonra Stoacılığa dönüşmek
suretiyle, batı felsefesini çok uzun bir süre boyunca
etkileyecektir. Orta Çağda oldukça açık bir şekilde müşahede
edilebilen bu etki, günümüzün bazı düşünürlerinde bile
görülmektedir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Kinizmin
ilk temsilcisi, gerçek Sokratik maneviyatın izleyicisi olduğunu
ileri süren Atina’lı Antistenes (M.Ö. 445-365) idi. Tarihçi
Teopompus ondan, Sokratiklerin en ünlüsü olarak söz eder.
Antistenes’in hem Sokrates ile hem de Sofist Gorgias ile ilişkileri
olmuştur. Antistenes; <i>öz
güven, sabır, metanet ve çalışkanlığı</i>,
en mükemmel iyilik hali ve insanı gerçek mutluluğa götürecek
tek yol saydığı “<i>fazilet</i>”in
temel esasları olarak görür. Ona göre mutluluk fazilete eşlik
eden sekonder bir şey olmayıp, bizzat faziletin kendisiyle özdeş
olan bir şeydir. “İnsanın mükemmelliği, faziletle yaşamasının
tabii sonucudur” diyen Antistenes fazileti, ahlâklı yaşamayla da
özdeş görüyordu: “Erdem en güçlü silahtır. Kim erdemli bir
hayat sürdürürse, bağımsız kalmak ve dünyanın muhtemel
risklerinden sakınmak suretiyle gerçek huzura ulaşır. O zaman
faziletin bizzat kendisi hedef olur çünkü, erdemli kişi, günlük
hayatın değişmelerinden etkilenmeksizin tam bir özgürlük ve
bağımsızlıkla mutluluğa ulaşabilir. Biz, çevremizdeki dünyayı
tamamen denetleme gücünden yoksun olduğumuza göre, yapmamız
gereken şey, iç dünyamızı, arzu ve isteklerimizi kontrol altında
tutmaktır. Çünkü bizi zincirleyen, hepimizi kölelere çeviren
şey, sonu gelmez isteklerimizdir. Bu durumda kurtuluş, en temel ve
zorunlu ihtiyaçlarımız dışında kalan isteklere tam bir denetim
getirebilmekte yatar. Bunun için kişi doğru düşüncelerden
oluşan ve içine arzuların ulaşamayacağı ‘<i>entelektüel
bir kale</i>’ hazırlamalı
ve orada boş heveslerden korunmuş bir şekilde yaşamalıdır.
Böylelikle fazilet, bencil tutkulardan ve gereksiz şeyleri temin
çabası sonucu içine düşülecek sefaletten kurtuluşun anahtarı
olur. Faziletin karşıtı ise günahlar ve kötülüklerdir.
Arzularımın kalbimi esir almasındansa, deliliğin zihnime hakim
olmasını tercih ederim.” </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Gözle görülemeyen Tek bir Tanrı’ya
inancı savunan Antistenes, bireyciliği ön plâna çıkararak,
siyasi görüşleri bakımından da Sokrates’ı izledi. Ahlâki
olarak yozlaşmış sosyal düzenin baştan sona yeniden elden
geçirilmesi gerektiğini ileri süren Kinikler, tüm insanların
kardeş olması nedeniyle savaşa ve köleliğe de karşı çıktılar.
Ayrıca, toplum içindeki yoksulların ve zayıfların problemlerini
çözmek, muhtaç anneleri ve çocukları korumak için bazı sosyal
organizasyonların gerçekleşmesi gibi reformları savundular.
</span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> Kiniklerin belki de en ünlü olanı
Sinop’lu Diogenes (M.Ö. 412-323)’tir. Antistenes’in öğrencisi
olan Diogenes, zamanın “tüm sosyal değerlerine” karşı eşi
görülmemiş bir savaş başlatmıştır. O çağlarda dünya
başlıca iki ana kültür kuşağına ayrılmış durumdaydı.
Diogenes bunların ikisini de, başta Atina ve Korint olmak üzere,
yaşadığı değişik şehirlerde yakından inceleme ve tanıma
imkânı bulmuş ve her iki kültürü de yaratılışa aykırı ve
yozlaşmış olarak nitelemiştir. Ona göre, böyle bir ortamda
zorunlu ihtiyaçların karşılanması dışında hiçbir sosyal
etkinliğe katılmamak, toplumun yürürlükteki tüm ilkelerini
reddetmek, faziletin ta kendisi olup, çıkmıştır. Sade bir hayat
sürmek, lüks ve fantezilerden uzak kalarak güçlü bir
öz-denetimle gereksiz isteklere karşı çıkmak, mutluluğun
başlıca reçetesi olarak görülmelidir. Diogenes’e ait olduğu
iddia edilen doğruluğu şüpheli birçok rivayet mevcuttur.
Bunlardan birine göre Diogenes, köle olarak satılması üzerine
efendisine, mesleğinin insanları yönetmek olduğunu söylemiş ve
onun çocuklarına dersler vermiştir. Gündüzleri Atina
sokaklarında elinde bir fenerle dolaşarak “dürüst bir adam”
aradığı da anlatılır. Bir gün dünya fatihi Büyük İskender
ona “-Dile benden ne dilersen!” deyince, “Gölge etme, başka
ihsan istemem!” karşılığını verdiği ve bu cevap üzerine
İskender’in duygularını “İskender olmasaydım Diogenes olmak
isterdim!” sözleriyle dile getirdiği de bu rivayetler
arasındadır. Aristoteles’in, Atina’da herkesçe tanınan bir
kişi olarak söz ettiği Diogenes, toplumun yerleşik kurallarını
sorgulamak suretiyle gerçekleştirdiği fonksiyonu “şüpheli
paranın üzerini kazımak” olarak tanımlamış, yani bu şekilde
“piyasayı, sahte değerlerden temizlemeyi” hedeflediğini
belirtmiştir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> Kiniklerin üçüncü ve son dikkate
değer temsilcisi olan ve milâttan önceki dördüncü asrın
ortalarında yaşayan Tebesli Krates, Kinik felsefe ile Stoacı
felsefe arasında bir geçiş halkası sayılabilecek bir öğreti
geliştirmiştir. Krates ve kendisi gibi çok zengin bir kişi olan
karısı, tüm servetlerini bir kenara itip, üstatları
Diogenes’inkine benzer bir hayat sürdüler. Ancak Krates’in
öğretisinin, hocasınınkinden çok daha ılımlı, benimsenebilir
ve uygulanabilir olduğu, sevimli ve nazik kişiliğiyle de büyük
sempati topladığı anlaşılmaktadır. Diogenes’in iğneleyici ve
aşırı derecede dobra olan menkıbelerinin tersine, Krates’in
ince espiri ve nükteleriyle insanları nasıl etkilediğine “Cüzdan”
isimli şiiri güzel bir örnek teşkil eder. Çok tanrıcılığı
subjektif bir zan ve iddia olarak niteleyen Krates, gerçek Tanrı’nın
varlığının ve özelliklerinin, kâinattaki düzenin ve güzelliğin
incelenmesi suretiyle kavranabileceğini vurgulamıştır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Kinizm, sonunda “erken Stoacılık”ın
ilk örnekleriyle birleşti. Kinik gelenek, Stoacı öğreti içinde,
daha ılımlı ve benimsenebilir bir tarzda varlığını sürdürdü.
İlk Kinikler tüm istek ve tutkuların yok edilmesini gerçek
mutluluk ve kurtuluş için yegâne çare olarak gösterirlerken, son
Kinikler hayatı bir tiyatro, Tanrı’yı da her insanın rolünü
belirleyen bir yazar olarak görüp; kişinin ister zengin, ister
yoksul; ister hasta isterse sağlıklı; ister özgür, isterse
tutsak olsun; rolünü olduğu gibi benimseyerek, elinden gelenin en
iyisini yapmakla yükümlü olduğunu vurguladılar. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">
<i>Hedonizm: Kireanik
Hazcılık</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> Kinizm
ile taban tabana zıt olan ve Kinik öğretinin tüm tezlerine karşı
birer antitez niteliğindeki kabullerden oluşan Kireanik Hedonist
felsefe de, görünüşte, Kinik felsefe gibi Sokratik öğretilerden
kaynaklanmıştır. Şu farkla ki, Kinikler, Sokratik erdem
kavramının önemini aslına sadakatle vurgularken, Kireanikler,
“mutluluğun erdemli davranıştan doğduğu” şeklindeki
Sokratik ilkeyi, “Erdemli insan mutluluğa nasıl ulaşacağını
bilen ve ne yapıp edip ona ulaşan insandır.” şeklinde
değiştirmişler ve ayrıca, bunun da ancak bedeni ihtiyaçların
doyurulmasıyla sağlanacağını öne sürmüşlerdi. Gerek Kinik,
gerekse Kireanik öğretiler bir süre sonra daha karmaşık felsefe
sistemlerine dönüştüler. Kinik öğretiler gelişerek Stoacılığa
temel oluştururken, Kireanik hazcılık daha sonra Epikürcülüğe
dönüştü. Ayrıca bu iki farklı öğreti, asırlar boyunca da
birçok değişik felsefe sistemi içinde varlıklarını
sürdürdüler. Meselâ, Stoacılığın ana kavramları Hıristiyan
Felsefesi, Kant, Spinoza ve diğer birçok ünlü düşünürün
öğretilerinde kendilerini hissettirirken, Kireanik hazcılığın
temel görüşleri de Faydacılık, Freudçuluk ve Darwincilik gibi
yaklaşımlarda tekrarlana geldiler.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Kireanik
hazcılık, görünüşteki hareket noktası ne olursa olsun, sonunda
”hazların, geçici de olsalar, insan hayatının başlıca
amaçları ve hedefleri” olduğu iddiasını esas alır. Bu
yaklaşımın başlatıcısı Kireneli Aristippus (M.Ö. 435-355)
Sofist Protagoras’ın izafiyet öğretisinden oldukça
etkilenmiştir. Aristippus, Sokrates’ın “Erdem, mutluluğun <i>sine
qua non</i>’udur.”
şeklindeki prensibini, “Haz, mutlulukla eşdeğerdir.” şeklinde
değiştirerek, hazzın insanın ulaşabileceği en yüksek hal veya
mertebe olduğunu iddia etti. Daha da ileri giderek öğretisine,
aslında tüm hazların bedeni arzuların doyumundan ibaret olduğu
gerekçesiyle, hazların bazılarını diğerlerinden ayrı veya
üstün tutmanın hiçbir anlamı olmadığı iddiasını da ekledi.
Hedonistler, hazlar arasına nitel değil ancak yoğunluk ve süre
gibi nicel farklılıklar olabileceğini öne sürdüler. Bu öğretiye
göre, gerçekte hiçbir haz bizzat kötü değildir. Her ne kadar,
geleneklerde ve kanunlarda bazı hazlar iyi, bazıları da kötü
veya düşük nitelikli addedilmişlerse de bu kabulün mantıksal
bir temeli yoktur. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Aristippus hazları, genelde elem ve
ıstırap yüklü bir şekilde devam eden insan hayatının akışı
içinde istisnai olarak yer alan hoşnutluk ve keyif verici haller
olarak tasvir etti. Kireanikler, hazzın insan hayatının tek
değerli unsuru olduğu yönündeki inançları nedeniyle, pratik
uygulamaları dışında tüm felsefi, matematiksel ve kültürel
faaliyetleri boş ve gereksiz olarak nitelediler. Ancak yararcı
yaklaşımları nedeniyle pratik sonuçları için mantıkla
ilgilendiler. Protogoras’ı teyit ederek, insan bilgisinin
duyumlarla sınırlı olduğunu ve duyuların dış dünyada nesnel
karşılıklarının bulunmadığını savundular. Bu durumda, insan
kendi subjektif duygu durumları dışında hiçbir şeyi bilemez. Ve
böylece, öznel yaşantılarımız olan duygular, varoluşumuzun
tamamını kapsar. Böyle bir durumda da mutluluk için, hayatımızın
her anında mümkün mertebe fazla haz almamız gerekir. Anlık ve
geçici de olsa haz peşinde koşmak, Aristippus’a göre, insanın
yapabileceği tek anlamlı faaliyettir. Çünkü, geleceğe dair
hiçbir teminatımız yoktur ve ölüm her an gelebilir. Böylelikle
Sokratik erdem anlayışı, tamamen ters-yüz edilerek, sadece haz
elde etmenin ve haz miktarını arttırmanın bir tekniği olup,
çıkar. Ama Aristippus, öğretisine hiç değilse görünüşte ve
şekilde bir Sokratik unsur katarak erdemli bir bilgenin, hazzı
yaşarken daima kontrollü ve ölçülü olması gerektiğini söyler.
</span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Her türlü entelektüel, etik ve
estetik unsuru dışlayıp, insanı hayvanlara benzer şekilde sadece
fizyolojik dürtüleri peşinde koşan basit bir yaratık durumuna
düşüren Kireanik hazcılığın kötü sosyal etkilerini ve
olumsuz sonuçlarını düzeltmek amacıyla Annikenis ve Euhemerus
adlı düşünürler bazı girişimler de bulundularsa da, Hedonik
çizgi, son ulaştığı noktada haz-elem bilançosu negatif çıkan
izleyicilerine tek kurtuluş yolu olarak “intihar”ı önermek
zorunda kaldı. Kireanik hazcı okulun son temsilcisi Hegesias’a
göre insan hayatının çok büyük bir kısmına ve insanların da
büyük bir çoğunluğuna hakim olan acılardan ve çilelerden
kurtuluş için intihar, tek mantıklı çözüm yoludur. Ona göre
insanoğlu, arzularının sınırsızlığı ve bunların
karşılanmasındaki yetersizlik nedeniyle, ölümü serinkanlılıkla
tercih etmelidir.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Böylece, hazzı artırmak ve
yaygınlaştırmak amacıyla yola çıkan bu ekolün gelip, dayandığı
nokta, izleyicilerine “sistematik bir intihar girişimi” önermek
olmuştur. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western">
<span style="color: black;">
<i>Platon</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Etik ağırlıklı felsefi sistemi,
mutlak olanı temsil eden idea veya eidos kavramı üzerine kurulu
olan Platon’un görüşleri, hem Hıristiyan, hem de İslam
felsefesini derinden etkilemiştir. Aristoteles ile birlikte, tüm
Orta Çağ’a egemen olan Platon’un tesiri, günümüze kadar süre
gelmiştir. Aslında Platon ve Aristoteles’nun felsefeleri, çağlar
boyu birbiriyle yarışmış, Platonizm en yaygın egemenliğini Orta
Çağ’ın başlarında tesis ederken, Aristotelesçi görüşler
özellikle daha sonraki dönemlerde ağırlıklarını
hissettirmişlerdir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Platon,
M.Ö. 427 yılında Atina’nın ileri gelen soylu ailelerinden
birinde dünyaya geldi. Sokrates ile karşılaşıp, ondan “–Edebiyat
yapmayı bırak, felsefe <u>öğren!”</u>
tavsiyesini aldığında, yirmi yaşındaydı. Sekiz yıl ondan ders
aldı. Sokrates’ın yargılanarak idam edilmesi karşısında
duyduğu üzüntü ve öfkeyle Atina’yı terk etti. Artık Platon
için <i>seyyahlık </i>dönemi
başlamıştı. Bir süre Eukleides’in yurdu olan Megara’da
kaldıktan sonra, Mısır’a giderek orada uzunca süre yaşadı.
Mısır bilgeliğini, dinini ve rahiplerini yakından tanıdı. Bazı
kaynaklarda yer alan “seyahatini daha doğuya, Hindistan’a kadar
sürdürmüş olduğu” yönündeki iddiaları, Platon tarafından
kalem alınan ve Doğu kaynaklı öğretilerin derin izlerini taşıyan
bazı yazılar da desteklemektedir. Batıya dönünce, vatanına
değil, İtalya’ya yerleşti. İtalya’yı gezip, gördükten
sonra, Sicilya’daki Yunan kolonilerinde Pythagorasçılarla yakın
ilişkiler kurmuş, 40 yaş civarında iken Siraküs’e gelerek bir
süre Tiran Diyonis’in yanında kalmıştır. Danışmanlık
yaptığı Diyonis’e bazı tavsiyelerde bulunmuş, ancak
nasihatleri netice vermeyince, sonunda Atina’ya geri dönmüştür.
M.Ö. 387’de Atina dışındaki bir zeytinlikte, bir manâda
bugünkü üniversitelerin prototipi sayılabilecek olan “<i>akademia</i>”yı
kurmuştur. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Platon,
kendisinden sonra, asırlar boyu ayakta kalacak olan bu müessesede
ömrü boyunca ücretsiz dersler vermiştir. Bu okul, bir felsefi
tartışma ortamı oluşturmasının yanında, verimli bir araştırma
merkezi olarak da etkili olmuş; derslere katılan öğrencilere,
matematikten retoriğe kadar uzanan pek çok farklı alanda eğitim
verilmiştir. M.Ö. 4. yüzyıldaki önemli matematik çalışmalarının
çoğu ‘<i>akademia</i>’da,
Platon’un öğrencileri veya dostları tarafından
gerçekleştirilmiştir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> Batı’da
konik kesitler teorisi, ilk defa burada ele alınıp, öğretildi.
Katılar geometrisinin kurucusu Theaitetos, ‘a<i>kademia</i>’
üyesiydi. Orantılar teorisinin yazarı olan, eğrilerle
sınırlanmış alanları ve hacimleri “tüketme yöntemi”yle
hesaplamayı bulan ve eşmerkezli kürelerin astronomik şemasını
hazırlayan Knidos’lu Eudoksos, Platon’la çalışabilmek için
okulunu Atina’ya nakletmişti. Tabiat tarihi, hukuk ve yasama
konularında da çalışmaların yapıldığı ‘<i>akademia</i>’daki
araştırma ve eğitim etkinlikleri, Platon’un ölümünden sonraki
üç asır boyunca devam etmiştir. </span>
</div>
<div align="LEFT" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> Başka
düşünür ve yazarlarca, Platon’un kişiliğiyle ilgili olarak
hazırlanmış olan eserler çok azdır. Öğrencisi Aristoteles’e
göre o, “övmek için bile olsa; kötülerin, hakkında asla
konuşmaları meşru olmayan” mükemmel ve asil bir insandı. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> Platon, Eski Yunan felsefesinde
Herakleitos’tan Pythagoras’a uzanan önemli bir geleneğin
mirasçısı olmuştur. Hem üstadı hem de “yaşlı dostu” olan
Sokrates ile birlikte, felsefenin bir yandan sağlam ve tutarlı
düşünce ve çıkarımlara; bir yandan da akıcı ve zengin bir dil
kullanımına önem veren klâsik çizgisi üzerinde yer almıştır.
Kendisinden bize hiçbir yazılı metin kalmamış olan Sokrates’ın
uyguladığı “diyalog” metodunu bir yazı biçimi haline
getirerek, üstadına bu yazı türünün baş kişisi olarak yer
vermiştir. Yeni Çağa kadar kullanılan bu tarzın en yetkin
örneklerini Platon yazmıştır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Sokrates öncesi fizikçilerin
eserlerinden, hiç değilse onlarda yer alan önemli görüşlerden
haberdar olduğu anlaşılan Platon’un, yarı dini bir akım olan
Pythagorasçılıkla da yakın ilişkileri olduğu söylenir.
Metinlerindeki mistik ve sembolik unsurlar; Mısır, Hitit ve Asya
gezilerinde tanıştığı öğretilerle ve bu gibi ilişkilerle
açıklanır. Sokrates’ın en önemli etkisi ise, Platon’un
felsefeyi temelde “faziletli yaşama bilgisi” olarak görmesini
teminidir. O da, Sokrates’ın, erdemin bir bilgi sorunu olduğu
kanaatine bağlı kalarak, eserlerinde kendi bilgi sistemi
çerçevesinde, faziletli ve iyi bir hayatın entelektüel şartlarını
ele almıştır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Platon’un tüm yapıtlarının
günümüze ulaştığı sanılmaktadır. Ayrıca, Orta Çağda bir
çok Hıristiyan din adamı kaleme aldığı eserini Platon adıyla
imzalamıştır. Günümüzde, bu sahte metinler elenmiş ve
gerçekten Platon’a ait olan eserler, genel çizgileri bakımından
iki döneme ayrılmıştır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Platon’un
eserleri genel olarak “Sokratik” ve “Platonik” diyaloglar
olarak ikiye ayrılır. İlk bölüm, daha çok Sokrates’ın etkisi
altındaki gençlik döneminde yazılmış metinleri, ikincisi ise
olgunluk döneminin orijinal düşüncelerine yer verilmiş olan
metinleri kapsar. “Theaitetos Diyalogu” bu iki dönemi ayıran
sınır olarak kabul edilir. Birinci dönem metinlerinde diyalogların
baş kişisi olan Sokrates, ikinci dönemde sadece tek bir diyalogun
baş kişisidir. Öte yandan birinci dönem diyaloglarındaki tüm
kişiler gerçek kişilerken, ikinci dönemde uydurma isimlere, “Bir
Atinalı” gibi hayali şahıslara da yer verilir. Ayrıca, iki
dönemde, kullanılan dil bakımından da bariz farklılıklar
vardır. Ama, tüm bunlara rağmen, çağdaş uzmanların çoğu,
Platon’un düşüncelerinde bir kopukluk bulunmadığını, iki
dönem arasında sadece bir gelişim ve olgunluk düzeyi farkı
olduğunu, temel yaklaşımın ise nitelik ve bütünlüğünü
koruduğunu söylerler. Asıl tartışılan nokta, Platon’un
diyaloglarının ne ölçüde Sokrates’ın öğretilerini
yansıttığı ve hangi oranda da Platon’a ait fikir ve beyanlar
taşıdığı hususuna aittir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Platon’un Öğretisi</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Felsefe tarihçileri, Platon’un
ortaya koyduğu düşünce sisteminin Yunan felsefesinin doruğunu
oluşturduğu görüşünde genellikle hemfikirdirler. Kendinden
önceki düşünürlerin geçerli ve tutarlı görünen tüm
görüşleri onun öğretisinde yer almakla birlikte ortaya koyduğu
sentez, onları çok aşar. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> İşe
Sofistlerin yanlışlarını analiz ve tenkitle başlayan Platon,
sonra yoğun şekilde Demokritos’a muhalefet ederek, tüm var
oluşun ‘<i>evrensel
aklın</i>’ tasarı ve
uygulamalarından ibaret olduğunu, kâinattaki düzenin ve
güzelliğin de bunun en büyük delili olduğunu söylemiştir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Platon,
eski ozanlar ile bazı Yunan düşünürlerin karamsar görüşlerine
de katılmaz. Onun yaklaşımı ‘<i>parlak
ve aydınlık bir metafizik</i>’
olarak nitelenir: “Platon her zaman idealist felsefenin kurucusu
olma şerefini taşıyacaktır. O, insan hayatın için, ruhsal
boyutun önemini en güzel şekilde ifade ederek, manevi tekamül
için ahlâk ilke ve yasalarına uymanın önemini mükemmel bir
üslûp ve teknikle ortaya koymuştur. O, böylelikle insanlığın
en büyük öğretmenlerinden biri olma şerefini de kazanmıştır.”<sup>52</sup>
</span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> İdealizmin kurucusu Platon’un
felsefesinde temel kavram “idea”dır. İdea, Platon’a göre,
dünyada insanların aynı adı verdikleri farklı ve çeşitli
nesnelerin her birinin “o şey” (o adı taşıyan şey)
olmalarını sağlayan temel “varoluş biçimi”dir. Bu kelimeyi
felsefe tarihinde ilk defa kullanan kişi olan Platon “idea”
terimine, bir şeyin “ne”liğini belirleyen form veya maddesiz
nesne manâlarını yükler. Bu varlıklar, algılanabilir fiziksel
dünyadan farklı bir “idealar alemi”nde bulunurlar. İnsanoğlu
üzerinde yaşadığı dünyadan bu aleme, ancak belirli bir yaşama
ve düşünme disiplinin tatbik suretiyle ulaşabilir. İdeal formlar
burada, yukarıdan aşağıya doğru belirli bir hiyerarşik düzen
içinde ve hiçbir değişikliğe maruz kalmadan yer alırlar. Bu
organizasyon içinde en üstte, her ideayı “o idea” yapan İyi
İdeası vardır. İyi İdeası, bütün formları belirleyen temel
formdur. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Platon’un
idealar kavramını, üstadı Sokrates’ın kullandığı
“diyalektik akıl yürütme tekniği” vasıtasıyla geliştirdiği
sanılmaktadır. Sokrates her varlığın özünü oluşturan temel
ontolojik forma, o varlığın zahiri özelliklerini bir ip ucu
olarak kullanarak, diyalektik düşünme yoluyla ulaşabileceğini
öne sürmüştü. Platon, benzer varlıkların tamamını kapsayan
bir kümenin ortak karakterine sahip ideal biçim olarak tarif ettiği
ve idea adını verdiği bu terimi, başlangıçta bir nesnenin sınıf
adını belirlemek için kullandı. Daha sonraları bu terime;
“nesnenin kalıcı özü, nihai gerçekliği, ontolojik aslı;
primer varlık veya kâinatta kendisine birçok <i>kopya
karşılığın</i> tekabül
ettiği bir temel örnek veya arketip” manâlarını da yükledi.
Buna göre dünyadaki karşılıkları, bu ideanın birer taklidi,
kopyası veya o baskı kalıbından çıkmış nüshalar gibidir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Böylece
Platon’da, bütün felsefi sistemini kuşatan hakim bir tema
olarak, “ontolojik olarak olgusal olan” ile “reel olarak
varolan” şeklinde bir metafiziksel ayırım ve dualizm ortaya
çıkar. Böylece, ontolojik olgusallık, duyular aracılığıyla
görünenden (fenomenden) ayrılmış olur. Platon’a göre maddeden
oluşan fenomenal dünya, uzay ve zaman sınırlamaları altındayken;
ontolojik-olgusal dünya, uzay ve zamanı aşan, fiziksel
sınırlamalardan ve kayıtlardan bağımsız bir nitelik taşır.
Zamanın kendisinin de maddi dünyanın yaratılışıyla başladığını
belirten Platon; fenomenal dünyanın duyular tarafından
algılanabilen ve kendisine erişilip, dokunulabilen bir alem; ideal
dünyanın ise ancak zihin tarafından algılanabilen ve fiziksel
olarak ulaşılması imkânsız bir alem olduğunu söylemek
suretiyle, asıl gerçekliğe veya nesnel olgusallığa ancak akıl
vasıtasıyla ulaşabileceğini ifade etmiş ve böylece modern
“soyut ve formel” teori anlayışının da temelini atmış
olmaktadır.<sup>35 </sup>Platon
bu suretle, sadece zihinsel (teorik) ve maddi iki varlık (<i>ontoloji</i>)
düzeyine değil ayrıca, duyusal ve kavramsal olarak iki farklı
bilgi (<i>epistemoloji</i>)
düzeyine de dikkat çekmiş olmaktadır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Platon’un bu yaklaşımına göre
kendini duyularımıza sergileyen fenomenal dünya, gerçek-ideal
dünyanın bir çeşit alt tasarımı ve ontolojik olarak reel olan
asıl alemin hali hazırdaki bir tür kopyasıdır. Dahası,
fenomenal dünya bu üst aleme bir mütekabiliyet sağlamak için hiç
durmaksızın tekamül etmekte, bir başka deyişte, fenomenal dünya,
ideal dünyada mevcut üstün ve güdüleyici kalıba göre, sürekli
bir yeniden şekillenme ve kusursuzlaşma çabası içinde
bulunmaktadır. Bu nedenle fenomenal veya duyusal varoluş dünyası,
devamlı bir gelişme hali sergilemekte; birbirini izleyen zaman
dilimleri içinde yeni yeni “oluş” süreçleri arz etmekte, ama
bu gelişme hali hiçbir zaman nihai noktaya ulaşamamakta ve bu
“idealleşme–eksiksizleşme” çabası da sürüp gitmektedir.
Platon, bu şekilde, “ideal alemin tasavvur ve dizayn”
programının, fenomenal varoluş evreni için belirli bir hedef ve
amaç teşkil edeceğini ifade etmiş olmaktadır.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Platon, “Devlet” adlı eserinde,
dünya hayatında ruhun nasıl “kısıtlandığını” ve duyular
vasıtasıyla algılanan varlıkların gerçek olgusallıkla
ilişkisini ele alır. Platon, bu kitabında ruhun yukarılara
(ışığa–aydınlığa) yükselerek idealara ulaşmaya gayret
etmesinin niçin gerekli olduğunu şöyle anlatır: “-Yeraltında,
yukarıdaki bir açıklıktan ışık alan mağaraya benzer bir yerde
bazı insanların bulunduğunu tasavvur et. Bu kişiler, bebeklik
döneminden beri öylesine sıkı şekilde bağlı durumdadırlar ki,
hiçbir yere kımıldamalarına imkân yoktur. Bu bağlar nedeniyle
başlarını da oynatamamakta, sadece önlerini görebilmektedirler.
Onlara, arkalarından, çok uzakta ve yukarılarda yanan bir ateşin
ışığı ulaşmaktadır. Bu ateş ile ona arkaları dönük
tutsaklar arasından, yine yükseklerde, bir uçtan diğerine bir yol
uzandığını da farz et. Bu duvarın arkasında, birileri, duvarın
boyunu aşan bir yükseklikte, türlü biçimlerdeki kaplar
taşımaktadır. Bunlardan bazıları konuşurken, bazıları
susmaktadır.” </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> “-Bu anlattığın ne garip bir yer
ve o tutsaklar ne tuhaf bir durumdalar?”</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> “-Ama
bize benziyorlar.” dedim. “Ne dersin, bu durumda oradaki
insanlar, ateşten gelen ışık altında, karşılarındaki
mağaranın duvarına yansımakta olan gölgelerden başka bir şey
görebilirler mi? Peki, acaba o taşınan kaplar nedir? Tabii ki
onların gölgeleri de mağaranın duvarına yansımaktadır. Sence
bu tutsaklar, ömürleri boyunca karşılarında gördükleri ve her
birine bir isim verdikleri bu gölgeleri, tek ve yegâne gerçeklik
sanmazlar mı? Ve arkalarından gelen seslerin yankılar oluşturduğu
bu mağarada, yukarıdaki yoldan geçen birileri konuştuğunda,
tutsakların bu seslerin karşılarındaki gölgelerden geldiğini
sanmaları çok tabii olmaz mıydı? Ve şimdi de, içlerinden
birinin bağlarının çözüldüğünü ve doğrulmak, konuşmak ve
başını arkaya çevirip ışık kaynağına bakmak zorunda
bırakıldığını; tüm bunların da ona çok acı verdiğini, onun
bu durumdayken, ilk defa gördüğü ateşin ışığından kamaşmış
gözleriyle o anda, daha önce gölgelerini görmeye alıştığı
şeylerin asıllarını seçemediğini düşün. Acaba o kişi,
gözleri ışıktan rahatsız olduğu için, başını tekrar önüne
çevirip, yine sadece alışık olduğu gölgelere mi bakacaktır? Ve
o kişi bu gölgelerin, gözünü kamaştıran ışık altında
seçmekte zorluk çektiği asıllarından daha gerçek olduğuna hâlâ
inanacak mıdır? Görüyorum ve sen de görüyorsun ki güneş,
çevremizde bulunan varlıkların sadece görülebilmesini değil;
oluşmasını, büyümesini, beslenmesini de sağlar; ama o, bu
olayların dışındadır. Yine böyle düşünerek diyebilirsin ki,
gördüğümüz varlıklar yalnız biçimlerini değil, varoluşlarını
da bir “En İyi”ye
borçludurlar ve O, varoluşun dışındadır; ama gücü ve
yüceliğiyle varoluşun üzerindedir..." </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"><u> Böyle
bir ontolojik temele dayanan bilgi felsefesine göre Platon,
insanların ruhlarının, bedenlerinin içine girmeden önce “idealar
dünyası”nda bir süre “bulunarak” bütün formları görmüş
olduğunu öne sürer. Ama ruh fiziksel aleme gelip bir bedene
bürününce, adeta bir şok geçirmişçesine, formlar dünyasında
gördüklerini “unutur”. Sonra çocukluktan itibaren
algılanabilir dünyanın nesnelerini görüp, öğrendikçe de,
gerçekte bu nesnelerin asılları olan ideaları “</u><i><u>hatırlamaya</u></i><u>”
başlar. Bu epistemolojik ilke çerçevesinde, en mükemmel eğitim
sistemi; dünyanın algılanabilir nesnelerinden hareketle, “</u><i><u>idealara
ulaşmaya imkân</u></i><u>
</u><i><u>sağlayacak
öğretim prosesi</u></i><u>”
olarak tasarlanabilir. Buna göre ideaların hiyerarşik
organizasyonu içinde adım adım ilerleyerek sonunda “İyi
İdeası”na ulaşmak, eğitimde nihai amaç olmalıdır. Ancak,
kişinin tek başına bu süreci tamamlaması mümkün olmadığından,
daha önce bu eğitimi almış bir rehbere ihtiyacı vardır. </u></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Platon
“<i>Phaidre</i>”
adlı diyalogunda ruhun fiziksel aleme gelişinden önceki bu
yolculuğu şöyle anlatır: “<i><u>Ruhlar,
tanrıların eşliğinde gök kubbenin üzerinde bir yolculuk
yaparlarken, bütün gerçek varlıkların idealarını görürler.
Zeus, gökteki büyük kanatlı kraliyet arabasıyla önce çok
uzaklara yönelir ve tek tek her şeyle ilgilenerek oraları düzene
sokar. Onu tanrılardan ve cinlerden bir ordu izlemektedir. İnsan
ruhlarını taşıyan araba da onların ardından gelir. Yeterince
yükseldiklerinde ruhlar bu araçtan inerek gök kubbenin üzerine
basarlar. Buradan tüm gökler ve onun dışındakiler
görülebilmektedir. Ruhlar hakikati görür, onu sever ve onunla
“beslenirler”. Her ruh, bir dairenin çevresinde yaptığı dönüş
boyunca </u></i><i><u>‘adaleti, bilgiyi, hikmeti ve Gerçek
Var Olan’</u></i><i><u>ı
seyreder ve bundan zevk alır. Dönüşünü ve seyrini tamamlayan
ruh, gök kubbenin altındaki geçitten evine döner. Ancak bu
tecrübenin ruhta, tam bir bilinçlilikle olmasa da, büyük bir
tutku ve özlem halinde izleri kalır. Ruh içinden çıkıp geldiği
bu ortama tekrar dönebilmek için sürekli bir hasret duyar. Dünya
hayatının maddi hazlarından kurtulması için gerekli gücü, ona
bu özlem sağlayabilir. İyi bir eğitimle dünya üzerindeki
kopyalar bile, bu asıllar ve idealar alemine dönüş tutkusunu
geliştirebilir. Dünyadaki güzellikler de aslında ‘</u></i><i><u>İdeal
Güzel’</u></i><i><u> ve ‘</u></i><i><u>Gerçek
Varlık’ın (Tanrı’nın)</u></i><i><u>
bir tür yansımasıdır.” </u></i></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Belki
de hiç yazılı metin bırakmayan Sokrates’ın etkisiyle, Platon
da öğretisinin bazı önemli kısımlarını yazıya geçirmemiş,
sadece yakın çevresindeki güvenilir dostlarına sözlü olarak
anlatmıştır. Böyle kişilerden gelen bir rivayete göre Platon
bir gün şunları söyler: “<i><u>Bunları hiçbir zaman
yazmadım ve yazmayacağım. Çünkü bunlar, başkalarına kolayca
iletilebilen türden bilgiler gibi kelimelerle tam anlamıyla ifade
edilemez...”</u></i> </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Platon’a
göre ölümsüz bir şekilde yaratılmış olan insan ruhu, gerçekte
zaman ve mekanla sınırlı olmadığı için, dünya hayatındaki
durumu geçici bir kısıtlılık halidir: “<i><u>Ruh,
idealarını gördüğü için erdemin ve gerçeğin ne olduğunu
öğrenmiştir. Kâinattaki her şey birbiriyle ilişkili ve ruh da
vaktiyle her şeyi tanımış olduğu için, kendisine bir şeyin
sadece küçük bir bölümü hatırlatılan bir kişi-eğer
yeterince azimli, dürüst ve çalışkansa-ruhunun derinliklerinden
o şeyle ilgili bilgilerin tamamını bulup, çıkarması,
hatırlaması veya herkesin kullandığı ifadeyle söyleyecek
olursak ‘anlaması’ gayet tabiidir</u></i>.”
Platon bu şekilde, belirli bir yaşama disiplini ve eğitim
aracılığıyla, kişinin sınırlı gözlem verilerini veya duyusal
yolla algılananı fazlasıyla aşan bir kavrayışa ve bilgiye sahip
olabilme sürecini; yani sezgi, ilham ve keşfin mekanizmasını
ilginç bir tarzda açıklamış olmaktadır.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Platon’un
öğretisine göre insan ruhu; bir yanda duyusal algının konusu
olan maddi alem ve öte yanda da ideal olgusallığa ait manevi alem
olmak üzere, birbirinden tamamen farklı iki dünyanın üyesi
olarak tuhaf bir ara konumda bulunur. Ama gerçekte ruh, duyular
üstüdür ve ideal-manevi dünyaya aittir. Nasıl kâinat ilahi bir
Ruh’a (<i>kozmik Ruh,
Nous)</i> sahipse, minyatür
bir kâinat olarak yaratılmış olan insanın da gerçekte fizik
ötesi aleme mensup bir ruhu vardır. Tıpkı evrendeki kötü
güçlerin iyilerle mücadelesine benzer şekilde; bir mikrokozmos
olan insanın da, içinde bulunan ve onun “İyi”ye ulaşmasını
engellemeye çalışan kötü güç ile sistemli bir şekilde
mücadelesi gerekir. İnsanın ahlâki görevi, imkânları ölçüsünde
iyiliğe erişmektir. İyinin ne olduğunu ve nerede bulunduğunu
anlayan kişi, iradesiyle sürekli ona yönelmek isteyecektir.
Böylece bilgi, insanı ideal varlık aleminde iyi bir konuma sahip
olmaya sevk eder. İyi ile özdeşleşme erdemi, daha sonra eğer bir
de adalet erdemiyle birleştirilebilirse bu, en sonunda insanın,
ebedi ve eksiksiz bir mutluluk ile ödüllendirilmesini sağlayacak
en yüksek manevi mertebesi olacaktır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"><u> Platon’un
bazı görüşleri, onun orta ve uzak Doğu kaynaklı öğretilerden
geniş ölçüde etkilenmiş olduğunu göstermektedir. Bazı
düşünürler, bu özelliği nedeniyle onu “.....Yunan kanındaki
yabancı damla” olarak tanımlarlar. Nihilist F. Nietzche de bu
bağlamda Platon’un öğretisini “</u><i><u>..İsa
öncesi Hıristiyanlık</u></i><u>”
olarak niteler ve “Bu Atinalının Mısırlılardan aldığı
dersler bize çok pahalıya mal oldu!” diyerek onu tenkit eder. </u></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Fakat her şeye rağmen Platon’un
felsefi etkileri yaklaşık 25 asırdan beri devam ede gelmektedir.
Antik çağdan sonraki birkaç yüzyıl boyunca onun görüşleri
farklı bir yorumla Yeni Platonculuk adıyla canlılığını
sürdürmeye devam etmiştir. Orta Çağda gelişen Hıristiyan
teolojisinin ve felsefesinin de en güçlü kaynağını ve
dayanağını yine Platon’un öğretisi teşkil etmiştir. Yeni
Çağın başında, Rönesans ile beraber Platonculuk, gerçek bir
yeniden doğuşla tekrar tüm dikkatlerin odağı oldu. Çağımızda
bile kimi kesimlerde bazı öğretilerinin popülaritesi hâlâ devam
etmektedir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <i>Aristoteles</i></span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> Platon’un en ünlü öğrencisi olan
Aristoteles, M.Ö. 384 yılında Ege kıyılarındaki eski bir Trakya
kenti olan Stageira’da doğmuştur. Zengin bir aileye mensup olduğu
için çocukluğundan itibaren müreffeh bir hayat yaşamıştır.
Çağdaşı olan Diogenes sade bir yaşantıyı en büyük fazilet
sayarak bir fıçı içinde gecelerini geçirirken, Aristoteles “Tam
bir mutluluk hali için dünya nimetlerinden de yeterli payı almak
gerekir!” diyerek çok farklı bir yaklaşım sergilemiştir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Anlatıldığına göre Aristoteles,
baba mesleği olan eczacı-hekimlik işine devam edip etmeme
konusunda tereddüde düşünce, o yıllarda herkesin yaptığı gibi
bir kâhine giderek ondan gelecekteki mesleğine dair kehanette
bulunmasını ister. Kâhinden “filozofluk” cevabını alan
Aristoteles, Platon’un akademisine müracaat eder ve yaklaşık 20
yıl orada ondan eğitim alır. Bu olayla ilgili olarak W. Weischedel
“Eğer kâhin Aristoteles’e farklı bir cevap vermiş olsaydı,
Batı felsefesi kim bilir hangi yönde ve nasıl gelişecekti?”
demekten kendini alamaz. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Akademos’un
kutsal koruluğundaki okulda 18 yaşlarında iken eğitime başlayan
Aristoteles’in, o yıllarda 60 yaşlarında olan hocası Platon ile
zaman zaman sürtüştüğü de olur. Bir süre sonra, artık
aralarında önemli görüş ayrılıkları doğmuş durumdadır. Ama
Platon geniş hoşgörüsüyle onu yine de araştırmalarını
sürdürmeye teşvik etmektedir. Platon bu durumu “<i>Tayların
zaman zaman annelerine çifte attıkları gibi, Aristoteles de beni
bazen</i> <i>hafifçe
tekmeler</i>” diyerek
tasvir ederdi. Platon, bu öğrencisinin en çok okuma tutkusunu
takdir eder ve bu nedenle onu “<i>Okuyan</i>”
lâkabıyla çağırırdı. Platon’un ölümünden sonra
Aristoteles Atina’dan ayrılarak Anadolu’daki Assos kentine
gitti. Sonra eski bir okul arkadaşı olan Troas beyinin yanına
yerleşti ve onun evlâtlığı olan bir kızla evlendi. O yıllarda
askeri gücüyle Yunanistan’ın siyasi birliğini tesis etmiş olan
Makedonya kralı Philipp, Aristoteles’i oğlu Alexandros’un
eğitimiyle ilgilenmesi için sarayına davet etti. Daveti kabul eden
Aristoteles, gelecekte Büyük İskender olarak anılacak olan 13
yaşındaki prensin mürebbiliğine başladı. Daha sonra öğrencisi
tahta geçince, Aristoteles de Atina’ya geri döndü ve Lykeion
adını verdiği okulunu açtı. Okul bünyesinde çok kapsamlı ve
sistemli bir araştırma, inceleme ve eğitim hamlesi başlattı. Bu
iş için İskender'den büyük destek gördüğü anlaşılmaktadır.
Okul bünyesinde çok büyük ve zengin bir kütüphane de kuran
Aristoteles, ayrıca tabiat araştırmaları için pek çok bitki ve
hayvan örneği içeren geniş bir koleksiyon da oluşturdu.
Anlatıldığına göre İskender, bahçıvanlarına, balıkçılarına,
avcılarına ve benzeri görevlilere bulabildikleri tüm değişik ve
yeni canlı türlerini Aristoteles’e ulaştırmalarını
emretmişti. İskender, okulun sosyal konularda çalışan bölümü
için de geniş imkânlar sağlamıştı. Bu çerçevede, farklı
ülkelerde uygulanmakta olan değişik yönetim şekilleri ve
kanunlar ile ilgili bilgiler derlenip toplanarak 158 farklı örnek
içeren bir arşiv oluşturulmuştu. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Aristoteles okul yöneticiliği ve
başöğretmenliği görevinde 12. yılını tamamlarken,
Yunanistan’ın siyasi şartları değişmeye başladı. Zaten
Atinalıların önemli bir kısmı, kendilerini baskı ve denetim
altında tutan İskender’e olan yakınlığı nedeniyle Lykeion
mensuplarına hiç de dostça duygular beslememekteydi. Bir süre
sonra İskender ölünce Atina’daki “Makedonyalılar Partisi”
tüm şimşekleri üzerinde topladı. Bu sırada bazı muhalifleri ve
düşmanları Aristoteles’i önce bazı siyasi suçlarla itham
ettiler. Ama bu şekilde yeterince ağır bir ceza almasını temin
edemeyince, bu defa onu dinsizlikle suçladılar. Aristoteles
“Atinalıların ikinci bir defa felsefeye karşı günah
işlemelerine meydan vermemek” gibi hicivli bir gerekçeyle
Atina’dan kaçmak suretiyle idamdan kurtuldu. Ancak sürgünde tek
başına sadece bir yıl yaşayabildi ve M.Ö. 322 yılında öldü.
</span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-bottom: 0.21cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Aristoteles
çok enerjik, azimli ve üretken bir düşünürdü. Öldüğünde
arkasında, bazı araştırmacılara göre 400 cilt, diğer
bazılarına göre ise 1 000 cilt yazılı materyal bırakmıştı.
Ancak bunlardan önemli bir kısmı daha İlk Çağda kayboldu.
Zamanımıza kadar gelen metinlerin çoğu, görünüşlerine
bakılacak olursa, ya ders ve konuşma metni müsveddesi ya da
öğrenciler tarafından tutulmuş notlar türünden şeyler
olmalıdırlar. Çünkü bunlar yazı dili kuralları pek
gözetilmeden çala kalem yazılmış metinlerdir. Ayrıca bunların
yazılış tarihlerine göre tasnif edilip düzenlenmeleri de mümkün
olamamıştır. Ancak ele alınan konulara göre bir sınıflama
yapıldığında ortaya çıkan tabloya göre Aristoteles’ten bize
ulaşan metinler başlıca şu 6 alana aittir:</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> I-)
<u>Mantık :</u>
Kategoriler öğretisi (iki inceleme), Sonuç çıkarma ve ispatlama
öğretisi ve Topik (Aristoteles Diyalektiği). Aristoteles’in
mantıkla ilgili yazıları Orta Çağda derlenerek “Organon”
(Doğru Düşünme Kuralları) adlı kitapta toplanmıştı.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> II-)
<u>Tabiat Bilimleriyle
İlgili Yazılar :</u>
Fizik: Gökyüzü, Oluş ve Yokoluş, Meteoroloji, Ruh ve Hayvanlar
Üzerine Yazılar.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> III-)
<u>Metafizik:</u>
Bu kelimeyi Aristoteles’in kendisi kullanmamıştır. Metafizik
terimi, milâttan önceki birinci yüzyılın ortalarında onun
yazılarını derleyip yayına hazırlayan Rodoslu Andronikus’un,
kitabın iç düzenini plânlarken, konu sıralamasında bu bölüme,
fizikle ilgili kısımdan sonra yer vermiş olmasından ( <i>Meta
Ta Physika: Fizikten sonrası</i>)
kaynaklanmıştır. Bölüm sıralaması amacıyla konan bu başlık
İlk Çağın sonlarına doğru artık “Tabiat ötesi” sayılan
her türlü kavramı ifade eden bir terim olarak kullanılmaya
başlanmıştır.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> IV-)
<u>Etik:</u>
Aristoteles’in ahlâk üzerine yazıları, oğlu Nicomachos’un
adıyla anılan 10 kitap oluşturur (Nicomachos Etiği). <u>
</u></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> V-)
<u>Politika:</u>
8 kitap.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> VI-)
<u>Retorik:</u>
Güzel konuşma üzerine 3, şiir üzerine 1 kitap.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Aristoteles,
gerçek felsefenin anlaşılabilmesi için ve genelde doğru bilgiye
ulaşabilmek için “mantık” (kendi deyişiyle <i>analytika</i>)
adlı disiplinin genel kurallarının bilinmesi gerektiğini söyler.
Aristoteles felsefeyi teorik, pratik ve poetik olarak üç bölüme
ayırmış ve teorik felsefenin alt dallarını ise matematik, fizik
ve metafizik olarak belirlemiştir. Pratik felsefe, kültür ve
siyasette olduğu gibi, teorinin uygulamasına yöneliktir. Poetik
felsefede ise, sanat eserlerindeki estetik ve eğitsel unsurlar ile
bunlara gösterilen duygusal tepkilerin analizine yer verilir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Aristoteles’in tabiat bilimleriyle
ilgili düşünceleri ”Fizik” başlığı altında toplanmıştır.
Bu kitapta önce mekan, zaman, madde ve hareket gibi temel fiziksel
kavramlar belirli bir sırayla tanımlanıp, gözden geçirilir. Bu
arada daha önceden yaşamış düşünürlerin bu konularla ilgili
görüşleri de aktarılır ve bazıları oldukça sert bir üslûpla
tenkit edilir. Bu alıntılar, günümüz düşünce tarihi arşivi
için çok değerli bir belge özelliği taşır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Aristoteles’in fizik ve astronomideki
temel yaklaşımı teolojiktir. Öğretmeni Platon’dan
gökcisimlerinin kutsal ve dolayısıyla kusursuz bir mükemmellikte
oldukları şeklindeki dini önermeleri harfi harfine alan
Aristoteles’e göre de gökcisimleri ancak ve ancak yetkin, sürekli
ve değişmez özellikteki bir hareket şekline sahip olabilirler.
Kutsal olmayan dünya ise, bu yetkin ve düzenli sistemden ayrı ve
uzak bir şekilde merkezde yer alır. Yerden aya kadar olan noksanlık
ve kusurluluk bölgesinde her şey sürekli değişip, dönüşerek
yeni yeni biçimler oluşturur ve sonra bozularak biçimini yitirir.
Ayın ötesindeki mükemmel evren ise, eş merkezli kusursuz
kürelerden oluşur. Bu küreler, aralarında belirli açılar
bulunan eksenler çevresinde ideal bir şekilde hareket
etmektedirler. Tüm bu düzenlilik ve hareketliliğin kaynağı ve
nedeni ise kendisi fiziksel alemin ötesinde bulunan ve hareket
etmekten münezzeh olan Tanrı’dır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> “Fizik”
adlı kitabında, tabiatla ilgili temel tanımlara, gözlemlere ve
genel değerlendirmelere ayrılan kısımlarından sonra Aristoteles,
şu sonuçlara ulaşır: “<u>Varlık
alemiyle ilgili gözlemlerimizde, incelediğimiz her yerde ve her
şeyde şaşırtıcı bir plân ve düzenlilik ile tüm kâinatı
kuşatan bir gayelilik olgusu karşımıza çıkmaktadır. En
büyükten en küçüğe kadar tüm varlıklar belirli bir amaç
(telos) ile birbirine bağlanmıştır. Her yerde gözlenmekte olan
bu durum tesadüfle açıklanamaz. O halde tabiatın bünyesindeki bu
gayeliliğin sırrı, ancak ‘</u><i><u>evrensel
yaratılış amacının gerçekleşmesi’</u></i><u>
olabilir</u>.”
Aristoteles bu çerçevede tabiatta boş ve gayesiz hiçbir şeyin
bulunmadığını, çünkü Tanrı’nın her şeyi belirli bir amaç
için yarattığını söyler. Tanrı maddenin biçimlendirilişini,
bu evrensel amaç çerçevesinde gerçekleştirir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Aristoteles’e göre bir şeye ait
gerçeklik, onun özü (Platon’un ideası) ile bir ve aynıdır.
Platonun idea anlayışını eleştirmesine rağmen kendisi de
onunkine oldukça benzeyen bir ontolojik sistem geliştirmiştir.
Tümel kavramlarla gerçekliğe yaklaşabileceğimizi belirten
Aristoteles, yine Platon’u hatırlatan bir şekilde varlığın
bilinmesiyle varoluşun kendisi arasında tam ve bire bir ilişki
olduğunu söyleyerek, ontoloji ile algı ve bilme olayları
arasındaki kopmaz bağlara dikkat çeker. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Ancak, Aristoteles Platon’un aksine,
bilginin esas kaynağını kavramlar arasındaki ilişkilerde değil,
duyularla algılanan olgularda görmüştür. Ama sadece duyulara
bağlı kalan bilginin yetersizliğini ve genelin bilgisinin önemini
vurgulamaktan da geri kalmamıştır. Aynı şekilde mantıksal
çıkarım ve akıl yürütmelerin mutlaka duyularla sağlanacak
veriler ile doğrulanmasının gereğinin altını da çizmiştir.
Buna karşılık, olgusal dünyanın akli bir düzene sahip
bulunması nedeniyle, genel ve zorunlu bilgiye akıl yoluyla ulaşmayı
da mümkün görmüştür. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Diğer
taraftan Aristoteles, “nesnelerin gizli özelliklerini açığa
çıkarmak amacıyla olağan şartların değiştirilmesi işlemi”
olarak gördüğü deneyin, tabii bir yöntem olmadığı için,
varlığın özünü açığa çıkarmakta yararlı olamayacağına
inanmaktaydı. Aristoteles’in deneyi hor görüp, tabiat
araştırmaları için en uygun yöntemin gözlem olduğu hususundaki
bazı ifadelerine rağmen, uygulamada gözleme de yeterince yer
vermemesi, eski Yunan düşünce geleneğinde gözlem ve deneyin
ihmal edilmesi gibi olumsuz bir sonuca yol açmış ve bu olumsuzluk,
bu geleneği örnek alan başka toplumları da etkilemiştir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Aristoteles’in ölümüyle birlikte antik
Yunan felsefesinin altın çağı da kapanmış olur. Ancak bundan
sonraki iki bin yıllık çok uzun bir dönem boyunca felsefe
sahnesine çıkan tüm yaklaşımlar, Platon ve Aristoteles’in
öğretilerince yönlendirilmiştir. Antik dönemin geri kalan
kısmında ve Orta Çağın ilk bölümünde hakim felsefi
yaklaşımlar Platoncu renkler taşırken, ondan sonraki üç asır
boyunca, yani yaklaşık 1500 yıllarına dek Aristotelesçi felsefe
tek başına egemen olmuştur. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Platoncu ve Aristotelesçi öğretilerin
etkilerinin dağılımı sadece zamana göre değil, coğrafyaya göre
de değişiklikler arz eder. Meselâ, Alman felsefi geleneğinde
Platon çoğu zaman Aristoteles’ten üstün görülürken,
Anglosakson dünyasında ise Aristoteles’e gösterilen ilgi daha
yoğun ve büyük olmuştur. Hemen tüm ünlü İngiliz
üniversiteleri, asırlardan beri Aristoteles’in etik ve siyasi
görüşlerinin en hararetli müdafileri ola gelmişlerdir. Onun
akılcı, kuşkucu, empirist eğilimli ve serinkanlı kişiliği
İngilizlerinkine benzediği için mi baştan beri bu tercihin
geliştiği, yoksa Anglosakson karakterinin evriminde bizzat
Aristoteles’in mi etkili olduğu hususu, başlı başına bir
tartışma ve araştırma konusudur.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"><u> </u></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<span style="color: black;"><i>Philosophia
Perennis: “Geleneksel Bilgelik ve Kültür”</i></span></div>
<div align="CENTER" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.1cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.1cm;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;">K.
Demirci ve diğer bazı “dinler tarihi” uzmanları,
Sokrates-Platon çizgisinin zamanın Yahudi geleneklerinden biriyle
bağlantılı olduğunu söylerler. Bu görüşe kaynaklık eden pek
çok bulgu ve veri mevcuttur. Bunlardan, M.Ö. III. yüzyılda
Demetrius tarafından yazılmış olan bir dinler tarihi kitabında,
Hz. Musa’nın Grek ülkesine bir yolculuk yaparak oradaki bazı
bilginlerle tanıştığı ve onlara bazı “orijinal bilgiler”
öğrettiği anlatılır.</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.1cm;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;">Yapılan
bazı araştırmalar, sık sık esrarlı ve mistik tavsiye ve
beyanlarda bulunan Sokrates için de vahiy aracılığıyla bir
“eğitimin ve görevlendirmenin” söz konusu olabileceğini
ortaya çıkarmıştır. İnsanları, gerçek varlığa ulaşabilmek
için geçici heves ve zevkleri terke çağıran Sokrates’tan,
ibadet ve nefis terbiyesinden başka türlü nitelenemeyecek birçok
uygulama ve tavsiye rivayet edilir. Meselâ, belli zamanlarda
“içinden gelen sese uygun şekilde insanlara hikmetle tavsiyelerde
bulunma”, “yıkanma”, “hareketsiz ayakta durma ve sonra dua
etme” şeklinde aktarılan rutin davranışlarıyla vahiy ya da
ilham, abdest ve namaz uygulamaları arasındaki benzerlik ve
ilişkiler, son derece açıktır. Sokrates, “Enkateia” olarak
adlandırılan ruh terbiyesi yöntemini “Bilge olmak, kendini
denetleyebilmek duyguları ve arzuları kontrol altında
bulundurmak” şeklinde tanımlar. “Benim felsefemin esası size
insanca yaşamayı ve ölmeyi öğretmektir!” diyen Sokrates’ın
yaklaşımı ancak bir dinden kaynaklanmış olabilir. Bu tavsiyesini
tüm diğerleriyle beraber büyük bir samimiyetle kendi hayatına
uygulayan ve böylelikle ölüme de âdeta sevinerek giden
Sokrates’ın tutumu, tıpkı ahiret hayatını da dünya hayatı
kadar açık ve net bir şekilde gören ve bilen semavi dinlerin
peygamberlerini hatırlatır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Sokrates’ın
ünü günümüze ulaşabilen öğrencilerinden Platon da mürşidinin;
ortaya koymuş olduğu felsefi sistem üzerindeki büyük etkisini,
“İnsan her şeyin ölçüsüdür.” diyen Protogaras’a “Her
şeyin ölçüsü insan değil, Tanrıdır.” diyerek sergilemiştir.
F. Schwarz “Geleneksel Bilgeliğin Yeniden Keşfi” adlı
eserinde bu konuyla ilgili olarak şunları söyler: </span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>“Eğer
Platon felsefesini özetlemek istersek, bu düşünce sistemini;
‘binlerce senedir kuşaktan kuşağa aktarılan bir geleneğin
Sokrates ve öncesine ait halkaları’ ile ‘ileride Batı
felsefesinin temelini oluşturacak fikirlerin’ rasyonel bir sentezi
olarak ifade edebiliriz.”</i></span></span><sup><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>53
</b></span></span></sup><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Günümüz
filozoflarından A. Whitehead, “Felsefenin tamamı, Platon’a
yapılan şerhler ve onun ifadelerine eklenen dipnotlardan
ibarettir!” diyerek modern batı felsefesini Platon ve Sokrates
üzerinden dini bir orijine bağlamış olmaktadır. Bu satırların
yazarı olarak ben de; aşağıda yer alan ”Düşünce Tarihi”
başlıklı kısmın Sokrates’a ayrılan parçasını okurken,
çoğunuzun Sokrates’ı bir filozof olarak mı, yoksa bir peygamber
olarak mı nitelendirmenin daha uygun olacağına karar vermekte
oldukça büyük bir zorluk çekeceğinizi sanıyorum.</span></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><u>T.
Burchardt ise “Aklın Aynası” adlı kitabında şunları ekler.
“</u></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><u>Antik
Yunan Felsefesi tamamen insan akılı kaynaklı değildir. Batı
rasyonalizminin kurucusu Aristoteles’de bile görülen ‘biçim’
(eidos) ve ‘madde’ (hyle) şeklindeki ayrıma dayanan kavramlar
tamamen kutsal kaynaklı metinlere kaynaklanır. Aristoteles bu
geleneksel bilgeliği, zamanının nesnel bilgi dağarcığı
çerçevesinde diyalektik bir yaklaşımla ‘dünyevileştirmiştir’.
Gerçekliği sadece mantıksal ve olgusal olan kısmını</u></i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>
</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><u>dile
getiren Aristoteles’in öncüsü Platon ise onun nesneleştirilmiş
kozmolojisini çok aşan bir manevi bir bilgeliğe sahiptir.”</u></i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>
</i></span></span><sup><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>54</b></span></span></sup><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>
</i></span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="line-height: 100%; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Önde
gelen temsilcileri; R. Guénon, S. H.. Nasr, F. Schuon, A. K.
Coomaraswamy ve G. Eaton gibi araştırmacılar ve düşünürler
olan “gelenekselci” ekol mensuplarına göre;<i>
</i>Mezopotamya, Mısır,
Çin ve Hint <i>geleneksel
metinleri</i>nde de izlerini
gördüğümüz bu bilgelik ve medeniyet, esasen<i>
“vahiy orijinli” olduğu için </i>
“<i>philosophia perennis</i>
“ terimi ile “vahiy kültürü ve uygarlığı” kavramı, eş
anlamlıdırlar. Bu düşünce okuluna ait literatürde,
“Philosophia Perennis” terimi, esas olarak “<i><u>insanlığa
vahiy</u></i> <i><u>yolu
ile ulaşmış olan-teorik ya da pratik-tüm bilgi kategorilerini</u></i>”
ifade eder.</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<b>Hıristiyanlık ve Orta Çağ
Felsefesi</b></div>
<div align="CENTER" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<i><b>Hıristiyanlığın Doğuşu
ve Gelişimi</b></i></div>
<div align="CENTER" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> Hz. İsa’nın doğum tarihi kesin
olarak bilinmemektedir. Konuyla ilgili farklı görüşler vardır.
Şu an kullandığımız takvim, 6. yüzyılda D. Exiguus tarafından
ortaya atılan Hz. İsa’nın Roma’nın kuruluşunun 754.
yıldönümünde doğmuş olduğu şeklindeki iddiaya dayanır. Luka
İncil’inde ise (2:1) Mesih’in bu tarihten 6 yıl önce İmparator
Augustus’un Yahuda’da yaptırdığı nüfus sayımı sırasında
doğduğu söylenir. Ancak bu konudaki kaynakların çoğunda, Hz.
İsa’nın günümüzde “milât” olarak kabul edilen tarihten 4
veya 5 yıl önce doğmuş olduğu görüşü benimsenir.
</span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Hz. İsa’nın doğum yeri de kesin
değildir. Markos İncil’inde sık sık “Nasıralı” olarak
bahsi geçen Hz. İsa’nın Matta (1:18-25) ve Luka (2:1-7)
İncillerinde ise Beytlehem’li olduğu söylenir. Bunlar,
Filistin’de Kudüs’ün kuzeyinde ve güneyinde bulunan yerleşim
yerleridir. İncil metinlerinde Hz. İsa’ya yurttaşlarının sık
sık “rabbi” veya “rabboni” şeklinde hitap etmelerinden
anlaşıldığına göre, gençliğinde geleneksel bir Yahudi
eğitiminden geçmiş olmalıdır. Ailesiyle birlikte hac ziyareti
için birkaç defa Kudüs’e gittiği de bildirilmektedir. (Luka
2:41) </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Hz. İsa’nın peygamberlik görevinin
Hz. Yahya’nın tövbe çağrısıyla aynı tarihlerde başladığı
rivayet edilir. Luka İncil’inde (3:1) Tiberius’un
hükümdarlığının 15. yılı (M.S. 28-29) olarak belirlenen bu
tarih, başka kaynaklarca da doğrulanır. Hz. İsa, kendi ağzından
nakledilen sözleriyle Hz. Yahya’ya daha önceki
peygamberlerinkinden farklı bir fonksiyon atfederek onu, kendisinin
habercisi olarak niteler. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Hz. İsa, peygamberlik görevini
Celile’nin köyleri ile, Beysayda, Horazin ve Kefernahum gibi
kentlerde halkın arasına karışıp, sıradan insanların yaşamını
paylaşarak yerine getirmeye çalışmıştır. Ne yazık ki bunu,
muhataplarının anlayışsız ve sert tutumları nedeniyle ancak çok
kısa bir süre devam ettirebilmiştir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Bazı İncil metinlerinde, Hz. İsa’nın
çevresindeki kişilere zaman zaman yazılı bir materyalden
pasajlar okuduğu söylenir. Hz. İsa ile bizzat görüşmüş olan
çeşitli şahıslardan da bu yönde rivayetler vardır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Bu
hususta araştırma yapan dinler tarihi uzmanlarının konuyla ilgili
ortak görüşleri; Hz. İsa’dan kalan yazılı materyalin hayret
edilecek kadar kısa bir süre içinde kamuya açık her yerden
“esrarengiz bir şekilde kaybolmuş” olduğu şeklindedir. Bu
işlemden sonra, ellerinde hiçbir yazılı metin kalmayan ilk
Hıristiyanlar, başlangıçta sadece dini içerikli şarkıları,
ilâhileri ve duaları yazıya geçirdiler. IV. yüzyıla kadar devam
eden bir süreç sonunda kilise otoritelerince benimsenen doktrine
göre, tarihi sıralama içinde ilk İncil metinlerinden biri olarak
kabul edilen Matta İncili Hz. İsa’nın hayatına ve ilahi
görevine dair çeşitli hikâye ve rivayetleri bir düzene sokma
amacıyla kaleme alındı. “United Bible Societies” tarafından
(<i>The New Testament</i>)’in
Kitabı Mukaddes yayınevi aracılığıyla yapılan Türkçe
baskısında bu metin şöyle tanıtılır: “<i>Matta
(Alfeos oğlu Levi) Romalılar adına gümrük vergisi toplayan bir
Yahudi idi. Hz. İsa, kendisini öğrencisi olmaya çağırınca, her
şeyi bırakarak ona yöneldi. Bu metin, birinci yüzyılın
ortalarında Antakya’da yazıldı ve Hz. İsa hakkında bilgi
edinmek isteyen ilk Hıristiyanlar’a kaynaklık etti. Yazar Matta
anlattığı olaylara Eski Ahit’te sözü edilen peygamberler
tarafından da dikkat çekildiğini ve ‘Böylece, peygamberlik
vaadinin artık yerine gelmiş olduğunu’ ifade eder. Eski
Ahit’ten 123 alıntı yaparak konunun nasıl bir bütünlüğe
kavuştuğunu gösterir. Temel dokusunu çeşitli peygamberlere ait
sözlerin oluşturduğu bu metinde </i>‘<i>Göklerin
hükümranlığı</i>’<i>
deyişi 30 kez geçer. Ayrıca Hz. İsa’nın beş uzun konuşmasına
yer verilerek, 20 tane de mucizesine değinilir.</i>”</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Kitabı
Mukaddes yayınevi Markos İncil’ini ise şöyle tanıtır: “<i>İ.
S. 55-60 yıllarında Tanrı esiniyle Roma’da yazılan bu kitapta
yazarının adı geçmemektedir. Markos olduğu kabul edilen bu kişi,
öğrenci Petros aracılığıyla Mesih’e bağlanmıştır (I.
Petros 5:13). İlk Hıristiyanlar dua etmek için onun evinde
toplanırlardı. Metin boyunca Hz. İsa’nın hayatı ve icraatları,
büyük bir çaba ve fedakârlıkla sürdürülen olağanüstü bir
hizmet olarak anlatılır.</i>”</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Matta İncili ile hemen aynı
tarihlerde, ama ondan bağımsız bir şekilde Anadolulu bir yazar,
kendi adıyla anılan Luka İncili’ni ve Hıristiyan Kilisesinin
ilk yıllarını tasvir eden “Resullerin İşleri” adlı metni
kaleme aldı. Bu metinlerde öncelikle Roma İmparatorluğu içindeki
Yunanca konuşan kesime seslenilir. Yine o yıllarda, büyük bir
ihtimalle Hz. Meryem ile birlikte Ephesos’a gelerek orada bir
Hıristiyan topluluğu kurmuş olan Havari Yuhanna’nın yazdığı
kabul edilen üç mektup, esas olarak, Hz. İsa’nın kimliği
konusunda bu bölgede doğmuş olan yanlış kanaatlere bir cevap
niteliği taşımaktadır. Aynı havarinin adını taşıyan Yuhanna
İncili ise Ephesos cemaati tarafından işlenip, geliştirildikten
sonra, 90 yıllarında ortaya çıkmıştır. Bu metin, öteki üç
İncil’de tekrarlanan tarihi materyale büyük ölçüde benzeyen
unsurlar içerir. Farklılığı, Hz. İsa’nın mücadelelerinden
ve çektiği sıkıntılardan söz eden kısımlarındadır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Günümüzde mevcut dört İncil’in
kaynağı, Hz. İsa’nın sözlü olarak aktarılan konuşmaları ve
hayat hikâyesidir. Bu İncillere esas teşkil eden materyal 30-40
yıl boyunca sözlü olarak muhafaza edildikten sonra, bazı
cemaatlerin temsilcileri tarafından derlenerek kaleme alınmıştır.
Her bir İncil yazarı, belli bir cemaatin sözcüsü konumundadır
ve kendi kişisel tercih, kabiliyet, yaşantı, birikim ve üslûp
özellikleri çerçevesinde kendi metnini hazırlamıştır.</span></div>
<div class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
Hıristiyanlığın
temel öğretilerinin biçimlenme süreci, İncillerin yazılışından
sonra da devam etti ve ancak 4 asır içinde tamamlanabildi.
Günümüzde Hıristiyanlığın temel literatürü “Eski” ve
“Yeni” ahit olarak adlandırılan iki koleksiyona dayanır. Eski
Ahit, Musevilerin ve daha önce yaşamış bazı toplumların
peygamberlerine Tanrı tarafından bin yılı aşan bir dönem
boyunca indirilen çeşitli metinlerin bir değerlendirmesi olup,
bugün için Tevrat’a tekabül eder. Yeni Ahit terimini ise ilk
defa 200 yılında Tertullianus kullanmıştır. Kilise öğretisinin
henüz kesinleşmemiş olduğu bu tarihlerde özellikle havarilerin
adlarını taşıyan pek çok İncil metni ve mektubunun ortaya
çıkması, tüm Hıristiyanlar için bağlayıcı nitelikte olduğu
kabul edilecek kutsal metinlerin seçilip, derlenmesini zorunlu
kılmıştır. Heretik akım taraftarlarının Eski Ahit ile Yeni
Ahit’in büyük bölümünü reddetmeleri, bağlayıcı Yeni Ahit
metinlerini tespit sürecini hızlandırdı. Özellikle “İbranilere
mektup, Yakub’un Mektubu, Petrus’un II. mektubu, Yuhanna’nın
II. ve III. mektupları ile Vahiy” adlı metinler, üzerinde en çok
tartışılan hususlar oldu. Bu arada Clemens’in I. ve II.
mektupları, Didakhe, Hermas’ın Çobanı ve II. Esdras gibi bazı
metinler, değişik dönemlerde bağlayıcı bölüme dahil edildi.
Yeni Ahit metinlerinin “Kanonik” (güvenilir ve gerçek) olarak
seçilen bölümünün listesi ancak 4. yüzyılda kesinleşti.</div>
<div class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
Buna göre
Yeni Ahit şu 27 metinden oluşmaktadır: “1-) Matta İncili,
2-) Markos İncili, 3-) Luka İncili, 4-) Yuhanna İncili, 5-)
Habercilerin İşleri, 6-18-) Paulus’un 13 Mektubu, 19-) İbranilere
Mektup, 20-) Yakub’un Mektubu, 21-22-) Petrus’un 2 Mektubu:
23-25-) Yuhanna’nın 3 Mektubu, 26-) Yahuda’nın Mektubu, 27-)
Vahiy.”
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> 4. yüzyıl sonuna kadar kilise
yetkililerinin çeşitli nedenler ve değişik ölçülerle Kanonik
bulmadığı başlıca Hıristiyan metinleri de şunlardır:
(Günümüze ulaşmamış olan) Gnostik Metin, Yetkinlik İncili,
Hakikat İncili, Yahuda (İskariyot) İncili, Petrus İncili, Filip
İncili, Tommaso İncili, Barnabas İncili, Andreas’ın ve
Matthias’ın İşleri, Paulus ile Thekla’nın İşleri, Barnabas,
Bartolomenios ve Yuhanna’nın Serüvenleri, Havarilerin Mektupları,
Paulus’un İskenderiyelilere Mektubu ve Petrus’un Vahyi.” </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Hz. İsa’nın esas olarak, çok ağır
ve zorlu olan bazı hükümlerini değiştirdikten sonra, Eski Ahit
çerçevesinde hareket ettiği anlatılır. Hıristiyanlık
öğretisindeki Eski ve Yeni Ahit terimleri, Hz. İsa’nın tebliği
ile, Tanrı’nın İsrailoğulları’yla yapmış olduğu eski
antlaşmanın nihayete erdiği ve Tanrı ile tüm insanlar arasında
yeni bir antlaşma döneminin başlamış olduğu inancından
kaynaklanır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> İncil metinlerine göre Hz. İsa’nın
öğretisinin odağında, “Göklerin Egemenliği”nin (kıyametin)
artık çok yaklaşmış olduğu bildirisi ve tövbe çağrısı yer
almaktadır. Tanrı, yüreği şefkatle dolup, taşan bir kurtarıcı
olarak tüm insanlığa yönelmiş durumdadır. Dönemin insanına
düşen de bu çağrıyı ebedi kurtuluşu için bir fırsat bilip,
Hz. İsa’ya tüm varlığıyla bağlanmaktır.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Hz. İsa’nın gerçekleştirdiği
mucizeler ve getirdiği sevgi yasası da, Tanrı’nın egemenliğinin
artık çok yaklaştığının delilleriydi: ”–Eğer ben,
Tanrı’nın kudretiyle cinleri kovuyorsam, o hâlde, Tanrı’nın
hükümranlığı artık sizlere kadar ulaşmış demektir!” (Luka
11:20). Hz. İsa’nın tövbe çağrısı, insanları geçmişe veya
kendisine yöneltmeyi değil; geleceğe, Tanrı’nın krallığına
hazırlamayı amaçlıyordu. (Matta 4:17) Bu nedenle Hz. İsa, Tevrat
şeriatinin bazı katı biçimsel kurallarını iptal ederek
dikkatleri, onun asıl mesajı olan “Tanrı iradesine ve yaratılış
amacına” yöneltmekteydi. Artık Tanrı insan soyundan, kayıtsız
ve şartsız bir şekilde ancak ve ancak kendisine bağlanmasını ve
sonsuz sevgisine yönelmesini beklemekteydi. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Hıristiyanlık
öğretisi, temelde tek Tanrı inancına dayanır. Fakat kaynağı
tartışmalı olan teslis veya üçleme adlı bir inanç daha sonra
Kanonik addedilen literatürde kendisini göstermiştir. Dinler
tarihi alanında teslis öğretisinin orijinine yönelik olarak
yapılan hemen tüm çalışmalar, bu inancın geriye yönelik
izlerinin odağında Paulus ( İbranice’de <i>Saul</i>)
adlı kişinin bulunduğuna işaret etmektedir. Ancak Paulus baş
mimarı olmakla birlikte, bu yapıyı tek başına kurmuş değildir.
Konuya yönelik olarak dinler tarihi uzmanlarının yaptığı
araştırmalar sonunda Paulus’a, “<i>farklı çevre,
gelenek ve inançlara mensup bir mimarlar ve</i>
<i>işçiler grubu(!)</i>”nun
da yardım etmiş olduğunu gösteren bulgulara rastlanmıştır.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Paulus, hem bir ticaret hem de bir
kültür merkezi olan Tarsus’a yerleşmiş bir Yahudi ailesine
mensuptu. Tarsus’ta, Stoacı öğretinin merkezlerinden biri olan
ünlü bir düşünce okulu da mevcuttu. Bu ortamda yetişen Paulus,
başlangıçta Hıristiyanlığa en şiddetli şekilde muhalefet eden
kişilerden biri olmuştu. Hıristiyanların çok ağır şekillerde
cezalandırılmasına yönelik eylemlere bizzat katılmıştı. Yine
bu amaçla Şam’a doğru yola çıkan Paulus, şehre vardığında,
başından geçtiğini iddia ettiği garip bir hikâyeyi oradaki
Hıristiyanlara anlatarak, artık kendisinin de bu yeni dine inanmaya
başladığını söyledi. Hikâye şöyleydi: “Gökte ansızın
büyük bir nur parlamış ve sonra yere inerek Paulus’a şöyle
seslenmiştir: ‘ – Saul, Saul, niçin bana eziyet ediyorsun?’
Paulus irkilerek sorar: ‘–Ya Rabb, sende kimsin?’ Işıktan
cevap gelir: ‘-Ben, düşmanlık ettiğin İsa’yım. Artık
yeter, kalk ve şehre gir, orada yapman gerekenler sana
bildirilecektir!’ ” Böylelikle ilahi bir görev üstlenmiş
olduğunu iddia eden Paulus, gelecekte kanonik sayılacak olan
literatürün tamamına nüfuz edecek teslis inancının alt
birimlerini sentezlemeye koyulur. Yeni Ahit’te yer alan
“Galatyalılara Mektubunda” bu misyona dair yetkisinin kaynağını
da şöyle açıklar: “-Artık yaşayan, ben değilim; bende
yaşayan Mesih’tir”. Ve Paulus, teslis öğretisine esas
oluşturan yazılarını yazmaya ve orijinal Hıristiyan öğretisinde
bulunmayan bu fikirleri, çevrede yaşayan topluluklara telkine
başlar. Öğretinin temeli, “Mesih’in insan soyunun kaderini ve
kurtuluşunun bedelini bütünüyle üstlenmek için Tanrı’nın
bir insan bedenine bürünmüş hâli” olduğu iddiasına
dayanmaktadır.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Prof.
C. Sunar, Paulus’un bu katkısını felsefe tarihi açısından
şöyle yorumlar: “<i>Hıristiyanlığın
Yunan dünyasından yaptığı bu alıntı, esas olarak Orphic
kaynaklıydı. Bu öğreti, ‘önce ölen ve sonra tekrar dirilen
bir Tanrı’dan söz eden bir mite dayanır. Buna göre, Tanrı’nın
söz konusu bu acılı eylemine iştirak eden insanlar da onun gibi,
tekrar dirilme şansını kazanır. Bu mit Hıristiyanlığa, Hz.
İsa’nın aynı şekilde ölen ve sonra tekrar dirilen bir Tanrı
olduğu iddiasıyla aktarıldı. Benzer şekilde, ona ibadet eden
insanların da öldükten sonra tekrar dirilterek ebedi bir hayata
mahzar edilmekle mükâfatlandırılacağı öne sürüldü. Yunan
dünyasına ait bu öğretinin, özellikle Paulus tarafından büyük
bir başarıyla Hıristiyan dünyasına empoze edilmesiyle bu görüş,
bu dinin temel esaslarından biri hâline geldi.</i>”</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Başlangıçta,
Yahudi toplumunun ileri gelenlerinin de etkisiyle Roma İmparatorluğu
yöneticileri, hakimiyetleri altındaki topraklarda doğup, gelişen
Hıristiyanlığa karşı çok sert bir tepki ve muhalefet
gösterdiler. Fakat en sert ve acımasız saldırılara rağmen bu
yeni din yayılmaya devam etti. Sonunda öyle bir noktaya gelindi ki,
Romalı idareciler hakimiyetlerini sürdürebilmek için
Hıristiyanlara giderek daha ılımlı ve iyi davranma mecburiyetini
hissetmeye başladılar. Ve nihayet 313’te imparator
Constantinus’un Hıristiyanlığı benimsemesiyle Hıristiyanlar ve
kilise, devlet çapında örgütlenmeye koyuldu. Bu yeni süreçte
kilisenin gücü zamanla arttı ve bu gelişme; kilise, Roma’nın
diğer tüm resmi kurumlarıyla başa baş mücadele edebilecek bir
konuma ulaşana dek sürdü. </span>
</div>
<div class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
Roma
imparatorluğu, “kavimler göçü”nün etkisiyle yıkılıp,
parçalandığında, devletin kültürel birikimi, bir süre boyunca
sahipsiz ve korumasız kalma, hatta unutulma tehlikesiyle yüz yüze
gelmişti. Bu dönem içinde Roma dünyasının kültürel birikimini
koruma fonksiyonunu kilise yerine getirdi. Çünkü yıkılan Roma
imparatorluğunun ayakta kalmayı başaran tek kamu kurumu kilise
idi. Kavimler göçüyle tarih sahnesine çıkan birçok yeni topluma
ve ulusa Greko-Romen kültürü, kilise aracılığıyla tanıtıldı
ve benimsettirildi.
</div>
<div class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
Kilise, resmi
öğretisini belirlerken, eski Yunan felsefesinden büyük ölçüde
yararlanmıştı. Ancak antik Yunan felsefi birikimi Hıristiyanlığa
transfer edilirken, kilise liderleri son derce seçici ve politik
davranmışlardır. Zamana göre tercih edilen veya popüler olan
filozof değişse de, kilise önderlerinin bu tavrı daima aynı
şekilde devam etmiştir. Bu stratejiye göre, filozofların
kilisenin o dönemde savunduğu fikir ve inançlara paralel olan
görüşleri alınıp, Hıristiyanlığın resmi öğretisini
şekillendirmekte veya muhaliflerin tenkitlerini cevaplamakta
kullanılırken; filozofların, kilisenin o dönemde benimsemekte
olduğu inançlara aykırı bulunan görüşleri ise gizlenmekte ve
unutulmaya terk edilmekteydi. Aristoteles’in Hıristiyan dünyasında
uzunca bir dönem sadece bir mantıkçı olarak tanınması ve
bilinmesi; bu sürecin işleyiş şekline ve sonuçlarına ilginç
bir örnek teşkil eder. Bu dönem boyunca Aristoteles’in eserleri
ve fikirleri arasından sadece mantıkla ilgili olanlar âdeta
cımbızla çekilir gibi ayıklanarak alınmış, geriye kalan asıl
büyük kısım ise sansür edilmişti. Platon’un
Hıristiyanlaştırılması ise çok daha kolay ve kapsamlı olarak
gerçekleştirilmişti.
</div>
<div align="CENTER" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" class="western">
<i><b>Orta Çağ Felsefesi</b></i></div>
<div align="CENTER" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
Orta Çağ
felsefesi başlangıçta, Hıristiyan kilisesinin dini inanç
esaslarını antik felsefeden yararlanmak suretiyle desteklemek ve
savunmak amacıyla kullanma çabaları sonunda ortaya çıkan
dini-felsefi spekülasyonlardan ibaretti. Kilise yetkilileri, hem
dinde hem de antik felsefede her şeyin en mükemmel bir şekilde ele
alınıp, ortaya konmuş ve son sözlerin söylenmiş olduğu
varsayımıyla hareket ettikleri için bu dönemin entelektüel
hayatı, yenilik ve orijinallikten yoksun statik bir durum arz eder.
</div>
<div class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
Bazı düşünce
tarihçileri, Orta Çağ felsefesinin I. Justianus’un Atina’da
Akademia’yı kapattığı 529 yılında başladığını kabul
eder. Ancak araştırmacıların çoğu, J. S. Erigena’yı
(810-877) Orta Çağın en büyük filozofu ve Charlemagne’nin taç
giyme tarihi olan 800 yılını da Orta Çağ felsefe geleneğinin
başlangıcı olarak görürler. Bu kanaatte olan tarihçiler, 476’da
Roma’nın düşüşünden 800’de Charlemagne’nin
imparatorluğunun başlamasına kadar geçen dönemi, entelektüel
bir durgunluk dönemi olduğu için “karanlık çağ” olarak
nitelerler. Onlara göre, Charlemagne’nin eğitim görev ve
yetkilerini kilise görevlisi hocalara, yani skolastiklere
(schola=okul) vermesiyle, felsefe tarihinde yeni bir dönem başlamış
oldu.</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Orta Çağ felsefesi, genel çizgileri
bakımından iki ana döneme ayrılabilir. Orta Çağın başlarından
1200 yılına kadar süren birinci dönem, esas itibariyle Platoncu,
daha doğrusu Yeni Platoncu bir renk taşır. Bu dönemin felsefesi
oluşturulurken, Aristoteles’in özellikle “mantık” ile ilgili
görüşlerinden de faydalanılmıştır. Ancak Aristoteles’in
mantık, retorik ve estetik gibi dini bakımdan nötr konular
dışındaki fikirleri, kilise dogmalarına uygun bulunmadığından,
göz ardı edilmişlerdir. Orta Çağ felsefesinin 12. ve 15.
yüzyıllar arasındaki ikinci dönemi ise bariz bir şekilde
Aristoteles felsefesi tarafından şekillendirilmiştir. </span>
</div>
<div class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
Orta Çağda
felsefi etkinliklerin merkezleri kiliselerle manastırlar olduğu
için bu çalışmaların tamamı din adamlarının mutlak otoritesi
altında gerçekleştirilmekte ve ele alınan konular da, İncil ile
antik felsefenin kilisece onaylanmış kısımlarıyla
sınırlandırılmaktaydı.</div>
<div class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
Bu şekilde,
çoğu ansiklopedik ve didaktik özellikte olan birçok kitap kaleme
alınmıştır. Bunlar genelde manastırlardaki din adamı adayı
öğrenciler için ders kitabı olarak hazırlanmışlardı. Ders
kitapları genelde; gramer, diyalektik, retorik, aritmetik, geometri,
astronomi ve müzik olarak yedi konuda yazılmaktaydı. Bu dersler;
ilki “gramer, diyalektik ve retorik” (<i>Trivium=Üçlü)</i> ve
diğeri de “aritmetik, geometri, astronomi ve müzik”
(<i>Quadrum</i>=<i>dörtlü</i>) olmak üzere başlıca iki ayrı
kategoride işlenirdi.</div>
<div class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
Tüm bu
etkinliklerde amaç, Hıristiyan dogmalarını akıl ve bilgi
yoluyla savunmak, açıklamak ve geliştirmekti. “İnancı”
düşünme eyleminin ilk basamağına yerleştiren bu yaklaşım,
“anlamak, kavramak ve gerçeğe ulaşmak için inanmaktayım”
ifadesiyle sloganlaştırılmıştı. Buna göre, kilise dogması
önce iman ile kabul edilecek; sonra da akıl ve bilgiyle aydınlığa
kavuşturulup, kavranılacaktır.</div>
<div class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
Skolastizmin
ilk dönemlerinin en ünlü temsilcisi olan Anselmus’un (1035-1109)
felsefesi, tümel kavramların, insan bilincinin dışında da bizzat
mevcut olduklarını varsayan “kavram gerçekçiliği”nin tipik
bir örneğidir. Ona göre, tümel kavramların nesnel gerçekliğinden
şüphelenmek, iman ile aklın yani din ile felsefenin uyumunu bozar.
Çünkü, iman esasları, ancak bu çerçevede kavranılabilir.
Nitekim, Tanrı’nın varlığını göstermek için Anselmus, bu
yaklaşıma dayanan “<i>ontolojik ispat</i>” tekniğini
gelişmiştir.
</div>
<div class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
Anselmus’un
felsefesine bir tür tepki olan Adcılık (Nominalizm) öğretisinin
Orta Çağdaki ünlü temsilcisi Roscellinus (1050-1125) ise tümel
kavramların kendi başlarına var olan reel nesneler olmadığına
işaret ederek, bunların ancak benzer nesneleri ifade için insan
zihni tarafından oluşturulmuş adlardan (nomen) ibaret olduğunu
vurgulamış, gerçek mevcudun, ancak tek tek varlıklar
olabileceğini belirtmiştir.
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Skolastik eğitimciler “lektio”
(ders) uygulamasında öğrencilerine, programda yer alan konuyu
anlatırlar, sonra “disputatio” (tartışma) kısmında bunları
öğrencilerle karşılıklı olarak müzakere ederler ve nihayet
“summa” (özet) bölümünde de en önemli noktaları
vurgularlardı. </span>
</div>
<div class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
Eğitimin amacı
ve metodu hususunda ortak bir yaklaşım benimsenmiş olmakla
birlikte, kabul edilen temel öğretilerdeki bazı farklılıklar
nedeniyle uygulamada bazı değişik skolastik akımlar ortaya çıktı.
Bunların en yaygınlarından ikisi, Duns Scotus’un (1270-1308)
izleyicileri olan Fransiskenler ile Aquino’lu Tommaso’nun
(1225-1274) takipçileri olan Dominikenlerdi. Fransiskenler,
Tanrı’nın mutlak ve özgür iradesiyle yaratmış olduğu
kâinatta tam ve kesin deterministik nedenlerinin bulunamayacağını
vurgulamaktaydılar. Dominikenler ise aklın Tanrı’nın
yaratmasında esas belirleyici unsur olduğunu ve kâinatın
akliliğinin-yani muhtemel biçimler arasında en uygununa sahip
bulunuşunun-bunun delilerinden biri olduğunu belirtmekteydiler.</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Tommasoculuk
olarak da adlandırılan ikinci görüş zamanla üstün geldi ve
Aquino’lu Tommaso’nun “<i>Summa
Theologica</i>”sı
skolastizmin temel eseri sayıldı. Bundan sonra skolastizmde başlıca
etkinliğin, Tommaso’nun bu kitabı hakkında yorumlar yapmaktan
ibaret olduğu bir dönem başlamış oldu.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Scotus ve Tommaso arasındakine benzer
tartışmalar, çok daha sonraki tarihlerde zaman zaman diğer bazı
düşünürler arasında tekrarlanmıştır. Meselâ, Alman
idealistlerinden Schopenhauer’ın özgür-iradeciliği ile Hegel’in
tümel mantıkçığı, bunun bir örneğidir. Schopenhauer’ın
Scotus’un iradeye öncelik veren görüşlerinin etkisini taşıyan
felsefi yaklaşımı “Volantarizm” olarak adlandırılır.
“İradecilik” ismiyle de bilinen bu yaklaşıma göre gerçeğe;
düşünce ve aklın değil, ancak iradenin eğilim ve özellikleri
göz önünde bulundurulmak suretiyle ulaşılabilir. Schopenhauer bu
çerçevede tüm varoluşu, yaşama ve yaşatma tasavvuru veya
arzusunun bir tezahürü olarak mütalâa etmiştir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Aquino’lu
Tommaso, skolastizmin ikinci, yani Aristotelesçi dönemini başlatan
ve Katolik ilahiyatını sistemleştiren kişi olarak kabul
edilebilir. İlk olarak Napoli üniversitesinde öğrenciyken Arapça
ve Yunanca’dan çevrilen bilimsel ve felsefi eserleri okuma fırsatı
bulan Tommaso, o sıralarda yeni<span style="color: white;">.
</span>yeni yaygınlaşmakta
olan Dominiken tarikatına katılır. Daha sonra, Paris’teki Saint
Tacques manastırına gider. Dominikenlerin üniversitesi
niteliğindeki bu eğitim merkezinde, Albertus Magnus’un derslerini
izler. Buradaki eğitimin Tommaso’nun görüşleri üzerinde çok
derin etkileri olmuş ve zihninde; skolastizmin birinci dönemi ve
Hıristiyanlığın ilk 12 asrı boyunca hakimiyetini sürdürmüş
olan Platonculuğa karşı, Aristotelesçi bir felsefenin genel
çerçevesi şekillenmiştir. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Bu
dönemde, Hıristiyan dünyasının, parlak İslâm uygarlığı ve
felsefesiyle ilişkileri de giderek artmaktaydı. Ancak tutucu
Hıristiyanlar arasında, önemli bir kısmı kendilerine Müslüman
düşünürlerin eserleri vasıtasıyla ulaşan Aristoteles’in
metafizik, tabiat ve teolojiyle ilgili öğretilerine karşı büyük
ve yaygın bir tepki de oluşmaya başlamıştı. Kilise yetkilileri;
gençleri baştan çıkardığı iddiasıyla bu tür tabiatçı ve
rasyonalist öğretilere karşı, sonunda bir savaş açtı. Ama
bütün bunlara rağmen, Tommaso ve hocası A. Magnus cesaretle
Aristoteles’in eserlerini okumaya ve okutmaya devam ettiler ve
derslerinde Aristotelesçi görüşleri hiç çekinmeden
öğrencilerine anlatmaya başladılar.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Aslında, o yıllarda, kırsal
bölgelerden kentlere göç hızlanmış, teknik gelişmeler sosyal
ve ekonomik hayatı etkilemeye başlamıştı. Böyle bir ortamda,
özellikle yeni kuşaklar, dünya hayatını tamamen aşağılayan
mevcut dogmalara içten içe bir tepki göstermeye ve akıl ya da
felsefe yoluyla tabiata hakim olmanın gereğini dile getirmeye
başlamışlardı. Bu eğilimler, Aristoteles felsefesine gösterilen
ilginin artmasıyla sonuçlandı. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Artık, Avrupa’nın önemli kültür
merkezlerinde Aristoteles öğretisinin kaynak eserleri olan Müslüman
düşünürlerin kitapları, geniş ölçüde okunuyor ve bu çevreler
üzerinde etkili oluyordu. Özellikle İbni Rüşd’ün görüşleri,
yorumları ve yaklaşımları 1266’dan sonra taraftar bulmaya
başladı. Tommaso, henüz şartlar olgunlaşmadığı için
Augustinusçu Aristoteles eleştirileriyle İbni Rüşd yanlıları
arasında bir süre tarafsız kaldı. Ancak kilise bu gelişmeler
karşısında tavrını iyice sertleştirdi ve İbni Rüşdçülük
1270’de aforoz edildi.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Tommaso, buna rağmen adım adım
Aristotelesçi öğretiler üzerinde yeni bir skolastik anlayış
geliştirmeyi sürdürdü. Buna göre teoloji, bir “bilim”di,
ancak Tanrı tarafından açıklanmış oldukları için kesin bir
şekilde kabul edilmesi gereken bilgileri içermekteydi. İlahiyatçı
önce “inanç” tan hareket eder, sonra akıl yoluyla dinin bu
dogmalarını açıklayıp, yorumlardı. Oysa bir filozofun tek
dayanağı ise aklın gücüydü. Tommaso, aklın kendine has
kuralları olmakla birlikte, tamamen dinin sınırları içinde
kalmasının mümkün olduğunu öne sürdü. Bu yaklaşımda
tabiatın yapısındaki aklilik ve tutarlılık da önemli bir
konuma sahiptir. Tommaso’ya göre tabiatın deterministik
yasalarını bulmaya yönelik bir felsefi etkinlik, sonunda, ilahi
logosa uygun bir bilgiler topluluğuna ulaşmayı mümkün
kılacaktır. O güne kadar hakim olan ve tamamıyla tabiat üstü
dünyaya yönelik olan yaklaşım, insanlarda zihinsel bir
karışıklığa yol açmıştı. Artık, tabiata ait doğru bilgiler
de dindeki yerini almalı ve insan Tanrı’ya daha akılcı
yollardan ulaşmalıydı.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Ancak tutucu Hıristiyanlar, tabiatta
bazı zorunlu yasaların bulunduğu görüşüne; bu yaklaşımın,
“kişisel sorumluluk duygusunu ortadan kaldıracağı ve ilahi
taktire olan inancı sarsacağı” gerekçesiyle karşı çıktılar.
Tommaso bu itiraza, “insanın özgürlüğünün akli bir olgu
olarak savunulabileceğini, ama tabiattaki determinizmin de kabul
edilmesi gerektiğini” söyleyerek karşılık verdi. Tanrı,
yarattığı her şeyi harekete geçirmişti, ama onun kâinattaki bu
yüce yönetimi de zaten onun ilahi takdirinin yasalarına göre
gerçekleşmekteydi. Bu ilahi takdir çerçevesinde her varlık,
kendi tabiatına uygun şekilde davranmaktadır. Bu özellik, en
ideal şekline akıllı varlık “insan”da ulaşmıştır.
İnsanın, kendi zihinsel, fiziksel ve iradi varoluşunda kendi
hareketini kendisinin belirlemesi esnasında bir yandan da Tanrı ile
ilişki içinde bulunması, onun “özgürlüğünü” kısıtlamak
şöyle dursun, tam aksine, onu olması gereken ideal niteliğe
ulaştırır.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Tommaso, 1277’de İtalya’daki
Napoli üniversitesinde Dominiken bir fakülte kurdu ve aynı yıl
içinde orada dersler vermeye başladı. O yıllarda yaygın olan
ruh-beden ilişkisi tartışmalarına da katılan Tommaso ruhun,
bedenin “form”unu teşkil ettiğini savunan Aristotelesçi
öğretiden faydalandı. Tommaso, Ocak 1274 de zamanın Papa’sının
daveti üzerine Lyon Konsiline giderken, yolda hastalandı ve öldü.</span></div>
<div class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
1277’de
Paris’te, kilisenin en yüksek yargı organının aforoz ettiği
219 önermeden 12 tanesi Tommaso’ya aitti. Ancak 46 yıl sonra,
isminin azizler listesine alınması ve Trent Konsili’nde
öğretisinin aklanmasıyla Tommaso’nun ünü, yaşadığı dönemle
kıyaslanamayacak kadar artmış oldu. 1400 yılından itibaren de
bir grup yorumcunun, eserlerini sistemli bir şekilde inceleyerek,
onların “inanç ile felsefe arasındaki ilişkiyi ortaya koyuş
tekniğinin, bireyi ön plâna çıkarışının ve Tanrı’nın
arzusunu izah ediş biçiminin” ne kadar önemli ve mükemmel
olduğunu gösteren sonuçlara ulaşmalarıyla, Tommaso öncesi
dönemde sakıncalı bulunan Aristotelesçi görüşler, kilisenin
temel öğretileri arasına katıldı. Bu benimseyiş öylesine
güçlüydü ki artık Aristoteles felsefesine karşı çıkmak
Hıristiyanlığa karşı çıkmakla bir tutulur olmuştu.</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Skolastizmin bu döneminde, Tommaso’nun
akılcı yaklaşımına rakip “iradeci” bir öğreti
sistemleştirmiş olan Duns Scotus ise; iradenin, hem Tanrı’da hem
de insanda, akıldan daha öncelikli bir yere sahip olduğunu iddia
etmiştir. Scotus’a göre eğer bu böyle olmasaydı, irade
özgürlüğünden söz edilmezdi; çünkü o zaman irade, bir dış
etken olan aklın kontrolüne girmiş olurdu.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Scotus’a
göre “<i>Tanrı ister, ve
o şey olur. Tanrı özgürce seçer. Sonra O’nun bu özgür
seçimi, tüm ‘varlık’ için ölçü ve referans olur. Tanrı
kâinatı, mevcut şekliyle, özgürce yaratmıştır. Eğer istemiş
olsaydı, kâinatı çok farklı bir şekilde de yaratabilirdi.
Aquino’lu Tommaso’nun, kâinat’ın mevcut biçiminin mümkün
olanın en mükemmeli olduğu nitelemesi doğru değildir. Tanrı’nın
iradesi özgür olduğu ölçüde “kavranılmaz” dır da. Bu
nedenle akıl, Tanrı’nın eylemlerini tam olarak açıklanmasında
hiçbir zaman yeterli olmayacaktır. Bu nedenle insan, tabii olguları
incelerken, onları deterministik kalıplar içine sokmaya
çalışmamalı sadece ampirik yönlerini ifadeyle yetinmelidir. Hiç
unutulmamalıdır ki bunlar zorunlu bağlantılar değildir, eğer
Tanrı isteseydi onlara çok farklı özellikler de verebilirdi</i>.”</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Scotus, sadece bilimin değil, ahlâkın
yasalarının da Tanrı’nın iradesine bağlı olduğunu belirtir.
Çünkü bir şey eğer iyiyse bu, Tanrı’nın mutlak iradesi öyle
olmasını istediği için iyidir ve Tanrı’nın iradesi daima
iyilik yönünde tecelli eder. Bunda bazı ahlâki zorunluluk
prensiplerinin hiçbir etkisi yoktur. Benzer şekilde insan hür
olduğuna göre, kişisel çabalarıyla kurtuluşa ulaşması mümkün
ve hatta gereklidir. Bu nedenle de kilisenin aracılığına hiçbir
şekilde ihtiyacı yoktur.</span></div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> Scotus’un öğrencilerinden Ocham’lı
Wiliam, biraz zorlamayla da olsa, hocasının öğretilerini saf bir
Adcılık felsefesine dönüştürmüştür. Bazı çevrelerce “İlk
Protestan” olarak nitelenen William’ın bilim ve felsefeyle
ilgili görüşleri, Rönesans hareketinin alt yapısının
hazırlanmasına önemli katkılar sağlamıştır. </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
</div>
<div class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<br />
<div align="CENTER" style="page-break-after: avoid;">
</div>
<div align="CENTER" style="page-break-after: avoid;">
</div>
<div align="CENTER" style="page-break-after: avoid;">
</div>
<div align="CENTER" style="page-break-after: avoid;">
</div>
<div align="CENTER" style="page-break-after: avoid;">
</div>
<div align="CENTER" style="page-break-after: avoid;">
</div>
<br />
<div class="western" style="margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/08771548937362766328noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2675560924338633401.post-4377091490932976302015-03-27T23:02:00.002-07:002015-03-27T23:02:51.051-07:00Bilimde Alternatif Arayışlar<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<br /></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Modern
bilim ve izlemiş olduğu gelişim çizgisi, zaman zaman değişik
kesimlerce, farklı nedenlerden dolayı eleştirilmiştir. </span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><u>Oldukça
iddialı bir başlangıç yapmış olan “fenomenoloji” ve
“varoluşçuluk” okullarında hakim bilimsel metot, genelde
“hermönetik”tir. </u></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Ancak
ne yazık ki bu çizgiye mensup düşünürler, diğer yaklaşımları
şiddetle tenkit etmekle beraber, kendileri ortaya etkin ve
kullanışlı alternatif bir bilim modeli ya da yöntemi
koyamamışlardır. Bu ekol mensuplarına ait tüm literatür;
“benzer yaklaşımları savunan düşünürlerin kimi zaman
birbirlerine, çoğunlukla da olgucu bilim anlayışına
yönelttikleri yoğun eleştiriler” ve “usûl üzerine sonu
gelmez tartışmalar” ile “sadece W.Dilthey, E. Cassirer, H.
Rickerd ve J. Habermas gibi sayılı birkaç üretken düşünürün-onlar
da ancak konuya giriş niteliğinde olan-bazı yazılarından
yapılmış alıntılardan” ibarettir. Bu gruptan J. </span></span><span style="color: black;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Habermas’ın
en belirgin özelliği, hermönetik ve pozitivizmi uzlaştırarak,
aralarındaki çekişmenin ve rekabetin üstesinden gelme yönünde
sarf etmiş olduğu yoğun çabadır..</span></span></span></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Ülkemizde
bu anlayışı savunanların önde gelenlerinden Prof. D. Özlem, E.
Ströker’in “Bilim Kuramına Giriş”</span></span><sup><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>16</b></span></span></sup><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">
adlı eserinin tercümesine yazdığı önsözde konuyla ilgili
görüşünü şöyle dile getirir: </span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>“</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><u><b>Geçen
yüzyıldan bu yana bilim felsefesinde, birbirinden oldukça kopuk
iki gelenek var olmuştur. Birincisi, 1920’lerde içlerinde;
Carnap, Schlick ve diğer bazı filozofların yer aldığı Viyana
Çevresi’nden kaynaklanan ve “bilim” kavramını büyük ölçüde
“tabiat bilimi” örnek ve modeliyle sınırlayan bir “tabiat
bilimleri felsefesi” olarak gelişmiştir. İkincisi ise, ortaya
çıkışı ve gelişimi geçen yüzyılın son çeyreğine ve
özellikle Dilthey’a dayanan ve “sosyal bilimler”, “kültür
bilimleri”, “tin bilimleri” ve benzeri adlarla anılan bilimler
grubunu ele alan ve günümüzde önemli bir koluyla hermönetik
bilim felsefesini de içeren gelenektir. Ülkemizde Anglo-Amerikan
felsefesinin etkisindeki kişilerin çabalarıyla, bu geleneklerden
ilki yaygınlık kazanarak uzun bir süre sanki tek ve biricik bilim
felsefesi olarak kabul görmüştür. Ancak son yıllarda benim de
aralarında bulunduğum bir grup felsefecinin ve felsefeyle ilgilenen
bazı sosyal bilimcilerin gayretleriyle ikinci gelenek çerçevesinde
gerçekleştirilen çalışmaların arttığı görülmektedir</b></u></i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>.”</i></span></span></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Hermönetikle
ilgili literatürün ve bu husus üzerindeki çalışmaların geçmişi
oldukça eskilere uzanır. Hermönetik teriminin, Yunanca’da bir
şeyi açık kılmak, bir mesajı bildirmek ya da yorumlamak
anlamlarına gelen “hermeneuein” fiilinden türetildiği
söylenir. Terimin etimolojik olarak, Yunan mitolojisindeki tanrılar
(?!) ile insanlar arasında elçilik yapan Hermes ile de bağlantısı
vardır. Çünkü bazı kültürlerde, Hermes’in Tanrı’dan
aldığı mesajı ilgili kişiye ulaştırırken, daha iyi kavraması
ve anlaması için onu yorumlayıp, açıkladığına inanılırdı.</span></span><sup><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>17</b></span></span></sup></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Daha
sonra Aristoteles, Organon’un ikinci kitabı olan “Peri
Hermenias”ta (Yorum Üzerine), anlamlara dayanarak önermeler
aracılığıyla çıkarım yapma biçimlerini ele alarak, bir bakıma
çağdaş “yorumbilim”e öncülük etmiştir. Daha sonra 17.
yüzyılda hermönetik ya da yorumbilim kelimesi; “Kitabı Mukaddes
metinlerinde bulunduğu varsayılan ‘örtü’nün, Tanrı
mesajının üzerinden kaldırılmasında kullanılan teknik”
anlamını kazanmıştır. Terimi günümüzdekine yakın bir
bilimsel yöntem manâsında kullananların başında F.
Schleiermacher (1768-1834) gelir. Schleiermacher’in bu yöntemle
ilgili önerileri, “hermönetik daire” adlı kavramın da
esaslarını oluşturmuştur. </span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Hermönetik,
bu alternatif bilimsel akımın en önde gelen ve en üretken
düşünürlerinden W. Dilthey tarafından yeni bir bilimsel
yaklaşımın araştırma ve çalışma yöntemi olarak
tanımlanmıştır. </span></span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Dilthey
1920’li yıllarda yayımlanan eserlerinde toplum ya da insanla
ilgili bilgi üretme tarzının, tabiat hakkında bilgi üretmekten
kesin ve açık bir şekilde farklı olması gerektiğini öne
sürmüştü. Çünkü ona göre, insan ile ilgili araştırmalarda
bilginin öznesi ile nesnesini birbirinden ayırmak mümkün
değildir. Bu noktadan hareketle Dilthey, tabiat hakkındaki bilgi
dağarcığımızı büyük bir hızla zenginleştirmekte olan
pozitivist yaklaşımın, insan ve toplum bilimlerinde işlevsiz
kalacağını iddia eder. Dilthey’a göre, insanlar kendileri ve
toplumla ilgili açıklamalarında, aslında sadece birtakım
yorumlar yapmaktadırlar. Böyle bir yorum da esas olarak onu yapan
kişinin içinde bulunduğu sosyal ortamın ve geçmişin etkisi
altındadır.</span></span><sup><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>17</b></span></span></sup></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Böylece
beşeri bilimleri hermönetik, yani yorumlayıcı bilimler olarak
niteleyen Dilthey, bu bilimlerde kullanılması gereken yöntemi de
tabiat bilimlerininkinden kesin bir şekilde ayırdı. Dilthey’a
göre insanın özünü anlamak, ancak onun, kültürel ve tarihsel
çevresi içinde değerlendirilmesiyle mümkündür. Çünkü
“kişisel yaşantı” ve “bunun dışa vurumu” ile bu ikisinin
“zihinsel olarak kavranışları” arasında, yoğun karşılıklı
etkileşimler söz konusudur. “İnsanın tarihsel çevresi”,
“tarihin de kültürel bir bakış açısı” ile
değerlendirilmesini öneren Dilthey’ın yaklaşımı,
psikolojiden edebiyat incelemelerine kadar değişen birçok alanda
taraftar bulmuştur. Ancak ne yazık ki, bu girişim de, Husserl’in
ilginç çıkışını hatırlatan bir akıbete uğramış ve ne
yazık ki “bilimci-teknolojik” anlayışın yerini alacak güçlü
bir alternatif bilimsel akımın ortaya çıkmasıyla
sonuçlanamamıştır. Ve böylece benzer şekilde, Dilthey’ın
birçok ilginç ve etkileyici unsur içeren önerilerinin,
kendisinden sonra, insanı ve eylemlerini konu alan bilimlerde yaygın
bir şekilde uygulandığını görmek de mümkün olamamıştır.
</span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Hermönetik,
daha yakın zamanlarda, bilimci-teknolojik yaklaşımın en şiddetli
şekilde aleyhtarlığını yapan “postmodern akım”a mensup
düşünürlerce de benimsenmiştir. </span></span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">G.
Şaylan, “Postmodernizm”i; bazı </span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><u>düşünür
ve yazarların “ortak noktaları, pozitivist</u></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">
</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><u>bilim
ve teknoloji ile onun ürünü olan çağdaş uygarlığı
eleştirmek” olan, ancak birçok</u></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">
</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><u>belirsizlikler,
zıtlıklar ve çelişkiler de</u></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">
</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><u>içeren
bir “söylemi” olarak tanımlar.</u></span></span><sup><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>18</b></span></span></sup><sup><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">
</span></span></sup><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Kendilerini
postmodern olarak niteleyen düşünürlere göre, tüm sosyal analiz
ve sentezler, hermönetik esaslar çerçevesinde
gerçekleştirilmelidir.</span></span></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Postmodernizm,
günümüzde değişik çevreler tarafından farklı şekillerde
tanımlanan bir akım, daha doğrusu bir akımlar grubu görüntüsü
taşır. S. Darryl ve L. Jarvis’e göre postmodernizm; “bütünlük
arz etmeyen, heterojen bir irrasyonalist süreç” veya “bir
‘hiper-(ya da anti)- entelektüelizm’ akımı”dır. G. Şaylan’a
göre de postmodernizm, ne bir kuram ne de bir ilkeler bütünü
olmadığı gibi, bu akıma özgü bir metottan da söz edilemez.
Şaylan, “Postmodernizmin tanımı ya da alanı ile ilgili herhangi
bir çerçevenin çizilmesi kesin olarak imkânsız mıdır?”
sorusuna da şu karşılığı verir: “</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>Postmodern
çözümleme ya da yaklaşımlar için en azından bir ortak noktadan
söz edilebilir:Postmodernizm, genel olarak modernizmin ve onun temel
felsefi kavramlarından biri olan rasyonalizm(</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><b>pozitivizm</b></i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>)
ile bu anlayışa dayalı bilimsel yöntemin eleştirisi ve reddi
olarak görülebilir. C. Jencks’e ait olan bu tanımda da
belirtildiği gibi, postmodernizmin temel karakteristiği bir ‘karşı
çıkış’ ve hatta ‘genel bir olumsuzluk’tur.</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">”
Bu durumun tabii bir sonucu olarak postmodern yaklaşım, bize
herhangi bir çözüm ya da alternatif sunmaksızın, günümüz
sosyokültürel şartlarının yoğun eleştirisiyle yetinir. </span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>
</i></span></span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Modern
bilime ve teknolojiye daha yapıcı tenkitler yönelten ve bazı
çözümler öneren düşünürler de olmuştur. A. Carrel “İnsan
Denen Meçhul” adlı eserinde bu türden eleştirilerin oldukça
haklı ve ilginç görünen bazı örneklerine yer verir: “</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>Durgun
madde bilimleriyle canlılar bilimi arasında tuhaf bir eşitsizlik
mevcuttur. Astronominin ve fiziğin temelinde, matematik diliyle özlü
ve hoş bir biçimde ifadeye elverişli kavramlar bulunur. Bunlar
evreni, âdeta eski Yunan anıtlarının uyumlu çizgileri gibi
tasvir etmekte ve gerçeği; düşüncenin alışılmış
biçimlerinin ötesinde, sadece sembol denklemlerinden meydana gelen,
kelimelerle ifadesi imkânsız soyutlamalara kadar izlenmesini
sağlamaktadırlar. Canlı varlıklarla ilgili bilimlerde durum çok
farklıdır. Hayatla ilgili olayları inceleyenler âdeta içinden
çıkılmaz bir tropikal ormanda, hatta içinde sayısız ağacın
durmadan yer ve biçim değiştirdiği büyülü bir korunun
ortasında yollarını yitirmiş gibidirler. Kelimelerle tasvir
edebildikleri, ancak cebirsel formüller aracılığıyla birbirine
bağlayıp, açıklayamadıkları bir yığın olgunun altında
ezildiklerini hissederler. Fiziksel dünyayı oluşturan şeylerin;
meselâ kayaların, suyun, yıldızların veya atomun ağırlık ve
mekandaki yerleşimleri gibi kimi özellikleri soyutlanabilmiştir.
Bilimsel akıl yürütmede ve çıkarımlarda kullanılan materyal,
somut nesneler değil, soyut kavramlardır. Nesne ve olayların
doğrudan gözlemiyle, bilimsel sürecin ancak alt düzeyini teşkil
eden tasvir ve genelleme işlemleri gerçekleştirilebilir. Oysa
değişen niteliklere rağmen değişmeyen ilişkiler, yani tabiat
kanunları, ancak soyutlama ve açıklama süreçleriyle ortaya
konabilir. Fizik ve kimya, soyut ve nicel kavramlar içerdiği için
böylesine büyük ve hızlı bir gelişme göstermişlerdir. Fizik
ve kimya yasaları, olguların “niçin”ini açıklamasa bile,
olayları önceden tahmin etmemizi ve uygun şartlar altında
tekrarlamamızı mümkün kılarlar. Fiziksel bilimler bu yolla bize
büyük bir güç sağlamış ve “kendimiz dışında” bizi,
yeryüzündeki her şeye hakim kılmıştır. Ne yazık ki bu arada,
genelde canlı varlıklar bilimi, özelde de insanı konu alan
bilimlerin gelişimi ancak “tasvir” düzeyine ulaşabilmiştir. </i></span></span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>Öyle
anlaşılıyor ki, bu konulardaki bilgisizliğimiz, hem atalarımızın
yaşayış tarzına, hem de yaratılışımızın karmaşıklığına
veya ruhsal ve zihinsel yapımızın özelliklerine dayanıyor.
Geçmişte, insanoğlu “her şeyden önce, yaşamak zorunda” idi.
Beslenebilmesi, soğuktan korunabilmesi, vahşi hayvanlar ve diğer
insanlar ile mücadele etmesi gerekiyordu. Atalarımız uzunca bir
dönem “kendilerini incelemeye” ne vakit bulabilmişler, ne de
buna gerek duymuşlardı. Çünkü zihin ve beden güçlerini
öncelikle; çeşitli silahlar ve aletler yapmaya, pişirme ve ısınma
sistemleri geliştirmeye; sığır, at ve benzerlerini yetiştirmeye
harcamak zorundaydılar. Bu durum daha sonraki dönemlerde de devam
etti. Böylece, fizyolojinin hiç bilinmediği dönemlerde, astronomi
oldukça ileri düzeylere ulaştı. Galileo’nun dünyayı, güneşin
uydularından biri olarak tanıttığı yıllarda; beyin, karaciğer
ya da tiroid bezinin yapısı ve hele çalışması hakkında hemen
hiçbir geçerli bilgi mevcut değildi. Tabii yaşama şartları
altında insan vücudunun, çoğu zaman herhangi bir özel itina veya
bakım gerektirmeden oldukça iyi bir şekilde çalışabilme
özelliği de bilimin, daha çok insanın ihtiyaçları ve merakı
yönünde, yani dış dünyaya doğru gelişme sürecini hızlandırdı.
Bu ve benzeri nedenlerden dolayı, bilim çevrelerinin en yetenekli
ve başarılı temsilcileri, fiziksel bilimler alanına yöneldi ve
çalışmalarını orada gerçekleştirdi.</i></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>Cansız
madde dünyasının yapısı yalındır. Bu nedenle bilim adamlarının
atakları karşısında hemen boyun eğerek kimi önemli yasalarını
onlara teslim ediverdi. Öğrenilen bu yasalar insanoğluna, maddi
alemi kendi yararına kullanma gücü sağladı. Bilimsel buluşların
endüstriyel uygulama alanına konması, bunu gerçekleştirenler
için önemli bir kazanç kaynağı olduğu gibi; yaşamayı
kolaylaştıran, konforu arttıran, ulaşımı ve haberleşmeyi
hızlandırıp yaygınlaştıran bu gibi uygulamalar toplumun da
beğenisini ve desteğini kazandı. Herkes, bedenimizin ve ruhumuzun
yapısındaki karmaşık mekanizmalardan çok, çalışma hayatının
ve gündelik yaşantının zorluklarını azaltan ve renklendiren
buluşlarla ilgilenmeyi tercih etti. </i></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>Ancak
bilimin ve teknolojinin esasen yararlı olan bu uygulamaları, zaman
içinde ne yazık ki iyice kontrolden çıkarak çevremizde ve yaşama
biçimimizde zararlı bazı etkiler doğurmaya başladı. Son
dönemlerde giderek artan oranlarda; insanın zevkleri, arzuları ve
konfor ihtiyacı gibi temelsiz kriterlerle şekillenmeye başlamış
olan uygarlığımız, sonunda bizzat kurucusu olan insana yabancı
ve uyumsuz bir hâl aldı. Bilimin ve teknolojinin gelişim çizgisi,
herhangi bir plânlamaya ve stratejiye dayanmadığı için, bu
gelişimin nihai yönü, artık tamamen kâr tutkusu ile basit çıkar
ve zevklere göre belirlenir olmuştu. Kısacası ‘kendimizi
yeterince tanımamamız’ nedeniyle; fizik, kimya ve benzeri
bilimler ile teknoloji, yaşayış tarzımızı ve çevremizi rast
gele değiştirecek güce erişti. İnsan her şeyin ölçüsü
olmalıydı, ancak insan, bugün kendi eliyle kurduğu yapay ortamın
yabancısı durumundadır. İnsanoğlu dünyayı kendi tabii özellik
ve ihtiyaçlarına göre düzenleyemedi, çünkü tabii nitelikleri
hakkında yeterli bilgiye sahip değildi. Sonuçta bize uygun olmayan
bir ortamda yaşamak zorunda kaldık ve bu yapay çevrede, son derece
mutsuzuz. İnsanlık; sağlık, etik ve zihinsel nitelik ve benzeri
hususlar bakımından her geçen gün biraz daha yozlaşıyor. Bu
durum özellikle endüstri uygarlığının en üst aşamasına
ulaşmış toplumları ve ulusları tehdit ediyor. Buralarda
yaşayanlar, bilim ve teknoloji aracılığıyla oluşturdukları son
derece olumsuz ortamda, tamamen savunmasız bir şekilde hayatlarını
sürdürmek zorundalar. Çağdaş insan, ‘insan bilimi’nin
‘cansız madde bilimi’yle kıyaslanamayacak derecede geri kalmış
durumda olmasının kurbanıdır. </i></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>Bu
sorunun tek geçerli çözümü, kendimizi çok daha kapsamlı ve
derin bir şekilde tanımamızdan geçer. Gerçekte ne veya kim
olduğumuzu öğrenir, âtıl duran güçlerimizi harekete
geçirirsek, eksiksiz ve mükemmel bir uygarlık kurmamız mümkün
olabilir. İnsanoğlunun yeniden ‘yükselebilmesi’ için önce,
geçmişte yitirdiği esenliğe tekrardan kavuşması gerekir.
Esenliğe giden yolda ise, birtakım engeller ve zorluklar olduğu
açıktır. İnsan, gerçek niteliğini ortaya çıkarabilmek için,
güç de olsa, mevcut sorunlu varlığını “yontarak, inceltip
saflaştıracak ve onu mükemmelleştirecek darbeleri
cesaretle-bizzat kendi elleriyle ve yine kendisine-yöneltmek”
zorundadır, çünkü şu anda o hem mermer, hem de heykeltıraş
konumundadır.</i></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>Düşünme
ve yaşama alışkanlıklarımızı değiştirmeden, kendimizi ve
çevremizi esenliğe kavuşturmamız imkânsızdır. Gerçekten de
modern toplum, ilk kuruluş günlerinden bu yana bir düşünce
hatasının acısını çekmektedir. Rönesans’tan bu yana hep aynı
yanlışı tekrarlayıp durduk. Teknolojiyi ve uygarlığı,
sağduyuya uygun bilimsel ilkelerin değil, aşırı soyut ve hatta
açıkça tutarsız bir anlayışın üzerine kurduk... Artık bu
yanlışlıktan kurtulmanın zamanı gelmiştir. “Varlıklar” ile
“onların özellikleri” arasına dikilen engelleri hemen ortadan
kaldırmak zorundayız. Bugün zararını gördüğümüz tutum ve
durum, Galileo’nun aslında dahice olan yaklaşımının, sonradan
yanlış yorumlanmasından kaynaklanmıştır. Galileo, pratik
amaçlarla ve geçici olarak; nesnelerin kesin bir şekilde ölçülmeye
elverişli primer özelliklerini, yani ebatları ile ağırlığını;
kolayca ölçülemeyen biçim, renk, koku ve diğer sekonder
özelliklerinden ayırmıştı. Fakat onu izleyenler, nicel olanın
nitel olandan ayrımını kalıcı ve genel bir alışkanlık, hatta
bir ilke hâline getirdiler. Böylece bilgi ile nesnesi, birbirinden
tamamen koparılmış oldu. Matematik diliyle tanımlanmaya ve
açıklanmaya elverişli nicelikler bilgisi, bilimi ve teknolojiyi
günümüzdeki durumuna getirdi. Tasviri ve açıklanması farklı
bir dil ve yöntem gerektiren niteliklere ait olguların önemsenmeyip
göz ardı edilmesi, bu bilim anlayışının önce bir kabulü,
sonra da değişmez bir kuralı oldu. </i></span></span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>Şeylerin
pratik amaçlarla primer özelliklerinden geçici olarak
soyutlanması, yerinde ve uygun olmakla birlikte, sekonder
özelliklerin kalıcı bir şekilde ihmali gerekli ve doğru değildi.
Ve nitekim bu ihmalin bizler için çok ağır bir bedeli oldu. Çünkü
kilo ya da metre ile ölçülemeyen öyle özellikler vardır ki,
bunlar ölçülebilenlerden çok daha büyük bir önem ve değer
taşımaktadır. Düşünce ve duygularımız, kandaki tuz ve
minerallerden daha önemsiz değildir. Nitel olan ile nicel olan
arasındaki aşırı dengesizliğin altında, bir başka büyük
düşünürün yine yanlış anlaşılan fikirlerinin izleri de
vardır. Descartes’ın “ruh-zihin” ilişkilerine ait
düşüncelerinin, bu ikisi arasında mutlak bir ayrım olarak
anlaşılması, düşünce dünyamızın dengesizliğini iyice
arttırdı. O zamandan beri, zihin ya da bilinç ile ilgili birçok
fenomene anlaşılmaz şeylermiş gibi bakmak alışkanlık haline
geldi ve maddi olan, ruhsal olandan kesin bir çizgiyle ayrıldı.
Böylece organik yapılar ve mekanizmalar; iyilikten, güzellikten,
sevinçten, acıdan ve sorumluluktan daha önemli ve büyük
gerçekler olarak görülmeye başlandı. Bu yanlış tutum;
teknolojiyi zirveye, insanı da “aşağılara” götürdü. </i></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>İstikametimizi
düzeltmek için, hayalimizde Rönesans insanının gözlem ve deney
tutkusuyla dolu dünyalarına bir gezi tasarlamalıyız. Onların
takdire şayan meziyetleriyle gelişen bilim ve teknoloji, bugün
bizim de en değerli varlığımızdır. Ancak biz, onların
hatalarından kendimizi uzak tutup, tam ve eksiksiz bir bilim
anlayışıyla Rönesans insanını aşmalıyız. Çünkü sekonder
özellikler de en az primer olanlar kadar gerçektir. Duygulara ve
niteliklere de en az fiziksel ilkeler kadar değer ve önem vermek
zorundayız. Biz Descartes’ı doğru anlamalı ve zihin ile
bilincin madde dünyasıyla ilişkilerini sağlıklı bir şekilde
kurmasını sağlamalıyız. </i></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>Yeniden
tanımlayacağımız bu eksiksiz ve doğru bilim anlayışının
hedefi, insanı hem maddi hem de manevi yönleriyle geliştirip,
yüceltmektir. Bu yeni yaklaşımda gerçeklik tüm boyutlarıyla,
özellikle günümüz anlayışının ihmal ettiği cepheleriyle de
bilimin inceleme alanına dahil edilecektir. Nitel olanın
araştırılmasının daha zor olduğunu bilmekle beraber, ruhu asla
bedenden ayırmayacak, fizyolojik olgular kadar bilinç olgularını
da ele alacağız. </i></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>Üç
asırdan uzun bir süredir uygarlığımıza hakim olan kanaat ve
saplantılardan kurtulmak kolay olmayacaktır. Bu yeni bakış açısı;
pedagojiyi, genel tıbbı, hijyeni, psikolojiyi ve sosyolojiyi
temelinden sarsacaktır. Uygarlığımız bu atılımı
gerçekleştirmeyi başardığında; “maddi olan”, mutlak
üstünlüğünü kaybedecek, zihinsel ve duygusal süreçler de en
az organik süreçler kadar araştırılmaya başlanacaktır. Böylece
etik, estetik ve din gibi alanlar da hiç değilse, fizik ve
kimyadaki yoğunlukta çalışmalara sahne olacaktır. Ayrıca,
okullar eğitim ve öğretim programlarını değiştirecek, sağlık
koruma uzmanları, ağırlıklı olarak organik hastalıklarla
uğraşmaktan vazgeçip, sağlıklı bir ruhsal hayatın şartlarını
da öğretmeye başlayacaklardır. Bu çerçevede, ekonomistler
insanın hisseden, acı çekebilen bir varlık olduğunu anlayarak,
onlara sadece iş ve ekmek vermekle tüm ihtiyaçlarının giderilmiş
olmayacağını, insanoğlunun fizyolojik ihtiyaçları gibi birtakım
ruhsal ihtiyaçlarının da bulunduğunu göz önünde tutacaklardır.
Böylece bazı ekonomik bunalımların temelinde etik ve zihinsel
nedenlerin yattığı ortaya çıkmış olacaktır. Sonuçta büyük
şehirlerin barbar ekonomik ortamı, fabrika ve büro zulmü sona
erecek; ahlâkın ekonomik çıkara, zihinsel ve ruhsal gelişimin
paraya tercih etmek, çağdaş uygarlığın bir gereği olarak
görülmekten çıkacaktır. </i></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>Ancak
burada çok önemli bir noktaya da dikkat etmek zorunludur:
Pozitivist-materyalist yaklaşımı ortadan kaldırdıktan sonra onun
yerini spirutalist veya maneviyat simsarı bir gericiliğin almasına
asla izin vermemeliyiz. İnsanı sadece ruhsal yönden ele alarak
reel dünyaya arkasını dönen bir yaklaşım, en az materyalizm
kadar zararlı olacaktır. Gerçek esenlik ve kurtuluş ancak,
bütün spekülatif doktrinlerden vazgeçip; varlığı ve varoluşu
tüm yön ve boyutlarıyla, reel ve olgusal olarak esas alan bir
kavrayışa ulaşmakla mümkündür .</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">”</span></span><sup><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>19</b></span></span></sup></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Aynı
konuyla ilgili olarak, S. H. Nasr da “İnsan ve Tabiat” adlı
kitabında şunları söyler: “</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>Bu
kitap, Chicago Üniversitesi’nde her yıl düzenlenen dizi
konferanslarda sunulan dört tebliğin metinlerinden oluşmaktadır.
Bu konferansların amacı, modern bilimin çeşitli uygulamalarının
dünya barışı ve insan hayatı bakımından ortaya çıkardığı
sorunların tahlilidir. Kitapta sunulan tez kısaca şudur: Modern
bilim her ne kadar kendi içinde, tutarlı ve yararlı bir etkinlik
olarak görünse de, bilimi bütünleyecek daha yüksek düzeyli bir
organize edici bilgi sisteminden yoksun oluşumuz nedeniyle, bilimin
kimi fonksiyon ve uygulamaları bir süreden beri zararlı, hatta
tehlikeli bir hâl almaya başlamıştır. Böyle konferansların ve
benzeri etkinliklerin yaygınlaşması, bilim ve teknolojinin bu
yanlış uygulama biçiminin yol açtığı tehlikenin giderek
değişik çevrelerce farkına varılmaya ve daha iyi kavranmaya
başladığını göstermektedir. </i></span></span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>Bugün
batı ülkelerindeki kent merkezlerinde yaşayan hemen herkes,
hayatında ‘bir şeylerin’ eksik olduğunu içten içe
sezinlemektedir. Bu durum, doğrudan doğruya insanın, kendi
çevresinde, onu tabiattan olabildiğince izole eden yapay bir ortam
oluşturmuş olmasından kaynaklanmaktadır. Sonuçta tabiat anlamsız
bir hâle gelmiştir. ‘İnsani varoluş’un bu temel boyutunun
yitirilmesiyle ortaya çıkan bu eksiklik ve boşluk, insan hayatında
kimi zaman umutsuzluk ve korku, kimi zaman da şiddete başvurma gibi
sorunlara yol açmaktadır. Hatta artık bu ‘sorunlu varoluş’
bile, ‘tabiatın boyunduruğa vurulması’ etkinliğinin tehdidi
altına girmiştir. İnsanın tabiat üzerindeki egemenliğinin
artmasının daha büyük bir ilerleme ve daha mutlu bir gelecek
anlamına geldiği yönündeki yoğun reklam ve propagandalara rağmen
artık birçok kişi, bu şekilde kurulmuş olan şatoların, oynak
bir kum zemin üzerinde yükselmekte olduğunu; insanın tabiattan
kopuşunun doğurduğu sorunların, artık tabiat karşısında
bugüne kadar kazanılan başarıları bile tehdit etmeye başladığını
görebilmektedir. İnsanlık sonunda topyekûn bir yokoluşun eşiğine
gelmiştir. </i></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>Pek
çok kişinin yakındığı ‘nefes alacak bir boşluğun bile
kalmaması, kent yaşamındaki tıkanıklık ve pıhtılaşma, bir
çok tabii kaynağın tükenme noktasına gelmesi, tabii
güzelliklerin tahribi, bazı teknolojik ürün ve atıkların
çevreyi yaşanmaz hâle getirişi’ ve benzeri sorunlar, hep
‘tabiatı boyunduruk altına alma ve sınırsız bir güce sahip
olma tutkusunun’ olumsuz sonuçlarıdır. Bilimin ve teknolojinin
değerlerinin bizzat insanın kendisi tarafından belirlenmesi
gerekirken, ‘ürettiği şeyler’, insanın değerini belirleyen
yegâne ölçü olmuştur. Sorun hem bilimi hem de onun kavranışını,
yorumlanışını ve uygulanışını içermektedir; yani hem teorik
anlayış hem de pratik uygulama açısından büyük eksikler ve
yanlışlar söz konusudur.</i></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>Modern
bilimde bazı belirli bilgi türlerinin üretimi için son derece
gelişmiş yöntemler ve araçlar mevcut olmakla birlikte; bunların
yorumlanması ve bir araya getirilip kapsamlı sentezlere
ulaşılmasıyla ilgili büyük sorunlar ve yetersizlikler olduğu da
ortadadır. İnsan bilinci, ‘kozmik varoluş ilkesi’ ile olan tüm
bağlarını kopardıktan sonra artık, tabii düzenin dokusunu yakıp
yıkan bir ateş topu gibi ilerleyen uygulamalara kendini tamamen
kaptırmış bir durumdadır. Böylece yanlış uygulamalar, giderek
bizzat insanın kendi varlığını tehdit eden ölçülere
ulaşmıştır. En kısa zamanda, kozmik ilkeyi kavrayıp ona uygun
bir yaşama biçimi geliştirmesi gereken insanlık, tam aksine her
geçen gün evrensel varoluş ilkesine biraz daha yabancılaşmaktadır.
Bundan dolayı günümüz insanıyla tabiat arasındaki uyuşmazlık
ve dengesizlik artık günlük hayatın her anında ve kesiminde
aşikar bir şekilde görülebilmektedir. Bu tablonun ortaya
çıkmasında modern bilimin niceliği temel alan perspektifinin
büyük payı vardır. Çünkü bu yaklaşım, ‘esas olanın tali
olana indirgenmesi’ anlamına gelmektedir. Günümüzde büyük
şehirlerde yaşayan herkesin hissettiği, dengesiz ve plânsız
sanayileşme ve makineleşmeden kaynaklanan ‘gırtlağına kadar
maddeye batmışlık hâli’, bilimin katıksız materyalist ve
nicelci uygulama biçiminin tabii bir sonucudur. Uygarlığımızın
olumlu yönleri de temelde aynı dinamiklere dayanıyor olmakla
birlikte, modern bilimi içine alacak kuşatıcı bir metafizik dünya
görüşü mevcut bulunmadığı için, sonuçta ‘sayı ve
nicelik’, ne yazık ki ‘anlam ve değeri’ unutturmuştur.</i></span></span></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>Bilimde
bugün gerçekliğin çeşitli kategorileri tek bir fiziksel alana
indirgenmiştir. Bu, bir hastalık nedeniyle görme alanının
derinlik boyutunu yitirmiş birinin her şeyi iki boyutlu olarak
görmesine benzer bir durumdur. A. Eddington ‘balıklar konusunda
bir araştırma yapan bir bilim adamının denizden toplayabildiği
balık örneklerinin büyüklük ve türlerinin, onları yakalamakta
kullandığı ağın özellikleriyle sınırlanacağına’ dikkat
çekerek; modern bilimin pozitivist yorumunda, ‘dünyanın tüm
denizlerinde elde mevcut ağla tutulanlardan başka büyüklük ve
türde balık bulunmadığının’ iddia edilmekte olduğunu söyler.
Tabiat gerçekte, bilimde şu anda kullanılan gözlem ve deney
teknikleriyle sağlanan nicel verilerin çizdiği tablodan çok daha
zengin yapı ve işlev zenginliklerine sahiptir. </i></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>Aslında
pozitivistik yorum, bilimi baştan aşağıya ‘deontolize’ etme
girişiminden başka bir şey değildi. Bu yaklaşımı
eleştirenlerden J. Maritain’ın haklı olarak söylediği gibi
pozitivizm; nesnelerin empirist gözlemi ile ontolojik analizlerini
birbirine karıştırmakta ve modern fizik, nesnelerin ontolojik
anlamlarını göz ardı etmektedir. E. Meyerson başta olmak üzere
birçok bilim felsefecisi, bilimin daha yararlı ve etkin olabilmesi
için ona mutlaka ontolojik bir boyut eklenmesi gerektiği hususunu
ısrarla vurgulamaktadır. Yapılması gereken şey, bilimin
duvarlarında belirmeye başlamış olan çatlakların ‘dipten
gelen okkült-spirutalist hurafe çamuru’yla değil, ‘yukarıdan
gelen duru ve aydınlık metafizik bilgelik’ ile onarılmasıdır
ki; böylece bilimin geçerli bulguları bütünlenebilsin ve
bilinemeyen ya da kavranamayan olgular da gerçek anlamlarıyla bu
bütünlük içindeki yerlerini alabilsin.</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">
</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>‘</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><b>Philosophia
perennis</b></i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>’
ya da </i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><b>geleneksel
hikmet ve kültür</b></i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>,
batı dünyasına, birkaç yüzyıldan beri unutmuş olduğu bazı
kozmik ilkeleri hatırlaması hususunda yardımcı olabilir.”</i></span></span><sup><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>20</b></span></span></sup></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" style="margin-bottom: 0cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" style="margin-bottom: 0cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" style="margin-bottom: 0cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" style="margin-bottom: 0cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" style="margin-bottom: 0cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" style="margin-bottom: 0cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" style="margin-bottom: 0cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" style="margin-bottom: 0cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" style="margin-bottom: 0cm;">
<br />
</div>
<br />
<div align="CENTER" style="margin-bottom: 0cm;">
<br />
</div>
Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/08771548937362766328noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2675560924338633401.post-27095142736811556662015-03-27T23:01:00.002-07:002015-03-27T23:01:19.900-07:00Bilimin Sağladıkları<div align="CENTER" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Genelde
net ve açık bir “lisana” ve terminolojiye sahip olan bilimde
ilerleme, bilimsel metot denilen belirli ve standart birtakım
araştırma ve düşünme tekniklerinin uzun yıllar boyunca çok
sayıda bilim adamı tarafından müştereken benzer olgu
gruplarına uygulanmasıyla mümkün olmaktadır. Ancak ve ancak bu
yolla, Kepler'in ortaya koyduğu hareketle ilgili bağıntılar,
Newton'un kütle çekim kanununun özel bir hâli olarak
geçerliliğini sürdürebilmiş ve yine “çok geniş olmayan
mekanlarda ve çok yüksek olmayan hızlarda” oldukça iyi
sonuçlar veren Newton'un bu teorik ifadesi, çok sonraları
Einstein tarafından ortaya konan ve “daha büyük hız ve
mekanlarda” da geçerli olan rölativite teorisinin bir alt
bağıntısı hâlinde kullanılabilirliğini sınırlı da olsa
koruyabilmiştir. Yine bu ortak metot ve tekniklerin asırlar boyunca
farklı ülkelerde yaşamış binlerce bilim adamı tarafından
atom modeli gibi tek bir konuya tatbiki sonucu, günümüzde
ortak olarak benimsenen son derece karmaşık ve yüksek teorik
düzeyli atom teorisinin ve bununla ilgili sayısız teknolojik
uygulamanın gelişimi mümkün olabilmiştir. </span></span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Her
ne kadar; bilimin tarihsel gelişim süreci içinde, dönem dönem
birbirlerine rakip hipotezlerin ortaya atıldığı olmuşsa da,
özellikle teori ve kanunların, "tek, aynı ve bir" olan
kâinattan ölçme, gözlem ve deneyle elde edilen verilere
dayanmaları, doğruluklarının testinin de yine kâinata bakarak
mümkün olması, kısacası bilimsel tartışmalarda her zaman
“varlığın ve olayların” reel hakemliğine müracaat etme
imkânının bulunması, felsefe ile bilim arasındaki en önemli
farklılıklardan ikincisidir.</span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Mantık
ve matematik gibi formel disiplinlerde de her zaman, üzerinde
herkesin kolayca ve süratle mutabakata varabileceği ortak
sonuçlara ulaşmak mümkündür. Her ne kadar bu disiplinler formel
yani, tamamen biçimsel nitelikli oldukları için "ampirik
muhtevaları” bulunmasa da, sistemin birimleri ile genel
çatısını birbirine bağlayan iyi tanımlanmış işlemler
vasıtasıyla herkesin, tartışma götürmez bir kesinlikle ortak
sonuçlara ulaşmasının yolu daima açıktır.</span></span></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Acaba
"Hayat nedir?", "Yaşamamızın gayesi nedir?",
"Kâinatın varoluş amacı nedir?"; "İyi nedir?"
veya "En doğru ve mantıklı yaşama şekli
nasıldır?" türünden </span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>bilimin
ilgi alanı dışında tutulan</b></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">
ancak insanlık için önemi aşikar olan sorular için, geçerli
ve yeterli bilgi sağlama potansiyeline-tanımı ve yapısı
gereği- sahip olmadığı görülen felsefe dışında, güvenilir
cevaplar bulacağımız bilgi kaynakları yok mudur? Aradığımız
bu bilgi kaynağının geçerlilik ve yeterliliğinin, günümüzde
genelde kabul gören bilgi edinme ve düşünme yöntemleri olan
bilimin ve formel disiplinlerin kriterleriyle ilişkisi nasıl
olmalıdır? Aslında bu tür soruların tamamının
karşılıkları, "insanın ve kâinatın varoluş sebebi
veya amacı nedir?" sualinin cevabıyla ilişkilidir. Eğer
başarılabilirse, bu temel sualin cevabıyla belirlenecek "amaç"
doğrultusunda, ilgili bütün diğer soruların karşılıklarının
da ana çerçevesi ortaya konmuş olacaktır.
</span></span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Gerçekte,
bu soruları tamamen bilimin ilgi alanı dışında görmek
doğru değildir. Fizik, astronomi, kimya ve biyoloji gibi bilim
dallarının verileriyle şekillenen “varlık modeli”, insan
ve kâinatın varoluş amaçlarına dair çok önemli veriler
ihtiva etmektedir.</span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Özellikle
"antropik kozmoloji prensibi" çerçevesinde ifadesini
bulan kâinat modeli, yukarıda sözünü ettiğimiz temel sorunun
cevabını açık bir şekilde ihtiva etmektedir. Antropik kozmoloji
prensibinin dayandığı gerçeklerden birkaçını gözden
geçirelim:</span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Büyük
yaratılış patlaması ile genişlemeye başlayan kâinatın
bünyesinde, atomaltı parçacıklar varedilmeye başlanmıştır.
"Genişletici" kuvvet ile gravitasyonel "bir araya
getirici" kuvvet arasında başlangıçtan itibaren çok hassas
bir denge kurulmuştur. Kâinat; "çekim kuvveti değeri biraz
daha yüksek olduğu için genişlemeden çöken model" ile
"genişletici kuvvet değeri, bünyesindeki tüm materyali
zerrelerine kadar birbirinden ayıracak kadar büyük olduğu
için hiçbir zaman nebulaların ve yıldızların teşekkül
etmediği model"in tam ortasında yer alan "kritik
hızla genişleyen model"e uygun özelliklere sahip olarak
yaratılmıştır. J. Scheppach, Bilim ve Teknik dergisinin 91.
sayısında yayınlanan "Kâinatımızın Yedi Büyük
Bilmecesi" başlıklı makalesinde bu husus şöyle dile
getirilir: “Kâinatımız, nasıl ‘alabildiğine genişleme’
ile ‘içine çökme’ arasındaki kıldan ince denge
üzerinde, bugünkü harikulâde yapısını kazanabildi?
Düzensiz bir durumdan itibaren böyle hassas bir sonucun rast
gele oluşma ihtimali bire karşı 10</span></span><sup><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">133
</span></span></sup><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">dür.
Üslü sayıların yanıltıcı olabilen “küçük görünüşleri”
sebebiyle bu değeri 1/1000....(133 adet)...000 şeklinde
tahayyül etmeye çalışmak yararlıdır. Bu mucize, nasıl olur
da tesadüflere havale edilebilir?”</span></span></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Kâinatın
genişleme hızının "kritik limit” içinde bulunması
"gerekli" olmakla birlikte "yeterli" olmaktan
uzaktır. Kritik hız limiti dahilinde de olsa, son derece büyük
bir süratle genişleyen kâinatta mevcut atomların, mekan içinde
homojen bir tarzda dağılmaları nebulalar halinde bir araya
gelmelerinden çok daha “muhtemel” bir olaydı. Tıpkı bir
odaya sıkılan sprey içindeki moleküllerin, odanın bir
köşesinde toplanmaları gibi “beklenmedik” bir şekilde; genç
kâinatı teşkil eden atomlar, sonuçta yıldızlar için birer
dölyatağı fonksiyonu görecek olan dev gaz bulutları halinde bir
araya gelip yoğunlaştılar. </span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">NASA'dan
astronom Prof. R. Justiow, kâinatın bu “antropik gayelilik”
özelliği hakkında şunları söyler: "Temel fiziksel
sabitler ve bağıntılar vasıtasıyla kâinatın genel yapısı,
insan hayatının tezahürünü ve devamını mümkün kılacak
çok dar limitler içinde biçimlendirilmiştir.” Meselâ bilinen
dört temel kuvvetten "nükleer kuvvetin" tayin edilmiş
değeri, eğer "elektromanyetik kuvvet"e göre biraz daha
fazla olsa idi, "nötronsuz iki protonlu çekirdek" yapısı
mümkün olurdu. Bu ise kâinatın temel yakıtı olan hidrojenin
daha başlangıçta tükenmesine yol açardı. Eğer nükleer
kuvvetin tayin edilmiş değeri, biraz daha noksan olsa idi, bu
defa da kâinatta hidrojen atomu dışında hiçbir kimyasal
yapı mümkün olamazdı.</span></span></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Canlıların
inorganik unsurları olan oksijen, karbon, azot, kükürt, demir ve
kalsiyum gibi elementler; Big Bang’den sonra varedilen ve hidrojeni
hem yakıt, hem de helyumla beraber ham madde olarak kullanan
fırınlar şeklinde fonksiyon gören birinci nesil yıldızların
bünyesinde imal edilmiştir. Dünyamız ve bizler de bu eski
yıldızların küllerinden yaratıldık. Organik maddelerin
yapısında bulunan atomlar içinde karbonun özel bir yeri vardır.
Bu yüzden organik kimya terimi, "karbon kimyası" ile
özdeştir. Kâinatın gayesiyle ilgili program içinde belki de
bu nedenle karbon atomunun sentezine sanki hususi bir itina
gösterilmiştir.</span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Bu
türden birçok gözlem sonucu "Kâinat insan için
yaratılmıştır." şeklinde ifade edilen "antropik
prensip" günümüzde astronominin temel esaslarından biri
olarak bilim adamlarınca yaygın bir şekilde benimsenmektedir.
Artık "Antropik prensip geçerli midir?" yani "Kâinat,
insan için mi yaratılmıştır?" sorusu daha fazla tahkike
gerek duyulmayacak bir açıklıkla cevaplandırıldığı için,
bundan sonraki merhalede, kâinatın insan için yaratıldığı
gerçeğine dayanarak, henüz cevaplandırılamamış olan sorulara
herkesçe benimsenebilecek karşılıklar aranmaktadır. Bu gelişme,
“Kâinatın bir gayesi var mıdır?” sorusunu bilimin sahası
dışında gören yanlış anlayışı da yıkmıştır.</span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Antropik
prensibe dayanarak cevabı bulunan sorulara bir örnek olarak,
insan hayatı için büyük öneme sahip bulunan karbon atomunun
sentez mekanizmasının açıklığa kavuşturulması
gösterilebilir. İki proton ve iki nötrondan müteşekkil helyum
atomunun oldukça kararlı bir yapısı vardır. Helyum
çekirdeğinin tam katı kadar nükleon ihtiva eden (karbon- 12 ve
oksijen-16 gibi) elementler de kararlıdır Ancak bu kuralın
berilyum-8 gibi çok önemli bir istisnası vardır. Eğer herhangi
bir yolla iki proton ve iki nötrondan müteşekkil 2 alfa
parçacığı birleşir de dört proton ve dört nötrondan
müteşekkil bir berilyum-8 çekirdeği meydana getirirlerse, bu
yapı 10</span></span><sup><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">-17</span></span></sup><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">
saniye gibi son derece kısa bir an içinde parçalanarak,
dağılır. Oysa karbon-12 sentezi için, bu kararsız çekirdeğe
bir alfa parçacığı daha eklenmelidir.</span></span></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Acaba
çevremizde çok bol bulunan karbon-12 atomu nasıl meydana
gelmiş olabilir? Bu soru uzunca bir süre cevapsız kalmıştır.
Bazı teorisyenler, çok özel şartlarda üç ayrı helyum
parçacığının aynı anda birbirine çarparak karbon-12
çekirdekleri oluşturmuş olabileceklerini iddia ettiler.
Ancak hesaplamalar, bu tür bir reaksiyonun ancak çok seyrek
olarak meydana gelebilecek istisnai hâllerden sayılacağı için,
kâinatta mevcut bütün karbon-12 atomlarının teşekkülünün
bu yolla açıklanamayacağını gösterdi.</span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">F.
Hoyle, kuantum mekaniği esaslarına dayanarak karbonun, helyum ve
berilyumdan "rezonans özelliği" sayesinde sentezlenmiş
olabileceğine ilk defa dikkat çeken bilim adamı oldu. Kuantum
mekaniğine göre her atom, önceden belirlenmiş muayyen enerji
seviyelerine sahiptir. Bir atomik yapının en kararlı hâli, en
düşük enerji seviyesindedir. Herhangi bir yolla dışarıdan
enerji alması halinde sistem, daha yüksek enerji seviyelerine
yükselebilir. </span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Helyum-4,
berilyum-8 ve karbon-12 atomlarının enerji seviyeleri
arasındaki "antropik uygunluk" veya rezonans özelliği,
berilyum-8'in normalde 10</span></span><sup><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">-17</span></span></sup><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">
saniye olan çok kısa ömrüne rağmen, hızlandırılarak verimi
artırılmış ardışık </span></span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">4He+4He←→8Be </span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">8Be+4He→12C+2γ
</span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;">reaksiyonlarıyla,
yeryüzünde hayatı mümkün kılacak kadar karbonun sentezine imkân
sağlamıştır. </span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Bu
probleme çözüm aranan o yıllarda, karbon-12'nin rezonans yoluyla
bu reaksiyonu mümkün kılacak bir enerji seviyesine sahip olduğu
henüz bilinmemekteydi. F. Hoyle, antropik prensibe dayanarak:
"Madem ki yeryüzünde insan yaşayabilmektedir, o halde
karbon atomunun 7.6 mega elektronvoltluk bir enerji seviyesi
bulunmalıdır."</span></span><sup><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>15</b></span></span></sup><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">
şeklinde bir teorik çıkarımda bulundu. Bu tahmini test etmek
üzere W. Fowler başkanlığındaki bir nükleer fizikçi
grubu uzun ve yorucu lâboratuar deneylerine ve hesaplamalara
giriştiler. Sonuçlar, Hoyle'dan başka bütün diğer bilim
adamlarını şaşırttı. </span></span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Gerçekten
karbonun, yıldızların bünyesinde "Helyum→Berilyum→Karbon"
sentez zincirinin tahakkuku için "rezonans" temin
eden 7.6 mega elektronvoltluk bir enerji seviyesine de sahip
bulunduğu ortaya çıkmıştır. Bu önemli keşif, tamamen antropik
prensip sayesinde gerçekleştirilmiştir.</span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Antropik
prensibin geçerliliğini gösteren delillerin hepsi, böyle
kâinatın uzak kısımlarından derlenmiş değildir. Güneş
sistemimizin ve daha yakın çevremizin birçok fiziksel, kimyasal ve
biyolojik özelliği de antropik kozmoloji kanununun evrenselliğini
teyit eder. Bir önceki bölümün sonunda yer verilen Prof. C.
Yıldırım’ın “geçerli mantıksal çıkarım kalıbı”
örneğindeki öncülleri de kapsayan bilimsel bulgu veri ve
bulguların bir kısmı burada tekrar gözden geçirilecektir: Dünya
bir yandan kendi ekseni çevresinde saniyede yaklaşık 500 m
hızla dönerken, diğer yandan da saniyede 30 km kadar bir hızla
güneşin etrafında dolaşır. Neticede oluşan merkezkaç kuvvet
vasıtasıyla dünya güneşten, hayat için en uygun mesafe olan
149 000 000 km uzaklıkta tutulur. Dönüş hızı daha az
olsaydı dünya güneşe yaklaşır ve aşırı derecede
ısınırdı. Gündüzler de uzayacağından bu etki daha da
artardı. Aksi durumda ise dünya buz kitleleriyle tamamen
kaplanacak kadar soğurdu.</span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Bütün
gökcisimleri gibi dünya ve güneş de belirli miktarlarda
elektrik yüküne sahiptir. Bu elektrik yükü, bugünkü değerinden
sadece trilyonda bir oranında farklı olsaydı, dünya-güneş
arası mesafe, aşırı ısınmaya ve yerkabuğunun tamamen
ergimesine yol açacak kadar azalabilir, ya da mevcut suyun
tamamının donmasına sebep olacak kadar artabilirdi.</span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Dünyanın
güneşten belirli bir uzaklıkta tutulmasına vasıta olan
merkezkaç kuvvetin etkisiyle, dünyanın kendi ekseni ile dönüş
ekseni arasında ya "0" ya da "90" derecelik
bir açı oluşması beklenirdi. Oysa, bu açının 23 derece
olması sağlanmıştır. Böylelikle kutupların sürekli
karanlıkta kalması sonucu okyanuslardan yükselecek buharların
buralarda dev buz tabakaları oluşturmaları önlenerek dünyanın,
kuzey ve güney yarıkürelerinde buzdan kıtalar, ekvator bölgesinde
aşırı sıcak bir kuşak ve bunların ortalarında sürekli
yağışlar ve sellerin tesiriyle oluşmuş derin vadilerden ve
kayalıklardan müteşekkil, hayata elverişsiz bazı bölgelerden
ibaret korkunç bir gezegene dönüşmesi engellenmiştir. </span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Ay
da dünyadan en uygun mesafedeki bir yörüngeye
yerleştirilmiştir. Dünya ay arası mesafe eğer 380 000
kilometreden az olsaydı, gel-git olayları şiddetlenebilir ve
kıtalar ile üzerlerindeki dağların silinmesiyle bütün
yeryüzü ortalama 25 km yüksekliğinde sularla kaplanabilirdi.</span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Jeolojik
veriler, geçmişte bir dönem yerkürenin tamamen ergimiş cevherden
ibaret ateşten bir küre halinde olduğunu göstermektedir. O
dönemde, şimdi okyanusları teşkil eden sular, atmosfer içinde
buhar hâlinde bulunmaktaydı. Zamanla soğuyan dünyanın
atmosferindeki suyun bir kısmının yoğunlaşmasıyla yerkabuğu
içindeki çukurluklarda okyanuslar oluştu. Eğer yerkabuğu
ortalama birkaç metre daha kalın teşekkül etmiş olsa idi,
atmosferin bitki ve hayvan hayatı için son derece önemli
unsurlarının tamamına yakını; oksitler, karbonatlar ve
nitratlar hâlinde absorbe edilirdi. İlk atmosferdeki su buharı
miktarı da tam okyanus çukurlarını doldurarak "buharlaşma,
bulut teşkili, yağış, akarsu" çevriminde yeterli miktarda
suyun sirkülasyonunu sağlayacak, ayrıca da yeryüzü sıcaklığını
belirli sınırlar içinde tutacak seviyede ayarlanmıştır. </span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Su
buharının tamamına yakınının yoğunlaşarak okyanusları
teşkil etmesinden sonra, atmosferde bırakılan gazların
miktarı eğer daha az olsaydı, kozmik ışınlar ve şimdi
her gün atmosferde yanıp, eriyen irili-ufaklı milyonlarca
meteorun çarpmasıyla yeryüzü delik deşik edilirdi. Eğer bu
gazlar daha fazla olsaydı, bu defa da yeryüzüne ve denizlere
fotosentez için gereken miktarda güneş ışını ulaşamazdı.
Uzayın vakumuna, en dıştaki iyonosfer tabakasını teşkil
eden atomların elektriksel olarak birbirlerini itmelerine,
milyarlarca yıldır yerkabuğu kırıklarından, volkanik
faaliyetlerle yüz milyarlarca ton zehirli gaz çıkmış olmasına
ve hayvanların solunum faaliyetiyle oluşmuş milyarlarca tonluk
karbondioksite rağmen atmosferin kalınlığı ve bileşimi
hayata en uygun sınırlar içinde sabit tutulmaktadır. İnsan
vücudunda pek çok örneğini gördüğümüz sibernetik regülasyon
mekanizmalarının birçok faklı biçimine yerkürenin
atmosferinden, toprak tabakalarına; sularından bitki ve hayvan
ekosistemlerine kadar, bozucu etkilere açık tüm unsurlarında da
rastlanmaktadır. </span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Oksijenin
hayat olaylarında özel bir yeri ve önemi vardır. Bu gazın
atmosferde yaklaşık %21 oranında bulunması sağlanmıştır. Eğer
bu oran daha yüksek olsaydı; yıldırım veya şimşek gibi
etkenlerle yanabilir özellikteki her şey tutuşur, kül olurdu.
Aksi durumda da oksidasyona bağlı solunum fonksiyonları,
patlamalı motorların çalışması, maden cevherlerinin
saflaştırılması, kaynatma, pişirme ve ısınma gibi
faaliyetler kısmen ya da tamamen aksardı. </span></span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Bu
şekilde hayata en uygun fiziksel şartlarla donatılan yeryüzü,
daha sonra, iç içe geçmeli trilyonlarca canlı üniteden
oluşan bir ekolojik kanaviçe ile bezenmiştir. Bu dinamik
ekolojik yapı bünyesine; bitkiler, diğer bütün canlıların
beslenmesi ve solunumu için gerekli gıdayı ve oksijeni imal
eden üreticiler; otçullar, protein fabrikaları, etçiller;
sistemin zoolojik ünitelerini nitelik ve nicelikçe belirli
sınırlar içinde tutmakla mükellef kontrolörler olarak
yerleştirilmiştir. </span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Bu
ekopiramidal tahtın üzerinde de "insan" bulunur.
İnsanın, bütün ekosistemler üzerinde tasarruf kabiliyeti
mevcut iken; diğer canlıların türlerine has davranışları ile
bunların sonuç ve etkileri, genellikle yaşamakta oldukları
lokal ekosistemin içindeki belirli kalıpların ve sınırların
dışına çıkamaz.</span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">İnsanoğlunun
biyolojik alemde böyle müstesna bir yere sahip oluşu,
"antropik ekoloji prensibi"nin esasını teşkil eder.
Bu prensip, "bütün canlılar bir yana, insan bir yana"
ya da "bitki olsun hayvan olsun, her canlı türü neticede,
yeryüzünde insanın yaşamasına en uygun biyolojik şartları
sağlayacak tarzda fonksiyon gören eko-ünitelerdir"
şeklinde ifade edilebilir.</span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Görüldüğü
gibi, kâinatın, bilimin verileriyle apaçık bir tarzda
ortaya çıkan bir "gayesi" vardır. Bu sonuca
ulaştıktan sonra sıra, "insanın gayesine" gelir.
Acaba insan, niçin yaratılmıştır?</span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Bu
soruyu bir sanatçı lirik bir ifadeyle şöyle sorar: “</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>Güneşi
doğarken seyretmişsinizdir, günün safha safha canlanışını...
Ufkun kan kırmızısından boncuk maviye dönüşünü... Gökyüzü
gözbebeğimize düşer de, ufukları, onun üzerine çizer her
sabah. Gün ışıkları her sabah taşı, toprağı ağaçları,
dağları, çiçekleri ile bütün tabiatı gözbebeğimize taşır
ve içimizde yepyeni bir dünya kurar. Güneş de aslında; bir
dış aleme, bir de iç alemimize yani ruhlarımızın dünyasına
doğar her sabah... Uzak ufuklarda olduğu gibi, göz kapaklarımızın
gerisindeki yakın semanın ufkunda da tulû ederek; içimizi de
dışımızı da aydınlatıp, renklendirir. Varlık aleminin
ortasında, kristal bir küre, koskoca kâinatın her şeyi ile
gelip yansıdığı bir ayna gibidir insanoğlu. Kâinat her an
bütün varlığıyla bu aynaya doğru gelip akıyor gibidir;
gökyüzüyle, güneşiyle, yağmuruyla, meyvesi ve deniziyle...
Varlık alemi sanki bir okyanus, insan da sahili gibidir âdeta bu
uçsuz bucaksız denizin. Her an coşan bu okyanustaki her şey,
dalga dalga bu sahile gelir... Bir çiçek kokusuyla, meyve
lezzetiyle, bulut yağmuruyla koşar, insana gelir... Neden
acaba? Sahi acaba neden her şey bizim hizmetimize koşar? </i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">”</span></span></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Evren
ve insanın varoluş amacının tahlilinde kullandığımız veri ve
bulguların çoğu, başta fizik, kimya ve biyoloji olmak üzere
çeşitli bilim dallarıyla ilgili kitaplarda ve dergilerde yer alan,
artık klâsikleşmeye yüz tutmuş yerleşik bilgilerdir. Geriye
kalanlar da göreceli olarak yakın tarihlerde bulunmuş ve bazı
bilim dergilerinde yayımlanmış daha yeni olgulara aittir. Ancak,
konuyla ilgili kaynakların hemen tamamında, tüm bu veri ve
olgular; birbiriyle ilişkilendirilmeksizin, ayrı ayrı “nötür
data parçaları” olarak ve herhangi bir şekilde yorumlanmaksızın
yer alır. Bu hâliyle bilim, teknoloji ve endüstri alanlarına
uygulamaya elverişli bilgiler üreten, ancak entelektüel hayatını
düzene sokmakta ve bir yaşama tarzı belirlemesinde insana fazlaca
bir katkı sağlamayan bir etkinlik durumuna düşmektedir. Ancak her
ne kadar bazı yön ve boyutları bakımından eksikleri olsa da,
felsefe ile kıyaslandığında bilimin yine de çok daha aktif,
üretken ve verimli bir faaliyet olduğu açıktır. Bu eksikleri
giderildiğinde bilim, en azından günlük hayatın somut ve pratik
ihtiyaçlarının giderilmesinde olduğu kadar, hatta belki de ondan
çok daha yaygın ve yoğun bir şekilde, soyut ve entelektüel
hayatımızda da bulunması gereken konuma yükselecektir. </span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Bilim,
esas olarak yararlı ve gereklidir. Bilimsel verilerin pratik
uygulaması olan teknoloji de hayatımızın her anıyla ve her
kesimiyle koparılması imkânsız bağlara sahiptir. Bilim ve
teknoloji olmaksızın günümüz insanın hayatını sürdürmesi,
artık mümkün görünmemektedir. Zararlı veya tehlikeli olan ne
bizzat bilim ne de teknoloji olmayıp, onların gerçekleştirilme ve
uygulamalarıyla ilgili bazı hususlardır. </span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Özellikle
anlamlandırma ve yorumlama boyutundaki noksanlıklar nedeniyle,
bilimsel ve teknolojik uygulamalar; çevrenin kirletilmenin de
ötesinde âdeta çılgınca tahribi, nükleer silahlanma yarışında
tüm insanlığı ve uygarlığı defalarca yok etmeye yetecek
miktarda silahın üretimi veya insanın kendi eliyle oluşturduğu
beton, demir ve plastik türünden yapay bir ortam içinde tabiattan
ve tabii olan her şeyden giderek izole olması gibi ürkütücü
sonuçlara yol açmıştır. Oysa, önde gelen bilim
felsefecilerince “insanı ve evreni tanıma ve anlama etkinliği”
olarak tanımlanan bilimin verilerinin çok daha güzel ve mutlu bir
dünyanın oluşturulmasında kullanılması da pekâla mümkündü.
Acaba bu niçin yapılamadı? Bu önemli ve zor sorunun cevabını
birlikte araştıralım.</span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/08771548937362766328noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2675560924338633401.post-71265252779821230742015-03-27T22:44:00.001-07:002015-03-27T22:45:24.224-07:00Gnosiyoloji: “Bilgi, Bilinen ve Bilen” Felsefesi<div align="CENTER" style="margin-bottom: 0cm;">
<a href="http://xn--ansiklopedik%20bir%20derleme%20niteliinde%20olan-xng/">http://varolusvebilgi.blogspot.com.tr/ </a> adresinde, "Varoluş ve Bilgi" adlı kitabın sadece "ansiklopedik bir derleme" niteliğinde olan ilk 3 bölümü yer aldı.</div>
<div align="CENTER" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<br /></div>
<div align="CENTER" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
Asıl önemli noktalara işaret eden "Onto-Episemolojik Sonat"ımızın, bu dördüncü bölümünde bulunan ve tüm kitap içinde en çok değer taşıyan bazı konu ve hususlar ise, ancak tam ve iyi "teşekküllü, uyumlu, planlı, vb" ekip çalışmalarıyla yazılabilecekleri için, henüz sadece sizlerin görüş ve değerlendirmelerinize sunulmak amacıyla kaleme alınmışlardır.</div>
<div align="CENTER" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<br /></div>
<div align="CENTER" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<br /></div>
<div align="CENTER" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
En İçten Selam, Sevgi Ve Saygılarımla</div>
<div align="CENTER" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<br /></div>
<div align="CENTER" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<br /></div>
<div align="CENTER" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
Dr. Fuat Bozer</div>
<div align="CENTER" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<br /></div>
<div align="CENTER" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<br /></div>
<div align="CENTER" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<b><u>Gnosiyoloji: “Bilgi, Bilinen ve Bilen” Felsefesi</u></b></div>
<div align="CENTER" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<br /></div>
<div align="CENTER" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<br /></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Önceki
bölümde, bilimsel verilerin ortaya koymuş olduğu “evren ve
insan” veya daha genel bir ifadeyle “varlık” modeli gözden
geçirildi. Bunun için, birbirlerinin “</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>mantıksal</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">
</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>değili</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">”
olan üçer temel önermeden oluşan </span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>iki
esas evren modeli </b></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">tanımlandı
ve bunların bilimsel verilerle karşılaştırılması sonucu,
“teistik” modelin desteklendiği görüldü. </span></span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Bölümün
sonunda da; bilim felsefesi alanında ülkemizin yetkin
düşünürlerinden Prof. C. Yıldırım’ın "Mantık: Doğru
Düşünme Yöntemi" adlı kitabından, bu tür veriler
kullanılarak yapılan geçerli bir çıkarım örneğine yer
verilmek suretiyle, ulaşılan sonuç, konunun sayılı uzmanlarından
birine mantıksal açıdan teyit ettirilmiş oldu. </span></span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Kitabın
buraya kadarki kısımlarında, iki temel sistematik düşünme
biçimi olan felsefe ve bilim yoluyla </span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>“</b></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><u>tüm
insanlık için çok büyük bir önem ve değer taşıyan temel
soruların</u></i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><u><b>”</b></u></i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">
ne oranda cevaplandırıldığı; yani, bu iki temel entelektüel
etkinlik aracılığıyla “insanın ve evrenin varoluş sırlarının
ne ölçüde aydınlatabildiği” ortaya konmaya çalışılmıştır.
</span></span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Bu
bölümde ise, bilim ve felsefenin; tüm etki ve sonuçları
arasından, “varlık ve varoluş” ilgili temel sorulara yönelik
fonksiyon ve getirileri bakımından özel önem taşıyan hususlar
tekrar gözden geçirilirken, bilhassa bazı belirli noktalar mercek
altına alınacaktır. Bunun için önce, felsefenin, bu kitabın
üçüncü bölümünde yer alan bilimsel veriler aracılığıyla
ortaya konan “varlık ve varoluş” tablosuna nasıl bir katkı
sağlamış olduğu hususu incelenecektir.</span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<br /></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<br /></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<br /></div>
<div align="CENTER" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<br /></div>
<div align="CENTER" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div align="CENTER" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div align="CENTER" style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>Hangisi
Daha Yararlı ve Etkin: “Felsefe” mi, yoksa “Bilim” mi?</b></span></span></span></span></span></div>
<div align="CENTER" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div align="CENTER" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div align="CENTER" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div align="CENTER" style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black;"><span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><b>Felsefe
ve Fonksiyonu</b></i></span></span></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<br /></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;">
</span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black;">
</span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Acaba
felsefe, gerçekte nedir? İngiliz yayın kuruluşu BBC vasıtasıyla,
İngiliz halkına felsefeyi tanıtmak ve sevdirmek amacıyla
hazırlanan (</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>ve
konuşma metinleri daha sonra</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">
</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>kitaplaştırılan</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">)
15 bölümlük bir televizyon dizisinin birinci programında, sunucu
B. Magee ile felsefe tarihçisi İ. Berlin, felsefeyi şöyle
tanımlamışlardı: "Felsefenin temel konuları, birçok yaygın
inancın temellerini analiz eden ilginç sorulardan oluşur.
İnsanlar, üzerlerine yaşama şekillerini bina ettikleri temel
varsayımların araştırılmasından genellikle rahatsızlık
duyarlar. Fakat, aslında sağduyuya dayanan birçok inancın
ana varsayımları, felsefi çözümlemenin alanına girer.
Filozoflar, bu ana varsayımları inceleyerek şahısları, dünya
görüşleri hakkında aydınlatırlar. Ancak ne yazık ki belirli
bir hayat tarzını bir kere benimsedikten sonra, insanlar, temel
varsayımlarını her şeye rağmen artık hiç değiştirmeden
sürdürme eğilimi gösterirler. Bu nedenle de kendilerine ‘</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><u>Niçin
böyle yapıyorsunuz? Benimsediğiniz prensiplerin
doğruluğundan emin misiniz? Yaptığınız şeylerin,
inandığınızı öne sürdüğünüz prensiplerle çelişmediğini
söyleyebilir misiniz? Bu prensiplerin bir kısmının diğer bir
kısmıyla çeliştiğini size gösteren birisine içtenlikle
teşekkür edebilir misiniz? Bu tür durumlarda bazen gerçek
çözümü görmezlikten gelip, sorumluluğu devlete, topluma
veya ahlâk kurallarına havale ederek işin içinden
sıyrıldığınız olur mu? Halbuki toplumun bir parçası olarak,
sorunun üzerine gidip, çözümüne bizzat iştirak etmeniz
gerekmez mi?</u></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">’
gibi soruların sorulması, insanların büyük bir çoğunluğunu
son derece öfkelendirir.</span></span></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Fakat,
azınlıkta da kalsalar, dünya görüşlerinin temel
prensiplerini tahlil etmek isteyen bazı insanlara
rastlanabilmektedir. Bu gibi şahıslar, sürdürmekte oldukları
hayat tarzının gerçekten mükemmel olup, olamadığını,
benimsedikleri prensipleri daha iyileriyle değiştirmeye imkân
bulunup, bulunmadığını bilmek isterler. İşte onlara bu
imkânı, felsefe sağlayabilir. Felsefenin sahasına giren
soruların en belirgin niteliği; cevaplarının nereden, nasıl
bulunabileceğinin tarafımızdan kesin olarak bilinememesidir:
‘Adalet nedir? Her olay kendinden önceki olay tarafından mı
belirlenir? İnsan, niçin vardır? Mutluluk mu önemlidir, yoksa
mutluluğa götürmese bile, sosyal adalet mi, yoksa bilgi mi?’
Bu tür soruları şöyle sürdürebiliriz: ‘Gerçek, ne manâ
taşır? Gerçeği, hayalden nasıl ayırabiliriz? Bilgi nedir? Neler
biliyoruz? Bir şeyi kesin olarak bildiğimizden nasıl emin
olabiliriz?’</span></span></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Bütün
bu soruları cevaplandırmak, gerçekten çok zordur ve bunlar,
felsefenin temel konularıdır. Bilimin, matematiğin ya da mantığın
sahasına giren sorulara uygun karşılıklar bulunması, nispeten
kolaydır. En azından bunların çözüm yolu bellidir. Meselâ,
insanoğlunun fiziksel veya biyolojik çevresini anlama ve denetleme
çabaları esnasında karşılaştığı problemlerin cevapları;
ölçme, gözlem veya deney yoluyla ‘dünyaya bakarak’
bulunabilir. Formel disiplinler olan matematik ve mantıkla
ilgili soruların cevapları da, sistemin aksiyomları ile
teoremlerini irtibatlandıran, iyi tarif edilmiş işlemler
aracılığıyla ortaya konabilir.</span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Ama
‘Hak nedir?’ gibi bir soru, ne dünyaya ne de aksiyomatik bir
sistemin birimleri arasındaki ilişkilere bakılarak
cevaplandırılabilir. İşte bu tür soruların karşılıklarını,
filozoflar araştırır. Felsefe akla gelebilen her türden
kavramları ve insanların muhtemel bütün faaliyetlerini
konu alabilen bir disiplindir.”</span></span><sup><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>1</b></span></span></sup></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Ülkemizde
hazırlanan bir ansiklopedide ise, felsefeden beklenen çok büyük
ve çok önemli görevlerden diğer bazıları da şöyle sıralanır:
"Felsefe, genel manâda, kâinatın tasviri, açıklanması ve
yorumlanmasında kullanılabilecek tümel kavramlara ulaşma
çabasıdır... Bilim nesnel olguları, deney ve gözlem
aracılığıyla analiz edilebilen konuları ele alır. Buna
karşılık felsefe, bilimden daha derin, daha geniş bir varlık
ve bilgi alanını incelediği için ondan çok daha geniş
kapsamlıdır. Felsefe, bilimi "mümkün kılar" ve ona
muhtaç olduğu akli kavramları ve ilkeleri hazırlar. Bunlar
olmaksızın bilimsel bilgi mümkün olamaz. Böylece felsefe bilimi
âdeta eğitir, yetiştirir. Ayrıca, felsefe bilimin sonuçlarını
tahlil eder; kaynağını, değerini, objektifliğini, sınırlarını,
teorilerini eleştirerek açıklar, yorumlar. Hatta istikamet
vererek bilimi tamamlar. Felsefe alanına giren konuların özel bir
önemi ve önceliği vardır. Yani felsefe, yüksek bir bilimdir."</span></span><sup><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>2</b></span></span></sup></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Felsefeden
beklenenler ana hatlarıyla bunlardır. Acaba bu büyük
beklentilere karşılık, felsefenin insanlığa gerçekte
verebildikleri nelerdir? Bu sorunun cevabını, yine daha önce
sözünü ettiğimiz “İngiliz halkına felsefeyi tanıtmak ve
sevdirmek” için hazırlanan BBC programında yer alan bir
“felsefi çözümleme” örneğinden öğrenelim: "....eğer
siz, ‘Hayatın manâsı nedir?’ diye bir soru sorarsanız
-lütfen bunu kaçamak yapmak için bir yol veya lâfazanlık
olarak kabul etmeyin-cevap olarak ‘-Manâ ile siz neyi kast
ediyorsunuz?’ sorusuyla karşılaşırsınız. Bence bu soru
‘Hayatın gayesi nedir?’ sorusuyla özdeştir. Genel olarak
nesnelerin bir gayesinin olup, olmadığının sorulması,
anlamsız bir sorudur. Eğer biz varlıklara birer gaye
atfedersek, onlar ancak o zaman birer gaye kazanmış olur.
Meselâ bir saatin, benim için, zamanı gösterdiği veya
duvarımı süslediği için, bir gayesi olabilir. Ama aynı saati
eğer başka biri alır da onu bir başka gaye için kullanırsa,
saatin gayesi değişmiş olur. Hele, eğer siz ‘Bir kayanın
gayesi nedir?’ veya ‘Bir yaprağın gayesi nedir?’ diye
sorarsanız, bu soruların cevabı belki de ‘Hiçbir şey,
onlar öylece orada duruyorlar!’ olacaktır. Siz onları
gayet net tanımlayabilir, onlarla ilgili bazı kanunları da
keşfedebilirsiniz. Ama yine de bu, onların birer gayeleri
olduğunu göstermez. Her şeyin birer gayesi olduğu önermesini
destekleyecek herhangi bir delil var mıdır? Her şeyin bir
gayesi olduğunu söylemek gerçekte anlamlı mıdır? </span></span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.1cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Eğer
‘her şeyin bir gayesi vardır’ diye düşünüyorsanız,
öncelikle şu soruya cevap vermeniz gerekir: ‘Siz, “gaye
kavramının” ne olduğunu iyi anladığınızdan emin misiniz?’
Bir gayeye sahip olmanın ne olduğunu ancak, ona ‘sahip
olmamanın’ manâsını anlayarak bilebilirsiniz. Eğer her şeyin
bir gayesi olması gerekseydi; gaye, o şeyin varlığının bir
parçası olur, gerek hayali gerekse gerçek olsun, o şey,
kendi gayesi olmadan kavranamazdı. Bu durumda ise karşınıza
‘Acaba bir şeyi diğerinden ayırmayan ‘gaye’ kavramının
bir anlamı veya kullanım imkânı olabilir mi?’ sorusu çıkar.
Diğer taraftan, eğer gaye, evrensel bir nitelik değilse, neyin
ona sahip olduğunu, neyin de olmadığını nasıl anlayabiliriz?
Bu, insanlık için çok önemli olan ve modern felsefi çözümlemeye
de ilginç bir örnek teşkil eden bir konudur."</span></span><sup><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>3</b></span></span></sup></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Ve
bu etkileyici (!) çözümleme teknikleriyle ortaya çıkan
sonuçlar, programa katılanlarca şöyle dile getirilir: "</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>Felsefe
okumaya çalışan birçok kimseyi şaşırtan ve bezdiren husus,
felsefe yazılarının birçoğunun kelimeler ve cümleler
etrafında dönüp, durması oluyor. ...İki, üç bin yıldır
insanlık tarihinin en büyük dehaları bu gibi felsefe
meselelerle uğraştıkları hâlde, hâlâ genel olarak kabul
görebilecek çözümlere ulaşılamadı. Bu da bu tür soruların
niteliğinden ileri geliyor. Belki bu sorular hiçbir zaman
cevaplanamayacaktır, belki de aranan çözümü bu metotla elde
etmek imkânsızdır. ‘...-Felsefenin tamamı, Platon'un
şerhlerinden ibarettir!’ diyen sanıyorum, Whitehead idi. Bunu
söylemesinin sebebi, o tarihten beri filozofların uğraşa
geldikleri problemlerin hâlâ çözülmeden ortada duruyor
olmasıdır...</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">"</span></span><sup><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>4
</b></span></span></sup></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Meseleyi
objektif bir tarzda ve daha geniş bir perspektiften ele alan
Prof. C. Yıldırım da, "Bilim Felsefesi" adlı
kitabının, bilim-felsefe ilişkilerine ayırdığı bölümünde
şunları belirtir: "... Bilimin de felsefenin de amacı
dünyayı ve insan yaşantısını anlamaktır. Aralarındaki fark,
metot yönündendir. Bilim, olgulardan hareket eder ve ulaştığı
sonuçları da yine olgulara dönerek teyit etmeye çalışır.
Felsefe de, bir çeşit olgu demek olan insan yaşantısından
hareket eder. Fakat felsefede ulaşılan sonuçları
temellendirmede olgulara değil, akıl yürütmeye, hatta bazen
düpedüz metafizik spekülasyona başvurulur. Bilim, çevreyi
maniple etme imkânı veren bilgi üretme gücüne sahiptir. Oysa
felsefenin bu tür bilgi üretme gücü yoktur, amacı da aslında
bu değildir. Bu durumda karşımıza şöyle bir soru çıkmaktadır:
Felsefe devam edecek midir, edecekse fonksiyonu ne olacaktır?”</span></span><sup><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>5
</b></span></span></sup></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Bu
soruların cevabını çağdaş bir filozofun felsefenin
değeri üzerine söylemiş olduğu şu sözlerde arayalım: "
Felsefe..., size ün veya servet elde etme ya da çalıştığınız
işte ilerleme imkânı sağlamaz. İnsanların övgüsünü
kazandırma veya diğer insanlarla ilişkilerinizde daha kibar ve
uyumlu olma hususunda da bir yararı olmaz: Felsefe okumakla soylu
bir hâl kazanacağınızı veya halkın ‘filozofça tavır’
dediği o çok aranan tavra sahip olabileceğinizi de ummayınız.
Ayrıca diş ağrısına katlanmada, yaşamın diğer
güçlüklerine göğüs germe gibi hususlarda da herhangi bir
kimseden hiçbir farkınız olmayacaktır... Filozoflar,
hayatlarını yoluna koymada herhangi bir kimseden daha başarılı
değillerdir. Felsefe, öğrencilerine ne kendilerini nasıl idare
edecekleri, ne de geleceği nasıl kestirecekleri hakkında özel
bir bilgi sağlamaz. Dünya çapında ünlü hiç bir filozof size
dostluk kurma, başkaları üzerinde etkili olma, aşağılık
duygunuzu yenme konusunda işinize yarayacak bir şey veremez.
Aynı şekilde felsefe, sizi ne beklenen herhangi bir
tehlikeden korur, ne yalnızlığınızı giderebilir, ne de
korkunuzu dağıtabilir veya çağdaş dünyanın giderek artan
kargaşasından kaçarak sığınabileceğiniz bir yer gösterebilir.
O hâlde felsefenin gereği nedir? En ehil felsefe profesörlerinin
yazıları bile okunması, anlaşılması zor ve üstelik bunların
herhangi bir pratik yararı da yok iken, acaba felsefi etkinliğe
ne gerek vardır? Bu sorunun tek cevabı şudur: </span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><b>Anlama
ihtiyacını tatmin etmek.</b></i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">
Felsefe, bütün insanlığı ilgilendiren sorularla, bunlara kesin
cevaplar bulmak için değil, sadece üzerlerinde düşünmek ve
tartışmak için ilgilenir."</span></span><sup><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>6
</b></span></span></sup><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">
</span></span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Çağdaş
düşünür A. F. Schumacher, felsefe hakkında daha da karamsardır:
"Birkaç yıl önce gerçekleştirdiğim bir Leningrad gezisi
esnasında, nerede olduğumu anlayabilmek için bir haritaya
bakmış, ancak işin içinden çıkamamıştım. Çevremde
birkaç tane çok büyük kilise görüyordum, ancak haritada
bunlardan eser yoktu. Sonunda bir rehber imdadıma yetişti:
‘Rusya’da biz kiliseleri haritalarda göstermeyiz.’, ‘-Ama
şurada bir tane işaretlenmiş’ diye harita üzerinde
gösterilmiş bir kiliseye parmağımı uzatınca, ‘Burası bir
müze olduğu için haritaya konmuştur. O, bizim </span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>yaşayan
</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">(ibadete
açık) kilise diye adlandırdıklarımızdan değil. Biz, sadece
yaşayan kiliseleri göstermeyiz.’ O an anladım ki bu, bana
gözlerimin önünde açıkça seçebildiğim birçok şeyi
göstermeyen haritaların sunulduğu ilk durum değildi. Bütün
lise ve üniversite eğitimim süresince bana hayat ve bilgi
haritaları sunula geldi. Bunlar; üzerlerinde, varlığı apaçık
olan ve hayatıma yön vermemde çok önemli yerlere sahip olan
pek çok şeyden hiçbir iz taşımayan haritalardı. Aslında
şaşkınlığım çocukluk yıllarımdan beri hiç eksilmeden süre
gelmekteydi, ancak yanıma, bu durumu açıklığa kavuşturacak
hiçbir rehber de gelmemişti. İdrakimin sıhhatinden şüphe
etmeyi bırakıp da, haritaların doğruluğundan şüphe etmeye
başlayıncaya dek bu şaşkınlığım devam etti... </span></span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Gerçekte,
‘müzeler’ bir yana; aşağıdan yukarıya ve soldan sağa
mevcut bütün haritalar ‘faydacı’ renk ve desenlerden ibaret
olup, bunlarda insanların daha rahat yaşamasına ve para
kazanmasına vesile olmayan şeylerin yerleri hemen daima boş
bırakılmıştır. Oysa günümüz insanının doğru yolu
bulabilmesi için her bakımdan eksiksiz ve iyi tasvir edilmiş
düşünce haritalarına ihtiyacı vardır. Felsefecilerin bu tür
haritalar hazırlamakla iştigal ettikleri söylenir. Düşünce
haritaları yapma, yüksek derecede soyutlamalar kullanılarak
gerçekleştirilen zor bir sanattır. Tıpkı bir dünya atlasının
coğrafya biliminin tamamı sayılamayacağı gibi, fikir haritası
yapma yani eşya ve hadiseleri tanımlama ve işaretleme de
felsefenin yegâne faaliyeti değildir... Ayrıca modern çağın
filozofları, nadiren gerçekçi </span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>harita
yapıcılar</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">
oldular. Oysa </span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>geleneksel
hikmet ve</b></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">
</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>bilgelik</b></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">,
faydacı ve basit-hesapçı felsefeyi aşmakta; bizlere iyiyi,
güzeli, hayırlıyı; kısaca bütün yüksek melekelerimizi
geliştirmek suretiyle hakiki insanlar olma yolunu göstermekte
idi. Bu niteliklere sahip olmaksızın ve kendimizi gerçek
manâda kavramaksızın, hayvanlar aleminden ayrı bir insanlık
tasavvur edilemez. ‘İyi nedir?’ sorusu,
“Darwinci-Faydacı” bakış açısıyla ‘en fazla yaratığa
en fazla menfaat sağlayan şey’ olarak cevaplanarak; fazilet,
çıkarcılığa indirgenmiştir. Ama ne var ki günümüzde batı
insanı, çok bol para kazanmasına ve olabildiğince rahat
yaşamasına rağmen yine de ‘İyilik nedir, kötülük nedir,
hayatımı değerli kılmak için ne yapmalıyım?’ türünden
soruları bütün benliğiyle kendine sorup, bunlara tatmin edici
karşılıklar bulma arzusunu sürdürmektedir... Bu tür soruları
felsefe profesörlerine yönelten kişiler ‘bir görüşler ve
beyanlar sağanağı’ altında boğulsa da zırnık kadar dahi
bilgi edinemezler. Bunun sebebi şudur: Günümüz filozofları,
insan hayatının amacına dair bir ön aydınlatma olmaksızın
ahlâk alanında akıl yürütmeye koyulurlar. Bir ‘maksatlar
sistemi’ kabul edilmeksizin neyin iyi, neyin de kötü olduğuna
karar vermek asla mümkün olamaz. Oysa günümüz
felsefesinde kâinatın ve insanın varoluş gayesini sormak
‘natüralistik yanılgı’ olarak nitelenir. Hiçbir aklı
başında insan, felsefe denen böyle temelsiz bir düşünce
sisteminin ürettiği cevaplarla tatmin olamaz. Eğer birileri bir
şeye iyi ya da kötü diyor, fakat; onun niçin iyi veya neden kötü
olduğunu bize izah edemiyorlarsa, onların sözlerine ilgi
duymamız asla mümkün olamaz. Aynı durumdaki felsefi haritalar
da, iyinin ne olduğunu ve ona hangi yoldan ulaşılabileceğini
bize gösteremedikleri için, tamamen değersizdirler."</span></span><sup><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>7</b></span></span></sup><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">
</span></span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Artık,
felsefenin yalnız ahlâk ve estetik gibi soyut ve subjektif
dallarında değil, bilgi ve bilim teorileri gibi en objektif
sahalarında </span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><u>bile
içine düştüğü </u></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><u>zafiyet</u></i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><u>
</u></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><u>ve
yetersizlik durumu </u></i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><u>açıkça</u></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">
gözlenebilmektedir. Bilgi ve bilim felsefesi literatürü,
neredeyse bu konuda fikir beyan eden felsefeci sayısınca farklı
felsefe sistemi ihtiva etmektedir. Bu, ne yazık ki “bakış açısı
ve düşünce zenginliği” olarak nitelenilecek bir durum değildir.
Tam aksine, son dönemlerde yaşayan çoğu filozof, daha önce aynı
konuyu ele alan düşünürlerin; kabul ettiği birtakım ortak
görüşlerini bir araya getirerek kendininkileri de bunlar
eklemek suretiyle daha kapsamlı bir sistem kurmak yerine, kendi
kişisel kanaat ve görüşlerinin ekseni çevresinde tamamen yeni ve
farklı bir yaklaşımı savunmayı tercih etmektedir. Felsefenin
çöküş döneminde, R. Guenon'un ifadesiyle, "...birtakım
temel olgu ve gerçeklerden fedakârlık etme pahasına da olsa
birçok filozof için tek önemli husus, ‘orijinal’
olabilmektir."</span></span></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Felsefe
ne yazık ki günümüzde, insanın ne entelektüel ne de pratik
yaşamına herhangi bir katkı sağlamayan, ancak, göstermelik bir
“müfredat programı” konumuna düşmüştür. Prof</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>.
</b></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">N.
Bozkurt’un </span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>“</b></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">20.
Yüzyıl Düşünce Akımları”</span></span><sup><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>8</b></span></span></sup><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">
adlı kitabında belirttiği gibi, bilim ve teknolojide özellikle
19. yüzyılda gerçekleştirilen büyük atılımdan sonra felsefe,
bir zamanlar öncülüğünü yaptığı bilim ile rekabet ve yarışma
gücünü iyiden iyiye yitirerek âdeta derin bir “uykuya dalmış”
ve tamamen işlevsizleşmiştir.</span></span></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">En
son ve en yetkin örneklerini Kant ve Hegel gibi Alman
idealistlerinin teşkil ettiği “sistem kurucu filozoflar”a 19.
ve 20. yüzyıllarda rastlanmaması, felsefenin bu içler acısı
hâlini hazırlayan nedenlerin başında gelir. Son iki verimsiz
yüzyılda felsefenin alanı önce “bilimsel yöntem, mantık ve
dil” ile sınırlandı ve daha sonra da, artık “felsefenin
öldüğü” söylenmeye başlandı. </span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Ancak,
19. yüzyıl, felsefenin </span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>insanın
duygu ve düşünce dünyasına karşı takındığı kayıtsız
tavra</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">
gösterilen bazı tepkilere de sahne olmuştur. Etkileri ve sonuçları
tartışmalı da olsa; bu karşı çıkışın en önde gelen
örnekleri “fenomenoloji” ve “varoluşçuluk” akımlarıdır.
</span></span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> </span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<br /></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<br /></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>Felsefede
Alternatif Gelişim Çizgisi: “Fenomenoloji ve Varoluşçuluk”</i></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<br /></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<br /></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">19.
yüzyıl, felsefi etkinlikler bakımından sönük geçen bir asır
olmuştur. Klâsik Alman felsefesinin devrini tamamlamasını izleyen
dönemde, pozitivist bilim anlayışı hemen her alanda tek geçerli
ve güvenilir yaklaşım olarak benimsenmeye başlanmıştır.
Entelektüel çevrelerde felsefenin gereği ve devamı üzerinde
hararetli tartışmalar başlamış, “spekülatif akıl
yürütme”nin, insanlığa verebileceği hiçbir şeyin kalmadığı
kanaati yaygınlaşmıştı. Felsefi temaların çoğu bilimsel
incelemenin konuları hâline geldiğine göre, geriye kalanları da
aynı akıbet bekliyor demekti. Felsefe, çoğu aydının gözünde
artık modası geçmiş bir “bilim öncesi” etkinlik durumuna
düşmüştü. Bilim ile edebiyat arasına çizilen yeni sınırlarda
da, felsefeye hiç yer bırakılmamıştı. </span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">E.
Husserl’in başlatmış olduğu “fenomenoloji” hamlesinin
felsefe tarihi açısından taşıdığı değer ve öneminin
anlaşılabilmesi için bu uygunsuz şartlar ile onların etkisiyle
oluşan kültürel ortamın iyi bilinmesi gerekir. Husserl, tüm bu
olumsuzluklara rağmen, felsefenin, geçmişe ait soyut ve kurgusal
mirası bir kenara bırakıp tekrardan “</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>şeyler</b></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">in
kendisine”, yani “fenomenlere” dönerek yeni bir gelişim
hamlesi başlatması gerektiği görüşünü hiç yılgınlığa
düşmeden bütün meslek hayatı boyunca savunmayı sürdürmüştür.
Ancak o; geliştirdiği yöntemin ya da kurduğu sistemin mükemmellik
ve başarısıyla değil, sadece ve sadece işe başlarken yaptığı
cesur ve devrimci çıkış ve vurguyla taraftar toplamıştır. Ne
yazık ki önerdiği yöntem ve kaleme aldığı birçok kitaptaki
görüşleri, aşırı derecede soyut ve muğlak olduğu ve herhangi
bir uygulama değeri veya potansiyeli taşımadığı için, bunlar
daha ilk ardılı tarafından bir kenara itilerek yerlerine tamamen
farklı bir yaklaşıma bırakmışlardır. </span></span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">19.
yüzyılın natüralist ve pozitivist bilim anlayışının tüm
entelektüel hayat üzerinde kurduğu egemenliğin baskıcı
atmosferinde, bilimsel ilerlemeye paralel olarak gelişen endüstri
ve teknolojinin insan hayatına sağladığı baş döndürücü
rahatlık ve konforun da desteğiyle, olguculuk ve katı bilimcilik
dışında kalan felsefi ve bilimsel etkinlikler, modası geçmiş
boş ya da gereksiz çabalar olarak görülmeye başlanmıştı.
Böylece insanı ve evreni anlamaya ve tanımaya yönelik entelektüel
çabalar, tamamen ihmal edilmişti. R. Bubner’in “Modern Alman
Felsefesi”nde belirttiği gibi, böyle bir ortamda “bilimselci
emperyalizme karşı felsefenin kendi özgün tezlerini yeniden
belirleme görevi, E. Husserl’e düşmüştü.”</span></span><sup><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>9</b></span></span></sup><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">
</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>Fenomenoloji
</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">olarak
adlandırılan</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>
</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">felsefi
yaklaşımın savunucusu olan Husserl’in, bu amaçla iki şey
yapması gerekiyordu: İlkin, ampirik bilim dallarının daha önce
felsefeye ait olan alanlardaki önlenmesi güç yayılışını
durduracak birtakım kesin sınırlar çizmek ve ikinci olarak da
felsefenin yararsız bir uğraş olmayıp, en az bilim kadar
verimli ve gerekli bir faaliyet olduğunu göstermek. Husserl işe,
bir süreden beri zihinsel yapı ve süreçleri ele alıp, incelemeye
başlayan psikolojiyle, geliştirmeye çalıştığı kendi felsefi
yaklaşımı arasındaki sınırı belirleme girişimiyle başladı.
Husserl fenomenolojiyi, “olgusal bilimlerin karşıtı olan bir </span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>öz</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">
incelemesi tekniği” olarak da tanımlamıştır. </span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>
</i></span></span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
Husserl, I. Dünya
savaşını, natüralist-olgucu anlayışın özellikle Avrupa’da
yol açtığı entelektüel krizin yıkıcı sonuçlarından biri
olarak görür. Bu anlayışla “bireyler, toplumlar ve nihayet tüm
dünya“ tamamen fiziksel varlıklar olarak görülmeye
başlanmıştır. Ve bu indirgemecilik, arkasından bir “yok etme”
tutkusu ve topyekûn savaş ideolojisi getirmiştir. Giderek
yaygınlaşan “şeyleştirme” ve “bilimselcilik” (bilimsellik
değil) iki ayrı barbarlık türünden başka şeyler değildir.
Husserl’e göre, Avrupa; ya bu barbarlık akımları içinde yok
olup gidecek, ya da selim aklın “tabiatçı-olguculuğu” mağlup
etmesinden sonra, felsefenin ruhuyla tekrar hayat bulacaktır. Bu,
ancak akılcı bir eleştiri sürecinden sonra mümkün
olabilecektir. Umutlarımızın ve yaşama gücümüzün kaynağı
olan ruh da maneviyatı ve kendi ölümsüzlüğünü, bu akılcı
eleştiride, yani gerçek felsefede bulabilecektir.<sup>10</sup></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Tüm
bu coşkusuna, çabasına ve ciltler dolusu yazılarına rağmen ne
yazık ki, Husserl’den felsefe dünyasına somut bir miras olarak
geriye “bazı eleştiriler” ile “güzel bir temenni”den başka
hemen hiçbir şey kalmamıştır. “Felsefe, eski yaklaşımlara
değil fenomenlere dayanmalı” diyen Husserl, sonraları büyük ün
ve yaygınlık kazanacak olan bu sözünün gereğini kendisi de
yerine getirememiş ve çok geçmeden eski bir kavram olan
“transendantal bir ben” anlayışına saplanıp, kalmıştır. </span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Fakat
onun uyarı ve savunmalarının, başka düşünürler üzerinde
birtakım psikolojik</span></span><span style="color: blue;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">
</span></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">etkililer
oluşturduğu söylenebilir. Belki de bu sayede felsefe, günden güne
gelişen bilim ve teknoloji karşısında bağımsız bir alan olarak
varlığını bir süre daha devam ettirme imkânı bulmuştur. </span></span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Husserl
1927’de üniversitedeki görevinden emekli olunca, yerine M.
Heidegger atandı. Zaten Husserl’de Heidegger’i kendi meşru
ardılı olarak görmekteydi. Ancak bir süre sonra Heidegger’in;
“Varlık ve Zaman” adlı ünlü eseriyle, fenomenoloji ile ilgili
olarak kendisinin yazdığı ve söylediği her şeyi bir yana
iterek, onların yerine bambaşka bir yöntem ve anlayış
getirdiğini gören Husserl, büyük bir hayal kırıklığına
uğradı. 1930’dan sonra da iki düşünürün arasındaki
ilişkiler iyice soğudu ve kopma noktasına geldi. </span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Aslında
Heidegger’i böyle davranmaya iten şey, Husserl’in görüş ve
yazılarındaki rahatsızlık verici “somutluk noksanlığı”
idi. Bubner bu hususu şöyle dile getiririr: “Husserl’i
tanıyanlar, onun hem pratik yaşamında hem de kitaplarının her
sayfasında bir “soyut kategorileme makinesi” gibi çalışarak,
tahammül edilmez bir terminolojik gevezelikle, en küçük bir
ayrıntı için, nasıl kılı kırka yardığını çok iyi
bilirler.”</span></span><sup><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>11</b></span></span></sup><sup><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">
</span></span></sup><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Husserl’in
“somutun felsefesi”ni yapma girişimi; ne yazık ki, “iddiaları”
ile “ortaya koydukları” arasında aşılması imkânsız
uçurumlara yol açan bir “soyutluk seylabı” altında kaybolup
gitmiştir.</span></span></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Zaman
ve mekan bakımından Husserl ile olan yakın bağlantıları
nedeniyle Heidegger’in ortaya koymuş olduğu felsefi yaklaşım,
yani “varoluşçuluk”, genelde fenomenolojiyle ilişkilendirilir.
Ancak aslında varoluşçuluğun içerdiği kavram ve terimlerin
kaynağı Husserl değil, Danimarkalı bir düşünür olan S.
Kierkegaard (1813-1855)’dır. İngilizce konuşan ülkeler,
Danimarka diliyle tanışık olmamaları nedeniyle Kierkegaard’ın
düşüncelerine yaklaşık bir asır boyunca büyük ölçüde
yabancı kalmıştır. Bu etkili düşünürün ve varoluşçuluğun
gerçek kurucusunun yazıları İngilizce’ye ancak yakın
zamanlarda çevrilebilmiş ve yaygın bir şekilde okunup,
tanınabilmiştir. </span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Kierkegaard,
hayatının oldukça buhranlı bir döneminde “Hıristiyanca
varoluş”un gerçek niteliği üzerinde araştırmalara koyulur.
Çalışmaları belirli bir düzeye ulaştığında, kilise kurumunun
gerçek Hıristiyanlığa ihanet etmiş olduğu sonucuna ulaşan
Kierkegaard, kiliseye ve piskoposlara karşı büyük bir mücadele
ve saldırı başlatır. </span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Kierkegaard’ın
felsefi irdelemesinin temel basamakları şöyle özetlenebilir: “Bir
şeyin önemli bir gerçek sayılabilmesinin tek şartı, insanın
onu kişisel olarak büyük bir coşkuyla ve tüm benliğiyle kavrama
iştiyakı göstermesidir. Eğer herhangi bir bilgi, varoluşumuzu
anlamlandırmıyor, etkilemiyor ve değiştirmiyorsa, onu bilmenin
herhangi bir değeri ve önemi olamaz.”. Bu ilkeyi kendine
uygulayan Kierkegaard şu sonuçlara ulaşır: “Benim için </span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>gerçek</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">,
kendisine ulaşmak için her şeyi göze alabileceğim </span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>ide</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">’dir.
Ben onu aramalı ve mutlaka bulmalıyım!” </span></span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Kierkegaard
böylece felsefe için en önemli hedefin, insanın </span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>varoluşu</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">nun
ve bu olguyu etkileyen diğer gerçeklerin araştırılması olduğu
görüşünü gündeme getirmiş oldu. Ve insan ile onun varoluşunu
esas alan bir düşünür olarak; işe, kendisini araştırmakla
başladı. Kierkegaard’ın ilk farkına vardığı şey, “dünyaya
ve bizzat kendisine karşı duyduğu yabancılık” ile “içten
kaynaklanan bir parçalanmışlık duygusu ve sanki bir bölünmenin
ya da dağılmanın uçurumuna yaklaşıyor gibi olmanın doğurduğu
bir korku ve umutsuzluk” olur. Dikkatini çevresine yönelten
Kierkegaard, bunların sadece kendi kişisel sorunları değil, tüm
insanlığın ruh hâlini belirleyen temel unsurlar olduğunu görür.
İnsanlık, “korku” içinde, kendini kaçınılmaz bir ölüme
sürüklemekte olan bir süreç yaşamaktadır. Böyle bir durumda
yapılması gereken ilk şey, tam bir cesaret ve dürüstlükle
gerçekliği olduğu gibi benimsemektir. </span></span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">İnsanın
özgür oluşundan hareket eden Kierkegaard, varoluş imkânlarına
ait bir öğreti geliştirdi. “Yaşam Yolunun Devreleri” olarak
adlandırdığı bu öğretiye göre her insanın hayat tecrübesi
için üç muhtemel dönem söz konusudur: 1-) Estetik, 2-) Ahlâki,
</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>3-)
Dini.</i></span></span></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Kierkegaard’a
göre bunlar “üç yaşama tarzını”, “üç hayat felsefesini”
ve insanlığın varoluş hedefine ve esenliğe ulaşma çabalarının
“üç safhasını” temsil ederler. Kimimiz bu devrelerin birinden
diğerine doğru ilerleyip, sonrakine geçerken; bazılarımız ömür
boyu, ilk safhada kalır. </span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Kierkegaard’a
göre kişinin içinde bulunduğu hayat devresi, kendisinin özellikle
ilgi göstermekte olduğu değerler tarafından belirlenir: Estetik
devre hazcı tutkular, etik devre görev ve sorumluluk duygusu, dini
devre ise Tanrı’ya bağlılık ve itaat ile karakterlidir. Dini
devrenin temel özelliklerinin zorluklara ve günahlara direnme gücü
veya sabır ile inanç olduğunu belirten Kierkegaard, hayat
devrelerinin aynı zamanda birer benlik edinme devresi olduğunu
ekler. Buna göre benlik; verili bir insan niteliği olmayıp, çaba
sarf edilerek kazanılan bir özelliktir. </span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Kierkegaard
estetik dönemdeki bireylerin toplum içinde zevk ve romantik
istekler peşinde koşan bir hazcı veya soyut felsefi
spekülasyonlarla ömür geçiren bir aydın şeklinde müşahede
edilebileceklerini söyler. Estetik dönemin bu iki temel tipinin
müşterek özelliği, seçici ve belirleyici bir eylem
gerçekleştirmekteki yeteneksizlikleridir. Herhangi bir sosyal ya da
etik görev söz konusu olduğunda, her ikisi de gerekli sorumluluğu
yüklenmekten ve gereken çabayı göstermekten kaçınır.
Estetik-hazcı tip, hiçbir yükümlülük üstlenmeksizin sürekli
geçici hazlar peşinde koşar. Ancak böyle bir yaşama şekli,
sanılacağı gibi mutluluk getirmez. Böyle yaşayan birinin eninde
sonunda bunaltıcı bir can sıkıntısının pençesine düşmesi
kaçınılmazdır. </span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">O
günlerde, bu şekilde yaşayan bireylerin sayısının aşırı
yüksekliği nedeniyle sanki tüm dünyayı global bir sıkıntı
halesi çevrelemiş gibiydi. Susuzluğunu deniz suyu içerek
gidermeye çalışan biri gibi sıkıntıdan bunalan kişi, kendini
giderek daha çılgınca hazlarla avutmaya çalışır. Ama sonuçta,
duymakta olduğu sıkıntı daha da dayanılmaz bir hâl alır.
Neron, hazzın dozunu arttırarak sıkıntının pençesinden
kurtulmaya çalışan kişilerin en ünlüsüdür. Devletin “Haz
Bakanları”nın icat ettiği en olağanüstü ve orijinal
eğlencelerle de avunamaz hâle gelen Neron, kendisini çıldırma
noktasına getiren bunaltısından kurtulabilmek için en son çare
olarak Roma’yı yakmayı denemiştir. </span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Gerçek
benliğimizi bulabilmemiz için “seçme”nin olgusallığını
yaşamamızın şart olduğunu söyleyen Kierkegaard’a göre,
esenliğimizi haz kaynakları ve spekülatif fikirler gibi kendi
dışımızdaki şeylerde aramaktan vazgeçmemiz de bir
zorunluluktur. Bizi gerçek benliğimize götürecek yol dışımızdan
değil; içimizde bulunan “azim, sabır, görev ve sorumluluk
bilinci ile gerçek özgürlük”ten geçer. </span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Hazcı
hayatın doğuracağı boşluk, anlamsızlık, umutsuzluk ve sıkıntı
gibi olumsuz duyguların bazen, bireyi bir şekilde </span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>ahlâki
devre</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">ye
doğru ilerlemeye teşvik etmek gibi olumlu bir fonksiyon görmesi de
mümkün olabilir. İkinci devre, bir özgür seçim ve taahhüt
dönemidir. Bu seçme eylemiyle kişi, “gerçek benliğini”
bulunca, o güne kadar süregelmiş olan “kararsızlık,
belirsizlik, istikrarsızlık, fanilik ve boşluk” gibi bunaltıcı
duygulardan kurtuluş yolunu da bulmuş olur. Bunu sağlayacak olan
karar “conditio sine qua non” ancak derin bir içgörü ve “tam
bir samimiyet, ciddiyet ve azim” ile verilebilir. Ölümle yüz
yüze bulunduğunun bilincinde olan bir insanın bu konuda daima
doğru tercihi yapacağını iddia eden Kierkegaard, bu nedenle her
günümüzü, bu sanki bizim son günümüzmüş gibi yaşamamızı
önerir. Eğer içe yöneliş yeterli derinliğe ulaşmış ise, kişi
orada “kendinin bilgisini, bizzat kendi olmanın sırrını”
görerek, Sokratik “Kendini bil!” hedefinden, “ Kendini
bularak, bizzat kendin ol!” düzeyine yükselir. </span></span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Bu
noktaya ulaşabilen kişinin en büyük kazanımlarından biri de
sadece kendi gücüyle “kendisi olmayı sürdüremeyeceği”ni
keşfetmesidir. Sonlu ve ölümlü varoluş göstermektedir ki,
insanın bu dünyadaki kendi gücüne dayalı kişisel varlığı bir
hiç ya da hayal gibidir. Ancak ulaştığı bu mertebede artık şunu
da görebilir: Varlığının bir cephesini bu sonluluk ve ölümlülük
oluşturmakla beraber, diğer cephesini ise ebedi bir Varlığa,
sonsuz bir varoluşa yöneliş teşkil etmektedir. Kişi böylece,
bir yandan umutsuzluk ve korkularına sağlam bir teselli ve dayanak
bulurken, diğer yandan da bir seri görev, sorumluluk ve talimatla
yüz yüze gelir. Bunların en önemlisi, “dünyadaki geçici
varoluş sürdürülürken, gelecekteki sonsuzluğun asla
unutulmaması” ilkesidir. Bu gerçeklik ve varoluş düzeyine
ulaşmayı başaran kişi, artık dini döneme geçmiştir.
</span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Kierkegaard
tüm insanlığı kendi varoluşlarını tahlil ederek sorumluluk
yüklenmiş bireyler olmaya ve Tanrı’nın huzurunda, kendilerine
ait olan yeri almaya çağırır. Herkes, Tanrı karşısında bir
karar verme ve bir tercihte bulunma durumundadır. Kierkegaard’a
göre en büyük günah, kişinin umutsuzluğa, yani yeise yenik
düşmesi veya Tanrı’nın huzurunda, gerçek benliğine sahip olma
ahdini yerine getirmeyi savsaklamasıdır. </span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Alman
filozof M. Heidegger, Kierkegaard’ın temellendirdiği çağdaş
varoluşçuluğun gelişimini sürdürmek üzere fenomenolojik
hareketin liderliğinden feragat etmiştir. Heidegger’e göre
insan, yeryüzünde “ister istemez” bir yolculuğa başlamıştır.
Yolun sonunda da onu kaçınılmaz bir şekilde “ölüm” bekler.
Heidegger insanın bu durumunu özel bir terimle </span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>(</b></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><u><b>geworfenheit</b></u></i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><u>:
</u></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><u>dünyaya
atılmış ya da fırlatılmış olmak</u></i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">)
dile getirmiştir. O da Kierkegaard’ı hatırlatan bir şekilde,
</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>ölümle
yüz yüze gelmenin, insanı, “varoluşunu</b></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">
</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>anlamlandırmaya”
yönelteceği</b></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">
tezini hareket noktası olarak alır. Heidegger’e göre de insan
hayatı, belirli bazı devrelere ayrılır. O, özellikle ilk iki
devreye dikkat çeker: 1-) </span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><u>Günlük
Hayat</u></i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">:
Herhangi bir spesifik özelliği olmayan, sıradan bir hayat. 2-)
</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><u>Kararlı
Hayat</u></i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">:
Bilinçli seçimlere dayanan özel bir yaşama tarzı. </span></span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Heidegger,
Kierkegaard’ın da benzer bir tarzda “</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><u>çözüme
yönelik olarak sunmuş olduğu </u></i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><u><b>üçüncü</b></u></i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><u>
basamağı“</u></i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">
öylesine özel bir dil ve o kadar farklı bir yöntem ile ifade eder
ki; eserlerine yüzeysel olarak bakıldığında sanki, onun, bu
konudaki kararı tamamen okuyucuya bırakmış olduğu zannına
kapılınılabilir. Bu, batı felsefe literatüründe gerçekten
yaygın olarak gözlemlenen bir “zan”dır.</span></span></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> “<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">B.
Magee” ile New York Üniversitesi felsefe profesörlerinden “W.
Barett”in, “Heidegger ve felsefesi”ni konu alan şu sohbetleri
bu hususa oldukça ilginç bir örnek teşkil</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>
</b></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">eder:</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>
</b></span></span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;">“<span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><b>-Zaman
zaman güçlü bir felsefenin tarihsel ve sosyal faktörlerin de
etkisiyle belirli bir süre içinde yaygınlaşarak “bir düşünce
modası” hâline geldiği görülür. İki dünya savaşı arasında
Marksizm böyle bir yaygınlık gösterdi. Bunun en büyük nedeni,
Rus ihtilaliydi. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, aynı durum
varoluşçuluk için söz konusu oldu. Varoluşçuluk modası
Avrupa’da büyük ölçüde Nazi işgali altındaki yaşama
şekline ve şartlarına bir tepki olarak başladı. Bir düşünce
modası hâline gelen bir felsefe; sadece akademik çevrelerde değil;
kültür hayatının yazar, ressam, müzisyen, şair ve gazeteci gibi
tüm etkin unsurları tarafından yaygın bir şekilde kabul görür.
İkinci Dünya Savaşı sırasında Paris’te varoluşçuluk sadece
sohbet ve toplantılarda değil, tüm sanat ve eğitim
faaliyetlerinde, hatta eğlencelerde bile tesirini yoğun bir şekilde
hissettirmekteydi. Bu olağanüstü etkileyici ortamın en tanınmış
kişisi olarak J. P. Sartre’nin ünü günümüze kadar gelmiştir.
Oysa, varoluşçuluk Fransa’da değil Almanya’da ve Birinci
değil, İkinci Dünya Savaşı’nı izleyen dönemde başlamıştır.
Felsefe tarihçileri ve yorumcuları bu akımın en etkili ve önemli
kişisinin de Sartre değil, Heidegger olduğu görüşünü
benimserler. Heidegger bir felsefe öğretmeni olmadan önce
Husserl’in yanında eğitim görmüştü. 1927’de 38 yaşındayken
en ünlü kitabı ‘Varlık ve Zaman’ı yayımladı. Heidegger bu
kitabının basımından sonraki yaklaşık yarım asır boyunca
felsefe çalışmalarını sürdürdü. Bu dönemde de oldukça ilgi
çeken bazı kitapları yayımlandı. Ama bunların hiçbiri ‘Varlık
ve Zaman’ kadar etkili, mükemmel ve başarılı olmadı. Heidegger
‘Varlık ve Zaman’da ‘Varlık nedir?’ sorusundan yola
çıkarak, varoluşu genel çizgileriyle yorumlayıp açıklamaya
çalışır. Bu çerçevede insan da kendi özel varoluşuyla
doğrudan ele alınırken, bu olgu; dışarıdaki bir gözlemcinin
perspektifinden değil, bizzat varolanın bakış açısından
kavranmaya ve yorumlanmaya çalışılır. Bu varoluş, hayat ile
bağlantılıdır, yani hayat bu varoluşun içkin bir sürecidir. Bu
tahlil sürecinde insan hayatının iki aşamasıyla karşılaşılır:
‘günlük, sıradan hayat’ ve ‘kararlı, bilinçli hayat’.
Batının bilimi, teknolojisi, felsefesi ve batı toplumunun bizzat
kendisi son üç ya da dört asır boyunca gelişimini belirli bir
yönde ve biçimde sürdürmüştür. Bu dönemde batı insanının
ilk işi tabiatı ele geçirmek olmuştur. Bu ise batı düşünce
dünyasında tabiata yönelik belirli bir bakış açısının
yerleşmesiyle sonuçlanmıştır: Sanki o efendi, tabiat köle ve o
özne, tabiat nesnedir. Bu bakış açısı, batı dünyasının
gerçeklik anlayışında bir çatlağın oluşmasına yol açmış
ve bu çatlak, bilim ve felsefe başta olmak üzere bu dünyanın tüm
entelektüel ve kültürel hayatını etkilemiştir. Bu anlayışla
felsefede yapılan tüm çalışmalarda; pratiğe, yani teknolojiye
uygulanacak türden bilgi üretimi ve bilgi sorunu kaçınılmaz
olarak merkezi bir konum ala gelmiştir. Descartes’dan bu yana
bilgi, felsefi geleneğimizin ana sorunudur. Ama Heidegger, başlıca
bu konuyla uğraşmaz. O daha çok bilginin ne ve nasıl olduğunu
değil, varolmanın ne olduğu hususunu ele alarak, özellikle
‘varolmak ne demektir ve neyi gerektirir?’ ya da ‘kendimizi
içinde ve onunla birlikte bulduğumuz bu varoluş olgusu nedir?’
sorularına cevap arar.” </b></i></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;">
“<span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><b>-
Evet, durum ana hatlarıyla böyle.”</b></i></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> “<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><b>-
Heidegger’in bu girişimi, birçok filozof tarafından çok tuhaf
bir girişim olarak görülür ve oldukça yadırganır. Çünkü
felsefe geleneğimizin ana konusu olan “bilgi”den çok farklı
bir sorundur bu.”</b></i></span></span></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;">
“<span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><b>-
Evet, alışılmadık bir sorun. Ama şu noktayı vurgulamak isterim:
Felsefede bilgi sorununun merkezi bir konum kazanması ancak
Descartes’dan bu yana olan bir şey. Her ne kadar daha önceki
filozoflar da bilgi konusunu ele almış olsalar da, onlar
epistemolojiyi Descartes gibi başlıca sorun olarak görmemişlerdir.
Bundan dolayı Heidegger kendisinin; antik Yunan felsefesine,
özellikle de Sokrates öncesi düşünce geleneğine dönmüş
olduğunu düşünür.”</b></i></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> “<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><b>-
Heidegger’in içinde bulunduğumuz gerçekliğin bir tasvirini
yapmaya teşebbüs ettiğini söyledik. Bu, dünyadaki varlığımızın
felsefi bir analizi anlamına gelir. Meslekten olmayan biri “Bunun
ne önemi olabilir ki?” diye düşünüp, “Nasılsa varız, bir
varoluşa sahibiz, işte buradayız ve yaşamaktayız. Bir anlamda
bu, bizim zaten her şeyimiz. Her şeyden çok aşina olup,
tanıdığımız ve bildiğimiz bir şeyin analizi bize nasıl
yararlı bir sonuç sağlayabilir ki?” sorusunu sorabilir.”</b></i></span></span></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;">
“<span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><b>-
Hayatta gözümüzden kaçan önemli noktalar genellikle bildik ve
tanıdık şeylerle ilgili olur. Bazen burnumuzun ucundaki bir şeyin
önemini en son olarak fark ederiz. Heidegger’in tasvirlerini
yaparak işe başladığı insanın varoluşuna dair şeylerin bizler
tarafından genelde bilindiği doğrudur. Ama Heidegger’in
analizini sonuna kadar izlersek, bu olguyu, çoğumuz o ana kadar
farkına varmamış olduğumuz bir biçimde görmeye başlarız.”</b></i></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"><u>
“<span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><b>-
Heidegger’in yaptığı şeyin bilinenin, gündelik ve olağan
olanın tahlilinden ibaret olduğunu mu söylemek istiyorsunuz?”</b></i></span></span></u></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"><u>
“<span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><b>-
Hareket noktası olarak evet. Ama, daha sonra sıra dışı ve
alışılmamış olanın, özellikle de o en müthiş realitenin
birden varoluş analizi içinde ortaya çıkmaya başladığı
görülür.”</b></i></span></span></u></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"><u>
“<span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><b>-
Neyi kastettiniz? Ölümü mü?” </b></i></span></span></u></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"><u>
“<span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><b>-
Ölüm bunlardan biri.” </b></i></span></span></u></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;">
“<span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><b>-
Başka neler var?”</b></i></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;">
“<span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><b>-
Kaygı, vicdan ve diğerleri. Heidegger’in tasvirlerini gündelik
gerçeklik zemini üzerinde izlemeyi sürdürürken bir bakarız ki
ayaklarımızı bastığımız plâtformda olağandışı birtakım
yarıklar açılmaya başlamıştır. ‘Heidegger’in tasvirleri
bize daha önceden bilmediğimiz bir şey öğretebilir mi?’ diye
sormuştunuz. Meselâ ölümü ele alalım. Heidegger’in ölümle
ilgili tasvir ve tespitleri alışılmış tasarımlarımızı alt
üst eder. Çünkü bu mutat yaklaşımda, ölüm gerçeğinden
köşe-bucak kaçmak esastır. Ölümü hep çevremizde ve bizim
dışımızda olup biten bir hadise gibi görmeye alışmışızdır.
O sanki daima başka insanların başına gelir ve bizim onunla tüm
etkileşimimiz de sadece ölüm ilânları ve benzeri yollarla olur.
Aslında tek tek her birimiz için de ölümün söz konusu olduğunu
biliriz, ama bu henüz gerçekleşmemiştir ve zamanı da belli
değildir. Zaten, ayrıca ölüm gelip, çattığında
yapabileceğimiz bir şey de yoktur. O hâlde ölümü, bir süre
daha sadece bizim dışımızda olan bir olay gibi görebiliriz. Oysa
Heidegger, her insanın dolayısıyla da filozofun öncelikle sorması
gereken sorunun ‘Eninde sonunda ölümüm söz konusu olacağına
göre, hayatın anlamı acaba ne olabilir?’ suali olduğunu
savunur. Bu soru tabii olarak tek tek herkesin ölümle kaçınılmaz
bir ilişkisi olduğu gerçeğiyle kişisel olarak yüz yüze gelmiş
olmanın tabii bir sonucu olarak sorulmuştur.”</b></i></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;">
“<span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><b>-
Buna tamamen katıldığımı belirtmeliyim. Çok farklı bir felsefe
geleneği içinde yetişmiş olmama rağmen bu söylediklerinizi çok
iyi anladım. Aslında gündelik hayatımızın hem çok yalın ve
çok alışılmış, ama aynı zamanda da çok gizemli ve enteresan
olduğunu, ömrümde belki de ilk defa bu kadar iyi bir şekilde
kavrayabilmekteyim. Gerçekten de ölümle yüz yüze gelmek, insanı
varoluşunda bir anlam aramaya yöneltiyor. Peki ama acaba bu
noktadan sonra Heidegger bu gibi temel soruları nasıl
cevaplandırmaya başlıyor?”</b></i></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;">
“<span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><b>-
Heidegger ‘Hayatın anlamı nedir?’ ve buna bağlı olarak ‘Nasıl
bir hayat yaşamalıyım?’ gibi sorulara net olarak tanımlanmış
kesin birer karşılık önermez. Çünkü, Heidegger bu hususlarda
verilecek kararların tamamen kişisel olması gerektiğine inanır
ve bu kişiselliğe veya mahremiyete müdahaleden titizlikle
sakınarak, sadece cevaba giden yolda okuyucusuna rehberlik etmekle
yetinir. Fakat temel varoluş sorunlarını öyle sıralar ve
tanımlar ki, doğru cevap,(doğru) kişinin zihninde kendiliğinden
ve hemen doğuverir.”</b></i></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;">
“<span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><b>-
Bunu sağlamak için özellikle yaşamın belirli bir özelliğine
yaptığı vurgu, ayrıca bahse değer sanırım: Biz hiçbir iradi
katkımız olmadan kendimizi dünyada buluveririz. Bu, zorunlu bir
yolculuk gibidir.”</b></i></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;">
“<span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><b>-
Evet, hiçbirimiz ana babamızı kendimiz arayıp bulmadık. Her
birimiz belirli bir tarihte, dünyanın belirli bir coğrafi
bölgesinde ve belirli bir genetik donanımla dünyaya gönderildik.
Hayatımızı ‘şimdi, burada ve bu şekilde’ sürdürmek ve
biçimlendirmek zorundayız.”</b></i></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;">
“<span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><b>-
Gözlerimizi açtığımızda kendimizi dünyada bulmakla kalmıyor,
tam buna alışınca bu defa da, bir süre sonra bu yolculuğun
bitivereceği gerçeğiyle karşı karşıya kalıyoruz.”</b></i></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;">
“<span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><b>-
Heidegger, felsefenin esasının ölüm sorusuna geçerli bir cevap
arama etkinliği olduğunu açıkça kelimeler aracılığıyla
söylemese de, sonunda bize bunu net bir şekilde sezdirip kavratır.
Sokrates da her türlü felsefi girişimin özünün ölüm üzerine
tefekkürden ibaret olduğunu bildirmişti. Bu görüşü şöyle de
yorumlayabiliriz: İnsan ölümle yüz yüze gelmek zorunda
kalmasaydı, belki de hiçbir zaman sistemli ve ciddi bir şekilde
düşünmek ve felsefe yapmak gereği duymayacaktı. Bir bakıma
Parminedes’in izleyicisi olarak da görebileceğimiz Heidegger,
‘her şeyin kökeninin bir olduğu’ şeklindeki düşünceyi
coşkulu bir şekilde dile getiren ve varlığın bütünselliğini
en belirgin şekilde vurgulayan bu antik Yunan bilgesi hakkında
araştırmalar yapmış ve yazılar kaleme almıştı. Parmenides’le
ilgili bu yazıları okuduğumuzda; kendimizi, varlığın birliği
ve bütünlüğüyle sıkı bağlar içinde hissederiz. Heidegger’e
göre günümüz insanının en vahim problemlerinden biri, bu
‘geleneksel ve evrensel kültür kaynakları’ ile olan bağlarının
tamamen kopması sonucu, bütün ile olan ilişkilerini de kaybetmiş
olmasıdır.”</b></i></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;">
“<span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><b>-
Acaba Heidegger bunu niçin özellikle modern zamanların bir
patolojisi olarak gördü? Çünkü aslında, bu insanlığın zaman
zaman yaygınlaşan tarihsel bir zaafı değil midir?”
</b></i></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;">
“<span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><b>-
Evet, insan gerçeği aramakta olduğunu düşündüğü bir sırada
bile ondan kaçabilen veya onu görmezlikten gelebilen ilginç bir
varlıktır. Parmenides de kendi çağdaşlarında müşahede ettiği
yabancılaşmayı eleştirmişti. Ama bu yabancılaşma olgusunun
özellikle modern kültürde ortaya çıkmasının nedeni, sanırım
bizim tamamen endüstriye dayalı çok daha yapay bir ortamda
yaşamamızdır. Eskiye oranla insan, günümüzde tabiattan çok
daha fazla izole bir durumda yaşamaktadır. Bu yapay ortam,
teknolojik gelişimin sonucudur, yani bizzat insanın kendi elleriyle
oluşturulmuştur. Heidegger’e göre günümüz insanının
teknoloji hakkındaki görüşleri çok yüzeysel ve basittir.
Çoğunluk teknolojiden yana bir tavra sahipken geriye kalanlar da
makineleşmeye karşı olduklarını söyler. Heidegger ise içinde
yaşadığımız dönemde basitçe teknolojiden yana ya da ona karşı
olmanın bir anlam taşımadığını belirtir. Şu anda dünyadaki
her şey gibi bizler de bütünüyle teknolojinin ellerindeyiz. Onu
ortadan kaldırırsak, uygarlığımız da tamamıyla çöker. Ancak
öte yandan atom bombası ve benzerlerinin ortaya koyduğu bir olgu
daha vardır: İnsanlık artık kendi kendini yok edebilecek bir
noktaya ulaşmıştır. Heidegger ‘Varlık ve Zaman’ı
yayımladıktan sonraki döneminde, tarihsel gelişim süreci içinde
insanın teknolojik varlığının bu duruma nasıl ulaştığını
araştırır.” </b></i></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;">
“<span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><b>-
Heidegger’in şiire olan ilgisi, teknolojiye karşı olan ilgisiyle
nasıl irtibatlandırılabilir? Acaba o bunları bir madalyonun iki
yüzü gibi mi görüyordu?” </b></i></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;">
“<span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><b>-
Evet günümüz felsefesinin hakim eğilimine göre dil,
denetlenebilen ve yönetilebilen bir biçimsel araç ve yapıdır. Bu
bakış açısı teknolojinin günlük hayatımızdaki ağırlığından
kaynaklanır. Heidegger burada, teknolojinin düşünce dünyamıza
kazıdığı alışkanlığın dil ve şiirdeki yansımalarına karşı
çıkar. Ona göre dil, hele şiir, asla irademizin boyunduruğu
altına girmemelidir. Şair iradi olarak ve plânlı bir şekilde
şiir yazamaz, çünkü şiir ‘kendiliğinden gelir’. Ve okuyucu
da şiire karşı tepkilerini isteyerek oluşturamaz. O, kendini
şiirin eline bırakmak ve tüm etkilerini özgürce oluşturmasını
beklemek zorundadır. Heidegger batı uygarlığının tehlikeli bir
hâl alan teknolojik tırmanışını, sonunda ‘mutlak güç’
talebine dönüşecek olan Faustçu bir iradeyle ilişkilendirir. F.
Bacon’un şu sözü bu olayda anahtar konumdadır: ‘Tabiatı
öylesine sıkıştıralım ki, sadece sorularımızı cevaplamak
zorunda kalsın!’ Oysa insan, düşünmekten vazgeçse ve tabiata
çılgınca saldırsa bile, ondan gelen diğer mesajları da
‘dinlemek’ zorundadır.” </b></i></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;">
“<span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><b>-
Bu, bana çıkış noktamızı, yani Heidegger’in batı felsefe
geleneğinden kopuşunu çağrıştırıyor. Marksizm gibi bu
geleneğin içinde kalan devrimci yaklaşımlar bile, tabiatı ele
geçirip, onun mutlak hakimi ve sahibi olmanın, insan soyunun sürüp
giden bir uğraşı olduğunu varsayarak, bu tavrı onaylarlar. Oysa
Heidegger’in temel felsefesi buna kökten bir karşı çıkıştır.
Heidegger’in bu husustaki düşüncesi şudur: Eğer samimi olarak
durumumuzu bilmek ve anlamak istiyorsak, yani gerçeği öğrenmek
istiyorsak; kendimizi zorla varlığa ve onun realitesine kabul
ettirmek yerine, gerektiği zaman, ona boyun eğmeyi de öğrenmemiz
gerekir. Bu yaklaşım sizce de ciddi bir şekilde Doğu bilgeliğiyle
ilişkilendirilebilir mi?”</b></i></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;">
“<span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><b>-
Sanırım evet. Heidegger’in sonraki dönemine ait yazılarında,
Taoizm’e ve Zen Budizm’e yaptığı göndermelerde bunun açık
belirtilerini görürüz. Heidegger batı uygarlığının bir
sınavdan geçmekte olduğunu sezmiştir. Onu bu sonuca vardıran şey
atom bombasının yol açabileceği yıkım gibi tehlikelerdir.
Sürekli olarak egemenlik ve güç peşinde koşan bir toplumun
sonunda çılgınca bir saldırganlık içine girmesi mümkündür.
Bu nedenle kendimizi devamlı olarak onaylamaktan vazgeçip yeri
geldiğinde yumuşak başlılıkla beklemeyi ve boyun eğmeyi de
öğrenmeliyiz. Burada Doğu’lu ruh hâline benzer bir duyuşun söz
konusu olduğu söylenebilir.”</b></i></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;">
“<span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><b>-
Heidegger’de birlikte katıldığımız ve onayladığımız o
kadar büyük bir kavrayış zenginliği ve derinliğiyle karşılaştık
ki, ‘R. Carnap, K. Popper, A. J. Ayer ve benzeri’ birçok
filozofun, nasıl olup da Heidegger’i ve görüşlerini hor görüp,
hafife aldığını anlamakta gerçekten çok büyük bir zorluk
çekiyorum. Bu düşünürler sadece yaptıkları konuşmalarda
değil, kaleme aldıkları yazılarında da Heidegger’in eserlerini
birtakım boş lâfazanlıklar ve hatta saçma sapan sözler olarak
nitelemişlerdir. Oysa ‘Varlık ve Zaman’ın değerini ve
derinliğini kavramak için sadece giriş bölümünü okumak bile
yeterli görünüyor. Durum böyleyken acaba bunca yetenekli kişinin
Heidegger’i hor görerek bir kenara itmeleri nasıl mümkün
olabiliyor?”</b></i></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;">
“<span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><b>-
Felsefeyi ve filozofları kötüleyici bir tutum içine girmek
istemem, ama burada mesleki bir çarpıtma söz konusu. Birisi belli
bir görüşe sahip olunca, başka düşüncelere karşı sanki
körmüş gibi davranıyor. Carnap’tan söz ettiniz. Carnap
yıllarca benim öğretmenliğimi yaptı ve benim Heidegger’e karşı
olan ilgim de aslında, kendisine karşı yıllardır koparılan bu
gibi yaygaralardan kaynaklandı. Ben, sadece Heidegger’in
söylendiği kadar kötü olup olmadığını anlamak için onu
inceleme ve tanıma ihtiyacı hissettim.”</b></i></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;">
“<span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><b>-
Heidegger’i keşfinizi gerçekten Carnap’ın karalamalarına ve
kötülemelerine mi borçlusunuz?”</b></i></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;">
“<span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><b>-
Evet.”</b></i></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> “<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><b>-
Ve şimdi onun Carnap’tan daha büyük bir düşünür olduğunu
kabul ediyorsunuz. Bütün bu söylediklerimize rağmen, Heidegger’de
bir öğreti eksikliği bulunduğu da bir gerçek olarak ortada
duruyor. Her ne kadar bu, bizzat felsefenin genelde sınırlı bir
etkinlik oluşuyla ilgili bir durum olsa da, böyle bir eksiklik
gerçekten de söz konusu. Şimdi, Heidegger’in felsefesiyle
ulaştığımız düzey ve bilinç, hiçbir aktif eyleme dönüşmeden
böylece atıl mı kalacaktır? Biz ulaştığımız bu yeni
perspektif çerçevesinde eskisinden farklı hiçbir yeni davranışta
bulunamayacak mıyız? </b></i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><u><b>Eğer
Heidegger kendisinden etkilenen teologların ve batı insanının
genelde düşündüğü gibi dünyanın son açıklamada bir Tanrı
tarafından yaratılmış olduğunu ve bu Tanrı’nın da hem
dünyayı hem de bizi yaratırken bazı amaçlar gözettiğini; doğru
olan yaşama şeklinin de bu amaçlar doğrultusunda belirlenmesi
gerektiğini söyleseydi ve Tanrı’nın gözetmiş olduğu amaçları
bize bildirmeye koyulsaydı durum çok farklı olurdu.</b></u></i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><b>
Ama Heidegger bunu yapmaz ve hayatta yolumuzu bulma hususunda bizi
kendi başımıza bırakmayı tercih eder. Din, batı insanına hem
bir evren açıklaması, hem de buna uygun bir değerler sistemi
sunar, dolayısıyla hedef ve yol da gösterir. Tanrı inancının
yitirilmesi, birçok insandan tüm bunları alıp götürmüştür.
Şimdi bir çoğumuz anlamdan, amaçtan ve değerden yoksun bir
dünyada yaşamakta olduğumuz duygusunu taşıyoruz. Bu durumdaki
birinin varoluşçu felsefeye varoluşunda bir anlam aramak için
ilgi göstermesi, olağandır. Ama bence bu felsefe kendisinden
bekleneni vermiyor.”</b></i></span></span></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> “<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><b>-
Evet, Heidegger cevabını aradığınız bu soruların karşılığını
vermez. Ama doğrusunu söylemek gerekirse sizin istediğiniz şey de
çok fazla! Hangisi olursa olsun hiçbir filozofun, bu suallerin
hepsine cevap verebileceğini sanmıyorum. Bir süreden beri akademik
çevrelerinde, felsefe yoluyla ortaya tutarlı bir önermeler
sisteminden oluşan olgusal bir öğreti konulup, konulamayacağı
tartışılmaktadır. Birçok düşünür felsefenin sadece bir
aydınlatma etkinliği olduğunu vurgular. Wittgenstein’ın çok
yalın ama çok da etkili olan bir ifadesini hatırlayalım: </b></i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>Felsefe
dünyayı olduğu</b></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><b>
</b></i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>gibi
bırakır</b></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><b>.
Çünkü felsefe bize dünyayla ilgili yeni bir bilgi ya da kuram
sağlamaz. Felsefeden insanlığa dinsel inanç canlılığında bir
şey sağlamasını bekleyemeyiz. Heidegger bu hususların iyice
anlaşıldığı bir dönemde yaşadığı için, felsefenin
sınırlarının bilincindeydi. O bunu şöyle dile getirir: Felsefe
bir kez daha yetersiz gereçleriyle yetinmeyi öğrenmelidir! “</b></i></span></span></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;">
“ – <span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><b>Ben
genel anlamda dindar biri sayılmam, ama Heidegger’i irdeledikten
sonra da bana nihai sorunlar halen çözülmemiş gibi görünüyor.
Onun bıraktığı yerden bir adım daha ileri gitmek gerekir. Acaba
bu noktadan sonra nereye ulaşabiliriz? Heidegger’in felsefesi
nihai bir hedef gibi görünmez bana, o bizzat bir felsefe olmaktan
çok, sanki başka türden bir felsefeye açılan bir “kapı”
gibidir.”</b></i></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;">
“<span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><b>-
Evet, bu felsefe entelektüel bir hazırlık programı gibidir.
Heidegger’in ortaya koyduğu yaklaşımla yolunu açtığını
söylediği bu öğreti, şimdiki felsefelerden öylesine farklı
olacaktır ki, onu felsefe terimi tam olarak tanımlayamaz. Orijinal
bir düşünme yolu açma çabasının başlangıçta bir tür deneme
tarzında olması ve el yordamıyla ilerlemesi kaçınılmazdı.
Heidegger kendisinden “yolcu” ya da “öncü bir düşünür”
olarak söz edilmesinden hoşlanırdı. Kendisi amacının ne
olduğunu açıkça dile getirmez, çünkü o henüz hedefe ulaşmamış
olup, sadece bir ‘yolcu ve öncü’dür. Kuşkusuz bu yolda ‘el
yordamıyla ilerleme zorunluluğu’, büyük ve yepyeni bir sistemle
karşılaşmayı veya dine dönüşü bekleyenlerin çok sabırlı
olmalarını gerektirmektedir. Ama, başka ne yapabiliriz ki?”</b></i></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> “<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><b>-
Son çözümlemede varoluşçuluk, bana dindarlık öncesi bir görüş
gibi geliyor. Yani bu felsefeyi baştan sona incelediğimiz zaman,
varoluşçuluğun bizi getirip bıraktığı yer ‘dinin eşiği’dir.
Veya belki de şöyle dememiz daha uygun olur: Varoluşçuluk insanı
bir tercih ile karşı karşıya bırakır ve bu, dini bir
tercihtir.”</b></i></span></span><span style="color: red;"><sup><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>
</b></span></span></sup></span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> “<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><b>-
Evet, nihai tutum ile uğraşan felsefe, insanı varoluşun dinsel
alanına yöneltir. Bu alanda insanın alacağı konum ise tamamen
kendine kalmış bir şeydir.” </b></i></span></span><sup><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>12</b></span></span></sup><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>
</b></span></span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Aslında
bu sohbette çizilen tablo ilginç olmakla beraber, önemli bir
hatası vardır: </span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><u>Bir
kilise görevlisinin oğlu olarak dünyaya gelen Heidegger, küçük
yaşından itibaren dine ve felsefeye büyük bir ilgi gösterir.
Liseyi bitirir bitirmez, rahip adayı olarak din eğitimi almaya
başlayan Heidegger, üniversitede de Katolik İlahiyatı ve Ortaçağ
felsefesi bölümünü tercih eder. </u></span></span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><u>Heidegger,
kişisel gözlemleri ve araştırmaları sonunda; insanlığın yoğun
bir bunalım yaşamakta olduğu kanaatine ulaşır. Ona göre bu
problemin sebebi, insanoğluna temel özelliklerini unutturan tek
yanlı ve dengesiz teknolojik yabancılaşmadır (Entfremdung). “</u></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><u>Son
derece aykırılaşmış olan bu varoluş biçimi</u></i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><u>”nin
sonucu olarak Batı kültürü, genel bir düşüş hali içine
girmiştir. Bu vahim durumdan kurtulabilmenin yegâne yolu, tek tek
her bireyin derin bir tefekkür çabasıyla “varoluş”u
inceleyerek tekrar “Varlığa” yakınlaşmasından geçer.</u></span></span><span style="color: blue;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><u>
</u></span></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><u>Heidegger’in
özel terminolojisinde (gerçek) “Varlık” terimi, “Tanrı”
anlamı da taşır.</u></span></span></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><u>Aslında
günlük yaşantısında herkes zaman zaman “voroluşunun manâsını”
kendi kendine sorar. Fakat günlük meşgaleler veya rutin işler
çoğu zaman bize bu soruyu ve onun özel önemini unutturur. Hatta
bilimsel araştırmaların da gerisinde, bu soruya cevap bulma gayesi
yatar</u></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">.
</span></span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><u>Heidegger
bu tespitlerinin sonucunda; kendine başlıca “varoluş gayesi”
olarak, “tek tek her insana-en ideal şartlar içinde </u></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><u>bu
temel soruyu sordurma</u></i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><u>
ve en uygun karşılığı buldurma-hususunda rehber olmayı”
belirlediğini ve tüm insanlığa varoluşun ne anlama geldiğini
açıklamak ve ona kurtuluş yolunu göstermek için de “Varlık ve
Zaman”ı kaleme aldığını söyler. Diğer tüm eserleri ve
konferansları da hep bu amacı teyit içindir.</u></span></span></span></span></span></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Heidegger,
akademik hayatının en başından itibaren, kendisi için nasıl
böyle kesin ve açık bir “dini misyon” belirlemiş olduğunu
şöyle anlatır: “</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>Akademik
çalışmalarıma, 1909-1910 kış döneminde, Freiburg
Üniversitesi’nde ilahiyat alanında başladım. Dört sömestreden
sonra, felsefe dalına geçmeye karar verdim. Fakat dinbilim
alanındaki tartışmalara olan özel ilgim nedeniyle katılmaya
devam ettiğim teoloji konulu konferanslar beni çok etkiledi.
Özellikle Carl Braig’ın ‘Dini Dogmaların Sistematik Analizi’
konulu konuşması bana, dini konuların sistematize edilmesinde
Scheling ve Hegel’in felsefelerinin ne kadar değerli olduğunu
kavrattı. Böylece benim ideal ve temel çalışma alanım ortaya
çıkmış oldu: Metafiziksel ontoloji ve</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">
</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>teoloji...”</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">
Ve Heidegger ömrü boyunca bu hedefe doğru ilerlemeye devam eder ve
sonunda ona ulaşır. </span></span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Evet,
gerçekte Heidegger, Kierkegaard’ın “</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>çözüme
yönelik olan 3üncü basamağını</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">”
aşırı derece özgün bir yöntem ve çok özel bir dil ile
bütünüyle orijinal bir tarzda ifade eder. Ve felsefeyi dine veya
teolojiye son derece yaklaştırıp, bu iki alanı adeta
özdeşleştirir. Akademik kariyerini de, </span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><u>“felsefenin
artık, yerini ‘dine’ bırakarak entelektüel yaşamdan</u></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">
</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><u>çekilmesi
gerektiğini”</u></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">
söyleyerek noktalar. Ancak, “batı dünyası sanki bu durumun
farkında değilmiş” gibidir. </span></span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Gelelim
bu durumun sebeplerine: Heidegger’in Naziler ile, ikinci dünya
savaşından hemen önceki dönemde ve savaş yıllarında
gerçekleştirdiği bazı ilişkiler; belirli çevrelerde, onu
“dışlayan” bir tutumun doğmasına yol açmıştır. Daha
sonraları, onun kesin olarak suç sayılabilecek bir eylemde
bulunmadığı kanaati ağır basmış olmasına rağmen, yine de
eser ve konferansları; bu çevreler tarafından göz ardı
ettirilmeye, unutturulmaya veya ikinci plâna itilmeye çalışılmıştır.
Bu tutumun Heidegger üzerinde bazı olumsuz sonuçları da olmuştur.
Batılı aydınlarca yeterince tanınmamak ve bilinmemek, bunlardan
biridir. Ve meselâ bu çerçevede, genelde Heidegger’in,
Kierkegaard’dan farklı olarak, varoluş ve ölüm gerçekliği
karşısında bireyin takınması gereken tavırdan ve çözüm
önerilerinden söz etmeyip, bunları ferdin kendi kişisel tercihine
ve kararına bıraktığına inanılır. Bu hatalı kanaatlerin bir
de teknik nedeni vardır: Heidegger’in mecazlar, söz sanatları ve
son derece özel sembollerle bezeli ve sadece kendine has olan
üslûbu, hatta </span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i>lisanı...</i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">.
</span></span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<span style="color: black;"> <span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Bu
olguda bir yere kadar, belki hocası Husserl’in aşırı “soyut
eğretilemeci” üslubunun tesiri bulunabilir. Fakat Heidegger,
diğerlerinde olduğu gibi bu konuda da ondan çok “farklı ve
özgün”dür. O kadar ki, göstergebilim, linguistik, yorumbilim ve
retorik gibi teknikler ve yöntemlerle dizayn edilmiş, son derece
özel ve zengin bir eğretileme ve sembol sistemine sahip metinlerin
yazarı olan Heidegger; bunlarla da yetinmeyerek, adeta kendine has
bir Almanca ve sadece ona özgü bir Yunanca için “yepyeni bir
vokabüler sistem” üretmiştir. “Heideggerce” veya “Heidegger
lisanı” diyebileceğimiz bu dilde, meselâ sadece </span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><u>“olmak”
</u></i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">
ile biten 100 yeni kelime mevcuttur. Bu durumda, görmek ve göstermek
istemeyenler bir yana; onun yazılarını sıradan felsefi metinler
gibi okuyup geçenlerin-isteseler bile “göremeyecekleri”-pek
çok şey olması tabiidir.. Okuyucu; bu eserleri okurken, özellikle
anahtar kavramları anlayabilmek için “Almanca-Yunanca-Heidegger
lisanından” oluşan üçlü bir dilin gramer ve sentaksıyla
birlikte, onun özgün retoriğini de hesaba katarak; dinamik bir
hermönetik bir çerçevede “düşünmek, hissetmek, yorumlamak ve
anlamak” zorundadır. Heidegger, yine pek bilinmeyen bu yönü
nedeniyle de dünyadan, ardında tamamen yeni bir bakış açısı
ve teknikle en baştan itibaren tekrar tekrar okunup incelenmesi
gereken bütünüyle orijinal ve zengin bir “metin mirası”
bırakarak ayrılmıştır. Fakat bu olgu; batı felsefe
literatüründe pek yaygın olarak yer almaz. </span></span></span></span></span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm;">
Heidegger,
açık bir dini terminolojiyle felsefe yapmayışının sebebini
şöyle açıklar: <i>“Hıristiyanca bir felsefe teşebbüsü,
demir gibi sertleşmiş, esnekliğini bütünüyle yitirmiş olan
tahtadan bir malzemeyle </i><u>oymacılık</u><i> yapmaya
benzer.......Karşı cephenin sorularına cevap arayanlar,
Hıristiyanlıkta kendilerine hiçbir sığınacak yer bulamazlar.
Oysa; Kant, Hegel, ve Schellig, hatta Tanrı öldü sözüyle bilinen
Nietzche bile bu amaç için çok büyük imkânlar sağlamışlardır.
Meselâ, sadece mevcut Yahudi-Hıristiyan geleneğindeki dejenere
inancın ölümünden bahsetmek isteyen ve son derece yanlış
anlaşılan Nietzche; </i>‘...-Ölen,<i> </i>sadece ahlâk
Tanrısı’dır<i>!’ derken, aslında ideal Tanrı’nın
varlığına inanan ve bu</i> <i>Tanrı’yı tutkuyla arayan son
Alman düşünürü olmuştu.”</i><sup>
</sup><span style="color: black;"><sup>13</sup></span><span style="color: black;">
</span>
</div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm;">
<u> Hıristiyan
teolojisinde aradığını bulamayan Heidegger; henüz tasarlamakta
olduğu felsefi sistem için gerekli kavramsal altyapının İslâm’da,
özellikle de “Vahdet-i Vücud” yaklaşımında var olduğunu
müşahede etmiştir. T. İzutsu, “İslâm’da Varlık Düşüncesi”
adlı eserinde bu tespiti ayrıntılı olarak ele alarak, tatmin
edici bir şekilde belgelemiştir.</u></div>
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black;">
<span style="font-family: Courier New, monospace;"><span style="font-size: x-small;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">Ülkemizde
pek yaygın olarak bilinmeyen bu hususu, takdire şayan bir tarzda
belirleyen genç düşünürlerimizden Hakan Yalman’ın “</span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><i><u>Kuantum
Dilinde Kâinatın Hecesi</u></i></span></span><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">”
adlı eseri, bu konu için ilginç bir örnek teşkil eder. H.
Yalman, bu kitabında en komplike ve soyut akaid esaslarını izah
için; bilimin en son veri ve bulgularını, “Kur’an nasları”
ile müşterek bir felsefi plâtform ve potada senteze tâbi
tutarken, zaman zaman Heidegger’in görüşlerini referans olarak
vermekte ve onlardan da yararlanmaktadır. Buradan anlaşılan,
Heidegger “Vahdet-i Vücud” yaklaşımını basitçe iktibas
etmeyip; onu, zamanının ihtiyaç ve anlayışına göre yorumlayıp,
uyarlayarak yeniden sistemleştirmiştir. </span></span><sup><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;"><b>14</b></span></span></sup><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span style="font-size: small;">
</span></span></span></span></span>
</div>
<br />
<div align="JUSTIFY" style="margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/08771548937362766328noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2675560924338633401.post-51652766714504835652015-03-27T22:21:00.001-07:002015-03-27T22:21:55.634-07:00 GNOSİYOLOJİ: “BİLGİLERİMİZE, KÂİNATA VE İNSANA EN GENİŞ PERSPEKTİFTEN BAKIŞ”<div align="CENTER" style="margin-bottom: 0cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" style="margin-bottom: 0cm;">
IV. Bölüm</div>
<div align="CENTER" style="margin-bottom: 0cm;">
<br />
</div>
<div align="CENTER" style="margin-bottom: 0cm;">
<u>GNOSİYOLOJİ</u>:
“<i>BİLGİLERİMİZE, KÂİNATA
VE İNSANA</i> EN GENİŞ</div>
<div align="CENTER" style="margin-bottom: 0cm;">
PERSPEKTİFTEN BAKIŞ”</div>
<div align="CENTER" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
<br />
<div align="CENTER" style="margin-bottom: 0cm; margin-left: 0.3cm;">
<br />
</div>
Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/08771548937362766328noreply@blogger.com0