27 Mart 2015 Cuma

Bitirirken


Bitirirken




Önsözde, insanlık için büyük önem ve değer taşıyan varlık ve varoluşla ilgili bütün soruların en uygun karşılıklarını bu kitapta verebilmeyi-her şeyden ve herkesten çok-istediğimi belirtmiştim. Özellikle de bunların, tüm ayrıntılarıyla tamamlanmış kapsamlı ve sorunsuz birer “epistemoloji” ve “ontoloji” paradigması hâlinde sunulması, benim en büyük idealimdi. Esasen bu, dünyanın neresinde ve nasıl yaşarsa yaşasın; hangi din ve ulustan olursa olsun, tek tek her insanı ilgilendiren en temel ve en önemli konudur. Ancak bu çalışmayla benim bütün yapabildiğim, öncelikle; insanlığın binlerce yıllık düşünce tarihi boyunca kendisi ve evren hakkında ortaya koymuş olduğu bilgilerin bir “dökümünü” sunduktan ve binlerce yıllık bu sürecin şu an içinde yaşadığımız bölümünde karşı karşıya bulunduğumuz tablonun bir tasvirini yaptıktan sonra, ulaşılan noktalar ile mevcut öncelikli sorunları tanımlamaktan ve bunların muhtemel çözümlerinin nerelerde ve ne şekilde aranması gerektiği hususlarında bir fikir beyanından ibaret kalıyor.
Yaklaşık 30 yıl süren bu araştırmayı burada ve şimdilik sonlandırırken; özellikle, “bilerek yaşamak” isteyen; okumayı, düşünmeyi ve öğrenmeyi seven kişilere, bu araştırmanın daha sonraki basamaklarıyla ilgili bir “uygulama modeli” önermek, elimden gelen son şeydir. Bu “uygulama modeli”ni, “ilkeler ve metot” ile “içerik” olarak iki kısma ayırmak yararlı olacaktır:




Bir Uygulama Modeli Önerisi



İlkeler ve Metot


III. Bölümde ancak bir kısmını gözden geçirmiş olduğumuz bilimsel yöntem aracılığıyla sağlanmış” birçok nesnel veri; evrenin ve insanın, Tanrı tarafından belirli bir zamanda, belirli bir amaçla var edildiğini ortaya koymaktadır. Yine aynı yöntemle evreni ve içindekileri incelediğimizde, Tanrı olarak adlandırdığımız bu varlığın “bilgi, güç, sanat, teknik” ve benzeri bazı özellik ve nitelikleri hakkında da bir fikir sahibi olabiliyoruz. Ulaştığımız bu vizyonun tabii bir sonucu da şudur ki, “insanı okuma, yazma, anlama ve düşünme yeteneğine sahip biyosibernetik bir makine” olarak dizayn ve var edebilecek düzeyde bir bilgiye ve tekniğe sahip olan böyle bir Yaratıcı’nın, ona varoluş sebebini uygun bir şekilde bildirmiş olması gerekir.
Evet, buraya kadarki bölümlerde ele aldığımız olgu ve verilerin tamamını holistik bir platformda bir araya getirdiğimizde ortaya şöyle bir tablo ve hüküm çıkmaktadır: Ancak bir kısmını kavrayabildiğimiz hikmetlerle, hiç yoktan yarattığı milyarlarca ışık yılı çapındaki muhteşem kâinatı teşkil eden trilyonlarca tonluk maddeyi, tabiatın bünyesine yerleştirdiği birtakım fizikokimyasal kanunlar vasıtasıyla, tatbiki milyarlarca yıl süren her türlü kusur, eksiklik ve hatadan uzak muhteşem bir plân ve program çerçevesinde, neticede insanın yaşamasına en uygun şartları temin edecek tarzda, şekilden şekle ve hâlden hâle sokarak; yeryüzünü, insan adlı bu misafir için birbirinden nefis yiyecekler, şırıl şırıl akan sular, baş döndürücü süs ve dekorlarla bezeyerek; cennet gibi bir bahçe, sımsıcak bir yuva, harikulâde bir ziyafet sofrası hâlinde hazırlayan böylesine büyük bir bilim, kudret, sanat, hikmet ve şefkat sahibi olan ve bu özellikleri göz önünde tutulduğunda çok farklı ve üstün iletişim yeteneklerine de sahip bulunması beklenen Yüce Yaratıcı, insanoğluna, yaratılış nedenlerini mutlaka en kusursuz ve en mükemmel yöntemlerle bildirmiş olmalıdır.
Bu noktadan sonra yapılması gereken, yine olgusal verileri-aynen bir polisiye olayı aydınlatmaya çalışan bir dedektifin, veya hangi alana yatırım yapacağını plânlayan bir işadamının, ya da ülkenin insanını daha iyi yetiştirmenin yollarını arayan bir eğitim bakanı başdanışmanının, veyahut da yeni bir bilimsel buluşun arifesindeki bir bilim adamının yapacağına benzer şekilde-“doğru düşünme, problem çözme ve buluş” süreç ve mekanizmaları çerçevesinde en yüksek verimle yorumlayıp, değerlendirerek; karşı karşıya olduğumuz soru ve sorunların en uygun, en kapsamlı ve geçerli karşılık ve çözümlerinin bulunmasıdır.
Bilimsel yöntemin daha sistemli daha yaygın ve plânlı bir şekilde uygulanması suretiyle bir yandan yeni bilimsel bulguların ışığında insanı ve evreni daha iyi tanınıp, anlayarak varlığa ilişkin olgusal bilgi hazinemiz zenginleştirilmeli; diğer yandan da geleneksel felsefenin temel esasları ile Tevrat, İncil ve Kur’an’ın gerçekten farklı bir ontolojik boyuttan gelen bilgilere dayanıp, dayanmadığı hususu objektif, güvenilir, yeterli ve geçerli bir biçimde ortaya konmalıdır.
Ulaşmış olduğumuz noktada, gerçekleştirilmesi gereken 2 aşamalı bir proses ile karşı karşıya bulunuyoruz:
1-) “Tahkik”: Vahiy kaynaklı literatürün “farklı bir ontolojik buut”dan orijin alıp almadığı hususunun kontrolu,
2-) “Çıkarım” ve “Çözüm”: Eğer bu literatürün gerçekten farklı bir ontolojik buutdan orijin aldığı “bilimsel olarak” gösterilebiliyorsa; o zaman “bilimsel bir paradigmaya dayanılarak yapılan çıkarım ve öngörülere benzer süreçlerle; cevabı ve çözümü aranan soru ve sorunlara, bunlara dayanılarak karşılık ve çözüm aranması.




Tahkik” Prosesi:


Konuyla ilgili verilerin formel işlemlerle ve doğru düşünme teknikleriyle değerlendirmeye tâbi tutulması suretiyle gerçekleştirilecek bir “tahkik işlemi” aracılığıyla Kur’an’da mevcut bilgilerin geçerliliği ilk etapta kolayca test edilebilir. Tahkik, “inançların doğruluğunun yeterli, objektif ve geçerli olgular aracılığıyla test ve kontrol edilmesi” işlemine verilen addır.
Bazı İslam düşünürleri, genellikle Musevilerin çocuklarının Yahudi, Hıristiyanların çocuklarının Hıristiyan ve Müslüman çocuklarının da İslâm dinini benimsediklerine dikkat çektikten sonra, ana-babadan bir tür miras veya gelenek gibi naklen “alınan” inancın geçerli ve güvenilir olmadığını vurgulayarak, herkesin, inançlarının temellerini birtakım güvenilir delil ve belgelerle kontrol etmesini önermişlerdir. Bu kontrol veya test işlemi, ilgili disiplinlere ait literatürde “tahkik” olarak adlandırılır. Kur’an’da da buna örnek olarak, Allah’a yakın insanların başında geldiği defalarca belirtilen İbrahim Peygamberin bile, kavramakta zorluk çektiği bir olayla ilgili inancını, ancak böyle bir işlem aracılığıyla kökleştirebildiği anlatılır ve böylelikle herkes, inançlarının geçerlilik ve güvenilirliğini kontrol etmeye teşvik edilir. Benzer işlemlerin, yeterli materyal bulunabildiğinde, “geleneksel kültür literatürü”, “Tevrat” ve “İncil” için de yapılabileceği açıktır. Burada sadece Kur’an için bir uygulama modeli tanımlanacaktır.
Öncelikle, böyle bir araştırmada göz önünde bulundurulması gereken bazı formel ve kavramsal ilkelerden söz etmemiz gerekir. Bunlardan biri, Kur’an metninin şekil ve muhtevaca yaklaşık 1400 yıldan beri hiç değişmeden kalmış olduğudur. Bilimsel bilgi birikimimiz ise bu süre içinde baş döndürücü bir hızla değişmiştir. “Bilimin Gücü ve Sınırları” başlıklı kısımda ayrıntılı olarak incelendiği gibi, geçerli ve güvenli de olsalar, eski bilimsel teorilerin, hatta paradigmaların, zaman içinde ancak belirli tanım alanları içinde özel hâller şeklinde geçerliliklerini sürdürecek şekilde yerlerini açıklama potansiyelleri daha büyük olan yenilerine bırakması olağandır. En kapsamlı bilimsel teorilerin bile gelecekte yerlerini bu şekilde yeni teorik sistemlere bırakması muhtemeldir. Bu, bilimsel yöntemin başta gelen özelliklerinden birinin tabii bir sonucudur. Çünkü bilim, bilgi birikimi zaman içinde sürekli değişen, büyüyen ve genişleyen “insan”ın tarihsel bir etkinliğidir. Tanımı gereği Tanrı’ya ait olan bilginin ise, değişmez nitelikte olması gerekir.
Bu konuyu tetkike başlarken, bu kitabın “Düşünce Tarihi”ne ayrılan bölümünde de belirtildiği gibi, Kur’an’ın yaklaşık 750 ayetinde insanın ve evrenin yapısına veya özelliklerine dikkat çekildiğinin ve 60 kadar ayette de aklın ve düşünmenin öneminin vurgulandığının hatırlanmasında yarar vardır. Bu ifadelerin ortaya koyduğu epistemolojik tabloda, Kur’an’ın okuyucusundan düşünce ve inançlarını; duyu organlarıyla elde edeceği verilerin doğru düşünme kuralları aracılığıyla yorumu suretiyle sağlanacak sonuçlara dayandırması istenir ve bu hususun önemi defalarca tekrarlanır. Nitekim bu kitabın birinci bölümünde, temelleri Kur’an’a dayanan İslam uygarlığının günümüz bilimi ve teknolojisine yapmış olduğu büyük katkılar çeşitli alanlara ait örneklerle ayrıntılı olarak ele alınmıştı. Dileyenlere, bu bölüme şöyle bir göz atmalarını hatırlattıktan sonra, şimdi modelimizi tasvire başlayabiliriz.




İçerik ve Biçim Özellikleri


Öncelikli Araştırma Konuları


Araştırma konularımızın öncelikle ve özellikle ontolojik ve epistemolojik açılardan tanımlanması bizi daha sağlıklı ve güvenilir sonuçlara ulaştıracaktır. Kitabın buraya kadarki bölümlerinde “klâsik ontolojik piramit”i teşkil eden dört katmanın yapısı ve özellikleri temel parametreler açısından belirli bir sistematik yaklaşımla incelenerek “cansız madde”, “bitkiler”, “hayvanlar” ve “insanlık” alemlerinin varoluş esasları ortaya konulmaya ve bunlara ait temel ampirik ve rasyonel epistemolojik yaklaşımlar tanıtılmaya çalışılmıştır. Ancak bu hususlarda yapılması gereken daha pek çok şey olduğu açıktır. Parçacık fiziğinden insan bilincinin özelliklerine; zihnimizin keşif ve icat süreçlerinden semiyotik ve hermönetik prensipleri de kapsayan yeni bilimsel araştırma yöntemlerin geliştirilmesine, zaman kavramından rölativite ve kuantum ilkelerine kadar daha pek çok konuya ait sayısız nokta ve husus, üzerlerinde plânlı ve sistematik ekip çalışmaları yapacak araştırmacıları beklemektedir.
Kitabımızın buraya kadarki kısmı; bu hususlarla ilgili genel bir “literatür taraması” ve “uygulama modeli önerisi” olarak tanımlanabilir. Bundan sonra da "klâsik ontolojik piramidi aşan varlık kategori ve düzeylerinden“ insanlığa ulaşan epistemolojik unsurların var olup, olmadığının araştırılması hususuna yönelik olan bir uygulama modelinin tanımı yapılarak, kitabın tamamlanabileceği kanaatindeyim.
Böyle bir araştırmada Kur’an “içerik” ve “biçim” olarak iki farklı yönden ele alınabilir. Kur’an’ın konumuzla ilgili içeriğinin; farklı bilgi ve bilim sınıflaması parametreleriyle değişik şekillerde tasnifi mümkün olmakla birlikte, günümüzde en sık kullanılan kriterlere göre bu içeriği, “fen bilimleri” ve “sosyal bilimler” olarak iki bölümde inceleyebiliriz.

a-) İçerik Özellikleri:



Kur’an’da Yer Alan Fen Bilimleriyle İlgili İfadelerin Tahlili


Kur’an’ın, fen bilimlerinin alanına giren hususlarla ilgili ifadeleri, bu bilim dallarının kapsamlarına ve ölçek genişliğine göre astronomi ve fizik (evrenin bütünü ve güneş sistemi), jeoloji (yerküre ve yerkabuğu), biyoloji ve tıp şeklindeki bir sıralama içinde ele alınabilir. Çok ayrıntılı olmayan bir incelemede bu bilim dallarıyla ilgili olarak ilk göze çarpan ayetlerle ilgili örnekler şu şekilde sıralanabilir:
1-) Kâinat ve güneş sistemiyle ilgili bazı ayetler: “Allah gökleri ve yeri altı (ayrı) devrede yarattı.”, “Gökler ve yer birbirine bitişikken onları ayırdı...”, “Sonra (Allah), gaz hâlinde olan göğe yöneldi...”, “(Allah) (gökleri) kudret eliyle bina etti ve onları yine (O) genişletiyor.”, “Gökler O’nun kudretiyle, (âdeta) dürülmüş (gibidir).”, “Allah göğü yükseltti ve her şeye bir ölçü koydu.”, “O’nun katında her şey bir plâna ve düzene göredir...”, “(Allah’ın tabiata koyduğu kanunlarda) asla bir değişiklik ve farklılık göremezsin (Allah’ın kanunları her yerde ve herkes için aynıdır).”, “Allah’ın yaratışında hiçbir değişme yoktur.” “Rabbin katında bir gün, sizin saydıklarınızdan bin yıl kadardır.“, “Geceyi ve gündüzü, güneşi ve ayı yaratan O’dur. Gökteki cisimlerin her biri ayrı bir (felekte) yüzerler.”, “Güneş de, ay da hep birer ölçü ile hareket ederler ve güneş, kendisi için tayin edilmiş olan belirli bir hedefe doğru ilerler. “, “O Allah ki, gökleri sizin görebileceğiniz bir direk olmaksızın yükseltti.”, “(Allah) Semayı (atmosferi sizler için) korunmuş bir kubbe yaptı.”
2-) Yeryüzünün ve canlıların yaratılışıyla ilgili bazı ayetler: “Sonra (Allah) yeryüzünü yuvarlakça yayıp, düzledi.”, “Bakmıyorlar mı dağlara, yere nasıl dikilmiş ve yere, nasıl döşenmiş?”, “Allah, yeryüzü sizi sarsmasın diye, yerde sabit ve sağlam dağlar yarattı.”(*1), “Sen dağları görür de onları duruyor sanırsın, hâlbuki onlar bulutlar gibi hareket ederler. Bu her şeyi istikrar ve denge içinde tutan Allah’ın icraatının bir (örneğidir).”(*2), “Allah yeryüzünü yaymış ve orada her şeyi bir ölçüye göre yaratmıştır.”, “Yeryüzünde yürüyen, uçan (ve diğer şekillerde hareket eden ve etmeyen) tüm canlılar; insanlar gibi (topluluklar olup), onların hepsi birer ölçü ve plâna göre yaratılmışlardır.”, “Hazineleri O’nun katında olmayan hiçbir şey yoktur. Her şey (oradan) belirli bir ölçüye göre indirilir.”, “Şüphesiz, göklerle yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde, insanlara yararlı şeyler ile denizleri yarıp giden gemilerde, Allah’ın gökten indirip kendisiyle yeryüzünde çeşitli canlılar var ettiği suda ve sonra bu canlıları dünyaya belirli ölçülerle yayıp dağıtmasında, rüzgarlarla yer ile gök arasında emre amade duran bulutları çevirip döndürmesinde, düşünen kimseler için deliller ve ibretler vardır.“
3-) Kıyametin tasviriyle ilgili Bazı Ayetler: “Güneşin sarılıp, sarmalandığı; denizlerin kaynadığı”, “Semanın yarılıp, gül gibi kızarıp, yağ gibi eridiği zaman”, “Gökyüzü ergimiş maden gibi, dağlar da atılmış renkli yün yumaklar gibi olur.”, “Ve (Allah) O gün gökleri, bir kitabın sayfalarını büküp, dürer gibi kapatacak, (ve her şeyi) tıpkı ilk yaratılış anındakine benzer hâle getirecektir...”
Kur’an tercümelerini yüzeysel bir bakışla değerlendiren bir kişi; birçok ayetin anlamını kavramakta zorluk çekebileceği gibi, bazı ayetlerde de çelişkiler olduğunu düşünebilir. Meselâ, yukarıda örnek olarak verilen ayet tercümelerinde, dağların, bir yandan sabit ve sağlam olduklarının(*1), diğer yandan da bulutlar gibi hareket ettiklerinin(*2 ) beyan edilmiş olması nedeniyle, ilk bakışta bir çelişki gözlenir. Oysa, biraz daha ayrıntılı bir değerlendirmeyle, bu ayetler; bir yandan “jeolojik açıdan dağların, yüzer durumdaki kıta levhalarını, altlarındaki sıvı magma tabakasına bağlayan gemi çapası gibi fonksiyon görürken”, diğer yandan da “astronomi açısından, yerküreye dünya dışından bakan bir gözlemciye; dağların, dönmekte olan yerküreyle birlikte, tıpkı onu çevreleyen bulutlar gibi hareket ediyor olarak görüneceği” şeklinde tefsir edilebilirler. Ciddi ve tarafsız bir şekilde ve bilimsel kriterlere uygun olarak yapılan araştırmalarda; fizik, astronomi, jeoloji ve biyoloji gibi çeşitli fen bilimlerinin alanına giren varlık ve olaylar hakkında Kur’an’da yer alan ifade ve bilgiler ile bilim aracılığıyla sağlanan veri ve bulgular arasındaki paralellik ve uyumun, araştırmacıları hayrete sevk edecek kadar yüksek düzeyde olduğu görülmektedir. Fransız tıp doktoru M. Bucaille’in çalışması bunun ilgi çekici bir örneğini teşkil eder.
Müslüman bir ülkenin devlet başkanını tedavi amacıyla yaptığı bir gezide Kur’an ile karşılaştıktan sonra Bucaille onu tamamen objektif bilimsel veriler ve yöntemlerle inceler. Bucaille, bu incelemeleri aracılığıyla ulaştığı sonuçlara yer verdiği “Kitabı Mukaddes, Kur’an ve Bilim” adlı eserinde şunları söyler: “Kur’an ile bilim arasındaki ortak noktalar insanı hayret içinde bırakır. Kur’an’ın çok belirgin olan bilimsel yönü, beni de çok şaşırttı. Çünkü 13 yüzyıldan fazla bir zaman önce kaleme alınmış olan bir metinde, birçok değişik konuda, çağdaş bilimsel verilere tamamen uygun bilgilerin bulunabileceği, bunları bizzat görene kadar, hiç aklıma gelmemişti. Araştırmaya başladığım esnada İslam’a hiçbir şekilde inanmıyordum. Ama her türlü peşin hükümden uzak bir şekilde ve tam bir tarafsızlıkla metinleri incelemeye başladım. Özellikle tabiat olayları ile ilgili ayetler üzerinde duruyordum. Çünkü bunların çoğu hakkında, Kur’an’ın yazıldığı yıllarda yaşayan toplumun en küçük bir bilgisinin dahi bulunmadığı söylenebilir.
Böyle bir metinle karşı karşıya kalan insanın zihnini en derinden etkileyen husus, ele alınan konuların tür ve sayısının çokluğu olmaktadır: Varoluş, astronomi ve jeolojiyle ilgili hususlar, hayvanlar ve bitkiler alemleriyle ilgili ayrıntılı özellikler, tıp ve embriyoloji ve diğerleri... Bununla birlikte şunu daima göz önünde bulundurmak gerekir ki Kur’an, öncelikle kâinatın yönetiminde geçerli kanunları anlatmayı amaçlayan bir bilim kitabı değildir. Kur’an ile asıl amaçlanan; yaratılış ve yaratılmışlar üzerinde düşündürerek, insanlara Allah’ın kudretini kavratmaktır. Bunun için hem günlük hayata ilişkin örneklerden, hem de tam anlamıyla ancak mesleki formasyona sahip bilim adamlarının anlayabilecekleri kanunlardan söz edilir. Bu ise geçmişte yaşayanların, ikinci türden örnekleri ancak “şeklen” değerlendirebilmiş ve onaylamış olmaları anlamına gelir. Bu arada bir kısım insanlar da onlardan yanlış bazı hükümler çıkarmış olabilirler.
Bu araştırmada bilimsel yönlerini incelemek üzere, daha önce benzer çalışmaları yapanlarca kendilerine lâyık oldukları önem verilmemiş olan bazı ayetleri de ele aldım ve onları tamamen bağımsız bir yaklaşımla ve objektif yöntemlerle yorumladım. Aynı şekilde Kur’an’da, bilim yoluyla henüz ulaşılamamış, ancak bilimsel açıdan özel bir öneme sahip olguların bulunup bulunmadığını da araştırdım. Ortaya çıkarabildiğim bu türden bazı hususların önemi, konunun uzmanı olan bilim adamlarınca da onaylanmıştır. Böyle bir araştırmanın otuz yıl kadar önce yapılmış olması hâlinde, özellikle astronomi alanında çok çarpıcı bazı öngörülerin yapılabilmesinin mümkün olacağı açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır.”58
C. Kırca da Kur’an’ın bilim ile ilişkisi konusundaki bir makalesinde şunları söyler: “Çağdaş bilimlerle ilgili birçok konuya Kur’an’da değinildiği hâlde, bunlardan hiçbiri, bilimsel olarak kesin bir şekilde ortaya konmuş olan her hangi bir hususla çelişmemektedir. Bilimle ilişkileri bakımından Kur’an ayetleri iki gruba ayrılabilir. Birinci gruptaki ayetler, geçmişte yaşayan alim ve tefsircilerin gösterdikleri bütün gayretlere rağmen tam ve kesin olarak açıklığa kavuşturulamamışlardır. Bu ayetler ancak günümüzde modern bilimlerin buluşları aracılığıyla açıklanabilmektedirler. Ancak bu ayetlerin anlamlandırılması halâ tamamlanıp, bitirilmiş bir işlem olmayıp, gelecekte bunların yeni manâ boyutları da ortaya konabilir. Bu gibi ayetleri lâyıkıyla kavrayabilmek için sadece lisan bilgisi yeterli olmamakta, bunun yanı sıra ilgili bilim dallarına ait zengin bir bilgi birikimi de gerekmektedir. Kur’an’ın gruptaki ayetlerinin ise tam olarak tefsiri, bugünkü bilgi seviyemizle de mümkün görünmemektedir. Bunların bütün yönleriyle yorumu için özellikle bazı alanlardaki tıkanıklıkları açacak yeni teorilerin bulunmasını beklemek gerekecektir. Geçmişte ve günümüzde yapılan tefsirlerde, bu ayetleri teşkil eden kelimelerin lügat karşılıklarıyla yetinilmektedir. Bunlarla nelerin kastedildiği ve nelerin anlatılmak istendiği henüz tam olarak kavranabilmiş değildir. Kur’an’ın bazı ayetleri ise daha ilk günlerden itibaren kolayca anlaşılabilmiş, onları daha sonraları farklı şekillerde yorumlama durumu ve gereği olmamıştır.” 59
Kırca’nın söz ettiği birinci kategoriden ayetlere iki örnek verelim: “Hadid“ (demir) suresinin 25. ayeti şöyledir: “..Büyük bir sağlamlık ve kuvvet ile, insanlar için pek çok faydalar taşıyan demiri de indirdik.” Kur’an’ın modern bilimler ile ilgili beyanlarının geçerlilik ve tutarlılığını, ilgili literatürde yer alan son bulgularla karşılaştırmak ve günümüzde yaşamakta olan en yetkili uzmanlara danışarak suretiyle araştırmak üzere kurulan bir komisyon, bu ayette yer alan “indirdik” kelimesinin özel bir anlam taşıyıp taşımadığını, bu konunun en yetkin uzmanlarından Amerikan Uzay Bakanlığı görevlilerinden Prof. Armstrong’a sorduklarında, ondan şu karşılığı aldılar: “Dünyada mevcut element atomlarının oluşum şekli, birçok deneysel araştırmayla oldukça ayrıntılı bir şekilde ortaya konabilmiştir. Atom-altı parçacıkların element atomları şeklinde organize olabilmeleri için çok yüksek düzeyde enerjiye ihtiyaç vardır ve bu enerji miktarı, atomun ağırlığı ile paralel olarak artar. Demir atomunun sentezi için gereken enerji düzeyi hesaplandığında; bunun, şu anda güneşin sağlayabileceği miktarın yaklaşık dört katı kadar yüksek olduğu görülür. Tüm gezegen ve uyduların toplam kütle ve enerjileri güneşinkine eklense bile, demir çekirdeğinin sentezi için gerekli enerji düzeyine ulaşılamaz. Bu yüzden, çekirdek fiziği alanında uzman olan bilim adamları için demir, çok esrarengiz bir elementtir. Güneş sisteminde sentezlenemediği hâlde, yerkürede en çok bulunan dört elementten biri olan demir, gerçekten çok sıra dışı bir maddedir.”
Yeryüzüne her gün gökten ortalama 5-6 ton veya adet olarak da 27 milyon kadar göktaşı düştüğü hesaplanmıştır. Asırlardır, yeryüzüne düşen göktaşlarıyla ilgili kayıtlar tutula gelmiştir. Bunların en eskilerinden biri, M.Ö. 644 yıl öncesinde Çin’e düşmüş olan dev göktaşına aittir. 1803 yılında da Fransa’nın L’aigle bölgesine semadan çok sayıda göktaşı âdeta sağanak hâlinde yağmıştı. Günümüzde ilkokul çocuklarınca dahi bilinen bir hususu, o yıllarda ortaya çıkarmak için Fransız Akademisi’nce düzenlenen inceleme ve araştırmalar sonunda, bu taşların uzaydan geldikleri kesinleşmiştir. Daha sonraları Amerika’nın Arizona eyaletine düşen dev bir meteor da, oluşturduğu 1 300 m çapındaki ve 174 m derinliğindeki kraterle tarihe geçmiştir.
Bazı göktaşlarının demirden yapılı olduğuna dair ilk bilimsel kayda göre, 1818 yılında Grönland’da bulunan saf demirden müteşekkil meteorun ağırlığı 59 ton olarak hesaplanmıştır. 1920’de Güney Afrika’da bulunan demir meteorun ağırlığı ise 60 ton idi. Benzer şekilde birçok kıtada yer alan birçok bölgede de saf demirden oluşan meteorlar bulunmuştur. İsveç’teki Kyruna bölgesindeki demir çelik fabrikalarında yıllardan beri hammadde olarak bölgede bulunan meteorlar kullanıla gelmektedir.
Şüphesiz, bugün dünyamızda mevcut bulunan tüm demir, buraya meteorlarla gelmemiştir. Şu an yerkürede var olan demirin asıl büyük bölümü ise, güneş sisteminin ham maddesini pişiren dev bir nükleer fırın olarak fonksiyon görmüş olan büyük bir birinci nesil yıldızın süpernova patlamasından sonra uzaya savrulan kalıntıları halinde “güneş ve dünya semasına” indirilmiştir.
Kur’an harflerinin her biri aynı zamanda birer rakama karşılık geldiği için, ayet ve surelerin sayısal değerlerinin hesabı da mümkündür. Arapça’da “El-” belirteni, İngilizce’deki “The” belirteni ile aynı anlama ve kullanım tarzına sahip olup, başına geldiği ismin bir yönüyle “belirli” olduğunu gösterir. “El-Hadid”, ibaresinin sayısal değeri 57’dir. Aynı ismi sure de, Kur’an’ın 57. suresidir. Oysa tarihi gelişim süreci içinde, Kur’an surelerinin; isimlerinde yer alan harflerin sayısal değerleri hesaplanmak suretiyle numaralandırılıp, sıralandıklarına dair günümüze hiçbir kayıt ulaşmış değildir. Daha da ilginç olan şey, “el-” belirteni taşımayan “hadid” kelimesinin sayısal değerinin, demirin atom numarası olan 26’ya eşit olmasıdır.
C. Kırca’nın sözünü ettiği birinci kategoriden ayetlere ve bunların bilimsel gelişime sağlayabileceği katkılara diğer bir örnek olarak da, Pakistan’lı fizik bilgini Prof. Abdüssamed’in, Einstein’ın meslek hatayı boyunca formüle etmeye çalıştığı, ancak başaramadığı birleşik alan teorisinin gelişiminde sağladığı önemli katkı nedeniyle lâyık görüldüğü Nobel ödülü kendisine verilirken yapılan törende okuduğu ayet gösterilebilir: “ Majesteleri, Ekselansları, Bayanlar ve Baylar! Arkadaşlarım Prof. Glashow ve Prof. Weinberg adına, Nobel Vakfı’na ve Kraliyet Bilimler Akademisi’ne, bize bahşettikleri bu büyük onur ve teveccüh nedeniyle teşekkür ederim. Fizik alanındaki birikimimiz, bütün insanlığın ortak mirasıdır. Onun gelişimine Doğu ve Batı ile Kuzey ve Güney eşit olarak katkıda bulunmuştur. Kur’an’da Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Allah’ın yarattığında bir düzensizlik ve noksanlık yoktur. Haydi bir bak, hiçbir kusur ve eksiklik görebiliyor musun? Hayır, asla!” Sonuç olarak bu, bütün bilim adamlarının ortak inancı, bilimi teorik olarak mümkün kılan temel aksiyomdur. Ayrıca deney ve gözlemlerimiz onu, tekrar tekrar doğrulayıp, bilgilerimiz de zenginleşip derinleştikçe; bir yandan hayranlığımız ve heyecanımız giderek artarken, diğer yandan da gözlerimiz daha fazla kamaşır!”
Gerçekten de, bilim ve teknolojideki gelişmeler, Kur’an’ın bazı ayetlerini, hem daha doğru ve kapsamlı, hem de daha yeni boyut ve yönleriyle anlayabilmemizi mümkün kılmaktadır. Bu bağlamda, “O, geceyi, durmadan onu kovalayan gündüze bürüyüp örter” ayetinin anlamını en mükemmel şekilde ilk defa kavrayan kişilerden biri-bu ayeti biliyor olmak şartıyla-dünyadan yeterince uzaklaşmış olan bir uzay aracından, kendi gözleriyle yerküre üzerinde, aydınlığın karanlığı ya da gecenin gündüzü nasıl izlediğini bütün ihtişamıyla bizzat izleyen bir astronot olabilirdi.
Aslında burada tek değil, iki cepheli bir süreç söz konusudur. Çünkü, ölçme, gözlem, deney, anket, mülâkat gibi yollarla toplanan verilerin doğru düşünme ilkeleri çerçevesinde yorumlanması suretiyle ulaşılan geçerli açıklamalar ve teorik yapılar, Allah'ın evreni var ediş amacının gerçekleşmesiyle ilgili plân ve programın, insan aklı aracılığıyla ortaya çıkarılabilen kısımları, Kur’an da Allah'ın aynı plân ve programla ilgili sözlü bildirisi olarak kabul edildiğinde; her ikisinin de kaynağı bir olduğundan, gerek henüz bazı yönleri kavranamamış olgusal sorunların çözümünde ilgili kuran ayetlerinden yararlanılmasının, gerekse bilimin bulgularının ışığında bazı Kur’an ayetlerinin daha uygun bağlamda ve daha doğru ve kapsamlı bir şekilde yorumlanmasının, aynı derecede mümkün ve hatta gerekli olduğu söylenebilir. Yani, bir yandan bilimsel ve teknolojik birikimimizin artıp zenginleşmesi, Kur’an’ı daha iyi anlamamızı sağlarken; diğer yandan da Kur’an’ın insan ve evreni tüm boyut ve derinlikleriyle kapsayan geniş perspektifini kavramış olan bir zihnin-gerekli yeteneğe ve ilgili alanda yeterli bilgi ve tecrübe birikimine de sahip olması şartıyla-bilimde yepyeni buluşlar ve atılımlar gerçekleştirmesi imkân dahiline girmektedir.
Kur’an’da, insanın yaratılışı, tıp ve embriyolojiyle ilgili bazı ayetler de yer alır. Meselâ, “O hâlde insan, nasıl yaratıldığını şöyle bir düşünsün: O, erkek ile kadının beli ile göğsü arasından salgılanan bir sıvıdan yaratılmıştır.”, “(Allah) insanı bir damla nutfeden yaratmaya başladı.” (nutfe, boşaltılan bir su kabının dibinde kalan çok az miktardaki sıvı anlamına gelir.), “O nutfeyi sağlam ve güvenli bir bölgeye yerleştirdi.”, “Sonra nutfe, alaka hâline getirildi.” (alaka, bir yere asılı olarak tutunan şey anlamına gelir.), “Daha sonra alaka, mudga hâline dönüştürülür ve onda kemikler yaratılır ve üzerlerine de kaslar yerleştirilir.”, “..ardından, (gelişen yavrunun) organlarına belirli şekiller verilir.”, “ Onlardan dilediğimizi belirli bir süre rahimde tutuyoruz.”, “ (Allah) Sizi annelerinizin karnındaki üç tabaka içinde hâlden hâle çevirerek yaratılışınızı tamamlar.”, “ (Allah) ölümünüzden sonra, sizi parmak uçlarınıza kadar derleyip, tekrar yaratmaya kadirdir.”
Kur’an’da yer alan insanın anne karnındaki gelişimiyle ilgili ifadelerin tıp, özellikle de embriyoloji bilimi geliştikçe sürekli doğrulanması ve hatta araştırmacılara yol göstererek, yeni ufuklar açması, konu üzerinde bilgi sahibi olan bir çok bilim adamını ve tıp doktorunu derinden etkilemiştir. Meselâ, Philadelphia Üniversitesi Anatomi Kürsüsü başkanı Prof. M. Johnson bu ayetleri ilk duyduğu anda büyük bir hayretle oturduğu yerden ayağa fırlayarak: “Hayır, imkânsız, siz neler söylüyorsunuz!” diye haykırmaktan kendini alamamıştı. Çünkü, mikroskobun 16. yüzyılda keşfinden sonra doktorlar, spermde bütün organlarıyla tam bir insanın küçültülmüş bir modelinin bulunduğuna ve bu modelin ebatlarının anne karnında bir bebek ölçüsüne ulaşmasından sonra doğumun gerçekleştiğine inanmaya başlamışlardı. Bu inanç 18. yüzyıla kadar devam etti. 18. yüzyılda kadın yumurta hücresinin keşfinden sonra ise, aynı inanç yumurta hücresine uyarlanarak sürdürüldü. Gerçek embriyolojik gelişim sürecinin temel basamakları ancak 19. yüzyılda ortaya çıkarılmaya başlanabildi. Bu safhaları çok iyi bilen bir bilim adamı olarak Prof. Johnson, daha 7. yüzyılda kaleme alınmış olan Kur’an adlı kitapta embriyolojik gelişimin böyle ayrıntılı bir şekilde yer aldığını işitince âdeta şok olmuştu. Bu konuyu yeterince araştırdıktan sonra ulaştığı sonucu Prof. Johnson, katıldığı bir kongrede şöyle açıklamıştır: “Kur’an’ın kaynağı, insan ve tabiat üstüdür! Benim anladığım kadarıyla Allah, Hz. Muhammed’e ilmini bildiren bir kitap vermiş ve insanlığa bu Kur’an’ın Kendisinden kaynaklandığını keşfetmesi için zaman tanımıştır. Allah bu hususu Kur’an’da şöyle açıklar: “Kur’an’ın ayetlerinin gerçek olduğunu bir süre sonra mutlaka anlayacaksınız. Kur’an’ın verdiği her haberin onaylanıp, doğrulanacağı günler gelecektir. Yakında bunu göreceksiniz!
Toronto Üniversitesi Tıp Fakültesi Embriyoloji Ana Bilim Dalı başkanı Prof. K. L. Moore da aynı hususlarla ilgili hayret ve kanaatini “Bizim insan embriyonunun gelişimi hakkında ancak son 30 yılda öğrenebildiğimiz bu ayrıntılı bilgilerin Kur’an’da yer alması ancak ve ancak bu kitabın ‘insan ve zaman üstü’ bir kaynaktan gelmiş olmasıyla izah edilebilir!” cümlesiyle dile getirmiştir. Embriyoloji alanında yayımlanmış bir çok kitabı bulunan Moore, anne karnında bebeğin safha safha gelişimini bütün teferruatıyla anlattığı “Gelişen İnsan” adlı eserinin genişletilmiş yeni baskısında ilgili Kur’an ayetlerine de yer vermiş, ayrıca Kanada Televizyonu’nda yaptığı konuşmalarda da Kur’an’ın bu ilginç özelliğini izleyicilerine büyük bir coşku ve hayranlıkla anlatmıştır. Moore, Kanada’da yayımlanan “The Globe and Mail” ve “The Gazette”ye verdiği beyanatlarda ise şunları söylemişti: “Bilim adamlarının ancak 1940 yılında farkına vardıkları gerçek, meğer Kur’an aracılığıyla daha 7. yüzyılda bildirilmiş...”
Moore tarafından kaleme alınan ve içinde ilgili ayetlere de yer verilen embriyoloji kitabı, ABD’de “tek bir yazar tarafından hazırlanan en düzeyli bilimsel eser” unvanını kazanmıştır. Moore, kitabının üçüncü baskısında şunları ifade etmiştir: “ Ortaçağda bilimsel gelişme çok yavaştı ve bu devirde embriyoloji konusunda bilinenler de çok azdı. Fakat Kur’an’da insanın dişi ve erkekten gelen bazı sıvılardan yaratıldığı, aslı sperm ile dişi yumurtalarını içeren sıvıların karışımı olan nutfeden itibaren gelişmeye başladığı ve yumurta-sperm kompleksinin, anne adayında ancak belirli bir süre sonra kararlı bir hâl aldığı bildirilir. Bugün biz de döllenen yumurtanın bölünerek gelişmeye başlamasının 6. günden sonra belirginleştiğini biliyoruz. Kur’an’da embriyonun bundan sonraki gelişim basamakları da o kadar net bir şekilde anlatılır ki okuyucu, bu tasvirleri yapanın bu gelişim sürecini sanki apaçık bir şekilde görmekte olduğunu düşünmekten kendini alamaz.” Moore, bu konuda yaptıkları bir deneyden de bahseder: “Kur’an’da, embriyonun 4. hafta sonundaki durumunun niçin bir çiğnemlik et ibaresiyle tasvir edildiğini merak ettik. En modern cihazlarla yaptığımız araştırmalarla 28 günlük embriyonun üzerinde birtakım tespihimsi çıkıntılar bulunduğunu ortaya çıkardık. Aklımıza bu yapının plastik bir modelini yapıp, onu ısırarak, üzerinde diş izleri oluşturmak geldi. Sonuç olağanüstüydü: Karşımızdaki yapı, tıpatıp ayetlerde tanımlanan oluşuma benzemekteydi.”
Bu hayranlık verici olaylarla ilgili haberler bilim dünyasına yayıldıkça, Johnson ve Moore’u başka bilim adamları izledi. Bunların bazıları, Chicago Üniversitesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kürsüsü öğretim üyelerinden Prof. J. Simpson’un yaptığı gibi katıldıkları seminer ve konferanslarda Kur’an’ın bilime yol gösteren yönlerini kamu oyuna duyururken, Kanada Minatovoda Tıp Fakültesi Anatomi Kürsüsü başkanı Prof. T. Enberset gibi bazıları da yazdıkları bilimsel eserlerde ilgili Kur’an ayetlerine yer verdi.


Sosyal Bilimler ve Kur’an


Bu başlık altında toplanabilecek hususlar “uygulamalı” ve “teorik” olarak iki ayrı kısımda ele alınabilir. Sosyoloji gibi sosyal bilim dallarında toplumsal yapılar ve kurumlar ile bunların değişimleri ve gelişimleri çeşitli yöntemlerle ele alınıp incelenir. Arap toplumunun Kur’an’ın kendilerine geldiği andaki durumu ana hatlarıyla ele alındığında ortaya çıkan tablonun nitelenmesi için “dehşet verici, korkunç, insanlık dışı ve benzeri” sıfatların kullanılması bir gelenek olmuştur. Yeni doğan kız çocuklarını diri diri kuma gömerek öldüren, Kâbe gibi asırlardır kutsal bilinen bir mekanda çırılçıplak bir şekilde kadın-erkek birlikte her türlü çirkin davranışı âdeta gösteriş ve gururla sergileyen, zayıflara hayat hakkı tanınmayan, kadınları alınıp satılabilen bir ticaret metaı olarak gören kişilerden oluşan bu topluluğun başlıca geçim kaynağı da çevrede ikamet eden komşularından çalıp yağmaladıkları mallar, hayvanlar veya köle olarak sattıkları bu insanların kendileri olmuştu.
Fuhuş, toplumun tüm kesimlerine öylesine yayılmıştı ki, artık ona normal, tabii hatta zorunlu bir olay gibi bakılmaya başlanmıştı. Esir kadınlar efendilerine para kazandırmak için fuhuş yaptıkları gibi, evli kadınların çocuk sahibi olmak için bu yola başvurmaları da olağan sayılmaktaydı. Kadınların ölen kocalarından veya babalarından kalan malları miras olarak almaları şöyle dursun, onlar da ölen kişinin eşyaları ve hayvanlarıyla birlikte erkek mirasçılara intikal ederlerdi. Buna göre bir oğul, babasının diğer mallarıyla birlikte üvey annesine de sahip olma ve istediği gibi tasarrufta bulunma hakkına sahipti.
Ezici çoğunluğu alkolik ve putperest olan toplumun yetişkin erkeklerinin başlıca uğraşıları kumar, falcılık, büyücülük, sahtekârlık ve kan davası nedeniyle ya da yağmacılık için çevrelerine saldırmaktı. Arap erkekleri kumar alışkanlığının öylesine tutsağı olmuşlardı ki, paraları bittiğinde ortaya kendi özgürlüklerini koyabilmekte ve kaybetmeleri hâlinde de, köle olarak satılabilmekteydiler. Hemen hiçbir etik ve hukuk kuralına tâbi olmadan yaşayan bu cahil, kaba, ve saldırgan kişilerin; ne bilimsel olarak nitelendirilecek herhangi bir etkinlikten, ne de uygarlık kavramından haberleri vardı.
Kur’an’ın böyle bir toplumda çok kısa bir süre içinde olumlu yönde oluşturduğu son derece büyük ve olağanüstü derecede önemli değişiklikler, bütün boyutlarıyla ele alınıp, incelenmesi gereken çok ilginç bir sosyal olgu olarak karşımızda durmaktadır.
Kur’an’da birçok tarihi olay ve kişiden söz edilmektedir. Tevrat ve İncil’de; arkeoloji, antropoloji, filoloji ve tarih gibi çeşitli sosyal bilim dallarında gerçekleştirilen araştırmalar sonunda elde edilen verilerle çelişen bir çok ifade ve husus mevcutken; Kur’an’da, tıpkı fen bilimleri alanında olduğu gibi, bilimsel bulgulara aykırı herhangi bir noktanın bulunmaması dikkat çekicidir.
Öncelikle Lût gölü çevresi, Mezopotamya, Babil, Filistin, Mısır gibi yerlerde; “Lût, Nuh, İbrahim, Yusuf ve Yahya peygamberlerin yaşadıkları bölgelerde” yapılacak “test ve kontrol” amaçlı arkeolojik inceleme ve araştırmaların Kur’an’ın “insan orijinli” olup olmadığı hususunun ortaya çıkarılmasında enteresan sonuçlar vermesi mümkündür. Nitekim Lût Peygamber’in yaşadığı Sodom şehri çevresinde ve dünyanın en alçak su düzeyini oluşturan Lût gölü çevresinde yapılan kazı ve araştırmalarda; Kur’an’da, gökten gelen bir tür bombardımanla alt-üst edildiği bildirilen bu bölgede, geçmişte olağanüstü derecede şiddetli bir nükleer bir patlama olduğunu gösteren bulgulara rastlanmıştır. Yine Kur’an’da bahsi geçen İrem şehri, uzay mekiği Challenger’in radar sistemi aracılığıyla sağlanan verilerin yardımıyla, 1982 yılında kalın kum tabakaları altından ortaya çıkarılmıştır.
Kur’an’ın 3. suresinin 140. ayetinde şöyle denir: “Eğer size (Uhud’da) bir zarar dokunduysa, (Bedir’de de) onlara dokunmuştu. O günler (zafer ve mağlubiyet, sevinç ve keder dönemleri) insanlar arasında döndürülüp, dolaştırılır... (bazen lehte, bazen aleyhte).” 1. surenin 145’inci ayetinin anlamı ise şöyledir: “Eğer Allah, insanların bir kısmının zararını diğer bir kısmıyla gidermeseydi, yeryüzü yaşanmaz bir hâl alırdı.” A. Aymaz, bu ayetlerin yorumunu şöyle yapar: “Bunlar, tarihte mevcut enteresan devir ve dönemlere işaret eden ayetlerdir. Gerçekten dünya tarihini incelediğimizde bazı belirli süreler ve tarihler, düğüm ve dönüm noktaları olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunlara Türk ve İslâm tarihine ait şu karşılaştırmalar örnek olarak verilebilir (H.=Hicri, M.=Milâdi yıl):
: İlginç Tarihsel Periyotlar :
I- 1-) Cengiz İmparatorluğunun ilânı.............................................................................:H. 599
2-) Osmanlıların istiklâli..........................................................................................:H. 699
3-) Endülüs’ün çöküşü.............................................................................................:H. 898
II- 1-) Gazneli Mahmud’un Hindistan’ı fethi...............................................................:H. 400
2-) Timur’un Hindistan’ı ele geçirmesi...................................................................:H. 800
3-) İngilizlerin Hindistan’ı ele geçirmesi................................................................:H. 1200

III-1-) Oğuz Han’dan hicrete kadarki süre...................................................................: 1400 yıl
2-) Türklerin Çin’i istilasından hicrete kadarki süre...............................................: 700 yıl
3-) Selçukluların Müslüman olması.......................................................................:H. 350 yıl
4-) Selçukluların hükümet süresi............................................................................: 350 yıl
5-) Osmanlı devletinin kuruluş tarihi......................................................................:H. 699 yıl

IV-1-) Cengiz’in Turan’ı ele geçirip, Harzem Devleti’ni yıkması..............................:H. 622
2-)Yavuz Selim’in Mısır ve Arabistan’ı alması.....................................................:H. 922

V-1-) Abbasi hilafetinin sona ermesi.........................................................................:H. 656
2-) İstanbul’un fethi...............................................................................................:H. 857

VI-1-) İran’dan Bağdat’ın alınması............................................................................:H. 1048
2-) Azerbeycan’ın İranlılarca geri alınması...........................................................:H. 1148

VII-1-) Girit’in fethi...................................................................................................:H. 1080
2-) Çeşme bozgunu.............................................................................................:H. 1180

VIII-1-) Lehistan’ın vergiye bağlanması...................................................................:H. 1087
2-) Kırım’ın Rusya’ya bırakılması....................................................................:H. 1187

IX- 1-) Mora isyanı...................................................................................................:M. 1821
2-) Sakarya muharebesi.....................................................................................:M. 1921

X- 1-) Milâttan Osmanlıların istiklâline kadar.........................................................: 1299 yıl
2-) Hicretten İstiklâl Savaşının kazanılmasına kadar..........................................: 1300 yıl
XI-1-) İslâm’ın doğudan Kuzey Afrika’ya girişi....................................................:M. 640
2-) Endülüs’ten Kuzey Batı Afrika’ya dönüş....................................................:M. 1491
(1491-640=851)
XII-1-) Malazgirt Meydan Muharebesi (26 Ağustos).............................................:M. 1071
2-) Dumlupınar Meydan Muharebesi (26 Ağustos).....................................:M. 1922
(1922-1071=851)
XIII- 1-) Alman ve Fransız ihtilalleri arasında 1918-1789 = 129 yıl
2-) Hitler ve Napolyon’un :
İktidara gelmeleri arasında 1933-1804 =129 yıl
Viyana’ya girmeleri arasında 1938-1809 = 129 yıl
Rusya’ya saldırmaları arasında 1941-1812 = 129 yıl
Yenilgilerinin başlaması arasında 1943-1814 =129 yıl
Birinin intiharı, diğerinin esir düşüşü arasında 1945-1815 =129 yıl”23



Kur’an’ın insanın duygu, düşünce ve davranışları üzerindeki etkileri ve Kur’an’da yer alan psikolojiyle ilgili ifadeler de bazı araştırmalara konu olmuştur. Ayrıca, dünyanın değişik coğrafi bölgelerinden farklı kültürlere mensup bazı kimseler, okuyup inceledikleri Kur’an tercümelerinde; zihinlerini kurcalayan birtakım sorulara tatmin edici karşılıklar bularak, varoluş amaçlarına dair önemli bilgi ve ipuçları keşfettiklerini ve sonunda büyük bir huzura kavuştuklarını “kişisel düzlemde” ifade etmişlerdir. Bu olguyla ilgili olarak da yeni bazı bilimsel incelemeler ve araştırmalar gerçekleştirilebilir. ABD’nin Florida eyaletinde bulunan Akbar kliniğinde düzenlenen ve bu hususta öncü olarak kabul edebilecek olan bir araştırmada sağlanan bulgular, Kur’an’ın bazı biçimsel özelliklerine değinilecek olan bir sonraki kısımda gözden geçirilecektir.






b-) Biçim Özellikleri



Kur’an’ın, biçimsel özellikleri açısından da ayrıca ele alınıp, incelenmesi gerekir; çünkü tabiat ve insan üstü bir aleme ait olduğu iddia edilen bir metin, biçim ve üslûp bakımından da kendine has bazı özellikler taşımalıdır. Nitekim, bu konuda yapılan araştırmalarda çok ilginç bulgulara rastlanmıştır. Bu hususta ilk olarak Kur’an’ın ses ve üslûp özelliği üzerinde duracağız
Florida’da gerçekleştirilen yukarıda sözü edilen çalışmada, yaşları 17 ilâ 40 arasında değişen, Müslüman olmayan ve Arapça bilmeyen 210 kadınlı-erkekli gönüllüye, usulüne uygun şekilde okunan Kur’an ayetleri ve bunların İngilizce tercümesi dinletilmiştir. Bu sırada Boston Üniversitesi Tıp Fakültesi ve Davicon Şirketi’nin işbirliğiyle geliştirilen bir düzenek aracılığıyla, deneklerin stres düzeyini belirleyen fizyolojik parametreler ölçülmüştür. Ses biçiminden kaynaklanabilecek etkileri giderebilmek için farklı kişilerce okunan Kur’an’ın değişik ses kayıtlarını dinleyen deneklere; daha sonra da, “plasebo olarak”, Kur’an üslûbunda okunmuş rast gele bazı Arapça cümleler dinlettirilmiştir. Kuzey Amerika İslam Tıp Kongresi’nde bilim dünyasına duyurulan sonuçlar, büyük yankılar uyandırmıştır: Buna göre, deneye katılanların % 97’sinde, Kur’an dinlemek; stres giderici, fizyolojik süreçleri regüle edici ve immun performansı yükseltici etkiler sağlamıştır.
C. Stevens, S. Wonder, M. Becart, E. Mittchell, M. Williams, M. Kante ve A. Blakey gibi başarılı müzisyenlerin Kur’an’ın melodi, ritim ve ahenk gibi ses ve biçim özellikleri hakkındaki övücü beyanları da bu alanda farklı bazı araştırmalara kapı aralamıştır. Kur’an’ın bu özelliğini A. J. Arberry şöyle ifade eder: “Ne zaman Kur’an’ı makamla okunurken dinlesem, sürekli bir melodinin ardında yer alan kusursuz bir ritimden oluşan bir müzik algılarım ve bana, sanki kalbimin atışları da oradaymış gibi gelir.”
Prof. S. Ateş “İslam’a İtirazlar ve Kur’an-ı Kerimden Cevaplar” adlı kitabında, Avrupalı bir müzik profesörünün, Pakistanlı Prof. M. Hamidullah’a bu tespitle ilgili bir itirazını ve bunun giderilişini şöyle aktarır:
“ ‘-Kur’an’ı inceledikçe hayrete düşüyorum. Onda öyle bir müziksel doku var ki, bir kelimenin dahi yeri değişse, vezin ile birlikte müzik ve ahenk de kayboluyor. Bu yapıyı ve sistemi bir insan kurmuş olamaz. Bir müzik profesörü olarak bu yüzden İslam’ı benimsedim, yoksa ben ne Arapça bilirim ne de Kur’an’ın anlamını. Fakat beni çok rahatsız eden bir sorun var. Amener resulü’deki bir kelime, tüm ritim ve ahengi bozuyor.’
-Oku da nasıl bozuyor, görelim.’
-Lâtuuahiznâ...’
-Hayır, o vav, med harfi değildir, ve bundan dolayı da için sesleri uzatma fonksiyonu yoktur. Şimdi,’ta’yı uzatmadan tekrar oku.’”
Bu uyarı üzerine ayeti doğru şekilde okuyan müzik profesörü, sevinçten âdeta göklere uçar. Şimdi sorun giderilmiş, ritim ve ahenk sağlanmıştır. Prof. Hamidullah, bu zatın birkaç gün sonra kendisine ‘Teşekkür ederim, imanımı tazeledin…’ sözleriyle başlayan bir şükran mektubu gönderdiğini de ifade eder.
M. W. Hofmann bir eserinde, Kur’an’ın benzer bir özelliğini konu alan başka bir araştırmadan bahseder: “……N. Robinson, okunan Kur’an metninin ses özelliklerini eş zamanlı olarak ölçmüş; vurgulu hecelere iki, vurgusuz olanlara ise bir puan vermiştir. Bu metot, ilk inen ayetlere (96:1-5) uygulandığında ortaya şu değerler çıkmıştır: 12:10:8:10:12. Robinson, mükemmel bir şekilde düzenlenmiş girift bir ses simetrisi keşfetmiştir. Buna göre, Kur’an’da farklı konular ve durumlar anlatılırken farklı sesler kullanılmıştır. Meselâ,

a) Tartışma /Polemik durumları,
b) Ahiret hadiseleri,
c) Hz. Muhmmed’e hitap,
d) Peygamber kıssaları,
e) Allah’ın tabiattaki ayetleri,
f) Vahyin hakikati-önemi,

gibi her bir konu, farklı ses özelliklerine sahip ayetler ile ifade edilmiştir. H. Farahi, A. Islahi ve A. Neuwirth’in araştırmaları da Kur’an’ın ses, linguistik ritim, kelime yapısı ve tertibi gibi birçok parametre bakımından tam bir uyum halinde bulunduğunu ortaya koydu.”60
Kur’anı oluşturan bazı kelimelerin belirli bir matematiksel kod çerçevesinde kullanılmış olduğu yönünde de bazı iddialar ve bulgular vardır. Ancak bunların, yeterli bilgi ve donanıma sahip araştırmacılar tarafından baştan sona tekrar kontrolü ve teyidi uygun olacaktır.
ABD’nin en düzeyli bilim dergilerinden “Scientific American”daki köşesinde yıllarca matematik alanında birbirinden ilginç yazılar yazan M. Gardner, bu derginin bir sayısındaki yazısını bu konuya ayırmıştır. Gardner, bu makalesinde özetle şunları anlatır: “Budapeşte’deki Duna Intercontinental otelinde gerçekleştiren önemli bir uluslararası toplantıya katılmıştım. Dünyanın en büyük matematikçilerinden biri olan Dr. I. J. Matrix ve kızı Iva, benim orada olduğumu öğrenince bana telefonla bir mesaj bırakmışlar. ‘Jeremiah 33:3’ şeklinde bir not ile İstanbul’a ait bir telefon numarasından ibaret olan mesaj bana ulaşınca hemen onları aradım. Iva, Hilton otelinde olduklarını ve bir hafta İstanbul’da kalacaklarını söyledikten sonra, beni de yanlarında görmekten mutluluk duyacaklarını ekledi. Ertesi gün uçakla İstanbul’a gittim ve İva ile buluştum.
Birlikte İstanbul’u gezmeye çıktık. İva, taklit mücevher satan bir yerden, her birinin fiyatı faklı olan dört adet yüzük satın aldı. Satıcının, onun ödeyeceği parayı hesaplarken hesap makinesinde toplama yerine üç defa çarpma tuşuna bastığını fark ettim ve bu durumu İva’nın kulağına fısıldadım. O beni onaylamasına rağmen yine de tezgahtara istediği parayı ödedi. Kendisine niçin itiraz etmediğini sorduğumda bana ‘Ben harcama tutarını zihnimden hesapladım ve aynı sonucu buldum.’ karşılığını verdi. Ben de kağıt-kalemle hesabı kontrol ettim ve şaşkınlık içinde onu tasdik etmek zorunda kaldım. İva ‘Sayıların sırrı’ dedi. ‘Bizi kendisine hayran eden ve pek çok şeyimizi değiştirmemize yol açan sır!’ Bu arada dört farklı değerin oluşturduğu bir kümenin çarpım ve toplam değerlerinin aynı olduğunu da görmüş oldum. Scientific American’ın gelecek ayki sayısında bu problemin çözümünü ‘Diophantine’ analiziyle vereceğim. Fakat ben İva’nın, yeni adıyla Ayşe’nin ne demek istediğini hâlâ tam olarak anlayamamıştım. Belki bunda, çok yorgun olmamın da etkisi vardı.
Otele geldiğimizde Dr. Matrix’i bizi odasında bekler hâlde bulduk. Önündeki masanın üzerinde fildişinden yapılmış büyük bir küp vardı. Küpün yüzleri, bir köşegen boyunca dilimlenmiş ve bir menteşe sistemiyle açılıp, kapanmaları sağlanmıştı. Böylelikle köşegenleri boyunca açıldığında bu küp, tabanları kare olan üç adet “dört yüzlü yamuk piramit”e bölünebiliyordu. Dr. Matrix bana bakarak: ‘Bu üç piramit birbirinin eşidir. Bunları birleştirerek küpler oluşturmak son derece kolay olduğu hâlde, birçok insanın bunu başaramaması beni hep şaşırtmıştır.’ dedi. Matrix, bu giriş cümlesinden sonra küpler, piramitler, üçgenler ve diğer geometrik nesneler ile onların şaşırtıcı ve karmaşık özellikleriyle ilgili uzun bir konuşmaya başladı. Kendisini öyle kaptırmıştı ki, konuyu değiştirebilmek için ‘bu kadar geometri dersi yeter!’ demek zorunda kaldım ve ona, ‘İstanbul’a geldikten sonra hiç rakamlarla ilgili bir gariplikle karşılaştın mı?’ sorusunu yönelttim. Cevaben bana bir kitap uzattı61 ve ‘İşte bu, bizim Müslüman olmamıza neden olan şey!’ dedi. Sebebini açıklamasını istedim. ‘Değişik kimselerin farklı nedenleri olabilir, ama bizler matematikle uğraşan bilim adamları olduğumuz için İslamiyet’i Kur’an’ın sayısal özellikleri nedeniyle kabul ettik.’ Kulaklarım uğuldamaya, beynim karıncalanmaya başlamıştı. İva’nın, yani Ayşe’nin yüzükleri aldıktan sonra söylediği cümlenin anlamını şimdi yavaş yavaş kavramaya başlar gibiydim. O, açıklamalarına devam ediyordu: ‘Kur’an birçok farklı yönüyle olduğu gibi matematiksel açıdan da bir mucizedir. Bu kitap da onun bu özelliklerinden bir kısmını açıklamak üzere kaleme alınmıştır. Gördüğün gibi Kur’an’ın sayısal sırları ancak kitaplarla anlatılabilir.’ ‘Bir örnek verir misin?’ dedim. ‘Tabii’ dedi ve ‘ancak sen önce kendin onu şöyle bir gözden geçir, bu arada ben namazımı kılayım.’ diye ekledi. Şaşkınlığım son safhaya varmıştı. Bir yandan yeni isminin Abdullah olduğunu öğrendiğim Dr. Matrix’e, bir yandan da elimdeki kitaba bakıyor, ve olup bitenleri anlamlandırmaya çalışıyordum. İşi bitince yanıma geldi ve ‘Açıklamamı istediğin bir yer var mı?’ diye sordu. Rastgele bir yer açıp ‘Burasını açıklasan iyi olur.’ dedim. ‘Yazar burada 19 sayısının Kur’an’daki esrarı üzerinde duruyor.’ dedi ve devam etti: ‘Kur’an’daki sure sayısı 114’tür, yani 19’un 6 katıdır. Meşhur besmele ayeti ki biri dışında her sureyi o açar, 19 harftir. Besmelenin ilk kelimesi olan ‘ism’ Kur’an’da 19 defa geçerken, ikinci kelime Allah 2698, yani 19’un 142 katı kadar; üçüncü kelime Rahman 57, yani 19’un 3 katı kadar; dördüncü kelime olan Rahim de 114, yani 19’un 6 katı kadar yer alır.’ ‘Hakikaten çok ilginç...’ dedim. Sözlerimi tamamlamamı beklemeden konuşmasına kaldığı yerden devam etti: ‘19 sayısının sırları bunlarla bitmiyor. Bazı surelerin başında anlamı bugüne kadar tam olarak kavranamamış olan bazı harf grupları bulunur. Şimdi bu harflerin Kur’an’ın orijinalitesini koruduğunu gösteren sayısal kodlar olduğunu yeni anlamış bulunuyoruz. Yani, bu kategoriden her surede geçen bu harf gruplarına dahil harflerin toplam sayıları da 19’un katları kadardır. Bu fevkalade ve ürpertici bir matematiksel sistemdir.’ ‘Bu, Kur’an üzerinde yapılmış harika bir çalışma’ diyen Matrix hemen şunu ekledi: ‘Fakat eğer yazarı onu kaleme almadan önce benimle görüşmüş olsaydı, ortaya çok daha kapsamlı ve etkileyici bir eser çıkardı. Meselâ, 9 ve 10’un birinci kuvvetlerinin toplamı, 9 ve 10’un ikinci kuvvetlerinin farkına eşittir.’ dedikten sonra bana ‘Emirp’in ne anlama geldiğini biliyor musun?’ diye sordu. Başımı ‘hayır’ anlamında salladım. Şaşırdığımı görünce: ‘Kitabın en kolay anlaşılabilir yerlerinden birini açmışsın.’ dedi. ‘Eğer, emirp ve nonemirpleri de bilseydin...’ dayanamayıp, ‘ben sizin gibi bir numerolog değilim, ama eğer bilseydim ne olurdu?’ dedim. ‘Eğer bilseydin bu kitabı biraz daha inceledikten sonra sabah namazını beraber kılardık!’ “
Gardner’in makalesinde bahsettiği kitapta, başka birçok enteresan husus bulunduğu gibi, farklı araştırmacılar Kur’an’ın değişik matematiksel özelliklerini ortaya çıkaran başka araştırmalar da yapmışlardır. Meselâ, Dr. Matrix’in tanıttığı kitapta şunlara da yer verilir: Kur’an’ın “kaf” harfiyle başlayan iki suresinden ilkinde geçen kaf harfleri sayıldığında,19’un üç katı olan 57 rakamıyla karşılaşılır. Uzunluğu birincinin iki buçuk katı kadar olan ikinci surede de bu harf 57 adet yer almaktadır. Bu denklik çok ilginç bir tarzda sağlanmıştır. İkinci surede “İhvanı Lût” şeklinde bir ibare mevcuttur. Oysa Kur’an’ın tam on iki farklı yerinde bu ibare “Kavmu Lût” şeklinde kullanılmıştır. Eğer bu surede de aynı ibareye yer verilmiş olsaydı, 19x3=57 kodu bozulmuş olacaktı. “Sad” harfi, Araf ve Meryem surelerinin başında, birkaç şifre harf ile birlikte yer alırken; ismini verdiği “Sad” suresinin başında ise, yalnız olarak yazılmıştır. Bu üç suredeki sad harfleri sayıldığında toplam 19x8=152 rakamı bulunur. Araf suresinde “Besta” kelimesinin sad harfiyle “Basta” şeklinde yazılmış olduğu görülmektedir. Hz. Muhammed’in vahiy katiplerine “melek, bana bu kelimenin sin harfiyle değil, sad harfiyle yazılması gerektiğini bildirdi” demiş olması nedeniyle bugün bütün Kur’an nüshalarında Araf suresindeki besta kelimesi, sad harfiyle basta şeklinde yazılı durumdadır. Oysa, Arapça sözlüklerde böyle bir kelime bulunmaz. Kur’an’da Sad suresi içinde, bu kelimedeki sad harfinin altına bir “sin” kelimesi eklenerek, okuyucu bu durumdan dolayı uyarılmıştır. Eğer bu kelime besta şeklinde yazılmış olsaydı, 19’luk kod bozulmuş olacaktı. Nun harfi, sadece Kalem suresinin başında bulunur. Bu suredeki nun harflerinin toplam sayısı 19x7=133’tür. “Elif Lam Mim Ra” harfleriyle başlayan Er’Rad suresinde bu dört harf toplam 19x79=1501 defa geçer.
Ta-Ha suresinde ise “Tı” ve “Ha” harfleri 19x18=342 adet kullanılmıştır. “Başlangıç şifresi harfi” içeren ilk sure ile son sure arasında, bu türden harflerle başlamayan 19x2=38 sure yer alır. 29 tane surenin başında, 14 harften oluşan 14 değişik harf kombinezonu bulunur ki, bunların toplamı 29+14+14=19x3=57’dir. Kur’an’ın en başından itibaren 19 ayete sahip ilk suresi İnfitar’dır. Bu surenin bir diğer özelliği de son kelimesinin Allah olmasıdır. Bu, aynı zamanda Kur’an’da yer alan Allah kelimelerinin sondan 19’uncusudur.
Kur’an’ın tamamında “resul” (elçi) kelimesi 19x27=513, “etiu” (itaat ediniz) kelimesi 19, tamlamasız geçen Rab kelimesi 19x8=152 ve “abd, abid ve ibadet” (kul, kulluk eden ve ibadet) kelimeleri toplam 8x19=152 defa geçmektedir. Vahyedilen ilk sure, 19 ayetten oluşurken, son vahyedilen surelerden Nasr’da da 19 kelime bulunur. Ayrıca, “yardım” anlamına gelen Nasr kelimesiyle adlandırılmış olan bu surenin, Allah’ın yardımından bahseden ilk ayeti de 19 harflidir.
Başka araştırmacıların gerçekleştirdiği incelemelerde, Kur’an’da oldukça yaygın olarak görülen bu 19’luk kodlama dışında, daha farklı sayısal kodların da bulunduğu ortaya çıkarılmıştır. N. Bekki “Kur’an’dan Gaybi İşaretler” ve A. Aymaz “Kur’an’da Edebi Mucize” adlı kitaplarında başta 17’lik, 13’lük, 33’lük ve 7’lik kodlar olmak üzere bunlara çeşitli örnekler vermişlerdir. Bunlardan bazılarında ise, belirli kelimelerin anlamlarının ve çağrışımlarının esas alındığı görülmektedir. Meselâ, “yedi gök” tabiri Kur’an’da yedi defa geçerken, “göklerin yaratılışı” ibaresine de yedi kez yer verilmiş; veya “gün” kelimesi tekil olarak 365, çoğul (eyyam, günler) halinde 30, ay (şehr) kelimesi de 12 defa kullanılmıştır.
Kur’an’da birbiriyle ilişkili kelime çiftlerinin eşit sayıda kullanılmasıyla gerçekleştirilen başka bir kodlama sistemi daha ortaya çıkarılmıştır. Bu kodlama sisteminde birçok kelimeye yer verilmiş olmakla birlikte, bunlardan ilk göze çarpanlar: 811’er “ilim” ve “iman”, 167’şer “kötülükler” ve “iyilikler” (seyyiat ve hasenat), 148’er “görmek” ve “kalp ya da gönül”, 145’er “”ölüm” ve “hayat”, 115’er “ahiret” ve “dünya”, 68’er “melek” ve “şeytan”, “50’şer “fayda” ve “fesat”, 32’şer “zekât” ve “bereket” ile 5’er “”yaz-sıcak” ve “kış-soğuk” kelimeleridir.62 Ancak Kur’an’da “ceza” kelimesi 117 defa kullanılırken, “bağışlama veya af” kelimesi bunun iki katı kadar, yani 234 defa kullanılmıştır.
Kur’an’ın, İslam toplumunun gelişim süreci boyunca, öncelikle çeşitli konulardaki acil ve önemli ihtiyaçlarla ilgili bilgi, tavsiye ve emirler ön plânda tutulmak üzere tam 23 yıl boyunca ayet ayet gelerek tamamlandığı ve eğitim, ibadet şekilleri, dua, hukuk, bilim, toplum düzeni ve yapısı başta olmak üzere pek çok husus, hüküm ve hedef içerdiği de göz önünde bulundurulursa; bu matematiksel kodlamanın gerçekleştirilişinin ne kadar muhteşem ve olağanüstü bir olgu olduğu daha iyi anlaşılıp, kavranabilir.
Evet, Kur’an’da-öncelikle bilimin önünü açarak geleceğe yönelik büyük bir bilimsel atılım ve gelişme vaat eden ayetler olmak üzere-ele alınıp incelenmesi gereken bir çok yön ve husus bulunduğu açıkça görülmektedir. Şimdilik, bu kadarıyla yetinmek durumundayız.
Bu kısa ve sınırlı araştırmamızın açıkça ortaya koymuş olduğu gibi; Kur’an, insanı ve insanlığı çok aşan; insanoğlunun zekâ, bilim, teknoloji, edebiyat ve diğer tüm yetenek ve becerilerinin son derece üzerinde, olağanüstü derecede mükemmel özelliklere sahip eşsiz bir Kitaptır. Bu durumda, Kur’an’a kaynaklık eden orijinal ve faklı bir “varlık ile bilgi kategorisi ve düzeyi” söz konusu olmaktadır. Bu tespit, geleceğin onto-epistemolojisinin temeli ve çatısı olmaya aday bir olgudur.
Görüldüğü gibi “örnek inceleme taslağımız” bile, bu sonucu ortaya çıkarmaya yetmektedir. Oysa, kitapta defalarca tekrar edildiği gibi, burada yapılabilen tek şey; gelecekte ehil ve liyakatli kadrolar tarafından gerçekleştirilmesi gereken asıl kapsamlı çalışma programına küçük bir kişisel örnek model sunma gayretinden ibarettir ve bu da, “ferdi” olmanın zaaf ve hatalarından mahfuz değildir.




Çıkarım ve Çözüm” Prosesi:



Bu “sınırlı ve dar kapsamlı” tahkik işlemimiz sonucu ortaya “duyu organlarımız aracılığıyla gözlem ve deneyden sağladığımız ampirik bilgi” ve “rasyonel, formel veya a priori bilgidışında kalan farklı “kategori”den yeni bilgi türleri ve bunlara kaynaklık eden değişik bazı varlık mertebeleri” çıkmış olmaktadır. Zaten, düşünce tarihinin verileri, bilimsel bulgular yoluyla ortaya konan varlık ve varoluş paradigması ile, kognitif psikolojinin-özellikle düşünce ve zihin psikofizyolojisi alanına ilişkin son bulguları-açıkça farklı ontolojik düzeylerde yer alan bambaşka “varlık” kategorileri ile bunlarla ilişkili yeni “bilgi” düzeylerine işaret etmekteydiler.Philosophia Perennis” kavramını incelerken de, insanoğlunun zaman zaman kendisinden değişik biçimlerde yararlandığına dair önemli izlere rastladığımız bu farklı bilgi kaynağı”, yukarıda gerçekleştirdiğimiz dar kapsamlı “Kur’an tahkik prosesi” ile teyit edilmiş oldu.
Ortaya konan bu yeni “Varoluş ve Bilgi” kavramını netleştirip belirginleştirerek sürekli bir şekilde idame ve inkişaf ettirecek olan geleceğin “ideal tahkik ve çıkarım kadroları”nın, Kur’an’dan (ve ona paralel konumdaki Hadis ve Veli-Müceddit-Müçtehit beyanlarından) kaynaklanacak bu çağdaş “ontolojik” ve “epistemolojik” paradigmaya dayanarak çıkarımlarda bulunmak suretiyle “insanlığın tüm soru ve sorunlarını” çözüme kavuşturacaklarını ümit etmekteyiz. Bu işlemler, gelecekte daima iki cepheli bir proses olarak gerçekleştirilerek; bir yandan “bilimsel veri ve bulguları Kur’an (ve ona paralel konumdaki Hadis ve Veli-Müceddit-Müçtehit beyanları) ile karşılaştırmak” suretiyle devamlı bir tahkik süreci işletilirken; diğer taraftan da “Kur’an’ın perspektifiyle bilimde ve insan hayatının tüm diğer cephelerinde yeni açılımlar sağlama ve problemleri çözme” yönünde gayret sarf edilmelidir.
Bu yüceler yücesi faaliyette görev alacak araştırmacılar; “hem genelde tüm bilimler ve özelde konuyla ilgili bilim dallarında derin ve zengin bir bilgi birikimine” sahip olmalı, hem “İngilizce ve Arapça gibi ilgili literatürün temel lisanlarına bütün incelikleriyle vâkıf bulunmalı” ve hem de “bilim metodolojisi-felsefesi-tarihi, dilbilim, hermönetik ve semiyotik” başta olmak üzere tüm yöntemsel, destekleyici ve ufuk açıcı disiplinler hakkında yeterli nosyona haiz olmalıdırlar. İhtiyacı tüm dünyada şiddetle hissedilen yeni “epistemoloji, ontoloji ve kognitif psikoloji” paradigması, ancak bu tür özelliklerle donanmış kolektör, yorumcu, sentezci ve üretken “zihinler ve gönüller” tarafından ortaya konabilecektir.



Çıkarım ve Çözüm İçin Bir Uygulama Modeli: “Öncelikli Başlık, Konu ve Kavramlar”


Bu kısmı satırları tasarlarken de, yazarken de, bu kitapta “çıkarım ve çözüm” prosesi ile ilgili bir kısma yer verip vermeme konusundaki tereddütlerim, hep devam etti.
Bunun birkaç nedeni var: Başarılabilmesi halinde yararlı olabilecek bu “uygulama modeli”ni hazırlamak için başvurulabilecek ideal (yakın tarihte güncel veriler ve bilgilerle kaleme alınmış) kaynak sayısının çok az olması ve mevcutların hemen tamamının da, büyük ölçüde konuya giriş mahiyetindeki eserler olması, tereddütlerimin önde gelenlerinden ilki. Mevcut kaynak eksikliğinin olumsuz etkilerinin giderilmesi, yani tamamen yeni ve orijinal çıkarımlar yapılması ise; ancak yeterli sayıdaki yetkin ve yetenekli uzmanlardan oluşan kusursuz ve mükemmel bir ekip çalışmasıyla mümkün. Bunun temini için bir süre beklenmesi gerektiği, ortadadır.
Ayrıca, bu kitabın genel çizgi ve sınırları da; böyle “dört dörtlük” bir çıkarım ve çözüm metnini “bünyesine pek öyle rahatlıkla alabilecek” gibi görünmemektedir; ancak belki sadece, “çok öncelikli başlık, konu ve kavramların bir listesi ile, bunların bazılarıyla ilgili zorunlu kısa birtakım açıklamalara” yer vermek yararlı olabilir. Sonunda, “fayda” için, “formellikten veya biçimden” bir miktar taviz verilebileceğine hükmederek müteakip sayfalardaki 3 tabloyu hazırladım:














































EPİSTEMOLOJİ



I-)BİLGİNİN KAYNAKLARI-TÜRLERİ: Acilen tüm bilgi kategorilerini kapsayan “İdeal Epistemolojik Referans Sistemi”“ Güncellenmelidir!




VAHYİ-KALBİ BİLGİ



VARLIK VE VAROLUŞUN BİLİM ARACILIĞIYLA İNCELENMESİYLE SAĞLANAN
AMPİRİK BİLGİ


RASYONEL-MATEMATİKSEL BİLGİ
Allah (başlangıçta), akıl ile kaleme, levh-i mahfuz üzerine, ‘kendi indinde olan’ her şeyi yazmalarını buyurdu.” (Muhyiddin İ. Arabi, “El-Fütühâtil Mekkiye”)
Kur’an ,.. Levh-i mahfuz’da korunmuştur.” (Vakıa-77, 78) (VAHYİ)

Kalb ve Levh-i mahfuz, karşılıklı konmuş birer ayna gibidir” (*) ( Kimyayı Saadet) (VAHYİ-KALBİ) “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” (Araf-172)

>Kur’an’da önemi ve önceliği ölçüsünde- her şeyden- bahsedilir.



a posteriori

Sentetik







Primer Emr Sistemi” (Kocabaş, Ş., “İslâm’da Bilginin Temelleri”) (**)
ve “İradeli Varlıklar”



a priori
Formel
(Matematiksel-Mantıksal)










Peygamberlik=
Vahyin Uygulamalı İzahı”

>Peygamberimizin Hayatı ve Sözleri....

II-)BİLGİNİN: 1)KAPSAMI 2)GEÇERLİLİĞİ : Derhal tüm bilgi kategorilerini kapsayan yeni bir “İlmi Araştırma Programı” Belirlenmelidir!
VAHYİ
1)Evrensel-Sınırsız
2) Tam-Mutlak
KALBİ
1) Esas olarak kişisel
2) Subjektif (Bazı yöntemlerle teyidi gerekir)



EMPİRİK
1-a)“Primer Emr Sistemi” (**) alanı: Tabiat Bilimleri
1-b)İradeli Varlık İnsan: İdeal Beşeri Bilimler
2) İnsana has özellikler nedeniyle ampirik bilgi, mutlak ve sabit değildir, zaman içinde değişir, gelişir.


RASYONEL-MATEMATİKSEL
1)Formeldir. (Nesnel içerik bulunmaz)
2)Geçerliliği olgularla test edilmez.

III-)BİLGİNİN EDİNİLMESİ: “Yeni İnsan Paradigması “ ile “Yeni Epistemoloji Paradigması”nın Unsurları Bire-bir Eşlenmelidir.

VAHYİ



. Okuma-Yorumlama (Diğer Bilgi Türleriyle Birlikte Tefekkür)-Anlama…

Allah Adem’e bütün isimleri öğretti. ( Bakara-31) Vahiy--->Peygamberler--->Tüm insanlık

KALBİ

Tasavvuf-Zikr

İlham-Sezgi-Tefekkür

Kalb ve Levh-i mahfuz” ilişkisinin tesisi ve idamesi..”(*)

Kendini bilen Rabbini de bilir.” (Hadis)

İlim ilim bilmektir,
İlim kendin bilmektir...” (Yunus Emre)

EMPİRİK

İdeal Bilimsel Yöntemin Günümüzün İhtiyaçlarıma Göre Yeniden Tanımlanması :“Gözlem-Deney-Tasvir-Tefekkür-Hipotez-Teori-Paradigma...”

Göklerin ve yerin yaratılışında ayetler vardır..” (Âl’i İmran-190)

Onlar Allah’ı anarlar ve gökler ile yerin yaratılışı üzerinde düşünürler....” (Âl’i İmran-191)


RASYONEL-MATEMATİKSEL

Matematiksel-Formel Etkinlik (Yeni “Referans Sistemi - Araştırma Programı ve Paradigma”nın matematiksel-formel tasarımı, yapılandırması, testi,…)
Peygamberlik=
Hz. Muhammed-Kur’an’a göre yaşamış, Kur’an’a göre konuşmuştur: O’nun ahlâkı Kur’an idi..(Hz. Aişe R.A.)
..Allah Resûlü’nde sizin için güzel örnek…vardır.( Ahzab-21)
Hadis Külliyatlarının Tahkiki-Yorumu












ONTOLOJİ

Temel İlke:
Tüm varlıklar ve olaylar, Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellilerinden ibarettir.” (İ. Gazâli, “Cevahir’ul Kur’an”)







Konu/İlgili Esmâ



ARAŞTIRMA KONUSUYLA İLGİLİ:
Felsefi-Formel
Çerçeve
Paradigma

Varoluşsal Sonuçlar
Kavramlar

Ayetler

Kaynak Kişi-Eser



Yapılar
Süreçler
1)VAROLUŞUN TEMELLERİ VE HİLKATİN MERHALELERİ
Elvvel:
O (hep) vardı ve başlangıçta, O’nunla birlikte hiçbir şey ve hiç kimse yoktu.
Ahir:Sonra, O, alemleri yaratmayı murad etti. Ve Hz. Muhammed’in nuru ile aklı ve kalemi var ederek, her şeyin plânını Levh-i mahfuz’a yazdırıp, gökler ile yeri yarattı…” (1)

Zahir-Batın: Eşya ve hadiseler, hem dış görünüş ve özellikleri ile, hem de içsel nitelikleriyle O’na işaret eder, O’nu anlatır.
Halik-Bediu’s semavati vel ard, Fâtır’is semâvâti vel ard, (3) (4) (5)













Önce plân-proje...”
Kün fe yekun....”

Arş-Kürsi-Sidretü’l Münteha

Mevcut varoluş”un henüz “tam ve nihai” olmayışı… Ahir>...sûra ilk üfürülüşte, Ahir ismi tecelli eder, ve… ”sûra ikinci defa üfürüldükten sonra, dünya hayatında henüz ‘tam olmayan’ hilkat, artık en mükemmel şekilde tamamlanır!”

Nesnelerin “ideaları” olarak “Allah’ın kelimâtı”










Big-Bang



Kuantum(Mikro alem)


Sicim teorisi

Rölativite(*)(Makro alem)





..O, semâvat ve arzı benzersiz-örneksiz icad edendir.... (Bakara-117/En’am101)
















Madde-Antimadde

Atomaltı parçacıklar
Atomlar-Moleküller

Bitkiler
Hayvanlar


İnsan (Normo alem)











Başlangıç tekilliği

Büyük patlama(açılma)-Büyük toplanma
(Ahiret>Yaratışın nihai ve tam şekli)

O, gökleri ve yeri altı (dönemde) yarattı.” (A’raf-54, ..Furkan-59,.
.Kaf-38…)



Ezeli-Ebedi” yerine “Evvel-Ahir”

Zaman-Dehr


(2)Levh-i Mahfuz
Levh-i Mahv ve İspat
İmam-ı Mübin
Kitab-ı Mübin





Kelimâtullah- Mevcûdât” ilişkisi





Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellileri ve varoluş….




O,Evvel’dir, Âhir’dir; Zahir’dir Batın’dır. (Hadid, 3)






..göklerle yer bitişikken....(Enbiya-30)





(*)..sonra,.sizin saymanızla bin sene olan bir günde O’na yükselir..(Secde-5)










(1)Tecrid-i Sarih(Sahih- Buhari)-1317
(2) Yalman, H., “Kuantum Dilinde Kâinatın Hecesi”
(3) Ünal, Ali, “Kur’an’da Temel Kavramlar”
(4) Ulutürk, V., “Kur’an-ı Kerim Allah’ı Nasıl Tanıtıyor?”
(5)Kocabaş, Ş.,”Kur’an’da Yaratılış”
2-)VAROLUŞUN SEBEPLERİ-AMAÇLARI
Rahman–Rahim-Vedud



VaroluştaYaratan’ın “Sevgi ve Şefkat”inin önceliği ve önemi..
Levlâke: Eğer sen olmasaydın Habibim âlemleri yaratmazdım..”
(Hilkatte “Öğretmen”in (Mürşid’in)Önemi-Önceliği)

Tasavvuf-Sufizm-İçgörü

Allah sevilen ve sevendir

Hak yarattı âlemi, Aşkına Muhammed’in;
Ay-ü günü var etti, Şevkine Muhammed’in”*


Gönül(Kalp)

Vicdan




Anne şefkati
Allah sevgisi



Hikmet
Marifet

Allah, bilinmeyen gizli bir hazine idi; bilinmeyi istedi..

Adem su ile toprak..arasında iken Hz. Muhammed, peygamber idi.”
Besmele-i Şerif

....Allah onları, onlar da Allah’ı sever..(Maide-54)

Füsûsu’l Hikem
El-Fütühâtil Mekkiye





*Yunus Emre


3-)“VAROLUŞ VE VARLIĞIN” ÖZELLİKLERİ: Alim-Hakim- Cemil Bâri-Musavvir


Fealün lima yürid

Bilim
Matematik
Sanat-Estetik







Süreç felsefesi-Varoluşçuluk

Varlıklar, Allah’ı tanıtan ve anlatan kitaplar gibidir.




Gerçek varlık sadece O’na aittir, O’ndan gayrı için ancak bir varoluş söz konusudur.”
Evren ve insan…

Kuantumsal Varoluş”… -(Enerji-Atomaltı Dünya)
-(Atom-Molekül-
Bitki-
Hayvan-
İnsan)
Varlıkların matematiksel ve estetik özellik ve güzelliklerinin temelindeki
fiziksel-biyolojik prosesler.


Dehr…”
Eserin mükemmelliği, sanatkârın mükemmelliğini yansıtır.”
Allah güzeldir, güzeli sever”
O…. ne güzel Mevlâ”dır..!”

(Bakara-164), (Haşr-22, 23,24),(Fussilet 53) ..En güzel isimler, O’nundur..(İsra-110“ O .ne güzel Vekil’dir!” (Al-i İmran-173) “O her an (yeni) bir icraattadır”(Rahman-29) “Allah zeval bulmasınlar diye gökleri ve yeri her an kudreti altında tutmaktadır ”(Fatır-41)
Tüm bilim dallarına ait bulgu ve veriler.
Sanat, estetik-matematik paradigmaları




H. Bergson
A. N. Whitehead



İNSAN VE TOPLUM



Konu



Temeller-Esaslar







Formel-Felsefi
Çerçeve




Varoluşsal
Sonuçlar




Açıklayıcı Beyanlar



Kaynaklar




I-)İnsanın
Varediliş
Hikmet/ler/i




















Allah’ın Sonsuz Sevgi-Şefkat ve Merhameti
(Rahman-Rahim-
Vedûd-Şekur-Rezzak -Müdebbir
Adl-Hakem-Hakim)

Allah Levhi yarattı ve … “Muhakkak ki, Rahmetim, gazabıma üstündür!” diye yazdırdı.

Allah hilkate“Hz.Muhammed’in Nuru” ile başladı. (bkz. ONTOLOJİ-> Hilkatte “Mürşit-Öğretmen”in Önemi-Önceliği)

Levlâke: Eğer sen olmasaydın Habibim, âlemleri yaratmazdım..”

Aşk ile çalındı kalem, Aşka esir durur alem,
Aşıklar arasında, Cebrâil de hicab durur..” (1)


Kulluk…




Biz sevgiden sûdur ettik, sevgi üzerine yaratıldık ve sevgiye yöneldik….!”
(Muhyiddin İ.Arabi)
Allah En Güzel”dir!
Allah En Merhametli”dir!
Allah En Cömert”tir!
En çok sevilmeye lâyık olan, “en iyi ve en güzel olan”dır.

Aşk imiş her ne var âlemde
İlim bir kıl-ü kâl imiş ancak..”

.Bilginin, eğitimin, öğretenin ve öğrenmenin değeri….

İdeal (kalp/kafa-duygu/akıl) dengesinin yeniden tesisi….




Allah’ın sınırsız Rahmetinin sonsuz tecellileri...

Anne şefkati,

Allah ve Resulullah
sevgisi...





Allah, arz ve semayı yarattığı gün, ‘yüz Rahmet’ var etmiş ve
yeryüzüne bunun tek bir parçasını indirmiştir. Dünyada müşahede edilen
bütün sevgi-şefkat tezahürlerinin tek kaynağı, işte odur.”








Kur’an
Hadisler…
Muhyiddin İ. Arabi’nin eserleri


Tecrid-i Sarih(Sahih- Buhari)-1319


En’am-54
Araf-156, vb.



Yunus’tan seçmeler. (1)
“…ve insanları…ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım.”
(Zariyat-56)
Olaylar


II-)İnsanın (potansiyel) Önemi ve Değeri





Hilafet(1)

Küçültülmüş kâinat olarak insan:

Allah’ın kâinatı sevk ve idaresiyle, insan vücudundaki mekanizmaların birbirine benzetilişi..” (2)

Allah, insanın aslını, kendi suretinde yarattı.” (Hadis)




Tüm yetenek ve özelliklerimizin yeniden belirlenmesi ve ahenk içinde geliştirilmesi…..


.ideal insan paradigması…
Göklerin, yerin ve dağların yüklenmekten kaçındıkları ve ancak “insan tarafından yüklenilen emanet!” e riayeti sağlama yollarının güncellenmesi..


endi…(2)Kimyayı Saadet(İmam Gazâli)deki teşbih:







(1) ”-Ben yeryüzünde bir
halife var edeceğim....”(Bakara-30)


III-) Yeni Bireysel ve Toplumsal Öğretim ve Eğitim Programları


İnsanın zihinsel ve ruhsal donanım ve yeteneklerinin yeniden gözden geçirilip, ilgili tüm yapı, sistem ve süreçlere yönelik öğretim ve eğitim programları geliştirilmesi...
İlmi-Estetik” Tasavvuf

Zihin-Gönül” beraberliği
...yeniden yapılanma...

Kur’an


Sünnet

Tasavvuf

Sanat


Bilim

IV-) Toplumsal
Yapılar ile Olayların Tüm Cephe ve Boyutlarını Kapsayan
İdeal Beşeri
Bilimler”
Paradigması

Kur’an’da yer alan “geçmiş toplumlarla ilgili kıssaların, Peygamberlerin ve Temel karakter(şahsiyet)lerin” ‘Hermönetik-Semiyotik-Linguistik-Kavramsal Analiz’ ve diğer yararlı-uygun yöntemlerle tahliline dayalı yeni sentezler..

Fıtrat’ın tasviri ve yeniden ihyası….

Allah ve Resulünün Sünnet’leri
..yeni birey, yeni toplum..
Allah’ın sünnetinde tebdil ve tahvil göremezsin.”(Fâtır-43)










Yeni Bir “Epistemoloji , Ontoloji ve İnsan” Paradigmasına Doğru......




Günümüzde insanlığın, içinde yaşadığımız çağa has bazı sorunları vardır ve bunlar, bütün toplumları her geçen gün ağırlığını biraz daha hissettiren bir şekilde etkilemektedir. Bu problemler özellikle ekolojik-çevresel, psikolojik, sosyoekonomik, etik, siyasal ve kültürel alanlarda göze çarpmaktadır. Çeşit ve sayıları çok fazla olmakla birlikte bu gibi sorunların birtakım ortak yönleri de mevcuttur. Bunlardan en belirgin olanı, hemen hepsinin temelinde “insana, topluma ve tabiata” bakışımızdaki bir yanlışlığın ya da noksanlığın yatmakta oluşudur.
Bu kitabın ilgili bölümünde bilgi; “bilen insan” ile “bilinen varlık” arasındaki “zihinsel ilişkinin ürünü” olarak tanımlanmıştı. Modern bilime ve teknolojiye yöneltilen eleştiriler gözden geçirilirken de, pozitivist yaklaşımın bilgiyi “varlık”tan bütünüyle soyutlayarak, sadece ağırlık, uzunluk ve benzeri nicel değerlere indirgemesinin, çağımız insanının karşı karşıya bulunduğu sorunların en önemli nedenlerinden biri olduğu görülmüştü. Problemlerin kaynaklarından başta geleni bu olduğuna göre, çözüm yolu da bilgi ve bilim anlayışımıza eksik olan yön ve boyutlarını kazandırmaktan geçse gerektir.
Böylece karşımıza, varoluşun daha kapsamlı ve tama daha yakın bir vizyonu çıkmış olacaktır. Bu yeni “varlık ve varoluş” kavramı içinde “canlı ve cansız bütün unsurlarıyla kâinatın tamamı”, “bu makro-normo-mikro yapıların plânlayıcısı ve var edicisi” ile “insan“ en uygun denge ve ahenk içinde birlikte yer alacaktır. Bilim anlayışımızı; varlık ve varoluşu bütün cephe ve boyutlarıyla eksiksiz ve yanlışsız bir tarzda ele alıp inceleyecek yönde geliştirirken; bu etkinliği icra edecek olan; yani araştıran, öğrenen ve düşünen “insan”a da, tüm entelektüel ve ruhsal donanımını en yüksek verimle kullanma imkânı sağlanması, kaçınılmaz bir zorunluluk halinde karşımızda durmaktadır. Çağımızın acil ve hayati sorunlarının tamamen çözümü için en uygun hareket noktası, bu yeni bilgi, bilinen ve bilen paradigması olacaktır.

























SONSÖZ









Bu kitapta insanlık için özel bir önem ve değer taşıyan “varlık ve varoluş ile ilgili temel sorulara” en eski geleneksel kültür kaynaklarında bulunanlardan; belli başlı bilge, filozof ve bilim adamlarının vermiş olduklarına kadar uzanan çok geniş bir yelpazede yer alan dikkate değer bütün karşılıklar derlenip, tasnif edilerek bir araya getirilmiştir. Farklı çevre, kültür, yaklaşım ve kişilerden kaynaklanan bu farklı cevaplar; tarihsel gelişim çizgileri, yaygınlıkları ya da benimsenme oranları ve alanlarında otorite sayılan yorumcular ile düşünürlerin onların tutarlılık ve geçerlilikleriyle ilgili değerlendirmeleri de göz önünde tutularak, ideal bir referans sistemi çerçevesinde organize edilmeye çalışılmıştır. Böylelikle bu temel “sorun”un bugün bulunduğumuz noktadaki görünümü ve genel özellikleri tasvir ve analiz edilerek; “neyi, ne kadar” bildiğimiz, “neleri” ise bilemediğimiz ortaya konduktan sonra, bilinmeyenlerin “nerelerden ve nasıl öğrenilebileceğine” dair bir araştırma programı önerilmiştir.







©
2008

Dr. FUAT BOZER









İNDEKS:

Not= Bu geçici indeks (kitabın okuyucusu için değil), yayınevinin editörü için hazırlanmıştır.)

A

absorbsiyon çizgileri, 154.
Adcılık, 344.
adrenerjik sistem, 212.
Akalar, 299.
akademia, 330.
Akman, T., 286.
aksiyom, 143.
aksiyomatik sistem, 142.
aksiyon akımı, 67.
Aksoy, Y., 271.
alfabe, 301.
algıda asimilasyon ve kontrast, 83.
algıda değişmezlik, 76.
algı düzeneği, 86.
algısal bütünleme, gruplama ve tamamlama, 75-81.
algısal organizasyon faktörleri, 75.
algısal paradigma, 86.
algoritmik düşünme, 122.
Alman idealizmi, 40-44.
altın oran, 177, 192, 193, 205, 206.
altmış tabanlı sayı sistemi, 273.
amigdaller, 70 , 99.
amplitüd modülasyonu, 68.
Anaksagoras, 318 -319.
Anaksimander, 308 .
Anaksimenes, 308.
analitik felsefe, 45.
analitik önerme, 137.
analoji, 149.
animizm, 279.
Anselmus, 344.
Antistenes, 327.
antropik gayelilik, 256.
antropik prensip, 257.
antropomorfizm, 309.
A posteriori, 11.
A priori, 11, 137.
Aquino’lu Tommaso, 344-346.
Aristoteles, 334 -337.
Aryalar, 277.
astrofizik, 152.
aydınlanma felsefesi, 36.
Atomculuk okulu, 319.
atom teorisi, 46, 173.
ayrık beyin, 124.

B

Babil, 269.
Bacon, F., 353.
bağlam(algısal), 115.
El Battani, 384.
bebeğin duyusal ve algısal gelişimi, 77.
belirsizlik ilkesi, 50.
Berkeley, G., 56.
beyincik, 69, 226.
beyin sapı, 69, 224-225.
Beyruni, 353.
Beytül Hikme, 350.
Big Bang, 155.
bilgi, 53.
bilgisayar ve beyin, 74, 235-236.
bilim, 11, 135.
bilim etkinliği, 135-139.
bilim felsefesi, 54, 135-150.
bilimsel açıklama, 136, 148.
“Bilimsel Buluş Sanatı”, 132.
bilimsel metot, 135.
bilimsel teorilerin kapsam ve sınırları, 151-153.
bilişim, 88.
bilişsel(kognitif)psikoloji, 54, 88-133.
b. Heysem, 353.
birincil süreç, 126.
bitkilerin algoritmik güzelliği, 186.
biyonik, 200-204.
Bloomfield, L., 109.
Boas, F., 109.
Brahman, 281.
Broca alanı, 123.
Broca, P., 123.
Broglie, 50.
Bohr, N., 49.
Bohr-Rutherford modeli, 50.
Brahe, T., 23.
Bruno, 23.
Bucaille, M., 364.
Burchardt, T., 335.
Buda-Budizm, 283-285.
B. İskender(Alexandros), 335.

C


Carrel, A., 262.
Cabir b. Hayyan, 354.
Capra, F., 290.
Charlemagne, 343.
Chomsky, N., 45, 56, 79, 109.
Cogito, ergo sum, 33, 57.
Coloumb, K., 357.
corpus callosum, 73, 123.
Cüceloğlu, D., 71, 86, 110, 111, 115, 120, 121, 236.

Ç

çevre ve merkez sinir sistemi, 69-74.
çıkarım, 143.
Çince, 287.
Çin resim yazısı, 288.

D

Dalton, J., 46.
Dante, 20.
dedüktif çıkarım, 143.
dedüktif kalıp, 144.
dedüktif açıklama, 138, 143-146.
demir, 366.
Demokritos, 319.
dendrit, 69.
deney, 136.
derin ve yüzeysel yapı, 114.
Descartes, R., 32-34.
dil(lisan), 106.
dilbilim, 107.
dilbilgisi, 107.
dil ve bilişim, 105.
dil ve iletişim, 114.
dil yetisi, 79, 116, 123.
Diogenes, 328.
Dilthey, W., 260, 261.
diyalektik süreç, 42.
doğanın antikorları, 181.
Dominikenler, 344.
Dorlar, 302.
dönüştürümlü gramer, 114.
Duns Scotus, 344, 346.
duygu, 125.
duyguların düşünmeye etkisi, 99-103.
duygusal zekâ, 71.
duygu ve heyecanların ifadesi, 71.
duysal merkezler, 72, 230.
duyu ve sinir Sistemimizin yapı ve fonksiyon özellikleri, 66-68.
düşünme, 118.
düşünme türleri, 118-133 .

E

eczacılık, 354.
Edwin Smith papirüsü, 276.
EEG, 131.
Einstein, A., 57, 132, 142, 150, 157, 163, 166.
el-Battani, 351.
el-gebra, 353.
Elea felsefe okulu, 309-310.
elektron konfigürasyonu, 174.
el yazısı okuma programları(bilgisayarda), 104.
embriyoloji, 367.
Emile, 39.
Empedokles, 291, 317.
empirik, 13.
Ampirik bilimler, 139.
empirizm, 54-56.
enkateia, 338.
epilepsi, 123.
epistemoloji, 53.
Eski Ahit(Tevrat), 340.
eşik ve eşiküstü uyaran, 68.
etik paradigmalar, 86.
Euclides geometrisi, 57, 168.
Euler, 167, 178.
evrensel çekim kanunu, 30.
evrensel(üniversal)genelleme, 138.

F

Faraday, M., 46, 200.
felsefe, 11, 240.
felsefenin fonksiyonu, 240-244.
felsefi çözümleme, 13, 242.
Fenike uygarlığı, 300-302.
figür-fon, 82.
filoloji, 107.
fizik, 139.
fonem, 108.
fonetik, 108.
formel, 13.
formel disiplinler, 139.
fotoğrafik hafıza, 92, 119.
fotoğrafsı imge, 119.
fotosentez, 184.
fraktal geometri, 168-172.
Fransız aydınlanmacıları, 38-39.
Fransiskenler, 344.
frekans modülasyonu, 68.

G

galaksilerin oluşumu, 159.
Galileo, 167, 25-27.
gama motor sistem, 223.
Gardner, M., 372.
Gauss eğrisi, 165.
geleneksel kültür, 338-339.
genelleme, 137.
genel rölativite teorisi, 46, 157.
genler, 79, 209.
geri çağırma(hatırlama), 91.
Girit uygarlığı, 299-300.
glosematik, 109.
gnosiyoloji, 54, 139, 240.
Gnothi seauton( Kendini bil!), 326.
golgi tendon organı, 222.
Gorgius’un nihilistik öğretisi, 321.
Gödel, K., 167.
gösterge, 89, 105, 111.
göstergebilim, 106.
gözlem, 136.
gramer, 107.
Grimm, J., 107.
güvenilirlik ve geçerlilik, 136.

H

hafıza, 90.
Hamurabi, 272.
Harezmi, 353.
Harun Reşid, 350.
hatırlama, 79, 90.
Hazcılık, 328, 329.
Hedonizm, 328, 329.
Heidegger, M., 246, 248-255.
Hegel, 42-44.
hep veya hiç kanunu, 68.
Herakleitos, 310-312.
Hermes, 261.
B. Heysem, 350.
Hıristiyanlık, 339-342.
Hilozoizm, 307.
hipofiz, 211.
hipokampus ve hafıza, 100.
hipotalamus, 70, 211.
hipotetik-dedüksiyon, 138.
hipotez kurma, 150.
hipotez testi, 150.
hiyeroglif, 301.
Hjelmsev, L., 109.
homeostasis, 207, 210.
hormonlar, 208, 211, 212.
Hoyle, F., 257.
Hubble sabiti, 155.
Hume, D., 38.
Hunke, S., 350, 352, 353.
Husserl, E., 245-246.
hümanistler, 17.
Hz. İsa, 339-341.
Hz. Muhammed, 346-349
Hz. Muhammed ve bilim, 349.

I

I Ching, 129, 289-292.
ışık, 154.
IQ, 71, 102.

İ

İbni Rüşd, 345.
İbni Sina, 352, 354, 355, 356.
içgüdüsel davranışlar, 70.
“idea”lar, 56, 59, 61, 331, 332, 333.
idealizm, 59-61.
ideogram, 288.
idrak psikolojisi, 65-87.
iki temel bilinç biçimi, 123-133.
İlâhi Komedya, 20.
ilham ve sezgi, 131, 132.
ilk atom öğretisi, 319.
“İl Principe”, 18.
ilkokul eğitimi, 113.
İncil, 340.
İndo-Germen dil ailesi, 107, 277.
indüktif çıkarım(varım), 146-148.
İngiliz Aydınlanmacı Empiristleri, 36-38.
iradecilik, 344.
istatistiksel genelleme, 138.
İşlevselci Okul, 108.
İyon Felsefe Okulu, 304-309.
İyonya, 267, 270.
İzutsu, T., 255.

J

Jeans, J., 167.
Jacobson, R., 108.

K

kâinatta gayelilik, 158-162, 256.
kalp ve kafa, 126.
Kanonik literatür, 341.
Kant, İ, 40-42.
Kanun(İbni Sina), 356.
karanlık çağ, 343.
kartezyenizm, 32.
kas iğciği, 222.
Kast sistemi, 280.
kavram, 111-114.
kavramsal düşünme, 113.
kavram tipikliği, 111.
Kekulé, F., 120.
Kepler, 24, 25, 315.
kırmızıya kayma, 48.
kısa süreli hafıza, 92-95.
kıta rasyonalistleri, 32-36.
Kierkegaard, 244.
kimya, 46, 139, 354.
Kindi, 353.
Kinikler, 327-328.
Kinizm, 327.
kişi ve mekan tanıma, 218.
Koch eğrisi, 171-172.
kodlama, 91.
kognitif psikoloji, 88-104.
kolinerjik sistem, 212.
Kopenhag Okulu, 109.
Korzybski, A., 110.
Konfüçyüs, 295-297, 289.
konudil, 14, 15.
korteks(beyin) 69, 72-74.
kozmoloji, 98, 151, 156-157.
Kireanikler, 328-329.
Kopernik, 21-23.
kortikal uyarma(deneyi) 72.
Ksenophanes, 309-310.
kuantum mekaniği, 49.
Kuhn, T., 166.
Kur’an, 349, 363.

L

Lao Tse, 291.
Leukippos, 319.
Leibniz, 35.
limbik sistem, 70, 71, 72, 73, 99, 100.
linguistik, 107.
linguistik felsefe, 45.
Locke, J., 36.
Logos, 311.
Lord Rutherford, 49.

M

Machiavelli, 18.
Mandelbrot, B., 169 -171.
mantık, 143-146.
mantıksal ve analitik bilinç, 125, 130.
mantıksal düşünme, 122, 130.
mantıksal geçerlilik, 143.
mantıksal olguculuk, 44, 45.
matematiğin bilime katkısı, 164-168.
matematik, 140-143 , 352, 353.
matematiksel düşünme, 142-143.
matematiksel felsefe, 222.
matematik ve bilim, 162-164.
“Matrix”, 74.
medulla, 69.
metafizik, 12, 336.
Metafiziksel çoğulcular, 316-320.
mineraller, 178-179.
miyelin, 69.
matematiksel model, 165.
modern bilimin doğuşu, 20-32.
monadlar, 35-36.
morfem, 114.
Moore, K. L., 368.
motor korteks, 230.
Muhyiddin İ. Arabi, 374, 377.
müzik yeteneği, 130.
Müslümanların bilime katkıları, 349-358.

N

Nasr, S., H., 265, 338.
nebula, 155, 159.
negatif feed-back, 216.
Newton, İ., 27-32.
Nicomachos etiği, 336.
Nirvana, 280, 281, 284, 285 .
Nominalizm, 344.
Nous, 283, 318, 334.
nöron, 69.

O

Ocham’lı William, 55, 346.
olgu, 135.
omurilik, 69.
ontoloji, 54.
ontolojik ispat, 167.
ontolojik piramit, 180, 363.
Optics, 28, 29.
Orfik kült, 315.
Organon, 261, 336.
oryantasyon, 66.
otonom sinir sistemi, 101, 207.

Ö

öğrenme, 90.
ölçme, 136.
özel rölativite teorisi, 46-47.
Özlem, D., 258.
P

Parmenides, 312-314.
Paulus, 341.
perennial felsefe, 338-339.
periyodik tablo, 174.
PET, 131.
Planck, M., 48.
Planck sabiti, 49.
Platon, 330-334.
poetik, 336.
Popper, K., 56.
post modernizm, 262.
postulat, 143.
pozitivizm, 55.
pozitron, 51.
Prag Okulu, 108.
pragmatik, 108.
Principia, 30.
problem çözme aşamaları, 121.
projeksiyon ilkesi, 72.
Protogoras, 321.
psikolinguistik, 79,116.
psikozun mantığı, 126.
Pythagoras, 315-316.

R

ranvier boğumu, 69.
rasyonalizm, 56-58.
Razi, 353.
realite paradigmaları, 86.
refleks, 213.
reseptörler, 67.
retiküler aktivasyon sistemi(RAS), 70, 224, 225.
retrodüksiyon, 148.
retrodüktif çıkarım, 148-150.
Rig Veda, 278, 279, 280.
Rousseau, J., J., 39.
Rönesans, 17-20.

S

Sagan, C., 132.
sağ hemisfer, 123, 124, 125, 128, 129, 130, 131, 132, 236.
Sanskritçe, 107.
Sapir, E., 109, 110.
Sarıkçıoğlu, E., 356.
Saussure, F., 108.
Schrödinger, 50, 51.
Schopenhauer, 42, 281, 344.
schwann hücreleri, 69.
Scientific American, 372.
seçici dikkat, 92.
semantik, 108.
semiyotik, 106.
sentaks, 108.
sesbilim, 108.
sezgi, 132, 142, 149, 167, 236, 282, 283, 334, 378.
sezgisel ve duygusal bilinç, 125-126.
sibernetik, 214-236.
sinir sistemi, 66-74.
Skolastizm, 343, 344.
Sofistler, 320-322.
Sokrates, 322-326.
sol hemisfer, 123, 124, 128, 129, 130, 131, 236.
soyut düşünme, 113.
soyut grup teorisi, 166.
Songar, A., 68, 168, 212, 234.
söz(parole), 108.
spektrum, 154.
Spinoza, B., 34-35.
steady-state, 157.
Sümerce (ilkyazı dili), 269.

Ş

Şaylan, G., 259.
şekil-zemin algısı, 75.

T

tahkik, 362.
tabiat çiftçiliği(organik tarım), 182.
tabula rasa, 36, 56, 79.
tahmin(öndeyi), 146.
talamus, 69.
Tanrı, 237.
Tao, 291, 294.
tarih, 267.
tasvir, 135.
Tebesli Krates, 328.
Temel Bilinç Biçimi “Çift”leri, 129-130.
temel kozmolojik modeller, 156-157.
teorem, 143.
teorem bulma, 141.
teslis, 341, 342.
Thales, 305-308.
Tractatus..., 45.
transandantal idealizm, 41.

U

Upanişadlar, 281-283.
uygarlığın doğuşu, 269.
uzun süreli hafıza, 95-98.

Ü

üstdil, 14.

V

Vahdet-i Vücud, 255.
“Varlık ve Zaman”, 246, 248, 251, 252, 253.
varoluşçuluk, 246-255.
Vedalar, 278.
Viyana Çevresi, 44.
volantarizm, 344.
Voltaire, 39.

W

Wittgenstein, L., 45.
Whorf B., L., 110.

Y

Yalman, H., 252.
yang, 290.
yapısalcılık, 108, 109.
yarım daire kanalları, 226.
Yeni Ahit, 340.
Yeni Atlantis, 19.
Yeni Çağ felsefesi, 17.
Yıldırım, C., 20, 142, 237, 238, 240, 242, 258.
yin, 290.
yorumlama, 143.
Yunus Emre, 374, 375.

Z

zar potansiyeli, 68.
Zenon paradoksları, 314.
zihinsel kurulum, 82.
zihinsel şemalar, 115.





























KAYNAKLAR


Giriş

(1)Yıldırım, C. , “Bilim Felsefesi”, s. 28.



I. Bölüm
(1) Leibniz, “Opera Divinia”, s. 245.
(2) Newton, I., “Optics”, New York, 1952, s. 369, 402-403.
(3) Newton, I., “Principia: Mathematical Principles of Natural Philosphy”, s. 544-547.
(4) Sahakian, W. S., “Felsefe Tarihi”, s.129.
(5) Einstein, A., “Essays in Science”, s. 12-21.

II. Bölüm
  1. Goleman, D., “Duygusal Zeka”, s. 10.
  2. Cüceloğlu, D. “İnsan ve Davranışı”, s. 270.
  3. Yazgan, Y., Özge, A., “Nöropsikiyatri Seminerleri”, s. 59.
  4. Guyton, A. C., “Tıbbi Fizyoloji”, s. 783.
  5. Morgan, C. T., “Psikolojiye Giriş”, s. 270.
  6. Dennet, D. C., “Aklın Türleri”, s. 26.
  7. Bloom, F. E., Lazerson, A., “Brain, Mind and Behavior”, s. 76.
  8. Arkonaç, S.A., “Psikoloji: Zihin Süreçleri Bilimi”, s. 329, 330.
  9. Korkmaz, B., “Bilgisayar ve Beyin”, s. 152.
(10) Damasio, A. R., “Duygu, Akıl ve İnsan Beyni”, s. 116.
(11) Mithen, S., “Aklın Tarihöncesi”, s. 60-61.
(12) Krech, D., Crutchfield, R. S., “Sosyal Psikoloji”, s. 107-130.
(13) Cüceloğlu, D., “İyi Düşün, Doğru Karar Ver”, s. 56.
(14) Atkinson, R. L. and R. C., Hilgard, E. R., “Psikolojiye Giriş”, s. 4-13.
(15) Goleman, D., “Hayati Yalanlar, Basit Gerçekler”, s. 53-54
(16) Condon, J., C., “Anlambilim ve İletişim”, s. 13.
(17) a.g.e., s. 8.
(18) Ornstein, R., “Yeni Bir Psikoloji”, s. 66.
(19) Vygotsky, L. S., “Düşünce ve Dil”, s. 17.
(20) Smith, A., “İnsan Beyni ve Yaşamı”, s. 157.
(21) Springer, S. P., Deutch, G., “Left Brain, Right Brain”, s. 284.

III. Bölüm

  1. Bu kısmın hazırlanmasında büyük ölçüde Prof. C. Yıldırım’ın “Bilim Felsefesi” adlı eserinden yararlanılmıştır.
  2. Yıldırım, C., “Matematiksel Düşünme”, s. 42.
  3. a.g.e., s. 11.
  4. Peirce, C. S., “Essays in the Philosophy of Science”, s. 130.
  5. Carr, B. J., Rees, M., J., “Nature, 278”, s. 605-612.
  6. Coleman, J. A., “Rölativity for the Layman”, s. 44-50.
  7. Heitler, W., “Man and Science”, s. 50-52.
  8. Dantzig, T., “Number: The Language of Science”, s. 233-234.
  9. Peitgen, O. ve H., Saupe, D., “Fractal İmages”, s. 26.
(10) a.g.e., s. 27..
(11) Kauffmann, W. J., “Discovering the Universe”, s. 184.
(12) Akınoğlu, B., G., “Doğanın Antikorları”, Bilim ve Teknik, sayı 283, s. 29-31.
(13) Prusinkiewicz, P., Lindenmayer, A., “The Algorithmic Beauty of Plants”, s. 100-101.
(14) a. g. e., s. 109.
(15) Yavuzcan, G., “Bitkilerin Mühendislik Özellikleri ve Teknolojik Hizmetleri”, Bilim ve Teknik, sayı 286, s. 37-39.
(16) Bilge, M., “Hormonlar Bilimi”, s. 1-4.
(17) Guyton, A., G., “Fizyoloji”, s. 43-54.
  1. a.g.e., s. 8-16.
  2. Hariri, N., “Sinir Fizyolojisi”, s. 13.
  3. Cüceloğlu, D., “İnsan ve Davranışı”, s. 67.
(21) Yıldırım, C., “Mantık: Doğru Düşünme Yöntemi”, s. 5-6.

IV. Bölüm

  1. Magee, B., “Yeni Düşünürler: Çağdaş Felsefeyi Oluşturanların Bazılarıyla Söyleşiler”, s. 3-5, 13-19.
  2. Saraç, F., M.,“Sosyal Bilimler Ansiklopedisi”, ‘Felsefe’.
  3. Magee, B., “Yeni Düşünürler: Çağdaş Felsefeyi Oluşturanların Bazılarıyla Söyleşiler”, s. 35-36.
  4. a.g.e., s. 42.
  5. Yıldırım, C., “Bilim Felsefesi”, s. 25-26.
  6. Joad, C., M., E., “Philosophy”, s. 15-16.
  7. Schumacher, E., “Aklı Karışıklar İçin Kılavuz”, s. 21-24.
  8. Bozkurt, N., “20. Yüzyıl Düşünce Akımları”, s. 18.
  9. Bubner, R., “Modern Alman Felsefesi”, s. 20.
  10. Bozkurt, N., “20. Yüzyıl Düşünce Akımları”, s. 77.
  11. Bubner, R., “Modern Alman Felsefesi”, s. 28.
  12. Magee, B., “Yeni Düşünürler: Çağdaş Felsefeyi Oluşturanların Bazılarıyla Söyleşiler”, s. 103-106.
(13) De Towarnicki, F. , “Anılar ve Günlükler: Martin Heidegger”, s. 79-80, 83.
(14) Yalman, H., “Kuantum Dilinde Kâinatın Hecesi”, s. 42, 58-59.
(15) New Scientist, “Cosmic Coincidences”, 13 January, 1990.
(16) Özlem, D., “Kültür Bilimleri ve Kültür Felsefesi”, s. 30-31.
(17) Göka, E., Topçuoğlu, A., Aktay, Y. “Önce Söz Vardı”, s. 27.
(18) Şaylan, G., “Postmodernizm”, s. 192.
(19) Carrel, A., “İnsan Denen Meçhul”, s. 29-38, 54-55, 321-324.
(20) Nasr, S., H., “İnsan ve Tabiat”, s. 9-32.
(21) Mc Neill, W. H., “Dünya Tarihi”, s. 15.
(22) a.g.e., s. 15.
(23) Frankfort, H., “Uygarlığın Doğuşu: Mezopotamya ve Mısır”, s. 15.
(24) Störig, H. J., “ İlkçağ Felsefesi”, s. 16-23.
(25) Aslan, A., “Felsefe Tartışmaları, 3. Kitap”, s. 55-56.
(26) Weischedel, W., “Felsefenin Arka Merdiveni”, s. 13.
(27) Yıldırım, C., “Bilim Tarihi”, s. 18-19.
(28) Saraç, C., “Bilim Tarihi”, s. 14.
(29) Yıldırım, C., “Matematiksel Düşünce”, s. 19.
(30) Aksoy, Y., “Bilim Tarihi ve Felsefesi”, s. 76-79.
(31) Frankfort, H., “Uygarlığın Doğuşu: Mezopotamya ve Mısır”, s. 157-168.
(32) Yıldırım, C., “Bilim Tarihi”, s. 20-21.
(33) Saraç, C., “Bilim Tarihi”, s. 7-10.
(34) Will, D., “Doğunun Mirası”, s. 417.
(35) Demirci, K., “Vedalar”, s. 71-72.
(36) Störig, H., J., “İlk Çağ Felsefesi”, s. 40-42.
(37) “Upanişadlar III-XIX: Kozmik Tohum”.
(38) Johnson, C., “Yüce Upanişadlar”, Cilt-1, s. 83.
(39) Akman, T. “Dünyanın Sibernetik Oluşumu”, s. 20-29.
(40) Capra, F., “Dönüm Noktası”, s. 20-37.
(41) Platt, N., “Our World Through The Ages”, s. 68-69.
(42) Durant, II , “Uygarlık Tarihi” Cilt-2 s. 175.
(43) Hacıkadiroğlu, V.; Denkel, A., “Felsefe Tartışmaları”, 3. Kitap, s. 70-75.
(44) Sahakian, W. S., “Felsefe Tarihi”, s. 13-14.
(45) Cicero, I., “De Natura Deorum”, s. 10-25.
(46) Jeager, W., “The Theology of the Early Greek Philosophers”, s.199.
(47) Sahakian, W. S., “Felsefe Tarihi”, s.14.
(48) Störig, H. J., “İlk Çağ Felsefesi”, s. 201-202.
(49) Sahakian, W. S., “Felsefe Tarihi”, s. 16-17.
(50) Störig, H. J., “İlk Çağ Felsefesi”, s. 231-232.
(51) Weischedel, W., “Felsefenin Arka Merdiveni”, s. 49-50.
(52) Nestle, W., “Platon”, Giriş, s. 26.
(53) Schwarz, F., “Geleneksel Bilgeliğin Yeniden Keşfi”, s. 178.
(54) Burchard, T., “Aklın Aynası”, s. 22-23.
(55) Hunke, S. , “Avrupa Üzerine Doğan İslâm Güneşi”, s. 149-151.
(56) a.g.e., s. 353.
(57) Sarıkçıoğlu, E., Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi”, s. 1-2.
(58) Bucaille, M., “Kitabı Mukaddes, Kur’an ve Bilim”, s. 181-183.
(59) Kırca, Ç., “İslâm Medeniyeti”, Cilt-5, Sayı-2, s. 25-26.
(60) Hofmann, M. W., Kur’an, s. 35.
(61) Deedat, A., “Kur’an: En Büyük Mucize”, s. 39-46.
(62) Nevfel, A., “Kur’an’da Ölçü ve Ahenk”, s. 17-20.
























VAROLUŞ VE BİLGİ


Yaratılmışlar için “VARLIK”tan değil, ancak bir ”VAROLUŞ”tan söz edilebilir. Ve bilgilerimiz büyük ölçüde bu “varoluş”a dayanır.

O”ndan başka her şey; sanki sürekli bir hareket, değişim, dönüşüm -oluş ve yokoluş- süreci içinde gibidir ve bunların tamamı “O”na bağlıdır.

O” ise, öncesiz ve sonrasız bir şekilde, daima hep aynı birlik, tamlık, mükemmellik ve güzellik içinde “VAR” olandır…..