Bitirirken
Önsözde,
insanlık için büyük önem ve değer taşıyan varlık ve
varoluşla ilgili bütün soruların en uygun karşılıklarını bu
kitapta verebilmeyi-her
şeyden ve
herkesten
çok-istediğimi
belirtmiştim. Özellikle de bunların, tüm ayrıntılarıyla
tamamlanmış kapsamlı ve sorunsuz birer “epistemoloji” ve
“ontoloji” paradigması hâlinde sunulması, benim en büyük
idealimdi. Esasen bu, dünyanın neresinde ve nasıl yaşarsa
yaşasın; hangi din ve ulustan olursa olsun, tek tek her insanı
ilgilendiren en temel ve en önemli konudur. Ancak bu çalışmayla
benim bütün yapabildiğim, öncelikle; insanlığın binlerce
yıllık düşünce tarihi boyunca kendisi ve evren hakkında ortaya
koymuş olduğu bilgilerin bir “dökümünü” sunduktan ve
binlerce yıllık bu sürecin şu an içinde yaşadığımız
bölümünde karşı karşıya bulunduğumuz tablonun bir tasvirini
yaptıktan sonra, ulaşılan noktalar ile mevcut öncelikli sorunları
tanımlamaktan ve bunların muhtemel çözümlerinin nerelerde ve ne
şekilde aranması gerektiği hususlarında bir fikir beyanından
ibaret kalıyor.
Yaklaşık
30 yıl süren bu araştırmayı burada ve şimdilik sonlandırırken;
özellikle, “bilerek yaşamak” isteyen; okumayı, düşünmeyi ve
öğrenmeyi seven kişilere, bu araştırmanın daha sonraki
basamaklarıyla ilgili bir “uygulama modeli” önermek, elimden
gelen son şeydir. Bu “uygulama modeli”ni, “ilkeler
ve metot”
ile “içerik”
olarak iki kısma ayırmak yararlı olacaktır:
Bir
Uygulama Modeli Önerisi
İlkeler
ve Metot
III.
Bölümde ancak bir kısmını gözden geçirmiş olduğumuz
“bilimsel
yöntem aracılığıyla sağlanmış” birçok nesnel veri;
evrenin ve insanın, Tanrı tarafından belirli bir zamanda, belirli
bir amaçla var edildiğini ortaya koymaktadır. Yine aynı yöntemle
evreni ve içindekileri incelediğimizde, Tanrı olarak
adlandırdığımız bu varlığın “bilgi, güç, sanat, teknik”
ve benzeri bazı özellik ve nitelikleri hakkında da bir fikir
sahibi olabiliyoruz. Ulaştığımız bu vizyonun tabii bir sonucu da
şudur ki, “insanı okuma, yazma, anlama ve düşünme yeteneğine
sahip biyosibernetik bir makine” olarak dizayn ve var edebilecek
düzeyde bir bilgiye ve tekniğe sahip olan böyle bir Yaratıcı’nın,
ona varoluş sebebini uygun bir şekilde bildirmiş olması gerekir.
Evet,
buraya kadarki bölümlerde ele aldığımız olgu ve verilerin
tamamını holistik bir platformda bir araya getirdiğimizde ortaya
şöyle bir tablo ve hüküm çıkmaktadır: Ancak bir kısmını
kavrayabildiğimiz hikmetlerle, hiç yoktan yarattığı
milyarlarca ışık yılı çapındaki muhteşem kâinatı teşkil
eden trilyonlarca tonluk maddeyi, tabiatın bünyesine
yerleştirdiği birtakım fizikokimyasal kanunlar vasıtasıyla,
tatbiki milyarlarca yıl süren her türlü kusur, eksiklik ve
hatadan uzak muhteşem bir plân ve program çerçevesinde, neticede
insanın yaşamasına en uygun şartları temin edecek tarzda,
şekilden şekle ve hâlden hâle sokarak; yeryüzünü, insan adlı
bu misafir için birbirinden nefis yiyecekler, şırıl şırıl
akan sular, baş döndürücü süs ve dekorlarla bezeyerek;
cennet gibi bir bahçe, sımsıcak bir yuva, harikulâde bir
ziyafet sofrası hâlinde hazırlayan böylesine büyük bir bilim,
kudret, sanat, hikmet ve şefkat sahibi olan ve bu özellikleri göz
önünde tutulduğunda çok farklı ve üstün iletişim
yeteneklerine de sahip bulunması beklenen Yüce Yaratıcı,
insanoğluna, yaratılış nedenlerini mutlaka en kusursuz ve en
mükemmel yöntemlerle bildirmiş olmalıdır.
Bu
noktadan sonra yapılması gereken, yine olgusal verileri-aynen bir
polisiye olayı aydınlatmaya çalışan bir dedektifin, veya hangi
alana yatırım yapacağını plânlayan bir işadamının, ya da
ülkenin insanını daha iyi yetiştirmenin yollarını arayan bir
eğitim bakanı başdanışmanının, veyahut da yeni bir bilimsel
buluşun arifesindeki bir bilim adamının yapacağına benzer
şekilde-“doğru
düşünme, problem çözme ve buluş”
süreç ve mekanizmaları çerçevesinde en yüksek verimle
yorumlayıp, değerlendirerek; karşı karşıya olduğumuz soru ve
sorunların en uygun, en kapsamlı ve geçerli karşılık ve
çözümlerinin bulunmasıdır.
Bilimsel
yöntemin daha sistemli daha yaygın ve plânlı bir şekilde
uygulanması suretiyle bir yandan yeni
bilimsel bulguların ışığında insanı ve evreni daha iyi
tanınıp, anlayarak varlığa ilişkin olgusal bilgi hazinemiz
zenginleştirilmeli;
diğer yandan da geleneksel
felsefenin temel esasları ile Tevrat, İncil ve Kur’an’ın
gerçekten farklı bir ontolojik boyuttan gelen bilgilere dayanıp,
dayanmadığı hususu objektif, güvenilir, yeterli ve geçerli bir
biçimde ortaya konmalıdır.
Ulaşmış
olduğumuz noktada, gerçekleştirilmesi gereken 2 aşamalı bir
proses ile karşı karşıya bulunuyoruz:
1-)
“Tahkik”:
Vahiy kaynaklı literatürün “farklı bir ontolojik buut”dan
orijin alıp almadığı hususunun kontrolu,
2-)
“Çıkarım”
ve “Çözüm”:
Eğer bu literatürün gerçekten farklı bir ontolojik buutdan
orijin aldığı “bilimsel olarak” gösterilebiliyorsa; o zaman
“bilimsel bir paradigmaya dayanılarak yapılan çıkarım ve
öngörülere benzer süreçlerle; cevabı ve çözümü aranan soru
ve sorunlara, bunlara dayanılarak karşılık ve çözüm aranması.
“Tahkik”
Prosesi:
Konuyla
ilgili verilerin formel işlemlerle ve doğru düşünme
teknikleriyle değerlendirmeye tâbi tutulması suretiyle
gerçekleştirilecek bir “tahkik işlemi” aracılığıyla
Kur’an’da mevcut bilgilerin geçerliliği ilk etapta kolayca
test edilebilir. Tahkik, “inançların doğruluğunun yeterli,
objektif ve geçerli olgular aracılığıyla test ve kontrol
edilmesi” işlemine verilen addır.
Bazı
İslam düşünürleri, genellikle Musevilerin çocuklarının
Yahudi, Hıristiyanların çocuklarının Hıristiyan ve Müslüman
çocuklarının da İslâm dinini benimsediklerine dikkat çektikten
sonra, ana-babadan bir tür miras veya gelenek gibi naklen “alınan”
inancın geçerli ve güvenilir olmadığını vurgulayarak,
herkesin, inançlarının temellerini birtakım güvenilir delil ve
belgelerle kontrol etmesini önermişlerdir. Bu kontrol veya test
işlemi, ilgili disiplinlere ait literatürde “tahkik” olarak
adlandırılır. Kur’an’da da buna örnek olarak, Allah’a yakın
insanların başında geldiği defalarca belirtilen İbrahim
Peygamberin bile, kavramakta zorluk çektiği bir olayla ilgili
inancını, ancak böyle bir işlem aracılığıyla
kökleştirebildiği anlatılır ve böylelikle herkes, inançlarının
geçerlilik ve güvenilirliğini kontrol etmeye teşvik edilir.
Benzer işlemlerin, yeterli materyal bulunabildiğinde, “geleneksel
kültür literatürü”, “Tevrat” ve “İncil” için de
yapılabileceği açıktır. Burada sadece Kur’an için bir
uygulama modeli tanımlanacaktır.
Öncelikle,
böyle bir araştırmada göz önünde bulundurulması gereken bazı
formel ve kavramsal ilkelerden söz etmemiz gerekir. Bunlardan biri,
Kur’an metninin şekil ve muhtevaca yaklaşık 1400 yıldan beri
hiç değişmeden kalmış olduğudur. Bilimsel bilgi birikimimiz ise
bu süre içinde baş döndürücü bir hızla değişmiştir.
“Bilimin
Gücü ve Sınırları”
başlıklı kısımda ayrıntılı olarak incelendiği gibi, geçerli
ve güvenli de olsalar, eski bilimsel teorilerin, hatta
paradigmaların, zaman içinde ancak belirli tanım alanları içinde
özel hâller şeklinde geçerliliklerini sürdürecek şekilde
yerlerini açıklama potansiyelleri daha büyük olan yenilerine
bırakması olağandır. En kapsamlı bilimsel teorilerin bile
gelecekte yerlerini bu şekilde yeni teorik sistemlere bırakması
muhtemeldir. Bu, bilimsel yöntemin başta gelen özelliklerinden
birinin tabii bir sonucudur. Çünkü bilim, bilgi birikimi zaman
içinde sürekli değişen, büyüyen ve genişleyen “insan”ın
tarihsel bir etkinliğidir. Tanımı gereği Tanrı’ya ait olan
bilginin ise, değişmez nitelikte olması gerekir.
Bu
konuyu tetkike başlarken, bu kitabın “Düşünce
Tarihi”ne
ayrılan bölümünde de belirtildiği gibi, Kur’an’ın yaklaşık
750 ayetinde insanın ve evrenin yapısına veya özelliklerine
dikkat çekildiğinin ve 60 kadar ayette de aklın ve düşünmenin
öneminin vurgulandığının hatırlanmasında yarar vardır. Bu
ifadelerin ortaya koyduğu epistemolojik tabloda, Kur’an’ın
okuyucusundan düşünce ve inançlarını; duyu organlarıyla elde
edeceği verilerin doğru düşünme kuralları aracılığıyla
yorumu suretiyle sağlanacak sonuçlara dayandırması istenir ve bu
hususun önemi defalarca tekrarlanır. Nitekim bu kitabın birinci
bölümünde, temelleri Kur’an’a dayanan İslam uygarlığının
günümüz bilimi ve teknolojisine yapmış olduğu büyük katkılar
çeşitli alanlara ait örneklerle ayrıntılı olarak ele alınmıştı.
Dileyenlere, bu bölüme şöyle bir göz atmalarını hatırlattıktan
sonra, şimdi modelimizi tasvire başlayabiliriz.
İçerik
ve Biçim Özellikleri
Öncelikli
Araştırma Konuları
Araştırma
konularımızın öncelikle ve özellikle ontolojik ve epistemolojik
açılardan tanımlanması bizi daha sağlıklı ve güvenilir
sonuçlara ulaştıracaktır. Kitabın buraya kadarki bölümlerinde
“klâsik ontolojik piramit”i teşkil eden dört katmanın yapısı
ve özellikleri temel parametreler açısından belirli bir
sistematik yaklaşımla incelenerek “cansız madde”, “bitkiler”,
“hayvanlar” ve “insanlık” alemlerinin varoluş
esasları
ortaya konulmaya ve bunlara ait temel ampirik ve rasyonel
epistemolojik yaklaşımlar tanıtılmaya çalışılmıştır.
Ancak bu hususlarda yapılması gereken daha pek çok şey olduğu
açıktır. Parçacık fiziğinden insan bilincinin özelliklerine;
zihnimizin keşif ve icat süreçlerinden semiyotik ve hermönetik
prensipleri de kapsayan yeni bilimsel araştırma yöntemlerin
geliştirilmesine, zaman kavramından rölativite ve kuantum
ilkelerine kadar daha pek çok konuya ait sayısız nokta ve husus,
üzerlerinde plânlı ve sistematik ekip çalışmaları yapacak
araştırmacıları beklemektedir.
Kitabımızın
buraya kadarki kısmı; bu hususlarla ilgili genel bir “literatür
taraması” ve “uygulama modeli önerisi” olarak tanımlanabilir.
Bundan sonra da "klâsik
ontolojik piramidi aşan varlık
kategori
ve düzeylerinden“
insanlığa ulaşan epistemolojik unsurların var olup, olmadığının
araştırılması hususuna yönelik olan bir uygulama modelinin
tanımı yapılarak, kitabın tamamlanabileceği kanaatindeyim.
Böyle
bir araştırmada Kur’an “içerik” ve “biçim” olarak iki
farklı yönden ele alınabilir. Kur’an’ın konumuzla ilgili
içeriğinin; farklı bilgi ve bilim sınıflaması parametreleriyle
değişik şekillerde tasnifi mümkün olmakla birlikte, günümüzde
en sık kullanılan kriterlere göre bu içeriği, “fen bilimleri”
ve “sosyal bilimler” olarak iki bölümde inceleyebiliriz.
a-)
İçerik Özellikleri:
Kur’an’da
Yer Alan Fen Bilimleriyle İlgili İfadelerin Tahlili
Kur’an’ın,
fen bilimlerinin alanına giren hususlarla ilgili ifadeleri, bu bilim
dallarının kapsamlarına ve ölçek genişliğine göre astronomi
ve fizik (evrenin bütünü ve güneş sistemi), jeoloji (yerküre ve
yerkabuğu), biyoloji ve tıp şeklindeki bir sıralama içinde ele
alınabilir. Çok ayrıntılı olmayan bir incelemede bu bilim
dallarıyla ilgili olarak ilk göze çarpan ayetlerle ilgili örnekler
şu şekilde sıralanabilir:
1-)
Kâinat
ve güneş sistemiyle ilgili bazı ayetler:
“Allah gökleri ve yeri altı (ayrı) devrede yarattı.”, “Gökler
ve yer birbirine bitişikken onları ayırdı...”, “Sonra
(Allah), gaz hâlinde olan göğe yöneldi...”, “(Allah)
(gökleri) kudret eliyle bina etti ve onları yine (O)
genişletiyor.”, “Gökler O’nun kudretiyle, (âdeta) dürülmüş
(gibidir).”, “Allah göğü yükseltti ve her şeye bir ölçü
koydu.”, “O’nun katında her şey bir plâna ve düzene
göredir...”, “(Allah’ın tabiata koyduğu kanunlarda) asla bir
değişiklik ve farklılık göremezsin (Allah’ın kanunları her
yerde ve herkes için aynıdır).”, “Allah’ın yaratışında
hiçbir değişme yoktur.” “Rabbin katında bir gün, sizin
saydıklarınızdan bin yıl kadardır.“, “Geceyi ve gündüzü,
güneşi ve ayı yaratan O’dur. Gökteki cisimlerin her biri ayrı
bir (felekte) yüzerler.”, “Güneş de, ay da hep birer ölçü
ile hareket ederler ve güneş, kendisi için tayin edilmiş olan
belirli bir hedefe doğru ilerler. “, “O Allah ki, gökleri sizin
görebileceğiniz bir direk olmaksızın yükseltti.”, “(Allah)
Semayı (atmosferi sizler için) korunmuş bir kubbe yaptı.”
2-)
Yeryüzünün
ve canlıların yaratılışıyla ilgili bazı ayetler:
“Sonra (Allah) yeryüzünü yuvarlakça yayıp, düzledi.”,
“Bakmıyorlar mı dağlara, yere nasıl dikilmiş ve yere, nasıl
döşenmiş?”, “Allah, yeryüzü sizi sarsmasın diye, yerde
sabit ve sağlam dağlar yarattı.”(*1),
“Sen dağları görür de onları duruyor sanırsın, hâlbuki
onlar bulutlar gibi hareket ederler. Bu her şeyi istikrar ve denge
içinde tutan Allah’ın icraatının bir (örneğidir).”(*2),
“Allah yeryüzünü yaymış ve orada her şeyi bir ölçüye göre
yaratmıştır.”, “Yeryüzünde yürüyen, uçan (ve diğer
şekillerde hareket eden ve etmeyen) tüm canlılar; insanlar gibi
(topluluklar olup), onların hepsi birer ölçü ve plâna göre
yaratılmışlardır.”, “Hazineleri O’nun katında olmayan
hiçbir şey yoktur. Her şey (oradan) belirli bir ölçüye göre
indirilir.”,
“Şüphesiz,
göklerle yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri
ardınca gelmesinde, insanlara yararlı şeyler ile denizleri yarıp
giden gemilerde, Allah’ın gökten indirip kendisiyle yeryüzünde
çeşitli canlılar var ettiği suda ve sonra bu canlıları dünyaya
belirli ölçülerle yayıp dağıtmasında, rüzgarlarla yer ile gök
arasında emre amade duran bulutları çevirip döndürmesinde,
düşünen kimseler için deliller ve ibretler vardır.“
3-)
Kıyametin
tasviriyle ilgili Bazı Ayetler: “Güneşin
sarılıp, sarmalandığı; denizlerin kaynadığı”, “Semanın
yarılıp, gül gibi kızarıp, yağ gibi eridiği zaman”,
“Gökyüzü ergimiş maden gibi, dağlar da atılmış renkli yün
yumaklar gibi olur.”, “Ve (Allah) O gün gökleri, bir kitabın
sayfalarını büküp, dürer gibi kapatacak, (ve her şeyi) tıpkı
ilk yaratılış anındakine benzer hâle getirecektir...”
Kur’an
tercümelerini yüzeysel bir bakışla değerlendiren bir kişi;
birçok ayetin anlamını kavramakta zorluk çekebileceği gibi, bazı
ayetlerde de çelişkiler olduğunu düşünebilir. Meselâ, yukarıda
örnek olarak verilen ayet tercümelerinde, dağların, bir yandan
sabit ve sağlam olduklarının(*1),
diğer yandan da bulutlar gibi hareket ettiklerinin(*2
) beyan edilmiş olması nedeniyle, ilk bakışta bir çelişki
gözlenir. Oysa, biraz daha ayrıntılı bir değerlendirmeyle, bu
ayetler; bir yandan “jeolojik açıdan dağların, yüzer durumdaki
kıta levhalarını, altlarındaki sıvı magma tabakasına
bağlayan gemi
çapası gibi fonksiyon görürken”, diğer yandan da “astronomi
açısından, yerküreye dünya dışından bakan bir gözlemciye;
dağların, dönmekte olan yerküreyle birlikte, tıpkı onu
çevreleyen bulutlar gibi hareket ediyor olarak görüneceği”
şeklinde tefsir edilebilirler. Ciddi ve tarafsız bir şekilde ve
bilimsel kriterlere uygun olarak yapılan araştırmalarda; fizik,
astronomi, jeoloji ve biyoloji gibi çeşitli fen bilimlerinin
alanına giren varlık ve olaylar hakkında Kur’an’da yer alan
ifade ve bilgiler ile bilim aracılığıyla sağlanan veri ve
bulgular arasındaki paralellik ve uyumun, araştırmacıları
hayrete sevk edecek kadar yüksek düzeyde olduğu görülmektedir.
Fransız tıp doktoru M. Bucaille’in çalışması bunun ilgi
çekici bir örneğini teşkil eder.
Müslüman
bir ülkenin devlet başkanını tedavi amacıyla yaptığı bir
gezide Kur’an ile karşılaştıktan sonra Bucaille onu tamamen
objektif bilimsel veriler ve yöntemlerle inceler. Bucaille, bu
incelemeleri aracılığıyla ulaştığı sonuçlara yer verdiği
“Kitabı Mukaddes, Kur’an ve Bilim” adlı eserinde şunları
söyler: “Kur’an
ile bilim arasındaki ortak noktalar insanı hayret içinde bırakır.
Kur’an’ın çok belirgin olan bilimsel yönü, beni de çok
şaşırttı. Çünkü 13 yüzyıldan fazla bir zaman önce kaleme
alınmış olan bir metinde, birçok değişik konuda, çağdaş
bilimsel verilere tamamen uygun bilgilerin bulunabileceği, bunları
bizzat görene kadar, hiç aklıma gelmemişti. Araştırmaya
başladığım esnada İslam’a hiçbir şekilde inanmıyordum. Ama
her türlü peşin hükümden uzak bir şekilde ve tam bir
tarafsızlıkla metinleri incelemeye başladım. Özellikle tabiat
olayları ile ilgili ayetler üzerinde duruyordum. Çünkü bunların
çoğu hakkında, Kur’an’ın yazıldığı yıllarda yaşayan
toplumun en küçük bir bilgisinin dahi bulunmadığı söylenebilir.
Böyle
bir metinle karşı karşıya kalan insanın zihnini en derinden
etkileyen husus, ele alınan konuların tür ve sayısının çokluğu
olmaktadır: Varoluş, astronomi ve jeolojiyle ilgili hususlar,
hayvanlar ve bitkiler alemleriyle ilgili ayrıntılı özellikler,
tıp ve embriyoloji ve diğerleri... Bununla birlikte şunu daima göz
önünde bulundurmak gerekir ki Kur’an, öncelikle kâinatın
yönetiminde geçerli kanunları anlatmayı amaçlayan bir bilim
kitabı değildir.
Kur’an ile asıl amaçlanan; yaratılış ve yaratılmışlar
üzerinde düşündürerek, insanlara Allah’ın kudretini
kavratmaktır.
Bunun için hem günlük hayata ilişkin örneklerden, hem de tam
anlamıyla ancak mesleki formasyona sahip bilim adamlarının
anlayabilecekleri kanunlardan söz edilir. Bu ise geçmişte
yaşayanların, ikinci türden örnekleri ancak “şeklen”
değerlendirebilmiş ve onaylamış olmaları anlamına gelir. Bu
arada bir kısım insanlar da onlardan yanlış bazı hükümler
çıkarmış olabilirler.
Bu
araştırmada bilimsel yönlerini incelemek üzere, daha önce benzer
çalışmaları yapanlarca kendilerine lâyık oldukları önem
verilmemiş olan bazı ayetleri de ele aldım ve onları tamamen
bağımsız bir yaklaşımla ve objektif yöntemlerle yorumladım.
Aynı şekilde Kur’an’da, bilim yoluyla henüz ulaşılamamış,
ancak bilimsel açıdan özel bir öneme sahip olguların bulunup
bulunmadığını da araştırdım. Ortaya çıkarabildiğim bu
türden bazı hususların önemi, konunun uzmanı olan bilim
adamlarınca da onaylanmıştır. Böyle bir araştırmanın otuz yıl
kadar önce yapılmış olması hâlinde, özellikle astronomi
alanında çok çarpıcı bazı öngörülerin yapılabilmesinin
mümkün olacağı açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır.”58
C.
Kırca da Kur’an’ın bilim ile ilişkisi konusundaki bir
makalesinde şunları söyler: “Çağdaş
bilimlerle ilgili birçok konuya Kur’an’da değinildiği hâlde,
bunlardan hiçbiri, bilimsel olarak kesin bir şekilde ortaya konmuş
olan her hangi bir hususla çelişmemektedir. Bilimle ilişkileri
bakımından Kur’an ayetleri iki gruba ayrılabilir. Birinci
gruptaki ayetler, geçmişte yaşayan alim ve tefsircilerin
gösterdikleri bütün gayretlere rağmen tam ve kesin olarak
açıklığa kavuşturulamamışlardır. Bu ayetler ancak günümüzde
modern bilimlerin buluşları aracılığıyla
açıklanabilmektedirler. Ancak bu ayetlerin anlamlandırılması
halâ tamamlanıp, bitirilmiş bir işlem olmayıp, gelecekte
bunların yeni manâ boyutları da ortaya konabilir. Bu gibi ayetleri
lâyıkıyla kavrayabilmek için sadece lisan bilgisi yeterli
olmamakta, bunun yanı sıra ilgili bilim dallarına ait zengin bir
bilgi birikimi de gerekmektedir. Kur’an’ın gruptaki ayetlerinin
ise tam olarak tefsiri, bugünkü bilgi seviyemizle de mümkün
görünmemektedir. Bunların bütün yönleriyle yorumu için
özellikle bazı alanlardaki tıkanıklıkları açacak yeni
teorilerin bulunmasını beklemek gerekecektir. Geçmişte ve
günümüzde yapılan tefsirlerde, bu ayetleri teşkil eden
kelimelerin lügat karşılıklarıyla yetinilmektedir. Bunlarla
nelerin kastedildiği ve nelerin anlatılmak istendiği henüz tam
olarak kavranabilmiş değildir. Kur’an’ın bazı ayetleri ise
daha ilk günlerden itibaren kolayca anlaşılabilmiş, onları daha
sonraları farklı şekillerde yorumlama durumu ve gereği
olmamıştır.” 59
Kırca’nın
söz ettiği birinci kategoriden ayetlere iki örnek verelim: “Hadid“
(demir) suresinin 25. ayeti şöyledir: “..Büyük bir sağlamlık
ve kuvvet ile, insanlar için pek çok faydalar taşıyan demiri de
indirdik.”
Kur’an’ın modern bilimler ile ilgili beyanlarının geçerlilik
ve tutarlılığını, ilgili literatürde yer alan son bulgularla
karşılaştırmak ve günümüzde yaşamakta olan en yetkili
uzmanlara danışarak suretiyle araştırmak üzere kurulan bir
komisyon, bu ayette yer alan “indirdik” kelimesinin özel bir
anlam taşıyıp taşımadığını, bu konunun en yetkin
uzmanlarından Amerikan Uzay Bakanlığı görevlilerinden Prof.
Armstrong’a sorduklarında, ondan şu karşılığı aldılar:
“Dünyada mevcut element atomlarının oluşum şekli, birçok
deneysel araştırmayla oldukça ayrıntılı bir şekilde ortaya
konabilmiştir. Atom-altı parçacıkların element atomları
şeklinde organize olabilmeleri için çok yüksek düzeyde enerjiye
ihtiyaç vardır ve bu enerji miktarı, atomun ağırlığı ile
paralel olarak artar. Demir atomunun sentezi için gereken enerji
düzeyi hesaplandığında; bunun, şu anda güneşin sağlayabileceği
miktarın yaklaşık dört katı kadar yüksek olduğu görülür.
Tüm gezegen ve uyduların toplam kütle ve enerjileri güneşinkine
eklense bile, demir çekirdeğinin sentezi için gerekli enerji
düzeyine ulaşılamaz. Bu yüzden, çekirdek fiziği alanında uzman
olan bilim adamları için demir, çok esrarengiz bir elementtir.
Güneş sisteminde sentezlenemediği hâlde, yerkürede en çok
bulunan dört elementten biri olan demir, gerçekten çok sıra dışı
bir maddedir.”
Yeryüzüne
her gün gökten ortalama 5-6 ton veya adet olarak da 27 milyon kadar
göktaşı düştüğü hesaplanmıştır. Asırlardır, yeryüzüne
düşen göktaşlarıyla ilgili kayıtlar tutula gelmiştir. Bunların
en eskilerinden biri, M.Ö. 644 yıl öncesinde Çin’e düşmüş
olan dev göktaşına aittir. 1803 yılında da Fransa’nın L’aigle
bölgesine semadan çok sayıda göktaşı âdeta sağanak hâlinde
yağmıştı. Günümüzde ilkokul çocuklarınca dahi bilinen bir
hususu, o yıllarda ortaya çıkarmak için Fransız Akademisi’nce
düzenlenen inceleme ve araştırmalar sonunda, bu taşların uzaydan
geldikleri kesinleşmiştir. Daha sonraları Amerika’nın Arizona
eyaletine düşen dev bir meteor da, oluşturduğu 1 300 m çapındaki
ve 174 m derinliğindeki kraterle tarihe geçmiştir.
Bazı
göktaşlarının demirden yapılı olduğuna dair ilk bilimsel kayda
göre, 1818 yılında Grönland’da bulunan saf demirden müteşekkil
meteorun ağırlığı 59 ton olarak hesaplanmıştır. 1920’de
Güney Afrika’da bulunan demir meteorun ağırlığı ise 60 ton
idi. Benzer şekilde birçok kıtada yer alan birçok bölgede de saf
demirden oluşan meteorlar bulunmuştur. İsveç’teki Kyruna
bölgesindeki demir çelik fabrikalarında yıllardan beri hammadde
olarak bölgede bulunan meteorlar kullanıla gelmektedir.
Şüphesiz,
bugün dünyamızda mevcut bulunan tüm demir, buraya meteorlarla
gelmemiştir. Şu an yerkürede var olan demirin asıl büyük bölümü
ise, güneş sisteminin ham maddesini pişiren dev bir nükleer fırın
olarak fonksiyon görmüş olan büyük bir birinci nesil yıldızın
süpernova patlamasından sonra uzaya savrulan kalıntıları halinde
“güneş ve dünya semasına” indirilmiştir.
Kur’an
harflerinin her biri aynı zamanda birer rakama karşılık geldiği
için, ayet ve surelerin sayısal değerlerinin hesabı da mümkündür.
Arapça’da “El-”
belirteni,
İngilizce’deki “The” belirteni ile aynı anlama ve kullanım
tarzına sahip olup, başına geldiği ismin bir yönüyle “belirli”
olduğunu gösterir. “El-Hadid”, ibaresinin sayısal değeri
57’dir. Aynı ismi sure de, Kur’an’ın 57. suresidir. Oysa
tarihi gelişim süreci içinde, Kur’an surelerinin; isimlerinde
yer alan harflerin sayısal değerleri hesaplanmak suretiyle
numaralandırılıp, sıralandıklarına dair günümüze hiçbir
kayıt ulaşmış değildir. Daha da ilginç olan şey, “el-”
belirteni taşımayan “hadid” kelimesinin sayısal değerinin,
demirin atom numarası olan 26’ya eşit olmasıdır.
C.
Kırca’nın sözünü ettiği birinci kategoriden ayetlere ve
bunların bilimsel gelişime sağlayabileceği katkılara diğer bir
örnek olarak da, Pakistan’lı fizik bilgini Prof. Abdüssamed’in,
Einstein’ın meslek hatayı boyunca formüle etmeye çalıştığı,
ancak başaramadığı birleşik alan teorisinin gelişiminde
sağladığı önemli katkı nedeniyle lâyık görüldüğü Nobel
ödülü kendisine verilirken yapılan törende okuduğu ayet
gösterilebilir: “ Majesteleri, Ekselansları, Bayanlar ve
Baylar! Arkadaşlarım Prof. Glashow ve Prof. Weinberg adına, Nobel
Vakfı’na ve Kraliyet Bilimler Akademisi’ne, bize bahşettikleri
bu büyük onur ve teveccüh nedeniyle teşekkür ederim. Fizik
alanındaki birikimimiz, bütün insanlığın ortak mirasıdır.
Onun gelişimine Doğu ve Batı ile Kuzey ve Güney eşit olarak
katkıda bulunmuştur. Kur’an’da Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
“Allah’ın yarattığında bir düzensizlik ve noksanlık yoktur.
Haydi bir bak, hiçbir kusur ve eksiklik görebiliyor musun? Hayır,
asla!” Sonuç olarak bu, bütün bilim adamlarının ortak inancı,
bilimi teorik olarak mümkün kılan temel aksiyomdur. Ayrıca deney
ve gözlemlerimiz onu, tekrar tekrar doğrulayıp, bilgilerimiz de
zenginleşip derinleştikçe; bir yandan hayranlığımız ve
heyecanımız giderek artarken, diğer yandan da gözlerimiz daha
fazla kamaşır!”
Gerçekten
de, bilim ve teknolojideki gelişmeler, Kur’an’ın bazı
ayetlerini, hem daha doğru ve kapsamlı, hem de daha yeni boyut ve
yönleriyle anlayabilmemizi mümkün kılmaktadır. Bu bağlamda, “O,
geceyi, durmadan onu kovalayan gündüze bürüyüp örter”
ayetinin anlamını en mükemmel şekilde ilk defa kavrayan
kişilerden biri-bu ayeti biliyor olmak şartıyla-dünyadan
yeterince uzaklaşmış olan bir uzay aracından, kendi gözleriyle
yerküre üzerinde, aydınlığın karanlığı ya da gecenin gündüzü
nasıl izlediğini bütün ihtişamıyla bizzat izleyen bir astronot
olabilirdi.
Aslında
burada tek değil, iki cepheli bir süreç söz konusudur. Çünkü,
ölçme, gözlem, deney, anket, mülâkat gibi yollarla toplanan
verilerin doğru düşünme ilkeleri çerçevesinde yorumlanması
suretiyle ulaşılan geçerli açıklamalar ve teorik yapılar,
Allah'ın evreni var ediş amacının gerçekleşmesiyle ilgili plân
ve programın, insan aklı aracılığıyla ortaya çıkarılabilen
kısımları, Kur’an da Allah'ın aynı plân ve programla ilgili
sözlü bildirisi olarak kabul edildiğinde; her ikisinin de kaynağı
bir olduğundan, gerek henüz bazı yönleri kavranamamış
olgusal sorunların çözümünde ilgili kuran ayetlerinden
yararlanılmasının, gerekse bilimin bulgularının ışığında
bazı Kur’an ayetlerinin daha uygun bağlamda ve daha doğru ve
kapsamlı bir şekilde yorumlanmasının, aynı derecede mümkün
ve hatta gerekli olduğu söylenebilir. Yani, bir yandan bilimsel ve
teknolojik birikimimizin artıp zenginleşmesi, Kur’an’ı daha
iyi anlamamızı sağlarken; diğer yandan da Kur’an’ın insan ve
evreni tüm boyut ve derinlikleriyle kapsayan geniş perspektifini
kavramış olan bir zihnin-gerekli yeteneğe ve ilgili alanda yeterli
bilgi ve tecrübe birikimine de sahip olması şartıyla-bilimde
yepyeni buluşlar ve atılımlar gerçekleştirmesi imkân dahiline
girmektedir.
Kur’an’da,
insanın yaratılışı, tıp ve embriyolojiyle ilgili bazı ayetler
de yer alır. Meselâ, “O hâlde insan, nasıl yaratıldığını
şöyle bir düşünsün: O, erkek ile kadının beli ile göğsü
arasından salgılanan bir sıvıdan yaratılmıştır.”, “(Allah)
insanı bir damla nutfeden yaratmaya başladı.” (nutfe, boşaltılan
bir su kabının dibinde kalan çok az miktardaki sıvı anlamına
gelir.), “O nutfeyi sağlam ve güvenli bir bölgeye yerleştirdi.”,
“Sonra nutfe, alaka
hâline
getirildi.” (alaka, bir yere asılı
olarak tutunan şey
anlamına gelir.), “Daha sonra alaka, mudga hâline dönüştürülür
ve onda kemikler yaratılır ve üzerlerine de kaslar
yerleştirilir.”, “..ardından, (gelişen yavrunun) organlarına
belirli şekiller verilir.”, “ Onlardan dilediğimizi belirli bir
süre rahimde tutuyoruz.”, “ (Allah) Sizi annelerinizin
karnındaki üç tabaka içinde hâlden hâle çevirerek
yaratılışınızı tamamlar.”, “ (Allah) ölümünüzden sonra,
sizi parmak
uçlarınıza kadar
derleyip, tekrar yaratmaya kadirdir.”
Kur’an’da
yer alan insanın anne karnındaki gelişimiyle ilgili ifadelerin
tıp, özellikle de embriyoloji bilimi geliştikçe sürekli
doğrulanması ve hatta araştırmacılara yol göstererek, yeni
ufuklar açması, konu üzerinde bilgi sahibi olan bir çok bilim
adamını ve tıp doktorunu derinden etkilemiştir. Meselâ,
Philadelphia Üniversitesi Anatomi Kürsüsü başkanı Prof. M.
Johnson bu ayetleri ilk duyduğu anda büyük bir hayretle oturduğu
yerden ayağa fırlayarak: “Hayır, imkânsız, siz neler
söylüyorsunuz!” diye haykırmaktan kendini alamamıştı. Çünkü,
mikroskobun 16. yüzyılda keşfinden sonra doktorlar, spermde bütün
organlarıyla tam bir insanın küçültülmüş bir modelinin
bulunduğuna ve bu modelin ebatlarının anne karnında bir bebek
ölçüsüne ulaşmasından sonra doğumun gerçekleştiğine
inanmaya başlamışlardı. Bu inanç 18. yüzyıla kadar devam etti.
18. yüzyılda kadın yumurta hücresinin keşfinden sonra ise, aynı
inanç yumurta hücresine uyarlanarak sürdürüldü. Gerçek
embriyolojik gelişim sürecinin temel basamakları ancak 19.
yüzyılda ortaya çıkarılmaya başlanabildi. Bu safhaları çok
iyi bilen bir bilim adamı olarak Prof. Johnson, daha 7. yüzyılda
kaleme alınmış olan Kur’an adlı kitapta embriyolojik gelişimin
böyle ayrıntılı bir şekilde yer aldığını işitince âdeta
şok olmuştu. Bu konuyu yeterince araştırdıktan sonra ulaştığı
sonucu Prof. Johnson, katıldığı bir kongrede şöyle
açıklamıştır: “Kur’an’ın kaynağı, insan ve tabiat
üstüdür! Benim anladığım kadarıyla Allah, Hz. Muhammed’e
ilmini bildiren bir kitap vermiş ve insanlığa bu Kur’an’ın
Kendisinden kaynaklandığını keşfetmesi için zaman tanımıştır.
Allah bu hususu Kur’an’da şöyle açıklar: “Kur’an’ın
ayetlerinin gerçek olduğunu bir süre sonra mutlaka anlayacaksınız.
Kur’an’ın verdiği her haberin onaylanıp, doğrulanacağı
günler gelecektir. Yakında bunu göreceksiniz!”
Toronto
Üniversitesi Tıp Fakültesi Embriyoloji Ana Bilim Dalı başkanı
Prof. K. L. Moore da aynı hususlarla ilgili hayret ve kanaatini
“Bizim insan embriyonunun gelişimi hakkında ancak son 30 yılda
öğrenebildiğimiz bu ayrıntılı bilgilerin Kur’an’da yer
alması ancak ve ancak bu kitabın ‘insan ve zaman üstü’ bir
kaynaktan gelmiş olmasıyla izah edilebilir!” cümlesiyle dile
getirmiştir. Embriyoloji alanında yayımlanmış bir çok kitabı
bulunan Moore, anne karnında bebeğin safha safha gelişimini bütün
teferruatıyla anlattığı “Gelişen İnsan” adlı eserinin
genişletilmiş yeni baskısında ilgili Kur’an ayetlerine de yer
vermiş, ayrıca Kanada Televizyonu’nda yaptığı konuşmalarda da
Kur’an’ın bu ilginç özelliğini izleyicilerine büyük bir
coşku ve hayranlıkla anlatmıştır. Moore, Kanada’da yayımlanan
“The Globe and Mail” ve “The Gazette”ye verdiği beyanatlarda
ise şunları söylemişti: “Bilim adamlarının ancak 1940 yılında
farkına vardıkları gerçek, meğer Kur’an aracılığıyla daha
7. yüzyılda bildirilmiş...”
Moore
tarafından kaleme alınan ve içinde ilgili ayetlere de yer verilen
embriyoloji kitabı, ABD’de “tek bir yazar tarafından hazırlanan
en düzeyli bilimsel eser” unvanını kazanmıştır. Moore,
kitabının üçüncü baskısında şunları ifade etmiştir: “
Ortaçağda bilimsel gelişme çok yavaştı ve bu devirde
embriyoloji konusunda bilinenler de çok azdı. Fakat Kur’an’da
insanın dişi ve erkekten gelen bazı sıvılardan yaratıldığı,
aslı sperm ile dişi yumurtalarını içeren sıvıların karışımı
olan nutfeden itibaren gelişmeye başladığı ve yumurta-sperm
kompleksinin, anne adayında ancak belirli bir süre sonra kararlı
bir hâl aldığı bildirilir. Bugün biz de döllenen yumurtanın
bölünerek gelişmeye başlamasının 6. günden sonra
belirginleştiğini biliyoruz. Kur’an’da embriyonun bundan
sonraki gelişim basamakları da o kadar net bir şekilde anlatılır
ki okuyucu, bu tasvirleri yapanın bu gelişim sürecini sanki apaçık
bir şekilde görmekte olduğunu düşünmekten kendini alamaz.”
Moore, bu konuda yaptıkları bir deneyden de bahseder: “Kur’an’da,
embriyonun 4. hafta sonundaki durumunun niçin bir
çiğnemlik et
ibaresiyle tasvir edildiğini merak ettik. En modern cihazlarla
yaptığımız araştırmalarla 28 günlük embriyonun üzerinde
birtakım tespihimsi çıkıntılar bulunduğunu ortaya çıkardık.
Aklımıza bu yapının plastik bir modelini yapıp, onu ısırarak,
üzerinde diş izleri oluşturmak geldi. Sonuç olağanüstüydü:
Karşımızdaki yapı, tıpatıp ayetlerde tanımlanan oluşuma
benzemekteydi.”
Bu
hayranlık verici olaylarla ilgili haberler bilim dünyasına
yayıldıkça, Johnson ve Moore’u başka bilim adamları izledi.
Bunların bazıları, Chicago Üniversitesi Kadın Hastalıkları ve
Doğum Kürsüsü öğretim üyelerinden Prof. J. Simpson’un
yaptığı gibi katıldıkları seminer ve konferanslarda Kur’an’ın
bilime yol gösteren yönlerini kamu oyuna duyururken, Kanada
Minatovoda Tıp Fakültesi Anatomi Kürsüsü başkanı Prof. T.
Enberset gibi bazıları da yazdıkları bilimsel eserlerde ilgili
Kur’an ayetlerine yer verdi.
Sosyal
Bilimler ve Kur’an
Bu
başlık altında toplanabilecek hususlar “uygulamalı” ve
“teorik” olarak iki ayrı kısımda ele alınabilir. Sosyoloji
gibi sosyal bilim dallarında toplumsal yapılar ve kurumlar ile
bunların değişimleri ve gelişimleri çeşitli yöntemlerle ele
alınıp incelenir. Arap toplumunun Kur’an’ın kendilerine
geldiği andaki durumu ana hatlarıyla ele alındığında ortaya
çıkan tablonun nitelenmesi için “dehşet verici, korkunç,
insanlık dışı ve benzeri” sıfatların kullanılması bir
gelenek olmuştur. Yeni doğan kız çocuklarını diri diri kuma
gömerek öldüren, Kâbe gibi asırlardır kutsal bilinen bir
mekanda çırılçıplak bir şekilde kadın-erkek birlikte her türlü
çirkin davranışı âdeta gösteriş ve gururla sergileyen,
zayıflara hayat hakkı tanınmayan, kadınları alınıp satılabilen
bir ticaret metaı olarak gören kişilerden oluşan bu topluluğun
başlıca geçim kaynağı da çevrede ikamet eden komşularından
çalıp yağmaladıkları mallar, hayvanlar veya köle olarak
sattıkları bu insanların kendileri olmuştu.
Fuhuş,
toplumun tüm kesimlerine öylesine yayılmıştı ki, artık ona
normal, tabii hatta zorunlu bir olay gibi bakılmaya başlanmıştı.
Esir kadınlar efendilerine para kazandırmak için fuhuş yaptıkları
gibi, evli kadınların çocuk sahibi olmak için bu yola
başvurmaları da olağan sayılmaktaydı. Kadınların ölen
kocalarından veya babalarından kalan malları miras olarak almaları
şöyle dursun, onlar da ölen kişinin eşyaları ve hayvanlarıyla
birlikte erkek mirasçılara intikal ederlerdi. Buna göre bir oğul,
babasının diğer mallarıyla birlikte üvey annesine de sahip olma
ve istediği gibi tasarrufta bulunma hakkına sahipti.
Ezici
çoğunluğu alkolik ve putperest olan toplumun yetişkin
erkeklerinin başlıca uğraşıları kumar, falcılık, büyücülük,
sahtekârlık ve kan davası nedeniyle ya da yağmacılık için
çevrelerine saldırmaktı. Arap erkekleri kumar alışkanlığının
öylesine tutsağı olmuşlardı ki, paraları bittiğinde ortaya
kendi özgürlüklerini koyabilmekte ve kaybetmeleri hâlinde de,
köle olarak satılabilmekteydiler. Hemen hiçbir etik ve hukuk
kuralına tâbi olmadan yaşayan bu cahil, kaba, ve saldırgan
kişilerin; ne bilimsel olarak nitelendirilecek herhangi bir
etkinlikten, ne de uygarlık kavramından haberleri vardı.
Kur’an’ın
böyle bir toplumda çok kısa bir süre içinde olumlu yönde
oluşturduğu son derece büyük ve olağanüstü derecede önemli
değişiklikler, bütün boyutlarıyla ele alınıp, incelenmesi
gereken çok ilginç bir sosyal olgu olarak karşımızda
durmaktadır.
Kur’an’da
birçok tarihi olay ve kişiden söz edilmektedir. Tevrat ve
İncil’de; arkeoloji, antropoloji, filoloji ve tarih gibi çeşitli
sosyal bilim dallarında gerçekleştirilen araştırmalar sonunda
elde edilen verilerle çelişen bir çok ifade ve husus mevcutken;
Kur’an’da, tıpkı fen bilimleri alanında olduğu gibi, bilimsel
bulgulara aykırı herhangi bir noktanın bulunmaması dikkat
çekicidir.
Öncelikle
Lût gölü çevresi, Mezopotamya, Babil, Filistin, Mısır gibi
yerlerde; “Lût, Nuh, İbrahim, Yusuf ve Yahya peygamberlerin
yaşadıkları bölgelerde” yapılacak “test ve kontrol” amaçlı
arkeolojik inceleme ve araştırmaların Kur’an’ın “insan
orijinli” olup olmadığı hususunun ortaya çıkarılmasında
enteresan sonuçlar vermesi mümkündür. Nitekim Lût Peygamber’in
yaşadığı Sodom şehri çevresinde ve dünyanın en alçak su
düzeyini oluşturan Lût gölü çevresinde yapılan kazı ve
araştırmalarda; Kur’an’da, gökten gelen bir tür bombardımanla
alt-üst edildiği bildirilen bu bölgede, geçmişte olağanüstü
derecede şiddetli bir nükleer bir patlama olduğunu gösteren
bulgulara rastlanmıştır. Yine Kur’an’da bahsi geçen İrem
şehri, uzay mekiği Challenger’in radar sistemi aracılığıyla
sağlanan verilerin yardımıyla, 1982 yılında kalın kum
tabakaları altından ortaya çıkarılmıştır.
Kur’an’ın
3. suresinin 140. ayetinde şöyle denir: “Eğer
size (Uhud’da) bir zarar dokunduysa,
(Bedir’de
de) onlara dokunmuştu. O günler (zafer ve mağlubiyet, sevinç ve
keder dönemleri)
insanlar
arasında döndürülüp, dolaştırılır... (bazen lehte, bazen
aleyhte).”
1. surenin 145’inci ayetinin anlamı ise şöyledir: “Eğer
Allah, insanların bir kısmının zararını diğer bir kısmıyla
gidermeseydi, yeryüzü yaşanmaz bir hâl alırdı.” A.
Aymaz, bu ayetlerin yorumunu şöyle yapar:
“Bunlar, tarihte mevcut enteresan devir ve dönemlere işaret eden
ayetlerdir. Gerçekten dünya tarihini incelediğimizde bazı belirli
süreler ve tarihler, düğüm ve dönüm noktaları olarak karşımıza
çıkmaktadır. Bunlara Türk ve İslâm tarihine ait şu
karşılaştırmalar örnek olarak verilebilir (H.=Hicri, M.=Milâdi
yıl):
:
İlginç Tarihsel Periyotlar
:
I-
1-) Cengiz İmparatorluğunun
ilânı.............................................................................:H.
599
2-)
Osmanlıların
istiklâli..........................................................................................:H.
699
3-)
Endülüs’ün
çöküşü.............................................................................................:H.
898
II-
1-) Gazneli Mahmud’un Hindistan’ı
fethi...............................................................:H.
400
2-)
Timur’un Hindistan’ı ele
geçirmesi...................................................................:H.
800
3-)
İngilizlerin Hindistan’ı ele
geçirmesi................................................................:H.
1200
III-1-)
Oğuz Han’dan hicrete kadarki
süre...................................................................:
1400 yıl
2-)
Türklerin Çin’i istilasından hicrete kadarki
süre...............................................: 700 yıl
3-)
Selçukluların Müslüman
olması.......................................................................:H.
350 yıl
4-)
Selçukluların hükümet
süresi............................................................................:
350 yıl
5-)
Osmanlı devletinin kuruluş
tarihi......................................................................:H.
699 yıl
IV-1-)
Cengiz’in Turan’ı ele geçirip, Harzem Devleti’ni
yıkması..............................:H. 622
2-)Yavuz
Selim’in Mısır ve Arabistan’ı
alması.....................................................:H.
922
V-1-)
Abbasi hilafetinin sona
ermesi.........................................................................:H.
656
2-)
İstanbul’un
fethi...............................................................................................:H.
857
VI-1-)
İran’dan Bağdat’ın
alınması............................................................................:H.
1048
2-)
Azerbeycan’ın İranlılarca geri
alınması...........................................................:H.
1148
VII-1-)
Girit’in
fethi...................................................................................................:H.
1080
2-)
Çeşme
bozgunu.............................................................................................:H.
1180
VIII-1-)
Lehistan’ın vergiye
bağlanması...................................................................:H.
1087
2-)
Kırım’ın Rusya’ya
bırakılması....................................................................:H.
1187
IX-
1-) Mora
isyanı...................................................................................................:M.
1821
2-)
Sakarya
muharebesi.....................................................................................:M.
1921
X-
1-) Milâttan Osmanlıların istiklâline
kadar.........................................................:
1299 yıl
2-)
Hicretten İstiklâl Savaşının kazanılmasına
kadar..........................................: 1300 yıl
XI-1-)
İslâm’ın doğudan Kuzey Afrika’ya
girişi....................................................:M. 640
2-)
Endülüs’ten Kuzey Batı Afrika’ya
dönüş....................................................:M.
1491
(1491-640=851)
XII-1-)
Malazgirt Meydan Muharebesi (26
Ağustos).............................................:M. 1071
2-)
Dumlupınar Meydan Muharebesi (26
Ağustos).....................................:M. 1922
(1922-1071=851)
XIII-
1-) Alman ve Fransız ihtilalleri arasında 1918-1789 = 129 yıl
2-)
Hitler ve Napolyon’un :
İktidara
gelmeleri arasında 1933-1804 =129 yıl
Viyana’ya
girmeleri arasında 1938-1809 = 129 yıl
Rusya’ya
saldırmaları arasında 1941-1812 = 129 yıl
Yenilgilerinin
başlaması arasında 1943-1814 =129 yıl
Birinin
intiharı, diğerinin esir düşüşü arasında 1945-1815 =129
yıl”23
|
Kur’an’ın
insanın duygu, düşünce ve davranışları üzerindeki etkileri ve
Kur’an’da yer alan psikolojiyle ilgili ifadeler de bazı
araştırmalara konu olmuştur. Ayrıca, dünyanın değişik coğrafi
bölgelerinden farklı kültürlere mensup bazı kimseler, okuyup
inceledikleri Kur’an tercümelerinde; zihinlerini kurcalayan
birtakım sorulara tatmin edici karşılıklar bularak, varoluş
amaçlarına dair önemli bilgi ve ipuçları keşfettiklerini ve
sonunda büyük bir huzura kavuştuklarını “kişisel düzlemde”
ifade etmişlerdir. Bu olguyla ilgili olarak da yeni bazı bilimsel
incelemeler ve araştırmalar gerçekleştirilebilir. ABD’nin
Florida eyaletinde bulunan Akbar kliniğinde düzenlenen ve bu
hususta öncü olarak kabul edebilecek olan bir araştırmada
sağlanan bulgular, Kur’an’ın bazı biçimsel özelliklerine
değinilecek olan bir sonraki kısımda gözden geçirilecektir.
b-)
Biçim Özellikleri
Kur’an’ın,
biçimsel özellikleri açısından da ayrıca ele alınıp,
incelenmesi gerekir; çünkü tabiat ve insan üstü bir aleme ait
olduğu iddia edilen bir metin, biçim ve üslûp bakımından da
kendine has bazı özellikler taşımalıdır. Nitekim, bu konuda
yapılan araştırmalarda çok ilginç bulgulara rastlanmıştır. Bu
hususta ilk olarak Kur’an’ın ses ve üslûp özelliği üzerinde
duracağız
Florida’da
gerçekleştirilen yukarıda sözü edilen çalışmada, yaşları 17
ilâ 40 arasında değişen, Müslüman olmayan ve Arapça bilmeyen
210 kadınlı-erkekli gönüllüye, usulüne uygun şekilde okunan
Kur’an ayetleri ve bunların İngilizce tercümesi dinletilmiştir.
Bu sırada Boston Üniversitesi Tıp Fakültesi ve Davicon
Şirketi’nin işbirliğiyle geliştirilen bir düzenek
aracılığıyla, deneklerin stres düzeyini belirleyen fizyolojik
parametreler ölçülmüştür. Ses biçiminden kaynaklanabilecek
etkileri giderebilmek için farklı kişilerce okunan Kur’an’ın
değişik ses kayıtlarını dinleyen deneklere; daha sonra da,
“plasebo olarak”, Kur’an üslûbunda okunmuş rast gele bazı
Arapça cümleler dinlettirilmiştir. Kuzey Amerika İslam Tıp
Kongresi’nde bilim dünyasına duyurulan sonuçlar, büyük
yankılar uyandırmıştır: Buna göre, deneye katılanların %
97’sinde, Kur’an dinlemek; stres giderici, fizyolojik süreçleri
regüle edici ve immun performansı yükseltici etkiler sağlamıştır.
C.
Stevens, S. Wonder, M. Becart, E. Mittchell, M. Williams, M. Kante ve
A. Blakey gibi başarılı müzisyenlerin Kur’an’ın melodi,
ritim ve ahenk gibi ses ve biçim özellikleri hakkındaki övücü
beyanları da bu alanda farklı bazı araştırmalara kapı
aralamıştır. Kur’an’ın bu özelliğini A. J. Arberry şöyle
ifade eder: “Ne zaman Kur’an’ı makamla okunurken dinlesem,
sürekli bir melodinin ardında yer alan kusursuz bir ritimden oluşan
bir müzik algılarım ve bana, sanki kalbimin atışları da
oradaymış gibi gelir.”
Prof.
S. Ateş “İslam’a İtirazlar ve Kur’an-ı Kerimden Cevaplar”
adlı kitabında, Avrupalı bir müzik profesörünün, Pakistanlı
Prof. M. Hamidullah’a bu tespitle ilgili bir itirazını ve bunun
giderilişini şöyle aktarır:
“ ‘-Kur’an’ı
inceledikçe hayrete düşüyorum. Onda öyle bir müziksel doku var
ki, bir kelimenin dahi yeri değişse, vezin ile birlikte müzik ve
ahenk de kayboluyor. Bu yapıyı ve sistemi bir insan kurmuş olamaz.
Bir müzik profesörü olarak bu yüzden İslam’ı benimsedim,
yoksa ben ne Arapça bilirim ne de Kur’an’ın anlamını. Fakat
beni çok rahatsız eden bir sorun var. Amener resulü’deki bir
kelime, tüm ritim ve ahengi bozuyor.’
‘-Oku
da nasıl bozuyor, görelim.’
‘-Lâtuuahiznâ...’
‘-Hayır,
o vav, med harfi değildir, ve bundan dolayı da için sesleri
uzatma fonksiyonu yoktur. Şimdi,’ta’yı uzatmadan tekrar oku.’”
Bu
uyarı üzerine ayeti doğru şekilde okuyan müzik profesörü,
sevinçten âdeta göklere uçar. Şimdi sorun giderilmiş, ritim ve
ahenk sağlanmıştır. Prof. Hamidullah, bu zatın birkaç gün
sonra kendisine ‘Teşekkür ederim, imanımı tazeledin…’
sözleriyle başlayan bir şükran mektubu gönderdiğini de ifade
eder.
M.
W. Hofmann bir eserinde, Kur’an’ın benzer bir özelliğini konu
alan başka bir araştırmadan bahseder: “……N.
Robinson, okunan Kur’an metninin ses özelliklerini eş zamanlı
olarak ölçmüş; vurgulu
hecelere
iki, vurgusuz olanlara ise bir puan vermiştir. Bu metot, ilk inen
ayetlere (96:1-5) uygulandığında ortaya şu değerler çıkmıştır:
12:10:8:10:12. Robinson, mükemmel bir şekilde düzenlenmiş girift
bir ses simetrisi keşfetmiştir. Buna göre, Kur’an’da farklı
konular ve durumlar anlatılırken farklı sesler kullanılmıştır.
Meselâ,
a)
Tartışma /Polemik durumları,
b)
Ahiret hadiseleri,
c)
Hz. Muhmmed’e hitap,
d)
Peygamber kıssaları,
e)
Allah’ın tabiattaki ayetleri,
f)
Vahyin hakikati-önemi,
gibi
her bir konu, farklı ses özelliklerine sahip ayetler ile ifade
edilmiştir. H. Farahi, A. Islahi ve A. Neuwirth’in araştırmaları
da Kur’an’ın ses, linguistik ritim, kelime yapısı ve tertibi
gibi birçok parametre bakımından tam bir uyum halinde bulunduğunu
ortaya koydu.”60
Kur’anı
oluşturan bazı kelimelerin belirli bir matematiksel kod
çerçevesinde kullanılmış olduğu yönünde de bazı iddialar ve
bulgular vardır. Ancak bunların, yeterli bilgi ve donanıma sahip
araştırmacılar tarafından baştan sona tekrar kontrolü ve teyidi
uygun olacaktır.
ABD’nin
en düzeyli bilim dergilerinden “Scientific American”daki
köşesinde yıllarca matematik alanında birbirinden ilginç yazılar
yazan M. Gardner, bu derginin bir sayısındaki yazısını bu konuya
ayırmıştır. Gardner, bu makalesinde özetle şunları anlatır:
“Budapeşte’deki
Duna Intercontinental otelinde gerçekleştiren önemli bir
uluslararası toplantıya katılmıştım. Dünyanın en büyük
matematikçilerinden biri olan Dr. I. J. Matrix ve kızı Iva, benim
orada olduğumu öğrenince bana telefonla bir mesaj bırakmışlar.
‘Jeremiah 33:3’ şeklinde bir not ile İstanbul’a ait bir
telefon numarasından ibaret olan mesaj bana ulaşınca hemen onları
aradım. Iva, Hilton otelinde olduklarını ve bir hafta İstanbul’da
kalacaklarını söyledikten sonra, beni de yanlarında görmekten
mutluluk duyacaklarını ekledi. Ertesi gün uçakla İstanbul’a
gittim ve İva ile buluştum.
Birlikte
İstanbul’u gezmeye çıktık. İva, taklit mücevher satan bir
yerden, her birinin fiyatı faklı olan dört adet yüzük satın
aldı. Satıcının, onun ödeyeceği parayı hesaplarken hesap
makinesinde toplama yerine üç defa çarpma tuşuna bastığını
fark ettim ve bu durumu İva’nın kulağına fısıldadım. O beni
onaylamasına rağmen yine de tezgahtara istediği parayı ödedi.
Kendisine niçin itiraz etmediğini sorduğumda bana ‘Ben harcama
tutarını zihnimden hesapladım ve aynı sonucu buldum.’
karşılığını verdi. Ben de kağıt-kalemle hesabı kontrol ettim
ve şaşkınlık içinde onu tasdik etmek zorunda kaldım. İva
‘Sayıların sırrı’ dedi. ‘Bizi
kendisine hayran eden ve pek çok şeyimizi
değiştirmemize
yol açan sır!’
Bu arada dört farklı değerin oluşturduğu bir kümenin çarpım
ve toplam değerlerinin aynı olduğunu da görmüş oldum.
Scientific American’ın gelecek ayki sayısında bu problemin
çözümünü ‘Diophantine’ analiziyle vereceğim. Fakat ben
İva’nın, yeni adıyla Ayşe’nin ne demek istediğini hâlâ tam
olarak anlayamamıştım. Belki bunda, çok yorgun olmamın da etkisi
vardı.
Otele
geldiğimizde Dr. Matrix’i bizi odasında bekler hâlde bulduk.
Önündeki masanın üzerinde fildişinden yapılmış büyük bir
küp vardı. Küpün yüzleri, bir köşegen boyunca dilimlenmiş ve
bir menteşe sistemiyle açılıp, kapanmaları sağlanmıştı.
Böylelikle köşegenleri boyunca açıldığında bu küp, tabanları
kare olan üç adet “dört yüzlü yamuk piramit”e
bölünebiliyordu. Dr. Matrix bana bakarak: ‘Bu üç piramit
birbirinin eşidir. Bunları birleştirerek küpler oluşturmak son
derece kolay olduğu hâlde, birçok insanın bunu başaramaması
beni hep şaşırtmıştır.’ dedi. Matrix, bu giriş cümlesinden
sonra küpler, piramitler, üçgenler ve diğer geometrik nesneler
ile onların şaşırtıcı ve karmaşık özellikleriyle ilgili uzun
bir konuşmaya başladı. Kendisini öyle kaptırmıştı ki,
konuyu değiştirebilmek için ‘bu kadar geometri dersi yeter!’
demek zorunda kaldım ve ona, ‘İstanbul’a geldikten sonra hiç
rakamlarla ilgili bir gariplikle karşılaştın mı?’ sorusunu
yönelttim. Cevaben bana bir kitap uzattı61
ve ‘İşte bu, bizim Müslüman olmamıza neden olan şey!’ dedi.
Sebebini açıklamasını istedim. ‘Değişik kimselerin farklı
nedenleri olabilir, ama bizler matematikle uğraşan bilim adamları
olduğumuz için İslamiyet’i Kur’an’ın sayısal özellikleri
nedeniyle kabul ettik.’ Kulaklarım uğuldamaya, beynim
karıncalanmaya başlamıştı. İva’nın, yani Ayşe’nin
yüzükleri aldıktan sonra söylediği cümlenin anlamını şimdi
yavaş yavaş kavramaya başlar gibiydim. O, açıklamalarına devam
ediyordu: ‘Kur’an birçok farklı yönüyle olduğu gibi
matematiksel açıdan da bir mucizedir. Bu kitap da onun bu
özelliklerinden bir kısmını açıklamak üzere kaleme alınmıştır.
Gördüğün gibi Kur’an’ın sayısal sırları ancak kitaplarla
anlatılabilir.’ ‘Bir örnek verir misin?’ dedim. ‘Tabii’
dedi ve ‘ancak sen önce kendin onu şöyle bir gözden geçir, bu
arada ben namazımı kılayım.’ diye ekledi. Şaşkınlığım son
safhaya varmıştı. Bir yandan yeni isminin Abdullah olduğunu
öğrendiğim Dr. Matrix’e, bir yandan da elimdeki kitaba bakıyor,
ve olup bitenleri anlamlandırmaya çalışıyordum. İşi bitince
yanıma geldi ve ‘Açıklamamı istediğin bir yer var mı?’ diye
sordu. Rastgele bir yer açıp ‘Burasını açıklasan iyi olur.’
dedim. ‘Yazar burada 19 sayısının Kur’an’daki esrarı
üzerinde duruyor.’ dedi ve devam etti: ‘Kur’an’daki sure
sayısı 114’tür, yani 19’un 6 katıdır. Meşhur besmele ayeti
ki biri dışında her sureyi o açar, 19 harftir. Besmelenin ilk
kelimesi olan ‘ism’ Kur’an’da 19 defa geçerken, ikinci
kelime Allah 2698, yani 19’un 142 katı kadar; üçüncü kelime
Rahman 57, yani 19’un 3 katı kadar; dördüncü kelime olan Rahim
de 114, yani 19’un 6 katı kadar yer alır.’ ‘Hakikaten çok
ilginç...’ dedim. Sözlerimi tamamlamamı beklemeden konuşmasına
kaldığı yerden devam etti: ‘19 sayısının sırları bunlarla
bitmiyor. Bazı surelerin başında anlamı bugüne kadar tam olarak
kavranamamış olan bazı harf grupları bulunur. Şimdi bu harflerin
Kur’an’ın orijinalitesini koruduğunu gösteren sayısal kodlar
olduğunu yeni anlamış bulunuyoruz. Yani, bu kategoriden her surede
geçen bu harf gruplarına dahil harflerin toplam sayıları da 19’un
katları kadardır. Bu fevkalade ve ürpertici bir matematiksel
sistemdir.’ ‘Bu, Kur’an üzerinde yapılmış harika bir
çalışma’ diyen Matrix hemen şunu ekledi: ‘Fakat eğer yazarı
onu kaleme almadan önce benimle görüşmüş olsaydı, ortaya çok
daha kapsamlı ve etkileyici bir eser çıkardı. Meselâ, 9 ve 10’un
birinci kuvvetlerinin toplamı, 9 ve 10’un ikinci kuvvetlerinin
farkına eşittir.’ dedikten sonra bana ‘Emirp’in ne anlama
geldiğini biliyor musun?’ diye sordu. Başımı ‘hayır’
anlamında salladım. Şaşırdığımı görünce: ‘Kitabın en
kolay anlaşılabilir yerlerinden birini açmışsın.’ dedi.
‘Eğer, emirp ve nonemirpleri de bilseydin...’ dayanamayıp, ‘ben
sizin gibi bir numerolog değilim, ama eğer bilseydim ne olurdu?’
dedim. ‘Eğer bilseydin bu kitabı biraz daha inceledikten sonra
sabah namazını beraber kılardık!’ “
Gardner’in
makalesinde bahsettiği kitapta, başka birçok enteresan husus
bulunduğu gibi, farklı araştırmacılar Kur’an’ın değişik
matematiksel özelliklerini ortaya çıkaran başka araştırmalar da
yapmışlardır. Meselâ, Dr. Matrix’in tanıttığı kitapta
şunlara da yer verilir: Kur’an’ın “kaf” harfiyle başlayan
iki suresinden ilkinde geçen kaf harfleri sayıldığında,19’un
üç katı olan 57 rakamıyla karşılaşılır. Uzunluğu birincinin
iki buçuk katı kadar olan ikinci surede de bu harf 57 adet yer
almaktadır. Bu denklik çok ilginç bir tarzda sağlanmıştır.
İkinci surede “İhvanı Lût” şeklinde bir ibare mevcuttur.
Oysa Kur’an’ın tam on iki farklı yerinde bu ibare “Kavmu Lût”
şeklinde kullanılmıştır. Eğer bu surede de aynı ibareye yer
verilmiş olsaydı, 19x3=57 kodu bozulmuş olacaktı. “Sad”
harfi, Araf ve Meryem surelerinin başında, birkaç şifre harf ile
birlikte yer alırken; ismini verdiği “Sad” suresinin başında
ise, yalnız olarak yazılmıştır. Bu üç suredeki sad harfleri
sayıldığında toplam 19x8=152 rakamı bulunur. Araf suresinde
“Besta” kelimesinin sad harfiyle “Basta” şeklinde yazılmış
olduğu görülmektedir. Hz. Muhammed’in vahiy katiplerine “melek,
bana bu kelimenin sin harfiyle değil, sad harfiyle yazılması
gerektiğini bildirdi” demiş olması nedeniyle bugün bütün
Kur’an nüshalarında Araf suresindeki besta kelimesi, sad harfiyle
basta şeklinde yazılı durumdadır. Oysa, Arapça sözlüklerde
böyle bir kelime bulunmaz. Kur’an’da Sad suresi içinde, bu
kelimedeki sad harfinin altına bir “sin” kelimesi eklenerek,
okuyucu bu durumdan dolayı uyarılmıştır. Eğer bu kelime besta
şeklinde yazılmış olsaydı, 19’luk kod bozulmuş olacaktı. Nun
harfi, sadece Kalem suresinin başında bulunur. Bu suredeki nun
harflerinin toplam sayısı 19x7=133’tür. “Elif Lam Mim Ra”
harfleriyle başlayan Er’Rad suresinde bu dört harf toplam
19x79=1501 defa geçer.
Ta-Ha
suresinde ise “Tı” ve “Ha” harfleri 19x18=342 adet
kullanılmıştır. “Başlangıç şifresi harfi” içeren ilk
sure ile son sure arasında, bu türden harflerle başlamayan 19x2=38
sure yer alır. 29 tane surenin başında, 14 harften oluşan 14
değişik harf kombinezonu bulunur ki, bunların toplamı
29+14+14=19x3=57’dir. Kur’an’ın en başından itibaren 19
ayete sahip ilk suresi İnfitar’dır. Bu surenin bir diğer
özelliği de son kelimesinin Allah olmasıdır. Bu, aynı zamanda
Kur’an’da yer alan Allah kelimelerinin sondan 19’uncusudur.
Kur’an’ın
tamamında “resul” (elçi) kelimesi 19x27=513, “etiu” (itaat
ediniz) kelimesi 19, tamlamasız geçen Rab kelimesi 19x8=152 ve
“abd, abid ve ibadet” (kul, kulluk eden ve ibadet) kelimeleri
toplam 8x19=152 defa geçmektedir. Vahyedilen ilk sure, 19 ayetten
oluşurken, son vahyedilen surelerden Nasr’da da 19 kelime bulunur.
Ayrıca, “yardım” anlamına gelen Nasr kelimesiyle adlandırılmış
olan bu surenin, Allah’ın yardımından bahseden ilk ayeti de 19
harflidir.
Başka
araştırmacıların gerçekleştirdiği incelemelerde, Kur’an’da
oldukça yaygın olarak görülen bu 19’luk kodlama dışında,
daha farklı sayısal kodların da bulunduğu ortaya çıkarılmıştır.
N. Bekki “Kur’an’dan Gaybi İşaretler” ve A. Aymaz
“Kur’an’da Edebi Mucize” adlı kitaplarında başta 17’lik,
13’lük, 33’lük ve 7’lik kodlar olmak üzere bunlara çeşitli
örnekler vermişlerdir. Bunlardan bazılarında ise, belirli
kelimelerin anlamlarının ve çağrışımlarının esas alındığı
görülmektedir. Meselâ, “yedi gök” tabiri Kur’an’da yedi
defa geçerken, “göklerin yaratılışı” ibaresine de yedi kez
yer verilmiş; veya “gün” kelimesi tekil olarak 365, çoğul
(eyyam, günler) halinde 30, ay (şehr) kelimesi de 12 defa
kullanılmıştır.
Kur’an’da
birbiriyle ilişkili kelime çiftlerinin eşit sayıda
kullanılmasıyla gerçekleştirilen başka bir kodlama sistemi daha
ortaya çıkarılmıştır. Bu kodlama sisteminde birçok kelimeye
yer verilmiş olmakla birlikte, bunlardan ilk göze çarpanlar:
811’er
“ilim” ve “iman”, 167’şer “kötülükler” ve
“iyilikler” (seyyiat ve hasenat), 148’er “görmek” ve “kalp
ya da gönül”, 145’er “”ölüm” ve “hayat”, 115’er
“ahiret” ve “dünya”, 68’er “melek” ve “şeytan”,
“50’şer “fayda” ve “fesat”, 32’şer “zekât” ve
“bereket” ile 5’er “”yaz-sıcak” ve “kış-soğuk”
kelimeleridir.62
Ancak
Kur’an’da “ceza” kelimesi 117 defa kullanılırken,
“bağışlama veya af” kelimesi bunun iki katı kadar, yani 234
defa kullanılmıştır.
Kur’an’ın,
İslam toplumunun gelişim süreci boyunca, öncelikle çeşitli
konulardaki acil ve önemli ihtiyaçlarla ilgili bilgi, tavsiye ve
emirler ön plânda tutulmak üzere tam 23 yıl boyunca ayet ayet
gelerek tamamlandığı ve eğitim, ibadet şekilleri, dua, hukuk,
bilim, toplum düzeni ve yapısı başta olmak üzere pek çok husus,
hüküm ve hedef içerdiği de göz önünde bulundurulursa; bu
matematiksel kodlamanın gerçekleştirilişinin ne kadar muhteşem
ve olağanüstü bir olgu olduğu daha iyi anlaşılıp,
kavranabilir.
Evet,
Kur’an’da-öncelikle bilimin önünü açarak geleceğe yönelik
büyük bir bilimsel atılım ve gelişme vaat eden ayetler olmak
üzere-ele alınıp incelenmesi gereken bir çok yön ve husus
bulunduğu açıkça görülmektedir. Şimdilik, bu kadarıyla
yetinmek durumundayız.
Bu
kısa ve sınırlı araştırmamızın açıkça ortaya koymuş
olduğu gibi; Kur’an, insanı ve insanlığı çok aşan;
insanoğlunun zekâ, bilim, teknoloji, edebiyat ve diğer tüm
yetenek ve becerilerinin son derece üzerinde, olağanüstü derecede
mükemmel özelliklere sahip eşsiz bir Kitaptır. Bu durumda,
Kur’an’a kaynaklık eden orijinal
ve faklı bir “varlık ile bilgi kategorisi ve düzeyi”
söz konusu olmaktadır. Bu tespit, geleceğin onto-epistemolojisinin
temeli ve çatısı olmaya aday bir olgudur.
Görüldüğü
gibi “örnek inceleme taslağımız” bile, bu sonucu ortaya
çıkarmaya yetmektedir. Oysa, kitapta defalarca tekrar edildiği
gibi, burada yapılabilen tek şey; gelecekte ehil ve liyakatli
kadrolar tarafından gerçekleştirilmesi gereken asıl kapsamlı
çalışma programına küçük bir kişisel örnek model sunma
gayretinden ibarettir ve bu da, “ferdi” olmanın zaaf ve
hatalarından mahfuz değildir.
“Çıkarım ve Çözüm” Prosesi:
Bu
“sınırlı ve dar kapsamlı” tahkik işlemimiz sonucu ortaya
“duyu
organlarımız aracılığıyla gözlem ve deneyden sağladığımız
ampirik bilgi”
ve “rasyonel,
formel veya a priori bilgi”
dışında
kalan farklı
“kategori”den yeni bilgi türleri ve bunlara
kaynaklık
eden değişik bazı varlık mertebeleri”
çıkmış olmaktadır. Zaten, düşünce tarihinin verileri,
bilimsel bulgular yoluyla ortaya konan varlık ve varoluş
paradigması ile, kognitif psikolojinin-özellikle düşünce ve
zihin psikofizyolojisi alanına ilişkin son bulguları-açıkça
farklı
ontolojik
düzeylerde yer
alan bambaşka “varlık” kategorileri ile bunlarla ilişkili
yeni “bilgi” düzeylerine
işaret etmekteydiler.“Philosophia
Perennis” kavramını incelerken de, insanoğlunun zaman zaman
kendisinden değişik
biçimlerde yararlandığına dair önemli izlere rastladığımız
bu farklı
“
bilgi
kaynağı”,
yukarıda gerçekleştirdiğimiz dar kapsamlı “Kur’an tahkik
prosesi” ile teyit edilmiş oldu.
Ortaya
konan bu yeni “Varoluş ve Bilgi”
kavramını
netleştirip
belirginleştirerek sürekli bir şekilde idame ve inkişaf ettirecek
olan geleceğin “ideal tahkik ve çıkarım kadroları”nın,
Kur’an’dan (ve ona paralel konumdaki Hadis ve
Veli-Müceddit-Müçtehit beyanlarından) kaynaklanacak bu çağdaş
“ontolojik” ve “epistemolojik” paradigmaya dayanarak
çıkarımlarda bulunmak suretiyle “insanlığın tüm soru ve
sorunlarını” çözüme kavuşturacaklarını ümit etmekteyiz. Bu
işlemler, gelecekte daima iki cepheli bir proses olarak
gerçekleştirilerek; bir yandan “bilimsel veri ve bulguları
Kur’an (ve ona paralel konumdaki Hadis ve Veli-Müceddit-Müçtehit
beyanları) ile karşılaştırmak” suretiyle devamlı bir tahkik
süreci işletilirken; diğer taraftan da “Kur’an’ın
perspektifiyle bilimde ve insan hayatının tüm diğer cephelerinde
yeni açılımlar sağlama ve problemleri çözme”
yönünde gayret sarf edilmelidir.
Bu
yüceler yücesi faaliyette görev alacak araştırmacılar; “hem
genelde tüm bilimler ve özelde konuyla ilgili bilim dallarında
derin ve zengin bir bilgi birikimine” sahip olmalı, hem
“İngilizce ve Arapça gibi ilgili literatürün temel lisanlarına
bütün incelikleriyle vâkıf bulunmalı” ve hem de “bilim
metodolojisi-felsefesi-tarihi, dilbilim, hermönetik ve semiyotik”
başta olmak üzere tüm yöntemsel, destekleyici ve ufuk açıcı
disiplinler hakkında yeterli nosyona haiz olmalıdırlar. İhtiyacı
tüm dünyada şiddetle hissedilen yeni “epistemoloji, ontoloji ve
kognitif psikoloji” paradigması, ancak bu tür özelliklerle
donanmış kolektör,
yorumcu, sentezci ve üretken
“zihinler ve gönüller” tarafından ortaya konabilecektir.
Çıkarım
ve Çözüm İçin Bir Uygulama Modeli: “Öncelikli Başlık, Konu
ve Kavramlar”
Bu
kısmı satırları tasarlarken de, yazarken de, bu kitapta “çıkarım
ve çözüm” prosesi ile ilgili bir kısma yer verip vermeme
konusundaki tereddütlerim, hep devam etti.
Bunun
birkaç nedeni var: Başarılabilmesi halinde yararlı olabilecek bu
“uygulama
modeli”ni
hazırlamak için başvurulabilecek ideal (yakın tarihte güncel
veriler ve bilgilerle kaleme alınmış) kaynak sayısının çok az
olması ve mevcutların hemen tamamının da, büyük ölçüde
konuya giriş mahiyetindeki eserler olması, tereddütlerimin önde
gelenlerinden ilki. Mevcut kaynak eksikliğinin olumsuz
etkilerinin giderilmesi, yani tamamen yeni ve orijinal çıkarımlar
yapılması ise; ancak yeterli sayıdaki yetkin ve yetenekli
uzmanlardan oluşan kusursuz ve mükemmel bir ekip çalışmasıyla
mümkün. Bunun temini için bir süre beklenmesi gerektiği,
ortadadır.
Ayrıca,
bu kitabın genel çizgi ve sınırları da; böyle “dört
dörtlük”
bir çıkarım ve çözüm metnini “bünyesine pek öyle rahatlıkla
alabilecek” gibi görünmemektedir; ancak belki sadece, “çok
öncelikli başlık, konu ve kavramların bir listesi ile, bunların
bazılarıyla ilgili zorunlu kısa birtakım açıklamalara” yer
vermek yararlı olabilir. Sonunda, “fayda”
için, “formellikten
veya biçimden”
bir miktar taviz verilebileceğine hükmederek müteakip sayfalardaki
3 tabloyu hazırladım:
EPİSTEMOLOJİ
I-)BİLGİNİN
KAYNAKLARI-TÜRLERİ:
Acilen tüm
bilgi kategorilerini kapsayan “İdeal Epistemolojik Referans
Sistemi”“ Güncellenmelidir!
|
||||||
VAHYİ-KALBİ
BİLGİ
|
VARLIK
VE VAROLUŞUN BİLİM ARACILIĞIYLA İNCELENMESİYLE SAĞLANAN
AMPİRİK
BİLGİ
|
RASYONEL-MATEMATİKSEL
BİLGİ
|
||||
“Allah
(başlangıçta), akıl ile kaleme, levh-i mahfuz üzerine,
‘kendi indinde olan’ her şeyi yazmalarını buyurdu.”
(Muhyiddin İ. Arabi, “El-Fütühâtil Mekkiye”)
“Kur’an
,.. Levh-i mahfuz’da korunmuştur.” (Vakıa-77, 78) (VAHYİ)
“Kalb
ve Levh-i mahfuz, karşılıklı konmuş birer ayna gibidir” (*)
( Kimyayı Saadet)
(VAHYİ-KALBİ)
“Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” (Araf-172)
>Kur’an’da
önemi ve önceliği ölçüsünde- her şeyden- bahsedilir.
|
a
posteriori
Sentetik
“Primer
Emr Sistemi” (Kocabaş, Ş., “İslâm’da Bilginin
Temelleri”) (**)
ve
“İradeli Varlıklar”
|
a
priori
Formel
(Matematiksel-Mantıksal)
|
||||
Peygamberlik=
“Vahyin
Uygulamalı İzahı”
>Peygamberimizin
Hayatı ve Sözleri....
|
||||||
II-)BİLGİNİN:
1)KAPSAMI 2)GEÇERLİLİĞİ
:
Derhal tüm bilgi kategorilerini kapsayan yeni bir “İlmi
Araştırma Programı” Belirlenmelidir!
|
||||||
VAHYİ
1)Evrensel-Sınırsız
2)
Tam-Mutlak
|
KALBİ
1)
Esas olarak kişisel
2)
Subjektif (Bazı yöntemlerle teyidi gerekir)
|
EMPİRİK
1-a)“Primer
Emr Sistemi” (**) alanı: Tabiat Bilimleri
1-b)İradeli
Varlık İnsan: İdeal Beşeri Bilimler
2)
İnsana has özellikler nedeniyle ampirik bilgi, mutlak ve sabit
değildir, zaman içinde değişir, gelişir.
|
RASYONEL-MATEMATİKSEL
1)Formeldir.
(Nesnel içerik bulunmaz)
2)Geçerliliği
olgularla test edilmez.
|
|||
III-)BİLGİNİN
EDİNİLMESİ: “Yeni İnsan Paradigması “ ile “Yeni
Epistemoloji Paradigması”nın Unsurları Bire-bir
Eşlenmelidir.
|
||||||
VAHYİ
|
|
|
|
|||
.
Okuma-Yorumlama (Diğer Bilgi Türleriyle Birlikte
Tefekkür)-Anlama…
Allah
Adem’e bütün isimleri öğretti. ( Bakara-31)
Vahiy--->Peygamberler--->Tüm insanlık
|
KALBİ
Tasavvuf-Zikr
İlham-Sezgi-Tefekkür
“Kalb
ve Levh-i mahfuz” ilişkisinin tesisi ve idamesi..”(*)
“Kendini
bilen Rabbini de bilir.” (Hadis)
“İlim
ilim bilmektir,
İlim
kendin bilmektir...”
(Yunus Emre)
|
EMPİRİK
İdeal
Bilimsel Yöntemin Günümüzün İhtiyaçlarıma Göre Yeniden
Tanımlanması
:“Gözlem-Deney-Tasvir-Tefekkür-Hipotez-Teori-Paradigma...”
“Göklerin
ve yerin yaratılışında ayetler vardır..” (Âl’i
İmran-190)
“Onlar
Allah’ı anarlar ve gökler ile yerin yaratılışı üzerinde
düşünürler....” (Âl’i İmran-191)
|
RASYONEL-MATEMATİKSEL
Matematiksel-Formel
Etkinlik (Yeni
“Referans
Sistemi
-
Araştırma Programı
ve Paradigma”nın
matematiksel-formel tasarımı, yapılandırması, testi,…)
|
|||
Peygamberlik=
Hz.
Muhammed-Kur’an’a göre yaşamış, Kur’an’a göre
konuşmuştur: O’nun ahlâkı Kur’an idi..(Hz. Aişe R.A.)
..Allah
Resûlü’nde sizin için güzel örnek…vardır.( Ahzab-21)
Hadis
Külliyatlarının Tahkiki-Yorumu
|
ONTOLOJİ
Temel
İlke:
“Tüm
varlıklar ve olaylar, Allah’ın isim ve sıfatlarının
tecellilerinden ibarettir.” (İ. Gazâli, “Cevahir’ul
Kur’an”)
|
|||||||
Konu/İlgili
Esmâ
|
ARAŞTIRMA
KONUSUYLA İLGİLİ:
|
||||||
Felsefi-Formel
Çerçeve
|
Paradigma
|
Varoluşsal
Sonuçlar
|
Kavramlar
|
Ayetler
|
Kaynak
Kişi-Eser
|
||
Yapılar
|
Süreçler
|
||||||
1)VAROLUŞUN
TEMELLERİ VE HİLKATİN MERHALELERİ
Elvvel:
O
(hep) vardı ve başlangıçta, O’nunla birlikte hiçbir şey
ve hiç kimse yoktu.
Ahir:Sonra,
O, alemleri yaratmayı murad etti. Ve Hz. Muhammed’in nuru ile
aklı ve kalemi var ederek, her şeyin plânını Levh-i
mahfuz’a yazdırıp, gökler ile yeri yarattı…” (1)
Zahir-Batın:
Eşya ve hadiseler, hem dış görünüş ve özellikleri ile,
hem de içsel nitelikleriyle O’na işaret eder, O’nu anlatır.
Halik-Bediu’s
semavati vel ard, Fâtır’is semâvâti vel ard,
(3) (4) (5)
|
“Önce
plân-proje...”
“Kün
fe yekun....”
Arş-Kürsi-Sidretü’l
Münteha
“Mevcut
varoluş”un henüz “tam ve nihai” olmayışı…
Ahir>...sûra ilk üfürülüşte, Ahir ismi tecelli eder, ve…
”sûra ikinci defa üfürüldükten sonra, dünya hayatında
henüz ‘tam olmayan’ hilkat, artık en mükemmel şekilde
tamamlanır!”
Nesnelerin
“ideaları” olarak “Allah’ın kelimâtı”
|
Big-Bang
Kuantum(Mikro
alem)
Sicim
teorisi
Rölativite(*)(Makro
alem)
..O,
semâvat
ve arzı benzersiz-örneksiz icad edendir....
(Bakara-117/En’am101)
|
Madde-Antimadde
Atomaltı
parçacıklar
Atomlar-Moleküller
Bitkiler
Hayvanlar
İnsan
(Normo
alem)
|
Başlangıç
tekilliği
Büyük
patlama(açılma)-Büyük
toplanma
(Ahiret>Yaratışın
nihai ve tam şekli)
“O,
gökleri ve yeri altı (dönemde) yarattı.” (A’raf-54,
..Furkan-59,.
….Kaf-38…)
|
“Ezeli-Ebedi”
yerine “Evvel-Ahir”
Zaman-Dehr
(2)Levh-i
Mahfuz
Levh-i
Mahv ve İspat
İmam-ı
Mübin
Kitab-ı
Mübin
“Kelimâtullah-
Mevcûdât” ilişkisi
Allah’ın
isim ve sıfatlarının tecellileri ve varoluş….
|
“O,Evvel’dir,
Âhir’dir; Zahir’dir Batın’dır. (Hadid, 3)
..göklerle
yer bitişikken....(Enbiya-30)
(*)..sonra,.sizin
saymanızla bin sene olan bir günde O’na yükselir..(Secde-5)
|
(1)Tecrid-i
Sarih(Sahih- Buhari)-1317
(2)
Yalman, H., “Kuantum Dilinde Kâinatın Hecesi”
(3)
Ünal,
Ali, “Kur’an’da Temel Kavramlar”
(4)
Ulutürk, V., “Kur’an-ı Kerim Allah’ı Nasıl Tanıtıyor?”
(5)Kocabaş,
Ş.,”Kur’an’da Yaratılış”
|
2-)VAROLUŞUN
SEBEPLERİ-AMAÇLARI
Rahman–Rahim-Vedud
|
VaroluştaYaratan’ın
“Sevgi ve Şefkat”inin önceliği ve önemi..
“Levlâke:
Eğer sen olmasaydın Habibim âlemleri yaratmazdım..”
(Hilkatte
“Öğretmen”in
(Mürşid’in)Önemi-Önceliği)
|
Tasavvuf-Sufizm-İçgörü
Allah
sevilen ve sevendir
“Hak
yarattı âlemi, Aşkına Muhammed’in;
Ay-ü
günü var etti, Şevkine Muhammed’in”*
|
Gönül(Kalp)
Vicdan
|
Anne
şefkati
Allah
sevgisi
Hikmet
Marifet
|
Allah,
bilinmeyen gizli bir hazine idi; bilinmeyi istedi..
“Adem
su ile toprak..arasında iken Hz. Muhammed, peygamber idi.”
|
Besmele-i
Şerif
....Allah
onları, onlar da Allah’ı sever..(Maide-54)
|
Füsûsu’l
Hikem
El-Fütühâtil
Mekkiye
*Yunus
Emre
|
3-)“VAROLUŞ
VE VARLIĞIN” ÖZELLİKLERİ:
Alim-Hakim- Cemil
Bâri-Musavvir
Fealün
lima
yürid
|
Bilim
Matematik
Sanat-Estetik
Süreç
felsefesi-Varoluşçuluk
|
Varlıklar,
Allah’ı tanıtan ve anlatan kitaplar gibidir.
“Gerçek
varlık
sadece O’na aittir, O’ndan gayrı için ancak bir varoluş
söz konusudur.”
|
Evren
ve insan…
“Kuantumsal
Varoluş”… -(Enerji-Atomaltı Dünya)
-(Atom-Molekül-
Bitki-
Hayvan-
İnsan)
|
Varlıkların
matematiksel ve estetik özellik ve güzelliklerinin temelindeki
fiziksel-biyolojik
prosesler.
“Dehr…”
|
“Eserin
mükemmelliği, sanatkârın mükemmelliğini yansıtır.”
“Allah
güzeldir, güzeli sever”
“O….
ne güzel Mevlâ”dır..!”
|
(Bakara-164),
(Haşr-22, 23,24),(Fussilet 53) ..En güzel isimler,
O’nundur..(İsra-110“ O .ne güzel Vekil’dir!” (Al-i
İmran-173) “O her an (yeni) bir icraattadır”(Rahman-29)
“Allah zeval bulmasınlar diye gökleri ve yeri her an kudreti
altında tutmaktadır ”(Fatır-41)
|
Tüm
bilim dallarına ait bulgu ve veriler.
Sanat,
estetik-matematik paradigmaları
H.
Bergson
A.
N. Whitehead
|
İNSAN
VE TOPLUM
Konu
|
Temeller-Esaslar
|
Formel-Felsefi
Çerçeve
|
Varoluşsal
Sonuçlar
|
Açıklayıcı
Beyanlar
|
Kaynaklar
|
|
I-)İnsanın
Varediliş
Hikmet/ler/i
|
Allah’ın
Sonsuz Sevgi-Şefkat ve Merhameti
(Rahman-Rahim-
Vedûd-Şekur-Rezzak
-Müdebbir
Adl-Hakem-Hakim)
Allah
Levhi yarattı ve … “Muhakkak ki, Rahmetim, gazabıma
üstündür!” diye yazdırdı.
Allah
hilkate“Hz.Muhammed’in Nuru” ile başladı. (bkz.
ONTOLOJİ-> Hilkatte “Mürşit-Öğretmen”in
Önemi-Önceliği)
“Levlâke:
Eğer sen olmasaydın Habibim, âlemleri yaratmazdım..”
“Aşk
ile çalındı kalem, Aşka esir durur alem,
Aşıklar
arasında, Cebrâil de hicab durur..”
(1)
Kulluk…
|
“Biz
sevgiden sûdur ettik, sevgi üzerine yaratıldık ve sevgiye
yöneldik….!”
(Muhyiddin
İ.Arabi)
“Allah
En Güzel”dir!
“Allah
En Merhametli”dir!
“Allah
En Cömert”tir!
En
çok sevilmeye lâyık olan, “en iyi ve en güzel olan”dır.
“Aşk
imiş her ne var âlemde
İlim
bir kıl-ü kâl imiş ancak..”
….Bilginin,
eğitimin, öğretenin ve öğrenmenin değeri….
İdeal
(kalp/kafa-duygu/akıl) dengesinin yeniden tesisi….
|
Allah’ın
sınırsız Rahmetinin sonsuz tecellileri...
Anne
şefkati,
Allah
ve Resulullah
sevgisi...
|
“Allah,
arz ve semayı yarattığı gün, ‘yüz Rahmet’ var etmiş ve
yeryüzüne
bunun tek bir parçasını indirmiştir. Dünyada müşahede
edilen
bütün
sevgi-şefkat tezahürlerinin tek kaynağı, işte odur.”
|
Kur’an
Hadisler…
Muhyiddin
İ. Arabi’nin eserleri
Tecrid-i
Sarih(Sahih- Buhari)-1319
En’am-54
Araf-156,
vb.
Yunus’tan
seçmeler.
(1)
“…ve
insanları…ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım.”
(Zariyat-56)
|
Olaylar
|
II-)İnsanın
(potansiyel) Önemi ve Değeri
|
…Hilafet(1)…
Küçültülmüş
kâinat olarak insan:
“Allah’ın
kâinatı sevk ve idaresiyle, insan vücudundaki mekanizmaların
birbirine benzetilişi..”
(2)
“Allah,
insanın aslını, kendi suretinde yarattı.” (Hadis)
|
Tüm
yetenek ve özelliklerimizin yeniden belirlenmesi ve ahenk içinde
geliştirilmesi…..
|
….ideal
insan paradigması…
|
…Göklerin,
yerin ve dağların yüklenmekten kaçındıkları ve ancak “insan
tarafından yüklenilen emanet!”
e
riayeti sağlama yollarının güncellenmesi..
endi…(2)Kimyayı
Saadet(İmam Gazâli)deki teşbih:
|
(1)
”-Ben
yeryüzünde bir
halife
var edeceğim....”(Bakara-30)
|
|
III-)
Yeni Bireysel ve Toplumsal Öğretim ve Eğitim Programları
|
İnsanın
zihinsel ve ruhsal donanım ve yeteneklerinin yeniden gözden
geçirilip, ilgili tüm yapı, sistem ve süreçlere yönelik
öğretim ve eğitim programları geliştirilmesi...
|
“İlmi-Estetik”
Tasavvuf
|
“Zihin-Gönül”
beraberliği
|
...yeniden
yapılanma...
|
Kur’an
Sünnet
Tasavvuf
Sanat
Bilim
|
|
|
||||||
IV-)
Toplumsal
Yapılar
ile Olayların Tüm Cephe ve Boyutlarını Kapsayan
“İdeal
Beşeri
Bilimler”
Paradigması
|
Kur’an’da
yer alan “geçmiş toplumlarla ilgili kıssaların,
Peygamberlerin ve Temel karakter(şahsiyet)lerin”
‘Hermönetik-Semiyotik-Linguistik-Kavramsal Analiz’ ve diğer
yararlı-uygun yöntemlerle tahliline dayalı yeni sentezler..
|
Fıtrat’ın
tasviri ve yeniden ihyası….
Allah
ve Resulünün Sünnet’leri
|
..yeni
birey, yeni toplum..
|
“Allah’ın
sünnetinde tebdil ve tahvil göremezsin.”(Fâtır-43)
|
Yeni
Bir “Epistemoloji
, Ontoloji ve İnsan”
Paradigmasına Doğru......
Günümüzde
insanlığın, içinde yaşadığımız çağa has bazı sorunları
vardır ve bunlar, bütün toplumları her geçen gün ağırlığını
biraz daha hissettiren bir şekilde etkilemektedir. Bu problemler
özellikle ekolojik-çevresel, psikolojik, sosyoekonomik, etik,
siyasal ve kültürel alanlarda göze çarpmaktadır. Çeşit ve
sayıları çok fazla olmakla birlikte bu gibi sorunların birtakım
ortak yönleri de mevcuttur. Bunlardan en belirgin olanı, hemen
hepsinin temelinde “insana, topluma ve tabiata” bakışımızdaki
bir yanlışlığın ya da noksanlığın yatmakta oluşudur.
Bu
kitabın ilgili bölümünde bilgi;
“bilen
insan”
ile “bilinen varlık”
arasındaki “zihinsel ilişkinin ürünü” olarak tanımlanmıştı.
Modern bilime ve teknolojiye yöneltilen eleştiriler gözden
geçirilirken de, pozitivist yaklaşımın bilgiyi “varlık”tan
bütünüyle soyutlayarak, sadece ağırlık, uzunluk ve benzeri
nicel değerlere indirgemesinin, çağımız insanının karşı
karşıya bulunduğu sorunların en önemli nedenlerinden biri olduğu
görülmüştü. Problemlerin kaynaklarından başta geleni bu
olduğuna göre, çözüm yolu da bilgi ve bilim anlayışımıza
eksik olan yön ve boyutlarını kazandırmaktan geçse gerektir.
Böylece
karşımıza, varoluşun daha kapsamlı ve tama daha yakın bir
vizyonu çıkmış olacaktır. Bu yeni “varlık
ve varoluş”
kavramı içinde “canlı
ve cansız bütün unsurlarıyla kâinatın tamamı”,
“bu
makro-normo-mikro yapıların
plânlayıcısı
ve var edicisi”
ile “insan“
en uygun denge ve ahenk içinde birlikte yer alacaktır. Bilim
anlayışımızı; varlık ve varoluşu bütün cephe ve boyutlarıyla
eksiksiz ve yanlışsız bir tarzda ele alıp inceleyecek yönde
geliştirirken; bu etkinliği icra edecek olan; yani araştıran,
öğrenen ve düşünen “insan”a
da, tüm entelektüel ve ruhsal donanımını en yüksek verimle
kullanma imkânı sağlanması, kaçınılmaz bir zorunluluk halinde
karşımızda durmaktadır. Çağımızın acil ve hayati
sorunlarının tamamen çözümü için en uygun hareket noktası, bu
yeni “bilgi,
bilinen ve
bilen”
paradigması
olacaktır.
SONSÖZ
Bu kitapta
insanlık için özel bir önem ve değer taşıyan “varlık
ve varoluş ile ilgili temel sorulara” en eski geleneksel
kültür kaynaklarında bulunanlardan; belli başlı bilge, filozof
ve bilim adamlarının vermiş olduklarına kadar uzanan çok geniş
bir yelpazede yer alan dikkate değer bütün karşılıklar
derlenip, tasnif edilerek bir araya getirilmiştir. Farklı çevre,
kültür, yaklaşım ve kişilerden kaynaklanan bu farklı cevaplar;
tarihsel gelişim çizgileri, yaygınlıkları ya da benimsenme
oranları ve alanlarında otorite sayılan yorumcular ile
düşünürlerin onların tutarlılık ve geçerlilikleriyle ilgili
değerlendirmeleri de göz önünde tutularak, ideal bir referans
sistemi çerçevesinde organize edilmeye çalışılmıştır.
Böylelikle bu temel “sorun”un bugün bulunduğumuz noktadaki
görünümü ve genel özellikleri tasvir ve analiz edilerek; “neyi,
ne kadar” bildiğimiz, “neleri” ise bilemediğimiz ortaya
konduktan sonra, bilinmeyenlerin “nerelerden ve nasıl
öğrenilebileceğine” dair bir araştırma programı önerilmiştir.
©
2008
Dr.
FUAT BOZER
İNDEKS:
“Not= Bu geçici indeks (kitabın okuyucusu için değil), yayınevinin editörü için hazırlanmıştır.)
A
absorbsiyon
çizgileri, 154.
Adcılık,
344.
adrenerjik
sistem, 212.
Akalar,
299.
akademia,
330.
Akman,
T., 286.
aksiyom,
143.
aksiyomatik
sistem, 142.
aksiyon
akımı, 67.
Aksoy,
Y., 271.
alfabe,
301.
algıda
asimilasyon ve kontrast, 83.
algıda
değişmezlik, 76.
algı
düzeneği, 86.
algısal
bütünleme, gruplama ve tamamlama, 75-81.
algısal
organizasyon faktörleri, 75.
algısal
paradigma, 86.
algoritmik
düşünme, 122.
Alman
idealizmi, 40-44.
altın
oran, 177, 192, 193, 205, 206.
altmış
tabanlı sayı sistemi, 273.
amigdaller,
70 , 99.
amplitüd
modülasyonu, 68.
Anaksagoras,
318 -319.
Anaksimander,
308 .
Anaksimenes,
308.
analitik
felsefe, 45.
analitik
önerme, 137.
analoji,
149.
animizm,
279.
Anselmus,
344.
Antistenes,
327.
antropik
gayelilik, 256.
antropik
prensip, 257.
antropomorfizm,
309.
A
posteriori, 11.
A
priori, 11, 137.
Aquino’lu
Tommaso, 344-346.
Aristoteles,
334 -337.
Aryalar,
277.
astrofizik,
152.
aydınlanma
felsefesi, 36.
Atomculuk
okulu, 319.
atom
teorisi, 46, 173.
ayrık
beyin, 124.
B
Babil,
269.
Bacon,
F., 353.
bağlam(algısal),
115.
El
Battani, 384.
bebeğin
duyusal ve algısal gelişimi, 77.
belirsizlik
ilkesi, 50.
Berkeley,
G., 56.
beyincik,
69, 226.
beyin
sapı, 69, 224-225.
Beyruni,
353.
Beytül
Hikme, 350.
Big
Bang, 155.
bilgi,
53.
bilgisayar
ve beyin, 74, 235-236.
bilim,
11, 135.
bilim
etkinliği, 135-139.
bilim
felsefesi, 54, 135-150.
bilimsel
açıklama, 136, 148.
“Bilimsel
Buluş Sanatı”, 132.
bilimsel
metot, 135.
bilimsel
teorilerin kapsam ve sınırları, 151-153.
bilişim,
88.
bilişsel(kognitif)psikoloji,
54, 88-133.
b.
Heysem, 353.
birincil
süreç, 126.
bitkilerin
algoritmik güzelliği, 186.
biyonik,
200-204.
Bloomfield,
L., 109.
Boas,
F., 109.
Brahman,
281.
Broca
alanı, 123.
Broca,
P., 123.
Broglie,
50.
Bohr,
N., 49.
Bohr-Rutherford
modeli, 50.
Brahe,
T., 23.
Bruno,
23.
Bucaille,
M., 364.
Burchardt,
T., 335.
Buda-Budizm,
283-285.
B.
İskender(Alexandros), 335.
C
Carrel,
A., 262.
Cabir
b. Hayyan, 354.
Capra,
F., 290.
Charlemagne,
343.
Chomsky,
N., 45, 56, 79, 109.
Cogito,
ergo sum, 33, 57.
Coloumb,
K., 357.
corpus
callosum, 73, 123.
Cüceloğlu,
D., 71, 86, 110, 111, 115, 120, 121, 236.
Ç
çevre
ve merkez sinir sistemi, 69-74.
çıkarım,
143.
Çince,
287.
Çin
resim yazısı, 288.
D
Dalton,
J., 46.
Dante,
20.
dedüktif
çıkarım, 143.
dedüktif
kalıp, 144.
dedüktif
açıklama, 138, 143-146.
demir,
366.
Demokritos,
319.
dendrit,
69.
deney,
136.
derin
ve yüzeysel yapı, 114.
Descartes,
R., 32-34.
dil(lisan),
106.
dilbilim,
107.
dilbilgisi,
107.
dil
ve bilişim, 105.
dil
ve iletişim, 114.
dil
yetisi, 79, 116, 123.
Diogenes,
328.
Dilthey,
W., 260, 261.
diyalektik
süreç, 42.
doğanın
antikorları, 181.
Dominikenler,
344.
Dorlar,
302.
dönüştürümlü
gramer, 114.
Duns
Scotus, 344, 346.
duygu,
125.
duyguların
düşünmeye etkisi, 99-103.
duygusal
zekâ, 71.
duygu
ve heyecanların ifadesi, 71.
duysal
merkezler, 72, 230.
duyu
ve sinir Sistemimizin yapı ve fonksiyon özellikleri, 66-68.
düşünme,
118.
düşünme
türleri, 118-133 .
E
eczacılık,
354.
Edwin
Smith papirüsü, 276.
EEG,
131.
Einstein,
A., 57, 132, 142, 150, 157, 163, 166.
el-Battani,
351.
el-gebra,
353.
Elea
felsefe okulu, 309-310.
elektron
konfigürasyonu, 174.
el
yazısı okuma programları(bilgisayarda), 104.
embriyoloji,
367.
Emile,
39.
Empedokles,
291, 317.
empirik,
13.
Ampirik
bilimler, 139.
empirizm,
54-56.
enkateia,
338.
epilepsi,
123.
epistemoloji,
53.
Eski
Ahit(Tevrat), 340.
eşik
ve eşiküstü uyaran, 68.
etik
paradigmalar, 86.
Euclides
geometrisi, 57, 168.
Euler,
167, 178.
evrensel
çekim kanunu, 30.
evrensel(üniversal)genelleme,
138.
F
Faraday,
M., 46, 200.
felsefe,
11, 240.
felsefenin
fonksiyonu, 240-244.
felsefi
çözümleme, 13, 242.
Fenike
uygarlığı, 300-302.
figür-fon,
82.
filoloji,
107.
fizik,
139.
fonem,
108.
fonetik,
108.
formel,
13.
formel
disiplinler, 139.
fotoğrafik
hafıza, 92, 119.
fotoğrafsı
imge, 119.
fotosentez,
184.
fraktal
geometri, 168-172.
Fransız
aydınlanmacıları, 38-39.
Fransiskenler,
344.
frekans
modülasyonu, 68.
G
galaksilerin
oluşumu, 159.
Galileo,
167, 25-27.
gama
motor sistem, 223.
Gardner,
M., 372.
Gauss
eğrisi, 165.
geleneksel
kültür, 338-339.
genelleme,
137.
genel
rölativite teorisi, 46, 157.
genler,
79, 209.
geri
çağırma(hatırlama), 91.
Girit
uygarlığı, 299-300.
glosematik,
109.
gnosiyoloji,
54, 139, 240.
Gnothi
seauton( Kendini bil!), 326.
golgi
tendon organı, 222.
Gorgius’un
nihilistik öğretisi, 321.
Gödel,
K., 167.
gösterge,
89, 105, 111.
göstergebilim,
106.
gözlem,
136.
gramer,
107.
Grimm,
J., 107.
güvenilirlik
ve geçerlilik, 136.
H
hafıza,
90.
Hamurabi,
272.
Harezmi,
353.
Harun
Reşid, 350.
hatırlama,
79, 90.
Hazcılık,
328, 329.
Hedonizm,
328, 329.
Heidegger,
M., 246, 248-255.
Hegel,
42-44.
hep
veya hiç kanunu, 68.
Herakleitos,
310-312.
Hermes,
261.
B.
Heysem, 350.
Hıristiyanlık,
339-342.
Hilozoizm,
307.
hipofiz,
211.
hipokampus
ve hafıza, 100.
hipotalamus,
70, 211.
hipotetik-dedüksiyon,
138.
hipotez
kurma, 150.
hipotez
testi, 150.
hiyeroglif,
301.
Hjelmsev,
L., 109.
homeostasis,
207, 210.
hormonlar,
208, 211, 212.
Hoyle,
F., 257.
Hubble
sabiti, 155.
Hume,
D., 38.
Hunke,
S., 350, 352, 353.
Husserl,
E., 245-246.
hümanistler,
17.
Hz.
İsa, 339-341.
Hz.
Muhammed, 346-349
Hz.
Muhammed ve bilim, 349.
I
I
Ching, 129, 289-292.
ışık,
154.
IQ,
71, 102.
İ
İbni
Rüşd, 345.
İbni
Sina, 352, 354, 355, 356.
içgüdüsel
davranışlar, 70.
“idea”lar,
56, 59, 61, 331, 332, 333.
idealizm,
59-61.
ideogram,
288.
idrak
psikolojisi, 65-87.
iki
temel bilinç biçimi, 123-133.
İlâhi
Komedya, 20.
ilham
ve sezgi, 131, 132.
ilk
atom öğretisi, 319.
“İl
Principe”, 18.
ilkokul
eğitimi, 113.
İncil,
340.
İndo-Germen
dil ailesi, 107, 277.
indüktif
çıkarım(varım), 146-148.
İngiliz
Aydınlanmacı Empiristleri, 36-38.
iradecilik,
344.
istatistiksel
genelleme, 138.
İşlevselci
Okul, 108.
İyon
Felsefe Okulu, 304-309.
İyonya,
267, 270.
İzutsu,
T., 255.
J
Jeans,
J., 167.
Jacobson,
R., 108.
K
kâinatta
gayelilik, 158-162, 256.
kalp
ve kafa, 126.
Kanonik
literatür, 341.
Kant, İ,
40-42.
Kanun(İbni
Sina), 356.
karanlık
çağ, 343.
kartezyenizm,
32.
kas
iğciği, 222.
Kast
sistemi, 280.
kavram,
111-114.
kavramsal
düşünme, 113.
kavram
tipikliği, 111.
Kekulé,
F., 120.
Kepler,
24, 25, 315.
kırmızıya
kayma, 48.
kısa
süreli hafıza, 92-95.
kıta
rasyonalistleri, 32-36.
Kierkegaard,
244.
kimya,
46, 139, 354.
Kindi,
353.
Kinikler,
327-328.
Kinizm,
327.
kişi
ve mekan tanıma, 218.
Koch
eğrisi, 171-172.
kodlama,
91.
kognitif
psikoloji, 88-104.
kolinerjik
sistem, 212.
Kopenhag
Okulu, 109.
Korzybski,
A., 110.
Konfüçyüs,
295-297, 289.
konudil,
14, 15.
korteks(beyin)
69, 72-74.
kozmoloji,
98, 151, 156-157.
Kireanikler,
328-329.
Kopernik,
21-23.
kortikal
uyarma(deneyi) 72.
Ksenophanes,
309-310.
kuantum
mekaniği, 49.
Kuhn,
T., 166.
Kur’an,
349, 363.
L
Lao
Tse, 291.
Leukippos,
319.
Leibniz,
35.
limbik
sistem, 70, 71, 72, 73, 99, 100.
linguistik,
107.
linguistik
felsefe, 45.
Locke,
J., 36.
Logos,
311.
Lord
Rutherford, 49.
M
Machiavelli,
18.
Mandelbrot,
B., 169 -171.
mantık,
143-146.
mantıksal
ve analitik bilinç, 125, 130.
mantıksal
düşünme, 122, 130.
mantıksal
geçerlilik, 143.
mantıksal
olguculuk, 44, 45.
matematiğin
bilime katkısı, 164-168.
matematik,
140-143 , 352, 353.
matematiksel
düşünme, 142-143.
matematiksel
felsefe, 222.
matematik
ve bilim, 162-164.
“Matrix”,
74.
medulla,
69.
metafizik,
12, 336.
Metafiziksel
çoğulcular, 316-320.
mineraller,
178-179.
miyelin,
69.
matematiksel
model, 165.
modern
bilimin doğuşu, 20-32.
monadlar,
35-36.
morfem,
114.
Moore,
K. L., 368.
motor
korteks, 230.
Muhyiddin
İ. Arabi, 374, 377.
müzik
yeteneği, 130.
Müslümanların
bilime katkıları, 349-358.
N
Nasr,
S., H., 265, 338.
nebula,
155, 159.
negatif
feed-back, 216.
Newton,
İ., 27-32.
Nicomachos
etiği, 336.
Nirvana,
280, 281, 284, 285 .
Nominalizm,
344.
Nous,
283, 318, 334.
nöron,
69.
O
Ocham’lı
William, 55, 346.
olgu,
135.
omurilik,
69.
ontoloji,
54.
ontolojik
ispat, 167.
ontolojik
piramit, 180, 363.
Optics,
28, 29.
Orfik
kült, 315.
Organon,
261, 336.
oryantasyon,
66.
otonom
sinir sistemi, 101, 207.
Ö
öğrenme,
90.
ölçme,
136.
özel
rölativite teorisi, 46-47.
Özlem,
D., 258.
P
Parmenides,
312-314.
Paulus,
341.
perennial
felsefe, 338-339.
periyodik
tablo, 174.
PET,
131.
Planck,
M., 48.
Planck
sabiti, 49.
Platon,
330-334.
poetik,
336.
Popper,
K., 56.
post
modernizm, 262.
postulat,
143.
pozitivizm,
55.
pozitron,
51.
Prag
Okulu, 108.
pragmatik,
108.
Principia,
30.
problem
çözme aşamaları, 121.
projeksiyon
ilkesi, 72.
Protogoras,
321.
psikolinguistik,
79,116.
psikozun
mantığı, 126.
Pythagoras,
315-316.
R
ranvier
boğumu, 69.
rasyonalizm,
56-58.
Razi,
353.
realite
paradigmaları, 86.
refleks,
213.
reseptörler,
67.
retiküler
aktivasyon sistemi(RAS), 70, 224, 225.
retrodüksiyon,
148.
retrodüktif
çıkarım, 148-150.
Rig
Veda, 278, 279, 280.
Rousseau,
J., J., 39.
Rönesans,
17-20.
S
Sagan,
C., 132.
sağ
hemisfer, 123, 124, 125, 128, 129, 130, 131, 132, 236.
Sanskritçe,
107.
Sapir,
E., 109, 110.
Sarıkçıoğlu,
E., 356.
Saussure,
F., 108.
Schrödinger,
50, 51.
Schopenhauer,
42, 281, 344.
schwann
hücreleri, 69.
Scientific
American, 372.
seçici
dikkat, 92.
semantik,
108.
semiyotik,
106.
sentaks,
108.
sesbilim,
108.
sezgi,
132, 142, 149, 167, 236, 282, 283, 334, 378.
sezgisel
ve duygusal bilinç, 125-126.
sibernetik,
214-236.
sinir
sistemi, 66-74.
Skolastizm,
343, 344.
Sofistler,
320-322.
Sokrates,
322-326.
sol
hemisfer, 123, 124, 128, 129, 130, 131, 236.
soyut
düşünme, 113.
soyut
grup teorisi, 166.
Songar,
A., 68, 168, 212, 234.
söz(parole),
108.
spektrum,
154.
Spinoza,
B., 34-35.
steady-state,
157.
Sümerce
(ilkyazı dili), 269.
Ş
Şaylan,
G., 259.
şekil-zemin
algısı, 75.
T
tahkik,
362.
tabiat
çiftçiliği(organik tarım), 182.
tabula
rasa, 36, 56, 79.
tahmin(öndeyi),
146.
talamus,
69.
Tanrı,
237.
Tao,
291, 294.
tarih,
267.
tasvir,
135.
Tebesli
Krates, 328.
Temel
Bilinç Biçimi “Çift”leri, 129-130.
temel
kozmolojik modeller, 156-157.
teorem,
143.
teorem
bulma, 141.
teslis,
341, 342.
Thales,
305-308.
Tractatus...,
45.
transandantal
idealizm, 41.
U
Upanişadlar,
281-283.
uygarlığın
doğuşu, 269.
uzun
süreli hafıza, 95-98.
Ü
üstdil,
14.
V
Vahdet-i
Vücud, 255.
“Varlık
ve Zaman”, 246, 248, 251, 252, 253.
varoluşçuluk,
246-255.
Vedalar,
278.
Viyana
Çevresi, 44.
volantarizm,
344.
Voltaire,
39.
W
Wittgenstein,
L., 45.
Whorf
B., L., 110.
Y
Yalman,
H., 252.
yang,
290.
yapısalcılık,
108, 109.
yarım
daire kanalları, 226.
Yeni
Ahit, 340.
Yeni
Atlantis, 19.
Yeni
Çağ felsefesi, 17.
Yıldırım,
C., 20, 142, 237, 238, 240, 242, 258.
yin,
290.
yorumlama,
143.
Yunus
Emre, 374, 375.
Z
zar
potansiyeli, 68.
Zenon
paradoksları, 314.
zihinsel
kurulum, 82.
zihinsel
şemalar, 115.
KAYNAKLAR
Giriş
(1)Yıldırım,
C. , “Bilim Felsefesi”, s.
28.
I.
Bölüm
(1) Leibniz, “Opera Divinia”,
s. 245.
(2) Newton, I., “Optics”,
New York, 1952, s. 369, 402-403.
(3) Newton, I., “Principia:
Mathematical Principles of Natural Philosphy”, s. 544-547.
(4) Sahakian, W. S., “Felsefe
Tarihi”, s.129.
(5) Einstein, A., “Essays
in Science”, s. 12-21.
II.
Bölüm
- Goleman, D., “Duygusal Zeka”, s. 10.
- Cüceloğlu, D. “İnsan ve Davranışı”, s. 270.
- Yazgan, Y., Özge, A., “Nöropsikiyatri Seminerleri”, s. 59.
- Guyton, A. C., “Tıbbi Fizyoloji”, s. 783.
- Morgan, C. T., “Psikolojiye Giriş”, s. 270.
- Dennet, D. C., “Aklın Türleri”, s. 26.
- Bloom, F. E., Lazerson, A., “Brain, Mind and Behavior”, s. 76.
- Arkonaç, S.A., “Psikoloji: Zihin Süreçleri Bilimi”, s. 329, 330.
- Korkmaz, B., “Bilgisayar ve Beyin”, s. 152.
(10)
Damasio, A. R., “Duygu, Akıl ve
İnsan Beyni”, s. 116.
(11)
Mithen, S., “Aklın Tarihöncesi”,
s. 60-61.
(12)
Krech, D., Crutchfield, R. S., “Sosyal
Psikoloji”, s. 107-130.
(13)
Cüceloğlu, D., “İyi Düşün,
Doğru Karar Ver”, s. 56.
(14)
Atkinson, R. L. and R. C., Hilgard, E. R., “Psikolojiye
Giriş”, s. 4-13.
(15)
Goleman, D., “Hayati Yalanlar,
Basit Gerçekler”, s. 53-54
(16)
Condon, J., C., “Anlambilim ve
İletişim”, s. 13.
(17)
a.g.e., s. 8.
(18)
Ornstein, R., “Yeni Bir
Psikoloji”, s. 66.
(19)
Vygotsky, L. S., “Düşünce ve
Dil”, s. 17.
(20)
Smith, A., “İnsan Beyni ve
Yaşamı”, s. 157.
(21)
Springer, S. P., Deutch, G., “Left
Brain, Right Brain”, s. 284.
III. Bölüm
- Bu kısmın hazırlanmasında büyük ölçüde Prof. C. Yıldırım’ın “Bilim Felsefesi” adlı eserinden yararlanılmıştır.
- Yıldırım, C., “Matematiksel Düşünme”, s. 42.
- a.g.e., s. 11.
- Peirce, C. S., “Essays in the Philosophy of Science”, s. 130.
- Carr, B. J., Rees, M., J., “Nature, 278”, s. 605-612.
- Coleman, J. A., “Rölativity for the Layman”, s. 44-50.
- Heitler, W., “Man and Science”, s. 50-52.
- Dantzig, T., “Number: The Language of Science”, s. 233-234.
- Peitgen, O. ve H., Saupe, D., “Fractal İmages”, s. 26.
(10)
a.g.e., s. 27..
(11)
Kauffmann, W. J., “Discovering
the Universe”, s. 184.
(12)
Akınoğlu, B., G., “Doğanın
Antikorları”, Bilim ve Teknik, sayı 283, s. 29-31.
(13)
Prusinkiewicz, P., Lindenmayer, A., “The
Algorithmic Beauty of
Plants”, s. 100-101.
(14)
a. g. e., s. 109.
(15)
Yavuzcan, G., “Bitkilerin
Mühendislik Özellikleri ve Teknolojik Hizmetleri”, Bilim
ve Teknik, sayı 286, s. 37-39.
(16)
Bilge, M., “Hormonlar Bilimi”,
s. 1-4.
(17)
Guyton, A., G., “Fizyoloji”,
s. 43-54.
- a.g.e., s. 8-16.
- Hariri, N., “Sinir Fizyolojisi”, s. 13.
- Cüceloğlu, D., “İnsan ve Davranışı”, s. 67.
(21)
Yıldırım, C., “Mantık: Doğru
Düşünme Yöntemi”, s. 5-6.
IV. Bölüm
- Magee, B., “Yeni Düşünürler: Çağdaş Felsefeyi Oluşturanların Bazılarıyla Söyleşiler”, s. 3-5, 13-19.
- Saraç, F., M.,“Sosyal Bilimler Ansiklopedisi”, ‘Felsefe’.
- Magee, B., “Yeni Düşünürler: Çağdaş Felsefeyi Oluşturanların Bazılarıyla Söyleşiler”, s. 35-36.
- a.g.e., s. 42.
- Yıldırım, C., “Bilim Felsefesi”, s. 25-26.
- Joad, C., M., E., “Philosophy”, s. 15-16.
- Schumacher, E., “Aklı Karışıklar İçin Kılavuz”, s. 21-24.
- Bozkurt, N., “20. Yüzyıl Düşünce Akımları”, s. 18.
- Bubner, R., “Modern Alman Felsefesi”, s. 20.
- Bozkurt, N., “20. Yüzyıl Düşünce Akımları”, s. 77.
- Bubner, R., “Modern Alman Felsefesi”, s. 28.
- Magee, B., “Yeni Düşünürler: Çağdaş Felsefeyi Oluşturanların Bazılarıyla Söyleşiler”, s. 103-106.
(13)
De Towarnicki, F. , “Anılar ve Günlükler: Martin Heidegger”,
s. 79-80, 83.
(14)
Yalman, H.,
“Kuantum Dilinde Kâinatın Hecesi”, s.
42, 58-59.
(15)
New Scientist, “Cosmic
Coincidences”, 13 January, 1990.
(16)
Özlem, D., “Kültür Bilimleri
ve Kültür Felsefesi”, s. 30-31.
(17)
Göka, E., Topçuoğlu, A., Aktay, Y. “Önce
Söz Vardı”, s. 27.
(18)
Şaylan, G., “Postmodernizm”,
s. 192.
(19)
Carrel, A., “İnsan Denen
Meçhul”, s. 29-38, 54-55, 321-324.
(20)
Nasr, S., H., “İnsan ve Tabiat”,
s. 9-32.
(21)
Mc Neill, W. H., “Dünya Tarihi”,
s. 15.
(22)
a.g.e., s. 15.
(23)
Frankfort, H., “Uygarlığın
Doğuşu: Mezopotamya ve Mısır”, s. 15.
(24)
Störig, H. J., “ İlkçağ
Felsefesi”, s. 16-23.
(25)
Aslan, A., “Felsefe Tartışmaları,
3. Kitap”, s. 55-56.
(26)
Weischedel, W., “Felsefenin Arka
Merdiveni”, s. 13.
(27)
Yıldırım, C., “Bilim Tarihi”,
s. 18-19.
(28)
Saraç, C., “Bilim Tarihi”,
s. 14.
(29)
Yıldırım, C., “Matematiksel
Düşünce”, s. 19.
(30)
Aksoy, Y., “Bilim Tarihi ve
Felsefesi”, s. 76-79.
(31)
Frankfort, H., “Uygarlığın
Doğuşu: Mezopotamya ve Mısır”, s. 157-168.
(32)
Yıldırım, C., “Bilim Tarihi”,
s. 20-21.
(33)
Saraç, C., “Bilim Tarihi”,
s. 7-10.
(34)
Will, D., “Doğunun Mirası”,
s. 417.
(35)
Demirci, K., “Vedalar”,
s. 71-72.
(36)
Störig, H., J., “İlk Çağ
Felsefesi”, s. 40-42.
(37)
“Upanişadlar III-XIX: Kozmik
Tohum”.
(38)
Johnson, C., “Yüce Upanişadlar”,
Cilt-1, s. 83.
(39) Akman, T. “Dünyanın
Sibernetik Oluşumu”, s. 20-29.
(40) Capra, F., “Dönüm
Noktası”, s. 20-37.
(41) Platt, N., “Our
World Through The Ages”, s. 68-69.
(42) Durant, II , “Uygarlık
Tarihi” Cilt-2 s.
175.
(43) Hacıkadiroğlu, V.; Denkel, A., “Felsefe
Tartışmaları”, 3. Kitap, s. 70-75.
(44) Sahakian, W. S., “Felsefe
Tarihi”, s. 13-14.
(45) Cicero, I., “De
Natura Deorum”, s. 10-25.
(46) Jeager, W., “The
Theology of the Early Greek Philosophers”, s.199.
(47) Sahakian, W. S., “Felsefe
Tarihi”, s.14.
(48) Störig, H. J., “İlk
Çağ Felsefesi”, s. 201-202.
(49) Sahakian, W. S., “Felsefe
Tarihi”, s. 16-17.
(50) Störig, H. J., “İlk
Çağ Felsefesi”, s. 231-232.
(51) Weischedel, W., “Felsefenin
Arka Merdiveni”, s. 49-50.
(52) Nestle, W., “Platon”,
Giriş, s. 26.
(53) Schwarz, F., “Geleneksel
Bilgeliğin Yeniden Keşfi”, s. 178.
(54) Burchard, T., “Aklın
Aynası”, s. 22-23.
(55) Hunke, S. , “Avrupa
Üzerine Doğan İslâm Güneşi”, s. 149-151.
(56) a.g.e., s. 353.
(57)
Sarıkçıoğlu, E.,
“Başlangıçtan
Günümüze Dinler Tarihi”,
s. 1-2.
(58) Bucaille, M., “Kitabı
Mukaddes, Kur’an ve Bilim”, s. 181-183.
(59) Kırca, Ç., “İslâm
Medeniyeti”, Cilt-5, Sayı-2, s. 25-26.
(60)
Hofmann, M. W.,
“Kur’an”,
s.
35.
(61) Deedat, A., “Kur’an: En
Büyük Mucize”, s. 39-46.
(62) Nevfel, A., “Kur’an’da
Ölçü ve Ahenk”, s. 17-20.
VAROLUŞ
VE BİLGİ
Yaratılmışlar
için “VARLIK”tan değil, ancak bir ”VAROLUŞ”tan söz
edilebilir. Ve bilgilerimiz büyük ölçüde bu “varoluş”a
dayanır.
“O”ndan
başka her şey; sanki sürekli bir hareket, değişim, dönüşüm
-oluş ve yokoluş- süreci içinde gibidir ve bunların tamamı
“O”na bağlıdır.
“O”
ise, öncesiz ve sonrasız bir şekilde, daima hep aynı birlik,
tamlık, mükemmellik ve güzellik içinde “VAR” olandır…..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder